}
Hak ve Vazife 02.03.2000
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 100258

SOHBETİN ADI: HAK ve VAZİFE
TARİH: 02.03.2000

Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah'ın zikir sohbetini yapmak üzere gene bir aradayız sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse Rabbimize çok hamd etmeliyiz, çok şükretmeliyiz; bizleri (iki tarafı) bir araya getirdi diye.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! İnsanlık tarihi boyunca hep bir tarafta öğretenler, bir tarafta öğrenenler var oldu. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (A.S) kendisinden sonra gelen 1200 yıllık hayatında yaklaşık 48 jenerasyona, 48 nesle Allah'a nasıl teslim olunacağını öğretti. Öyleyse hep bir sebîl üzerinden Allah'a ulaşmak, Allah'a ruhu ulaştırmak söz konusu olmuş. İlk teslim daima ruhun Allah'a teslimidir, sevgili izleyenler ve dinleyenler. Sonra fizik vücudun teslimi, sonra nefsin teslimi. İslâm, teslimdir. İslâm kelimesi, teslim kelimesi, selâm kelimesi, selâmet kelimesi, müslüman kelimesi; hep aynı kökten geliyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Teslimi içeren, temel konusu teslim olan bir bütünlüğü anlatıyor Allahû Tealâ.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! İslâm; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'le birlikte var olan yeni bir dîn, eskilerinden başka bir dîn değildir. Sadece bir tek dîn olmuştur: Bu dîn. Yani Allahû Tealâ, Âdem (A.S)'dan başlayarak hangi peygambere vahyetmişse onun vahyi mutlaka sadece İslâm'dır sevgili izleyenler ve dinleyenler! Peygamberlerin olmadığı devrede de bütün resûller için (evliya resûller için) Allah'ın emri daima teslim emri olmuştur. İşte problem oradadır ki bütün zamanların peygamberlerinin yaşadığı devirlerde onlara tâbî olanlarla o peygamber, mutlaka Allah'a teslim olmuştur. Fakat insan tabiatının genel muhtevası içerisinde dejenerasyona dönük olan, yozlaşmaya dönük olan insan; asırlar geçtikçe yozlaşmasını (şeytanın temel hedefi olan yozlaşmasını) mutlaka gerçekleştiriyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Konu çok açık bir şekilde ortada. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de hangi peygamberine kitap verdiyse -ki çoğuna kitap verdiğini görüyoruz- o peygamberine mutlaka İslâm'ı teslim etmiştir. İslâm'ı vahyetmiştir; Allah'a teslim olmayı. Birbirinden farklı dînlerle karşı karşıya değiliz. Sadece bir tek dîn var: Allah'a teslim olmak. Yani İslâm. Arapça’da teslim olmak; "İslâm" kelimesi ile anlatılıyor. Her dilde bunun karşılığı olan tabir Allah’ın yegâne dînini ifade eder. Bu sebeple biz Türkçe olarak diyoruz ki: "İslâm dîni tek dîndir. Allah'a teslim olmak demektir." Zaten Allahû Tealâ da bütün peygamberlerinin Allah'a teslim olduğunu söylüyor ve bu sebeple: "Allah'a teslim olmaktan başka bir dîn hiç yoktur, hiç olmamıştır." diyor Allahû Tealâ.

3/ÂLİ İMRÂN-19: İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mâhtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(hısâbı).

Muhakkak ki Allah'ın indinde dîn, İslâm'dır (teslim dînidir). Kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki hased sebebiyle ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah'ın âyetlerini örterse (inkâr ederse), o taktirde, muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.


İşte Hz. Musa ise söz konusu olan, onun ve ona tâbî olanların hepsinin Allah'a teslim olduklarını söylüyor Allahû Tealâ. Hz. İsa ise onun ve havarilerinin hepsinin Allah'a teslim olduklarını söylüyor Allahû Tealâ. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz'se biz ona tâbî olanların, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)'e tâbî olanların peygamberi olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V), o da Allah'a teslim olmuştu, sahâbesiyle beraber. Niçin öyle söyledim? O aslında kâinatın peygamberidir ama biz ona tâbî olanlar açısından böyle bir ifade kullandık. Onunla beraber bizim de Allah'a teslim olmamız gereğini mutlak olarak yerine getirebilmemiz için. Bunu vurgulayabilmek için. Evvelki kitaplarda bir takım değişiklikler yapmayı başaran, hatta kitapları bütünüyle ortadan kaldıran iblis; o kitaplardaki Allah'a teslim keyfiyetini değiştirememiş sevgili izleyenler ve dinleyenler! Bütün kitaplarda Allah'a teslim olma müessesesi mevcut. Öyleyse her dîn, sadece Allah'a teslim dînidir.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Bu açıdan meselemize bakmalıyız. Öyleyse Hz. Musa ve ona tâbî olanların hepsi İslâm'ı yaşadılar, Allah'a teslim oldular. Hz. Davud (kendisine Zebur indirilen Hz. Davud) ve ona tâbî olanların hepsi Allah'a teslim oldular. Onlar da İslâm'ı yaşadılar sevgili izleyenler ve dinleyenler. Hz. İsa ve ona tâbî olanlar, onlar da. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve ona tâbî olan sahâbe, onlar da Allah'a teslim oldular, İslâm'ı yaşadılar. Arada geçen ne kadar peygamber varsa hepsi ve ona tâbî olanlar; peygamberler sona erdikten sonra bütün kavimlerde Allah'ın beas ettiği resûllere tâbî olanların hepsi de halen İslâm'ı yaşamaktadırlar. İşte biz de size İslâm'ı öğretiyoruz, Allah'a nasıl teslim olunacağını.

