SOHBETİN ADI: MUTLULUK SOHBETİ
TARİHİ: 18.03.2002
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, sizlere böyle hitap etmek bile bir büyük zevk. Can dostlarım, gönül dostlarım, biz gönlümüzce birbirimize dostuz, gönlümüzden dostuz. O gönül ki, o kalp ki Allah’ın her zaman baktığı ve gördüğü yerdir. Hep kalbimize bakar, acaba kalbimizde bir gün Allah’a ulaşma talebi var olacak mı diye. Olduğu takdirde ne olur? Olduğu takdirde O, sizi cennetlerinden cennetlere koyar; dünya saadetini de size ihsan eder.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, öyleyse Allah ile olan ilişkilerinizde Allah’a dikkatle bakın. O, sizin sadece ve sadece mutlu olmanızı ister. Mutlu olmanızın ötesinde hiçbir talebi yoktur sizden. “Ya! Öyle mi?” diyecek şimdi bir kısım insanlar. “Allahû Tealâ bize namazı farz kılmamış mı? Orucu farz kılmamış mı? Zekâtı farz kılmamış mı? İslâm’ın 5 tane şartını farz kılmamış mı?” Kılmış. “E kılmışsa hani bizden başka bir şey istemiyordu?” İstemiyor. “Burasını anlayamadık.” diyecekler tabiî.
Sevgili kardeşlerim, Allah’ın size verdiği bu namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, zikir yapmak görevleri var ya; onları siz sevmeyeceksiniz, sevmek mecburiyetinde değilsiniz, yapmak mecburiyetinde değilsiniz. Allah size öyle bir sevdirecek ki; onları siz yapmak isteyeceksiniz. Siz onlarda doyulmaz zevkler yaşayacaksınız. O zaman Allahû Tealâ’nın size bunları zorla kabul ettirmediğini, anladığınız tarzda üzerinize farz kılmadığını, onları siz yapmak isteyeceğiniz için sizin derecat kazanmanızın bir sebebi olsun da o namaz kılma, o zikir yapma mutluluğunu kullarım yaşasınlar diye Allahû Tealâ üzerinize farz kılmış.
Öyleyse sevgili kardeşlerim Allahû Tealâ, -sözüme son derece dikkat edin bu noktada- sizin üzülebileceğiniz hiçbir şeyi istemez. Sadece sizi mutlu kılacak olan şeyleri vücuda getirmenizi ister. Ama buna karşılık iblis, devamlı sizin mutsuz olmanız konusunda bir faaliyetin sahibidir. Öyleyse Allahû Tealâ sizden ne ister? Sadece mutlu olmanızı.
Unutmayın, Kur’ân-ı Kerim bir saadet (bir mutluluk) davetiyesidir; bütün insanlığa ve size de. Hani şu anda “Acaba bu dünyada benden daha mutsuz, benden daha huzursuz, benden daha sıkıntılı bir insan var mı?” diye düşünen size de. Etrafındaki insanlar zarara uğramış olan, bir çözüm yolunun olmadığını zanneden, herkesin kendisine düşman olduğu kanısında olan, dünyanın en mutsuz insanı olduğunu düşünen size de. Size de Allahû Tealâ sadece mutlu olmanız için Kur’ân-ı Kerim’i indirdi. Ama siz gözlerinizi Allah’a değil, kalbinizi Allah’a değil, dünya işlerinin sadece sizi üzen kesimlerine çevirdiniz. Onlarla meşgul şu anda kafanız. Komşularınız size neden kötü davranıyor, onunla meşgul. Etrafınızdaki insanlar neden rahatsız, hasta; onunla meşgul. Neden anlaşmazlıklar vücuda getiriyor o insanlar sizinle, onunla meşgul.
Sevgili kardeşlerim, yaşamak bir hünerdir. Sadece Allah’a sığınanlar, çözümleri Allah’tan, gece gündüz Allah’a yalvararak dileyenler elde eder. Dünyadaki şartlar ne olursa olsun, onlar hep mutludurlar.