Teslim olmak; kayıtsız, şartsız Allah'a. İşte varoluşumuzun arkasında bu yatıyor. Çünkü Allahû Tealâ hepinizi mutlu olmanız için yarattı ama mutlu olabilmenizin bir tek yolu var: Allah'a teslim olmak. Ruhunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman cennet saadetini mutlak olarak, %100 kazanırsınız. Dünya saadetinin yarısına sahip olursunuz. Sonra? Fizik vücudunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman dünya saadetinin %80'i, %90'ı size ulaşır. Nefsinizi Allah'a teslim ettiğiniz zaman dünya saadetinin %100'ü ile karşı karşıyasınız. Öyleyse hepiniz için söz konusu olan şey Allah'a teslim olmak sevgili izleyenler ve dinleyenler ve Allah'ın 3 temel unsurunu hiç unutmamak:

1. Kur'ân-ı Kerim bir saadet davetiyesidir.
2. Kur'ân-ı Kerim bir saadet reçetesidir.
3. Kur'ân-ı Kerim bir saadet garantisidir.

Allahû Talâ Kur'ân-ı Kerim'i hepinizin mutluluğu için indirmiş sevgili izleyenler ve dinleyenler. En çok sevdiği insan adlı bu mahlûkun Allah'a teslimi için cennet saadetini ve dünya saadetini bütün boyutlarıyla yaşayabilmesi için. Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Her şey en güzel standartlarda cereyan ediyor bütün insanlar için ama insanlar, onun kıymetini bilmiyorlar. Sevgili izleyenler ve dinleyenler! İnsan tabiatı bütünüyle yozlaşmaya dönüktür. Çünkü nefs adı verilen müessese, 19 tane afetten oluşan bu müessese, 19 ayrı grup afeti içeren bu müessese; şeytana açıktır daima ve bu açık olmak dolayısıyla her açıdan yara alacaktır. Eğer insan şu dünya hayatını yaşadığı sürece aklını başına toplayamazsa ne dünya saadetini ne de cennet saadetini asla yaşayamaz.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Nefsinizdeki afetlerle ruhunuzdaki hasletlerin devamlı savaşı söz konusudur. Eğer afetler varsa savaş kaçınılmazdır. Çünkü afetler, mutlaka kendi dediklerinin yapılmasını isterler ve Allah'ın emirlerine karşı gelirler, yasak ettiği fiilleri de mutlaka işlemek isterler. Böyle bir dizayn söz konusuysa ruhun da hasletleri Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek istikametindeyse, yasak ettiği fiilleri de asla işlememek; o zaman aralarında devamlı bir savaş olacaktır. İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler! Teslim, Allah'ın emridir yani Allah'a teslim olmak yani İslâm olmak. Farz mı? Evet farz. İşte Nisâ Suresi 58. âyet-i kerime:

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).

Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.


“innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah, emanetleri ehline (yani o emanetlerin sahibine, yegâne sahibine) teslim etmenizi, tevdi etmenizi emreder." diyor Allahû Tealâ.

Zumer Suresi 54. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor sevgili izleyenler ve dinleyenler:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).

Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu: üzerinize azap gelmeden önce Allah'a dönün, ruhunuzu Allah'a döndürün, Allah'a ulaştırın. Böylece ruhunuzu Allah'a teslim edin ve Allah'a teslim olun.

Yani “Ruhunuzun Allah'a döndürülerek teslimi yetmez. Fizik vücudunuzu da Allah'a teslim edeceksiniz. Nefsinizi de Allah'a teslim edeceksiniz.” buyuruyor Allahû Tealâ.

3 vücudumuzun da Allah'a teslimi asıldır sevgili izleyenler ve dinleyenler! Teslim keyfiyeti ancak böyle tamamlanabilir. İşte Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerim'i dünya üzerinde son indirilen şeriat kitabıdır. Bütün insanlar bu kitapla şer'i hükümleri öğrenecekler. Buna göre amel edecekler kıyâmete kadar, sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allah'ın son peygamberine indirdiği son şeriat kitabı; bütün kâinatı bağlayan bir kitap.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Neden Kur'ân-ı Kerim bir saadet davetiyesi? Neden Kur'ân-ı Kerim bir saadet reçetesi? Neden Kur'ân-ı Kerim bir saadet garantisi? Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allahû Tealâ teslimi farz kılıyor; ruhun teslimini, fizik vücudun teslimini, nefsin teslimini. Daha ruhun tesliminde Allah'ın verdiği bir söz geçerlidir. Kim ruhunu Allah'a teslim ederse aynı zamanda nefsini tezkiye etmiştir, aynı zamanda fizik vücudunu şeytana kul olmaktan kurtarmış, Allah'a kul olmak konusunda yarıyı aşmıştır. Yolun yarısını aşmıştır. Bu, 1. teslim. Fizik vücudun Allah'a kul olması, şeytana kul olmaktan kurtulması; ruhun Allah'a ulaşması; nefsin yarıdan fazla tezkiye olması, temizlenmesi, arınması sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bu aşamada ne olur bir insan? Mutlaka Allah'ın cennetine girer. İşte Allahû Tealâ mutlaka Allah'ın cennetine girmeyi gerçekleştiren böyle bir olguyu en güzel standartlarda anlatıyor, Âli İmrân Suresi 76 ve 77. âyeti kerimelerde:

3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).

Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.

3/ÂLİ İMRÂN-77: İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).

Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.


“Kim Allah'a verdiği misaki gerçekleştirmezse onlar için ahirette bir nasip yoktur." diyor. Burada cennetten bahsediyor Allahû Tealâ. "Ve onlar Benim cennetime giremezler." diyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allahû Tealâ'nın cennetine girebilmek söz konusu ve Allahû Tealâ: "Misakini yerine getirenler (yani ruhunu Allah'a ulaştıranlar), onlar için Benim cennetim söz konusu." diyor. “Ama gerçekleştirmezlerse onların ahirette bir nasibi yoktur. Ahirette onlar cennete giremezler. Ancak cehenneme girerler." buyuruyor Allahû Tealâ.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Öyleyse Allahû Tealâ Allah'a teslimi; ruhunuzu, fizik vücudunuzu, nefsinizi Allah'a teslim etmenizi üzerinize farz kılmış. Böyle bir farziyetin arkasında neyin yattığını bir düşünelim. Allahû Tealâ aynı zamanda Allah'a kul olmamızı farz kılıyor. Ne diyor Zâriyât Suresi 56. âyet-i kerimede?

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.

Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.


"ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni: Biz insanları ve cinleri başka bir şey için değil Bize kul olsunlar diye yarattık." diyor Allahû Tealâ.

Allahû Tealâ'nın insanı yaratmaktan muradı, Allah'a kul olmak. Ruhunuzu Allah'a teslim ediyorsunuz, 22. basamakta, birinci kulluğa ulaşıyorsunuz. 25. basamakta fizik vücudunuzu Allah'a kul ediyorsunuz, ikinci kulluk veya ekber kulluk ve 26. basamakta nefsinizi de Allah'a teslim ediyorsunuz, üçüncü kulluk, azîm kulluk. Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Bu muhtevada Allah'a kul olmak aynı zamanda Allah'a teslim olmak demek. Her teslim bir kulluk kademesini ifade ediyor. Her teslim kişinin daha üst seviyede Allah'a yakın olmasını sağlıyor. İşte böyle bir dizaynda insanoğlu için her şeyin en güzeli söz konusu. Allahû Tealâ'nın ifadesi Allah'a kul olmak konusunda, Allah'a teslim olmak konusunda aynı basamaklarda, aynı özelliği gösteriyor. Fark var mı ki sevgili izleyenler ve dinleyenler? Hangi basamaklarda aynı özelliğin dizaynını içeriyor? Allahû Tealâ bu cephede de aynı şeyi söylüyor. Allah'a kul olmak, takva sahibi olmak, Allah'a teslim olmak; 3'ü de aynı işaretlerden hareket ediyor. Mutlaka 22. basamakta 1. teslim, 1. kulluk ve 1. takva. 25. basamakta 2. teslim, 2. kulluk veya ekber kulluk ve ekber takva. Birincisinde ruhun teslimi, ikincisinde fizik vücudun Allah'a teslimi söz konusu ve 26. basamakta da 3. teslim yani nefsin teslimi, azîm kulluk ve azîm takva. Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler! Burada takva sahibi olmak, Allah'a kul olmak, Allah'a teslim olmak; aynı basamaklarda aynı özellikleri gösteriyor. Aynı olayın yani Allah'a teslim olma olayının başka başka açılardan değerlendirilmesi sadece.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allah için kâinattaki en kıymetli varlık olan insanoğluna Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'i indirmiş ve takvayı da farz kılmış, Allah'a kul olmayı da farz kılmış ve Allah'a teslim olmayı da farz kılmış ki onlardan bir tanesinin farz olması, ötekilerin zaten aynı ismi alması dolayısıyla (aynı basamaklarda aynı ismi alması dolayısıyla) hepsinin gerçekleştirilmesi mânâsına geliyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allah ile olan ilişkileriniz mutlaka en güzeli ifade edecektir. En güzel! Güzel olan ne? Mutluluk, sevgili izleyenler ve dinleyenler! Bu konunun (mutluluğun) ne olduğunu ancak yaşadığınız zaman anlayacaksınız ve Allahû Tealâ'ya sonsuz şükredeceksiniz. Allah'ın mutluluklarına ulaştıkça, şükrünüz ve hamdiniz size hiç bir zaman yeterli görünmeyecek. Her şey öylesine güzel dizayn edilmiş ki bu güzelliğin içinde insanın kendisini kaybetmesi, Allah ile hemhal olması, Allah'ın bir muhteşem güzelliğini yaşaması… Her şey o kadar güzel ki. Yaşamalısınız. Allah'ın sizin için de aynı şeyleri ihsan ettiğini unutmayın. İnsansınız, siz de hak sahibisiniz. Mutlu olmanın hakkının sahibisiniz ve unutmayın! Yaratılış sebebiniz sadece mutlu olmak.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Birinci teslim, ikinci teslim ve üçüncü teslim; ruhun teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi; 3 ayrı safhayı ifade ediyor ve bunlar üzerimize farz. Farz olduğuna göre, daha birinci teslimle cennet saadeti mutlaka elde edildiğine göre, üçüncü teslimde de cennet saadetinin ve dünya saadetinin ikisinin de %100'ü emredildiğine göre, Allahû Tealâ bunları farz kıldığı cihetle görüyorsunuz ki Allahû Tealâ mutlaka Allah'a teslim olmanızı yani hem dünya saadetini hem de cennet saadetini yaşamanızı istiyor.