Şimdi size soruyorum: Hanginiz dayanabilir 3 yıl süreyle yiyeceğini ölmeyecek kadar alabilme sıkıntısına? Asr-ı saadeti yaşayan sahâbe ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) bunu yaşadılar. 3 yıl muhasaraya tâbî kılındılar, karınlarına taş bastılar ama dayandılar. Şikâyet etmediler, Allah’a güvendiler. Ne oldu? Mekke’yi yeniden onlar fethetti. Onlar asr-ı saadeti yaşadılar. Onlar dünya saadetinin sahibi oldular.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, şu dünyada başka insanlar da yaşıyor. Herkes sizin standartlarınızda yaşamıyor. Bir kısmı şeytanla işbirliği halinde. Bir kısmı Allah ile hiç ilişkisi olmayan insanlar. Bir kısmının kalbi sadece insanlara kötülük yapmak için çalışıyor. Olabilir. Ama onlar ne yaparlarsa yapsınlar, Allah sizinleyse, siz bunun farkındaysanız, onlar size bir zarar veremezler. Bakınız, ne diyor Allahû Tealâ Mâide Suresinin 105. âyet-i kerimesinde:
5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
“yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân: Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Nefsleriniz üzerinizedir (nefslerinizin sorumluluğu, nefsinizi tezkiye etmek üzerinize borçtur). Siz nefs tezkiyesine başlayarak hidayet üzere olduğunuz zaman dalâlette olanlar size bir zarar veremezler.” diyor Allahû Tealâ.
Her olayı hiç üzüntü duymadan da geçirmek mümkündür. Allah sizinle beraberse, Allah’ın sizinle beraber olduğuna inanıyor ve O’na güveniyorsanız, başkalarının sonsuz üzüntülere duçâr olacağı olaylar sizi etkileyemez. Siz Allah’ı dost etmişseniz, olaylar sizin üzerinizde bir tesir vücuda getiremez. Takva elbisesi giymiş olacaksınız, bir zırh kuşanmış olacaksınız.
Öyleyse: “İnsanlar bana düşman oldu. Bu insanların yaptığı düşmanlıklar beni çok mutsuz ediyor. Ailemin fertleri başka başka hastalıklardan hepsi hasta. Dünya geçiminde sıkıntı çekiyorum. Etrafımdaki komşular beni hiç sevmiyorlar. Her an etrafımda sıkıntı yaratan insanlar mevcut. Ben mutsuz olmayayım da kim mutsuz olsun?” Böyle mi diyorsunuz sevgili kardeşlerim? Yanılıyorsunuz. Allah var ve biz varız.
Unutmayın, O’na ne kadar güvenirseniz, O sizi o kadar iyi şartların içine alır. O’na güvenmek asıldır. Ya güvenirsiniz ya da güvenmezsiniz. Eğer güvenmezseniz hayatı boyunca hep hayatından şikâyet eden, devamlı huzursuzluklar içinde yaşayan bir insan olursunuz. Siz tasavvufu yaşayamazsınız. Ya Allah’a güveneceksiniz, hangi sıkıntı gelirse gelsin, onu göğüslemeye her zaman hazır olacaksınız. Hanginiz onların çektiği sıkıntıyı çekebilir? 3 sene boyunca lüzumlu, yeterli gıdayı hiçbir zaman alamamak, aç kalmak!
Öyleyse neden o devre “asr-ı saadet” diyoruz? Bu insanlar aç kalmışlar. Ama mutluydular. Siz aç değilsiniz. Ama şikâyet ediyorsunuz. Mutsuzsunuz. Hep hayatın sizi üzebilecek olan yanlarını iblis size gösteriyor. Allah ile olan ilişkiyi lâzım gelen boyutta kuramıyorsunuz. Her zaman hayatın dikenleri olacaktır. Hayat bir dikensiz gül bahçesi değildir.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın sizinle olan ilişkilerine dikkat edin. O, sadece mutlu olmanızı ister. Ve mutluluğun standartlarını size vermiş.
Allahû Tealâ: “Eğer inanıyorsanız Bana güvenin.” diyor Allahû Tealâ. Eğer güveniyorsanız bilin ki sizi yenecek yoktur. Eğer Bana güveniyorsanız Ben sizi mutlu ederim. Ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Bana ulaştırmanızı mutlaka sağlarım. Ve bunu siz yapmayacaksınız, Ben yapacağım. Size, Bana olan ibadetlerinizi sevdireceğim.” diyor Allahû Tealâ. “Ben sizlere bunu, yapmadığınız bir şeyi; Bana karşı yapmak istemediğiniz bir şeyi zorla yapın, Bana ibadet edin demiyorum.” diyor Allahû Tealâ. “İbadetleri size Ben sevdireceğim. O zaman bunların sizin için bir yük olmadığını, bir zevk olduğunu yaşayacaksınız.” diyor.