Öyleyse hurafeleri devreden çıkartın sevgili izleyenler ve dinleyenler! Kim size: "Dünyada rahat yoktur." diyorsa, "la rahate fiddunya." diyorsa deyin ki: "Hayır! Allahû Tealâ'nın emri bu değil." Bu dünyada sıkıntı içinde bir yaşam geçirmemizi istemiyor. Tam aksine Allahû Tealâ, Allah'a teslim olmamızı istiyor bu dünya hayatında ve mutlaka dünya saadetinin de sahibi olmamızı istiyor. Hem cennet saadetinin hem de dünya saadetinin. Bu bir farz, sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allah'a göre farz. O emri veren, mükâfatını da teslim edendir.

Size göre nedir durum? Hem vazife hem de hak sevgili izleyenler ve dinleyenler. İşte burada duralım. Bir insanın; Allah'ın kulu olarak yaratılan bir insanın Allah ile olan ilişkilerinde acaba olay nereye ulaşıyor? Şimdi Allahû Tealâ ruhunuzu Allah'a teslim etmeyi, fizik vücudunuzu Allah'a teslim etmeyi, nefsinizi Allah'a teslim etmeyi; böylece azîm kulluğa kadar bütün kulluklara sahip olmanızı emrediyor, farz kılıyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Buna karşılık verdiği şey kâinatın en kıymetli şeyi; mutluluk. Şu dünyada yaşayan herkes mutlu olmak istiyor. Ellerindeki ölçüler yanlış sadece. O sebeple mutlu olamıyorlar ama istedikleri şey, herkesin istediği şey, mutluluk. Şu dünyada hiç kimse yaşamıyor ki mutlu olmayı istemesin.

Öyleyse Allah nereye davet ediyor? 3 teslimi yapmamıza. Bunu yapanın durumu ne? Hem cennet saadeti hem dünya saadeti. Allahû Tealâ söz vermiş mi? Vermiş. Öyleyse Kur'ân-ı Kerim bu açıdan bakıldığı zaman; bütün insanlara Allahû Tealâ 3 teslimi de farz kıldığı için, bu teslimleri gerçekleştirenleri mutlaka cennetine aldığı için bir saadet davetiyesidir ve Allahû Tealâ bu saadeti garanti ettiği için Kur'ân-ı Kerim, bir saadet garantisidir. Hem cennet saadetinin garantisidir hem de dünya saadetinin garantisidir.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler Kur'ân-ı Kerim bir başka açıdan, bu ikisine ilâveten aynı zamanda bir saadet reçetesidir. Bu saadete nasıl ulaşacağımız formüle edilmiş Kur'ân-ı Kerim'de. Bu formülasyona göre davranmak mecburiyetindesiniz. Yani Allah'a ruhunuzu, Allah'a fizik vücudunuzu, Allah'a nefsinizi teslim etmek mecburiyetindesiniz ve bunun formülünü öğrenmek mecburiyetindesiniz. Neden böyle söylüyoruz? Çünkü yozlaşan insan nesilleri, mutluluğun reçetesini; Kur'ân-ı Kerim'in bir saadet reçetesi olduğunu unutmuşlar. Kur'ân-ı Kerim'i unutmuşlar. Kitaplardan öğrenir olmuşlar dînlerini. Kitaplar da insanlar tarafından yazılmış ve özü, reçeteyi kaybetmişler sevgili izleyenler ve dinleyenler. Dikkat edin! Bu reçete son derece basit bir terkibi gerektirir. Son derece basit. Bir insan, sonsuza kadar cennette yaşayabilir, sadece bir tek dileğin sahibi olarak. Asıl ifadesiyle, Kur'ân’daki ifadesiyle: "Kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişi mutlaka Allah'ın cennetine girer." Allah'ın sözü böyle sevgili izleyenler ve dinleyenler.

İşte reçete bakın, ne kadar basit bir reçete. Cennete girmek; bunun ilacı Allah'a ulaşmayı dilemek. Reçete bunu söylüyor, sevgili izleyenler ve dinleyenler. Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Sonra ne olacak? Sonra ne olacaksa onlar size ait değil, Allah'a ait. Allah size mürşidinizi sevdirecek. Allah size namazı, zikri, bütün güzellikleri sevdirecek, bütün ibadetleri sevdirecek.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! 14 asır olmuş Kur'ân-ı Kerim indirileli ama 14 asırda reçetenin asli unsuru olan Allah'a ulaşmayı dilemek unutulmuş ve reddedilen bir fonksiyon olarak çıkıyor karşımıza. Reçete sadece unutulmuyor, aynı zamanda reddediliyor. İşte insanlar bu kadar Allah'a karşı duyarsız, insanlar bu kadar Allah'ın ihsanlarına karşı çıkışta. Sevgili izleyenler ve dinleyenler! İnsanlar, Kur'ân'ın indirilişinden 14 asır sonra artık Allah'a ulaşmayı dilemiyorlar. Böyle bir talepleri yok. Onlara bu öğretilmiyor ama 14 asır evvel bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilemişlerdi. Dilemişler miydi? Evet, sevgili izleyenler ve dinleyenler! Hepsi. Bakınız ne diyor Allahû Tealâ onlar için:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).

Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.


"Ve onlar, Allah'ın Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (yani ruhlarını) Allah’a ulaştırırlar. Ve onlar, Allah ile olan ahdlerini (yeminlerini, misaklerini ve ahdlerini) yerine getirirler. Ve onlar Allah'a verdikleri misaklerini katiyyen bozmazlar. Yani mutlaka yerine getirirler."
 
Neymiş misak? "Ve onlar Allah'ın Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) O'na (Allah'a) ulaştırırlar."

Sonra devam ediyor Allahû Tealâ:

ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi): kötü hesaptan, cehenneme gitmekten korkarlar.
ve yahşevne rabbehum: ve Rabblerine karşı huşû duyarlar.
vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim: onlar, sabırla Allah'ın Zat'ını dileyenlerdir. Onlar sabırla Allah'ın Zat'ına ulaşmayı dileyenlerdir.

Öyleyse kim Allah'a ulaşmışsa o, mutlaka Allah'a ulaşmayı dileyen birisidir, kesinleşiyor konu. Peki, sahâbe Allah'a ulaşmış mı? Evet, sevgili izleyenler ve dinleyenler!

Hidayet; insan ruhunun Allah'a ulaşmasıdır. İşte Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresi 73. âyet-i kerimede şöyle söylüyor:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


innel hudâ hudallâhi: muhakkak ki hidayet, Allah'a ulaşmaktır.

Ve bütün sahâbe hidayete ermiş sevgili izleyenler ve dinleyenler; ruhlarını Allah'a ulaştırmışlar. İşte Allahû Tealâ Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde sahâbeden bahsediyor ve diyor ki:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar, sözü; sözün ahsen olanını dinlerler. Ona itaat ederler. Onların hepsi hidayete erdiler. Ruhlarını ölmeden Allah'a ulaştırdılar." diyor Allahû Tealâ.

Sahâbe sözü dinler miydi? Evet, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sözünü dinlerdi. Bu sözler ahsen miydi? Elbette ahsendi. Neden ahsendi? Çükü Peygamber Efendimiz (S.A.V) kendi kavmine sadece Allah'ın yazdığı Kur'ân-ı Kerim'i kalbinden okurdu. Okuma yazma bilmezdi ama kalbindeki Kur'ân-ı Kerim'i baştan sona kadar okurdu. Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Sadece kalbindeki Kur'ân-ı Kerim'i okuduğu için değil, her söylediğini Allah O'na söylettiği için yani tasarruf altında olduğu için Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sözleri ahsendi. Çünkü Allah söyletiyordu. Allahû Tealâ O'na diyordu ki:

36/YÂSÎN-69: Ve mâ allemnâhuş şi’re ve mâ yenbagî leh(lehu), in huve illâ zikrun ve kur’ânun mubîn(mubînun).

Ve Biz, O’na (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Ve (bu), O’na yakışmaz. O (O’na indirilen), sadece zikir ve apaçık Kur’ân’dır.


"Habibim! Sana şiir yazdırmadık, bu yakışmazdı da ama sen apaçık bir Kur'ân-ı Kerim'sin."

Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V), kalbine yazdırılan Kur'ân-ı Kerim'i okudu. İşte onun için sözün ahsen olanına tâbî olmak söz konusu. Hepsi hidayete ermişler; hepsi ruhlarını Allah'a ulaştırmışlar yani hepsi Allah'a ulaştırmayı dilemişler.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Sahâbenin yaşadığı hayatla (İslâm'la), bugünkü uygulanan İslâm arasındaki en büyük farklılık; Allah'a ulaşmayı dilemenin unutulmuş olmasıdır. İblis, insanları cehenneme ulaştırabilmek istikametinde asıl hedefine varmış. İnsanları zikirden uzaklaştırmayı başarmış sevgili izleyenler ve dinleyenler! Zikir farz mıdır? Hem zikir farzdır hem günün yarısından daha fazla zikir farzdır hem de daimî zikir farzdır.

İşte Muzzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah'ın ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek Allah'a ulaş." buyuruyor Allahû Tealâ.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Her şeyden kesilerek Allah'a ulaşmak ama neyle? "Allah'ın ismiyle zikret." temeline dayalı olarak. Açık bir şekilde Allahû Tealâ Allah'ın ismini zikretmemizi hepimize emir kılıyor yani farz kılıyor.