3/ÂLİ İMRÂN-139: Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve gevşemeyin ve mahzun olmayın! Eğer mü'min iseniz, üstün olan sizsiniz.
3/ÂLİ İMRÂN-159: Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlike, fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr(emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), innallâhe yuhibbul mutevekkilîn(mutevekkilîne).
O zaman, Allah'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri (Allah’a güvenenleri) sever.
3/ÂLİ İMRÂN-160: İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe men zellezî yansurukum min ba’dihi, ve alâllâhi felyetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Eğer Allah size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü) bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler (Allah’a güvensinler).
Sevgili kardeşlerim, yaşamanın sırlarına dikkatle bakın. Eğer iblis sizi etrafınızdaki negatif olaylara indekslemişse, odak noktanız onlarsa, insanların sizlere karşı yaptığı yanlış davranışlar; sizi üzecek davranışlarsa ve siz bunlardan etkileniyorsanız, siz tasavvufu hem bilmiyorsunuz hem yaşamıyorsunuz; İslâm’ı yaşamıyorsunuz. Tasavvuf, İslâm’ın yaşanmasıdır.
14 asır geriye doğru dönüp ibretle onlara bakın: Hayatları savaşlarla geçti. Allah için şehit oldular. Şu kadarcık, hayatlarının bir değeri yoktu onlar için, Allah’ın değeri vardı. Ve onlar mutluydular. Ölürken de mutluydular. Allah için şehit olurken de mutluydular.
Bu dünya nasıl bu kadar değer kazanıyor gözünüzde ki; her şey sizi mutsuz ediyor? Bu sohbet, bu mutsuzluk çukurundan sizi kurtarmak için yapılıyor. O’na güveniyor musunuz? Allah’a güveniyor musunuz? Eğer güvenseydiniz, bu mutsuzluk çukurunda olmazdınız.
Biz sizinle beraberiz, hangi şartların içinde olursanız olun. Allah sizinle beraberdir. Hiç bırakmaz sizi, siz O’nu bırakmadıkça. Ama siz O’ndan çözünmüşseniz, şu dünyanın sıkıntıları sizi Allah’a bakamayacak kadar kuşatmışsa, Allah’ı defterden silmişseniz, O’na ibadet etmenin bir zevk olduğunu hiç yaşayamıyorsanız, o zaman yanlışlıklar içindesiniz. Ne zaman Allah’a yönelirseniz, dünya problemlerinin sizi yakalayamadığı, kıskıvrak sizi mutsuz edemediği bir yeni zemine oturacak geminiz, hayat geminiz.
Allah’ın temel emri odur: “Bana tevekkül edin.” diyor. “Bana güvenin.” diyor Allahû Tealâ. Eğer Allah’a güvenirseniz o zaman sevgili kardeşlerim, o zaman huzursuz olmanın üzerine bir sünger çekmeyi başaracaksınız. Hiçbiriniz onlar kadar huzursuz edici şartlar içinde yaşamıyorsunuz. Ama iblis size etrafınızdaki şartları korkunç kâbuslar gibi gösteriyor ve aklınızı oradan kurtarıp Allah’a konsantre edemiyorsunuz.
Sevgili kardeşlerim, Kur’ân, bir mutluluk kitabıdır. O’nu ne kadar tatbik edebilirseniz o kadar hayattasınız. Yoksa bir ölüsünüz. Şu dünyada Allah’a ulaşmayı dilemeyen bütün insanların gözlerinin kör olduğunu, kulaklarının sağır olduğunu, kalplerinin idrak edemediğini söylüyor Allahû Tealâ. Bütün insanlarda Allah’a açılan bütün kapılar, o kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği ana kadar, cüz’i iradesini bu istikamette kullandığı güne kadar, Allah’a ulaşmayı dilediği güne kadar kapalıdır, şeytanın bütün kapıları da açık. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyerek dirileceksiniz.
Hanginiz bize ulaşıyorsa ve dayanılmaz dertler içinde olduğunu söylüyorsa onlara şunu söylüyoruz, şunu tavsiye ediyoruz: Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah’a güvenin. Biz her zaman sizin için Allah’a dua ediyoruz, hepiniz için. Biz hepiniz için dua ediyoruz ama bir kısmınız mutlusunuz. Onlar Allah’a yaklaşmayı hedef ittihaz edenler, şeref ittihaz edenler. Şu dünyadaki bütün dertler o insanların üzerine gelse onları üzemez, Allah’ın yolundan ayıramaz. İşte sahâbe öyleydiler. Kitab’ın bütününe îmân edenler, Kitab’ın bütününü tatbik edenler.
Sevgili kardeşlerim, Allah sizi şu dünyanın dertleriyle üzülmeniz için yaratmadı. Siz Allah’a yöneldiğiniz zaman o dertlerin size en ufak bir tesiri kalmaz. Beklemediğiniz yerlerden Allahû Tealâ kapılar açar. Öylesine kapılar açar ki; mutluluktan camları açıp bağırmak geçer içinizden mutluyum diye. Ama bunlar sizin bir kulağınızdan giriyor, öbür kulağınızdan çıkıyorsa o zaman Allahû Tealâ sizi üzmüyor, siz şeytanın tesiri altında kendini üzüyorsunuz. Hanginiz şu anda bir üzüntünün sahibiyse o, kesin olarak Allah ile yeterli ilişkinin sahibi değildir. Allah’a yeterli boyutta yönelmiş değildir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, ne zaman Allah’a yönelirseniz, kendinizi O’na teslim ettiğinizi düşünürseniz: “Ben Allah içinim. Benim etrafımda olaylar cereyan edebilir. İnsanlar beni üzmek isteyebilir. Ama Allahû Tealâ isterse ben o olaylardan tesir almamayı başarırım.” diye düşünebiliyor musunuz? Hanginiz mancınıkla ateşe atılıyorsunuz? Hz. İbrâhîm atıldı. Ama öyle bir güveni vardı ki Allahû Tealâ’ya, Allah ateşi su yaptı. O boşluktayken de o ateşe doğru giderken de hiç korkmadı. Emindi Allahû Tealâ’nın mutlaka bir şey yapacağından.
Sevgili kardeşlerim, mutluluk bedava yaşanan bir şey değildir. Ama hepiniz için hazırdır. Öyleyse mutluluğa lâyık olmak mecburiyetindesiniz. Mutluluk sizindir. Ama ona lâyık olacaksınız. Sınanacaksınız, imtihanlardan geçeceksiniz. Her imtihan sizi biraz daha bileyecek Allah yolunda. Biraz daha O’na dayalı olacaksınız. Biraz daha Allah’a güveneceksiniz. Biraz daha güçlü olacaksınız. Her türlü problem, Allahû Tealâ tarafından sizin karşınıza sizi daha güçlü, daha Allah’a yakın, daha Allah’a lâyık kılmak için çıkarılır. Hedef sizin mutsuz olmanız değildir, mutluluğu yakalamanızın şartlarına sizi adapte edebilmektir.
Öyleyse hangi şartlar içindesiniz? Şu halinize bakın: Savaşta mısınız? Düşmanlar sizi silâhla öldürmek için bekliyorlar mı? Onlar savaştaydı. Onlar her an ölümle burun burunaydı. Ve en büyük şeref onlar için Allah yolunda ölebilmekti, şehit olabilmekti. Onlar aç kaldılar, siz kaldınız mı?
Öyleyse sevgili kardeşlerim, ne söylediğime dikkatle bakın: Tasavvufu yaşamıyorsunuz. Kim bana ulaşmışsa ve sadece şikâyet ediyorsa sözüm onlara: Siz tasavvufu yaşamıyorsunuz. Söylediklerim bir kulağınızdan giriyor, öbür kulağınızdan çıkıyor. 30 yıldır sizlere verdiğim emeklere hiç acımıyor musunuz? Bu nasıl yaşantıdır ki en ufak bir sıkıntıda, en büyük sıkıntıların sahibiymişsiniz gibi hissediyorsunuz kendinizi.
Tasavvuf; insanlara o dertleri dert göstermemeyi başartan ilimdir. Onlar, hayatınızdaki insanların size ters davranmaları, yanlış yapmaları, siz Allah’a güveniyorsanız, Allah sizin dostunuzsa ne yazar ki? Bir düşünün bakalım, bir karşılaştırın kendinizi. Sahâbenin yaşadığı hayatla bugün yaşadığınız hayatı bir karşılaştırın bakalım. Ve sorun kendi kendinize. Şu hayatlarından devamlı şikâyet halinde olan insanlar, sizlere sesleniyorum. Sorun kendi kendinize: “Ben onların yaşadığı o günlerde yaşasaydım, acaba onlara katlanabilir miydim?” deyin bakalım kendi kendinize.