Ahzâb Suresinin 41. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.


“Ey Allah'a ulaşmayı dileyenler! Allah'ı çok zikredin.”

Birinci hitap ne sevgili izleyenler ve dinleyenler? Allah'a ulaşmayı dilemek. Dilemeyenler? Dilemeyenler zikretmeyecekler. Onlar, Allah'a ulaşmayı dilemediklerine göre hiçbir zaman cennete ulaşmaları mümkün olmayan insanlar ve tabiatıyla Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanların zikir yapmaları veya yapmamaları arasında Allah'a göre fark yok. Onun için Allahû Tealâ zikir yapanların farklılıklarını söylüyor. İşte Ahzâb Suresinin 21. âyet-i kerimesi: "Allah'ı çok zikredenler için ve Allah'a ulaşmayı dileyenler için Peygamberimiz (S.A.V)'de ahsen bir örnek vardır." buyuruyor.

33/AHZÂB-21: Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).

Andolsun ki, sizin için ve Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen ve Allah’ı çok zikredenler için, Allah’ın Resûl’ünde güzel bir örnek vardır.


Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Görüyorsunuz ki mutluluğun anahtarları Kur'ân'da. Asıllar verilmiş. Demek ki zikir farz, günün yarısından daha fazla zikir farz. "Allah'ı çok zikredin, günün yarısından daha çok zikredin, her gün Allah'ı çok zikredin.” Yani “Zikretmediğiniz zamandan daha uzun bir zaman parçasında Allah'ı zikredin." buyuruyor Allahû Tealâ. Nisâ Suresi 103. âyet-i kerimede ise diyor ki:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah'ı zikredin.

Yani: "Daimî zikre ulaşın." buyuruyor Allahû Tealâ. Çünkü insanlar 3 hâlde bulunabilirler. 3 hâlin üçünde de Allahû Tealâ'yı zikretmemiz üzerimize farz kılınmış sevgili izleyenler ve dinleyenler. Aradan 14 asır geçmiş; bugün zikir farzların arasında yok. Öyleyse Allah'a teslim olmak; ruhumuzu, fizik vücudumuzu, nefsimizi Allah'a teslim etmek mutlak olarak zikir adı verilen bir müessese ile gerçekleşebilir. Zikir olmadıkça Allah'ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl göğsümüze gelmez, kalbimizin içine giremez. Kalbimizin içinde de îmân kelimesi etrafında toplanması mümkün değildir. Zikir yoksa bu nurların (rahmetin, fazlın ve salâvâtın) gelmesi hiçbir şekilde mümkün değildir sevgili izleyeler ve dinleyenler! Eğer bu nurlar kalbimize girip yerleşemezlerse hiçbir zaman Nefs-i Emmare'ye ulaşamayız. Ruhumuz da birinci gök katına ulaşamaz. Nefs-i Emmare'ye ulaşamazsak ne Nefs-i Levvame'ye, Mülhime'ye, Mutmainneye, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye'ye, hiçbirine ulaşmamız mümkün değil. Ruhumuzun da Allah'a doğru olan yolculuğunu 7 kat üzerinden tamamlayıp Allah'ın Zat'ına ulaşması mümkün değil.

Öyleyse görüyorsunuz ki her açıdan insanların üzerine hak ve vazife olan temel kavramlarda sapma olmuş. İblis, insanları Allah'ın temel emirlerinden,dikkat edin! Onları cennet saadetine ve dünya saadetine ulaştıracak olan temel emirlerinden insanları saptırdığını görüyoruz. Başarmış bunu sevgili izleyenler ve dinleyenler ama bu başarı, insanlardan çok açık bir şekilde gizlenmiş.

İnsanlar, Kur'ân-ı Kerim'in temelini ve Kur'ân-ı Kerim'in sahâbeye müteallik âyetlerini bilmedikleri için ondan gerekli hükmü çıkaramıyorlar. Öyleyse bütün insanların üzerine vazife olan ve onların, bütün insanların hakkı olan saadete ulaşma 14 asır sonra imkânsız hale gelmiş. Şeytan bunları en güzel standartlarda hedefe ulaştırmış. Kendisi açısından en güzel standartlarda, insanlar için de en korkunç şekilde.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allahû Tealâ, bütün insanları cennetine ehil olarak yaratmış. Öyleyse cennete girmek, bütün insanların hakları. Bütün insanların dünya saadetine ulaşmaları da hakları. Allahû Tealâ mutluluğu emrediyor koyduğu farzlarla. Allahû Tealâ ruhumuzu, fizik vücudumuzu, nefsimizi Allah'a teslim etmemizi üzerimize farz kıldığına göre, bu farzları gerçekleştirenler de mutlaka cennet saadetine ve dünya saadetine ulaşacağına göre Allahû Tealâ'nın istediği şey bütün insanların bunları gerçekleştirmeleri ve cennete ulaşmaları. Bunu yapan herkes cennet saadetine hak kazanıyor. Öyleyse insanlar cennet saadetine hak sahibi. 3 teslimi gerçekleştirenler, bütünüyle dünya saadetinin sahibi oluyorlar. Dünya saadetine de hak sahibi insanoğlu. Bu, insanoğlunun en tabiî hakkı. Hem cennet saadetine ulaşmak hem de dünya saadetine ulaşmak insanın hakkı ama sevgili izleyenler ve dinleyenler! Oraya ulaşmak bedava değil. İnsan, bir şeyler yapmak mecburiyetinde. Yani bir vazife yapmak mecburiyetinde. Bir görev yapmak mecburiyetinde.