Üç yıl aç kalmaya dayanabilir miydiniz, her an düşmanla boğaz boğaza olmaya? Onlar hem aç kaldılar hem savaşlar yaptılar ama hiç yılmadılar. Hiç moralleri bozulmadı. Mutsuzluğu hiç yaşamadılar. Onlar güvendiler. Resûllerine güvendiler, Allah’a güvendiler ve güvenlerinin bedelini aldılar Allahû Tealâ’dan. Asr-ı saadeti yaşadılar.
Öyleyse unutmayın, yeni bir çağın içindesiniz. Bu çağın adı asr-ı saadet değil, bu çağın adı asr-ı hidayet. İnsanların hidayetin ne olduğunu öğrenecekleri çağ. Ve bir mutsuzluklar girdabında hepiniz yuvarlanıp gidiyorsunuz. Öğrettiklerimiz bunlar mı? Bu kadar binlerce saat sizlere anlattığımız şeylerden bu kadar az mı nasip alacaksınız?
Neden Allah’a güvenmiyorsunuz? Allah sizi sadece mutlu olasınız diye yarattı ve bunun sırlarını sizlere öğretti; mutlu olmanın sırları. Allah, mutluluğun kâinattaki tek sahibidir. Hepinizi bir tek sebebe dayalı olarak yarattı; mutlu olasınız diye. Hayatınıza giren en küçük bir üzüntüde bu kadar ümitsizliğe düşecek misiniz? O zaman nasıl söyleyebilirsiniz: “Ben tasavvuftayım.” diye? “Ben İslâm’ı yaşıyorum,” nasıl söyleyebilirsiniz, nasıl diyebilirsiniz? İslâm odur ki; onlara işkence edildi, işkenceye de dayandılar. Size işkence eden mi var?
Sevgili kardeşlerim, Allah yolunda bir yolculuktasınız. Ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allah’a teslim etmek için teçhiz edildiniz. Bu teslimler boyunca her geçen gün metanetinizin artması söz konusudur. Öyleyse birbirine sımsıkı bağlı, kenetlenmiş, Allah yolunda her türlü fedakârlığı yapacak olan Allah’ın dostları olmaya çalışacaksınız. Hiçbir şeyin sizi yıldıramadığı bir muhteşem dizayn içerisinde, onlar sizi gördükleri zaman hayranlık duyacaklar. Hamdolsun ki çoğunuz öylesiniz. Nerede sizi görenler: “Siz nasıl böyle insanlar oldunuz? Bu tasavvuf nasıl bir şey ki; bu kadar birbirinizi seviyorsunuz? Bu kadar birbirinizle bir mutluluk dairesi içerisinde berabersiniz? Allah için bu kadar hizmet ediyorsunuz. Dünyada en çok ibadet edenlersiniz. Bu nasıl iş? Ben de sizin gibi olmak istiyorum.” İşte böyle söylemeliler sizin için. Söylüyorlar.
Öyleyse bir toplumun en zayıf halkası, zincirin en zayıf halkası gibidir. Bir zincirin gücü, en zayıf halkasının gücü kadardır, oradan kopar. Öyleyse tasavvufu anlamadan yaşayamazsınız. Tasavvuf aşktır, Allah’a karşı duyulan aşk. Gözlerinizi kendinize değil, Allah’a çevireceksiniz. Tasavvuf zincirinin bir ilmeği olduğunuzu, en sağlam ilmeği olmak için gayret ettiğinizi düşüneceksiniz. En zayıf olan siz olmamalısınız.
Fedakârlık yaptıkça, bu fedakârlıktan sadece zevk duyan insan olmayı öğreneceksiniz. Başkaları için yaşamayı öğreneceksiniz. O zaman kendinize ayıracak zamanınız olmaz, üzülecek zamanınız olmaz. Kendinizi ne zaman başkalarına adayabilirseniz o zaman üzülemezsiniz kendiniz için. Buna zamanınız olmaz. Gece ve gündüz başkaları için yaşarsınız.
İşte bunları öğreneceksiniz. Onlar öyleydiler. Hepsi başka kardeşlerine yarım etmek için bir yarıştaydılar. Onun için insanların kendilerine eza etmeleri, kötü davranmaları, onların bakmak imkânını bulamadıkları olaylardı. Onlarla meşgul olacak zamanları yoktu. Herkes “Başka birine acaba ben bugün hangi iyiliği yapabilirim?” diye yaşıyordu.