1- Allah'a ulaşmayı dilemek mecburiyetinde (birinci görev).
2- Sonra mürşide ulaşmak mecburiyetinde (ikinci görev).
3- Sonra zikir yapmak, nefsini 7 kademede tezkiye etmek, ruhunu böylece Allah'a ulaştırmak, fizik vücudunu şeytana kul olmaktan kurtarmak mecburiyetinde (vazifeler).
4- Ve sonra nefsinin kalbindeki nurları %81'e çıkartarak fizik vücudunu Allah'a teslim etmek mecburiyetinde.
5- Sonra %100'e çıkararak nefsini de Allahû Tealâ'ya teslim etmek mecburiyetinde.

Hepsi üzerine farz. Peki bunların, bu vazifeler insanın üzerine Allahû Tealâ tarafından verilmiş. Verilmiş, hepsi unutulmuş sevgili izleyenler ve dinleyenler! Özellikle asıl unsur olan zikir unutulmuş. İblis, insanları kendisiyle birlikte cehenneme sürükleyebilmek için onlara kâinattaki en büyük vazifelerini unutturmayı başarmış. Allah'ın ismini: "Allah, Allah, Allah, Allah..." diye zikretme keyfiyeti, 14 asırda tamamen unutulmuş. Bütün insanlar için mutluluk bir haksa ama insanlar iblis tarafından saptırılarak bu hak onların elinden alınmışsa bu, insanlığa karşı bir zulüm değil midir sevgili izleyenler ve dinleyenler? İşte bu zulmün baş mimarı iblistir. Bütün gücüyle bütün insanların kendisiyle beraber cehenneme gitmesini ister. Bunu yaptırabilmek için de Kur'ân'ın temel vazifelerinin unutturulması, şeytanın temel hedefi olmuş. İnsanoğlu vazifelerini unutmuş ve tabiatıyla haklarını da.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Kim biliyordu bir insanın cennete girmesinin o kişinin hakkı olduğunu? Hakkı mı? Sadece bir tek dilek sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bir insanın dilsiz olduğunu düşünün, konuşamıyor. O da içinden Allah'a ulaşmayı dileyebilir. Zaten Allahû Tealâ bu sebeple kişinin diline değil kalbine bakar. Kalbinde o hakkı, cennete ulaşma hakkını o kişiye kazandıracak olan ilk vazife tahakkuk etmiş mi? Ne kadar zor bir vazife sevgili izleyenler ve dinleyenler. Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Hepsi bu kadar. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişi için söz konusu olan şey insanın Allahû Tealâ'yla olan ilişkilerinde mutlaka Allahû Tealâ'ya ulaşmalarıdır.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Burada hak ile vazifenin birbiriyle ne kadar iç içe olduğunu görüyorsunuz. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişi vazifesini yapmıştır. Geri kalan onun vazifesi değildir, geri kalan Allah'a aittir. Çünkü Allah'a ulaşmayı dileyen bir insan vazifesini yapmıştır, tamamlamıştır. Peki, ondan sonrakiler? Allah ona namaz kılmayı sevdirecek. O sevmeyecek sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bu inceliği çok iyi anlamanızı istiyorum. Siz ibadetleri sevmeyeceksiniz, ibadetleri size Allah sevdirecek. Eğer sevmiyorsanız bilin ki siz Allah'a ulaşmayı dilememişsiniz. Eğer dileseydiniz başka türlüsü mümkün olamazdı.

İnsanoğlunun vazifesi ve hakkı bir bütün teşkil eder. Bütün insanlar cennete girme hakkının sahibidir. Bir şartla: Allah'a ulaşmayı dilemek. Kim böyle bir dileğin sahibiyse o kişinin gideceği yer mutlak olarak Allah'ın cennetidir. Çünkü Allahû Tealâ bir tek şarta bağlamış Allah'ın cennetini; Allah'a ulaşmayı dilemek şartına bağlamış. Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Düşünebiliyor musunuz? Bir insan düşünün; Allah'a ulaşmayı dilemeyi aklına bile getirmiyor, öğretilmemiş kendisine ama bu kişi namaz kılıyor; 30 sene, 40 sene, 50 sene namaz kılıyor. Cennete girebilir mi? Giremiyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. İşte bunun için: "Bilenle bilmeyen bir olmaz." diyor Allahû Tealâ.

39/ZUMER-9: Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû rahmete rabbih(rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulûl elbâb(elbâbi).

Gece boyunca secde ederek ve kıyamda (ayakta) durarak kanitin olan, ahiretten çekinen (korkan) ve Rabbinin rahmetini dileyen mi? De ki: "(Hiç) bilenle bilmeyen bir olur mu? Ancak ulûl’elbab (daimî zikir sahipleri) tezekkür eder."