Sevgili kardeşlerim, sizi toplu halde görenlerin imrenecekleri, imrenecekleri, imrenecekleri bir zincirleme dizayn içerisinde en sağlam insanlar olmalısınız. Birbirlerine karşı güven duyan ve dışarıdakilerin de mutlak bir güven duyduğu insanlar olacaksınız. Hamdolsun ki çoğunuz öylesiniz; imrenilecek insanlar. Herkesin sizin için: “Bu ne kadar güzel bir yaşantı, ben de sizin gibi olmak istiyorum.” diyeceği bir güzelliğin içinde yaşamalısınız. Buna lâyıksınız. Burası o hüviyetin kazanıldığı ocaktır; Allah’ın ocağı.
Öyleyse dikkat edin sözlerime, sözlerim hepiniz için. Şu dünyada her zaman imtihana tâbî tutulursunuz. Başka insanlar sizi anlamazlar. Kırılacağınız davranış biçimleri olacaktır. Eşyanın tabiatına son derece uygun. Ama bu davranış biçimleri, 14 asır evvel onlara yönelen öldürme hüviyetine girmeyecektir.
Sevgili kardeşlerim, unutmayın, bütün insanlar Allah için yaratılır. Hepiniz Allah içinsiniz. Allah için olmanın şuuruna vardığınız zaman kendiniz için yaşamadığını, Allah için yaşadığını idrak eden ve başkalarına yaptığı her yardımın Allah’a yardım etmek olduğunu idrak eden, başkalarının mutluluğu için yaşayan bir insan olmak yolunda cehd edeceksiniz. Bu cehdiniz ruhunuzun tesliminde, fizik vücudunuzun tesliminde, nefsinizin tesliminde hep artacak. Daha çok başkaları için yani daha çok Allah için olacaksınız. Ve başkaları için olduğunuz sürece her geçen gün daha mutlu insanlar olacaksınız. İmrenilecek insanlar olacaksınız. Bu yuvanın en sağlam vasfı, imrenilecek insanlar yetiştirmek.
Cemaat halinde yaşamak kolay bir olay değildir. Ve insanlar sosyal mahlûklardır. Cemaat halinde yaşamak mecburiyetindedirler. Ama onlara, etrafınızdaki insanlara, özellikle tasavvufu yaşamayanlara öyle bir örnek olmalısınız ki; onlar size sevgi, minnet ve neticede hayranlık duymalıdır. “Ah ben de böyle olabilsem! Onlar gibi yaşayabilsem!” demelidirler. Bu, sözle olmaz. “Ben şöyleyim, ben böyleyim.” demek bir şey ifade etmez. Davranış biçimlerinizle bunu evvelâ Allah’la ilişkilerinizde kendinize ispat etmek mecburiyetindesiniz.
Allah için yaşamak: İşte bu, bunun özü başkaları için yaşamaktır. Ancak fedakârlık ettiğiniz sürece yaşarsınız. Başkalarının mutluluğuna sarf ettiğiniz her saniye sizin için bir kazançtır. Allah’ın en kıymetli hazinesi para değildir, altın değildir, zamandır. O zamanı başkalarının mutluluğuna harcayarak mutlu olmanızı istiyor Allahû Tealâ. Eğer hepiniz bunu anlamış olsaydınız, bugün aranızda en güzel standartlarda öyle dostluklar var olurdu ki; etrafınızdaki insanlar, dışarıdakiler buna sadece hayranlık duyabilirdi. Hamdolsun ki büyük bir kısmınız öylesiniz.
Sevgili kardeşlerim, böyle olan kardeşlerimizle iftihar ettiğimi söylemek istiyorum. Ötekiler de böyle olacaklardır diye bir büyük ümidin içindeyim. Ve Allahû Tealâ, O, sizi o standartlara ulaştıracak. Siz sadece o hedefe ulaşmayı isteyeceksiniz. Önce Allah’a ulaşıp ruhunuzu Allah’a teslim etmeyi isteyeceksiniz. Sonra fizik vücudunuzu, sonra nefsinizi, en sonra da iradenizi. Eğer birçoklarınızın zannettiği gibi zor bir şey olsaydı, bu hedefe sahâbe ulaşamazdı. Hepsinin ulaşması mümkün olmazdı.