İnsanoğlunun hakkına kavuşamaması, vazifesini yapamamasına bağlı. Oysaki nedir bu vazife? Bir tek dilek sevgili izleyenler ve dinleyenler. Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz, bu kadar. Dilemiyorsunuz? Dilemiyorsanız, bakınız ne diyor Allahû Tealâ:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Allahû Tealâ buyuruyor ki sevgili izleyenler ve dinleyenler: "Onlar, Bize mülâki olmayı, dünya hayatını yaşarken ruhlarını Bize ulaştırmayı dilemezler. Böyle bir talepleri yoktur. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla onlar tatmin olurlar, doyuma ulaşırlar. Onlar, Bizim âyetlerimizden gafil olanlardır. Bizim âyetlerimizi bilmeyenlerdir. Onların hepsinin gideceği yer ateştir, cehennemdir."

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e Allahû Tealâ diyor ki:

28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).

Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah’a ulaştıramazsın). Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri (hidayete erenleri) daha iyi bilir.


Sen en sevdiğini bile hidayete erdiremezdin ( o kişinin ruhunu Bana ulaştıramazsın)." diyor Allahû Tealâ.

Neden böyle diyor? O kişi dilemedikçe. Anlıyor musunuz sevgili izleyenler ve dinleyenler? Konunun vahametini anlıyor musunuz? 14 asır evvel bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilemişler. Hepsi Allah'a ulaşmışlar. Hepsi cennet saadetinin sahibi olmuş. 14 asır sonra bu büyük hakikat unutulmuş. İnsanlar, haklarını da vazifelerini de unutmuşlar. Herkes cennete gitme hakkının sahibidir. Çünkü hiç kimse için Allah'a ulaşmayı dileyebilmek bir zorluk teşkil etmez. Bedava bir olgu. Sadece Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz ve hakkınız olan cenneti hak edeceksiniz, vazifenizi yaptığınız için. İşte vazifeniz bu; Allah'a ulaşmayı dilemek. Sonrakiler mi? Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek, zikir yapmak; bunların hepsini size Allah sevdirecek sevgili izleyenler ve dinleyenler! Sözü var, garantisi var: "Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onları mutlaka Kendime ulaştırırım. Kimi Kendime ulaştırırsam onları mutlaka cennetime alırım. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım." diyor Allahû Tealâ.

"Kim Bana ulaşırsa" değil sevgili izleyenler ve dinleyenler! "Kim Bana ulaşmayı dilerse"

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Öyleyse anlayabiliyor musunuz sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allah'ın dizaynı içerisinde nasıl bir olguyla karşı karşıyasınız? Muhteşem bir bütünlük söz konusu ve bütün cennet, ayağınızın altında, sadece bir dileğin sahibi olduğunuz takdirde ama insanların çoğu böyle bir şeyden haberdar değil ve tabiatıyla böyle bir dilekleri yok. Şimdi anlıyor musunuz neden bilenle bilmeyen bir olmaz? Bilmedikleri için insanlar, Allah'a ulaşmayı dilemiyorlar. Bilseler, kendilerine öğretilmiş olsa: "Allah'a ulaşmayı dileyen herkes mutlaka Allah'ın cennetine girer." ifadesi, "Allah'a ulaşmayı dilemeyen de mutlaka cehenneme girer." ifadesi, insanlar tarafından bilinse insanlar böyle mi olur sevgili izleyenler ve dinleyenler? Herkes asıl hakikatleri bilmiyor. Kendilerine insanların öğrettiği şeylerden hareketle sabırla namazlarını kılıyorlar, zekâtlarını veriyorlar, hacca gidiyor ama Allah'a ulaşmayı dilemiyorlar. Kurtulmaları imkânsız. Düşünebiliyor musunuz milyonlarca insan bu büyük hakikatin bilinmemesi sebebiyle kendilerine cenneti değil, cehennemi hedef seçmiş durumdalar. Haklarını bilmiyorlar, vazifelerini de yapmıyorlar.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allah'ın bütün güzellikleri unutulmuş. Bu safha yoksa bundan sonrakilerin hiç birinin olması mümkün değil. Çünkü üst safhalara sizi ulaştıracak olan şey; Allah'ın zikrini yapmanız. Zikir de unutulanlar arasında sevgili izleyenler ve dinleyenler. Zikir de unutulmuş ve zikir; ne 32 farzın içerisinde ne 54 farzın içerisinde mevcut değil. İşte bu unutulan şeyler sebebiyle insanların bunları yapmamaları dolayısıyla gidecekleri yer ne yazık ki cehennem. Kur'ân-ı Kerim açık açık söylüyor bunları ve kimseler de bilmiyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! İnsanların kurtuluşu bu aslî faktöre dayalı. Öyleyse hepiniz hakkınızın mutlaka cennet olduğunu, bunun için de inanılmaz derecede basit bir vazife ile vazifelendirilmiş olduğunuzu hiç unutmamalısınız. Allah'a ulaşmayı dilemek. İşte bunun arkasından görevlerinizin yani vazifelerinizin yapılması ama Allah'ın gösterdiği statü içinde.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Bunları yaptığınız zaman hedeflere ulaşabileceksiniz. Hakkınız olan saadete, hakkınız olan hem cennet saadetine hem dünya saadetine. Hepinizin sonsuz mutluluklara ulaşmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R