Öyleyse zannettiğiniz gibi zor değil. Gayretin meyvesi, gayretinizin mevcut olmasıyla elde edilir. Allah’ın size vereceği mükâfatı oturtabileceğiniz bir bazı vücuda getirmedikçe, siz vücuda getirmedikçe oraya Allah mükâfatını koymaz. Size Allah’ın 700 katlı bir saray inşa etmesi için bodrum katını siz inşa edeceksiniz. Geri kalanı Allah’a aittir. Ama siz bodrum katını inşa etmedikçe O’ndan neticeyi alamazsınız. Öyleyse siz Allah yolunda kendinize düşeni yapmalısınız.
Şu dünya hayatı mutlulukları da mutsuzlukları da içerir mi diyorsunuz? Hayır, öyle değil. Bir kısmına göre sadece mutsuzlukları, bir kısmına göre sadece mutlulukları, bir kısmına göre de hem mutlulukları hem mutsuzlukları içerir. Öyleyse neresindesiniz yolun?
Başlangıçta sadece mutsuzluk vardır. Sonra mutluluklarla mutsuzluklar beraber yaşanır. Giderek mutluluklar artar. Nefsinizin kalbindeki afetlerin boşalması, yok olması süreci içerisinde, onlara paralel bir dizayn içerisinde mutsuzluklar adım adım yok olur. Her geçen gün mutluluk oranınız artar. Sonra daimî zikirle birlikte daimî mutluluk da sizin olacaktır. İç dünyanızda nefsinizle ruhunuz arasında tam bir sulh ve sükûn hali, dış dünyanızda başka insanlarla sizin aranızda tam bir mutluluk ve sulh ve sükûn hali ve Allah’ın emirlerinde ve nehiylerinde tam itaat. Bunlar sizi dünya saadetinin bütününe ulaştıracaktır.
Unutmayın, şu anda dünya üzerinde sizin aldığınız bu seviyedeki bir bilgiyi alan başka bir toplum mevcut değil. Siz insanların öğrettiklerini öğrenmiyorsunuz. Siz Allah’ın öğrettiklerini öğreniyorsunuz. Öğretiler insanlara aitse yanlış olabilir. Ama Allah’a aitse orada yanlış bulmak imkânsızdır. Öyleyse Allah’ın hedefinin sadece sizin mutluluğunuz olduğunu hiç unutmayacaksınız. Her ortamda mutlu olmanızı sağlayan çok şey bulacaksınız. Ararsanız, bulmayı hedef ittihaz ederseniz, mutlu olmayı başkalarına mutluluk vermek olarak kabul ederseniz, o zaman siz dünyadaki en mutlu topluluğu oluşturursunuz. Elbette ki mutluluğa bir günde ulaşılmaz. Elbette çok gayret sarf edeceksiniz. Allah yolunda imtihanlara tâbî tutulacaksınız. Her imtihana girdiğiniz zaman: “O, Allah. Ben O’na güvenirim. Mutlaka beni bir sahile çıkaracaktır.” diye güven duyabilirseniz, o zaman mutluluğu yaşayacaksınız; güveniniz arttıkça daha çok mutluluğu.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, hayatınızın odak noktası hep üzüntülerse siz sadece üzüntülere kendinizi odaklamışsanız hep üzüntü içinde yaşarsınız. Etrafınızdaki insanların size ulaştırabildiği şey, sadece üzüntüyse siz şeytanın elinde bir esirsiniz. O üzüntünün tasavvufta mutlu olanlarda mevcut olmadığını mı zannediyorsunuz? Üzüntü kaynağı her zaman vardır. Tasavvuf sizi, o üzüntüyü sizin için yok saydıracak bir noktaya ulaştırmakla görevlidir. Bir gün yok olduğunu göreceksiniz. Sonra düşüneceksiniz ki: “Eskiden de vardı bu olay, şimdi de var. Ama ben buna eskiden çok üzülüyordum, artık üzülmüyorum. Hamdolsun ki yaşamın ne olduğunu öğrendim. Kendimi Allah’a yönlendirdim. Allah bana mutluluğu öğretti.” diye konuşabileceğiniz günler gelecek.
Tasavvuf, etrafınızdaki şimdi dert olarak düşündüğünüz şeylerin bitmesi anlamına gelmez. Onların bütün hayatı çilelerle geçti. Sahâbeden bahsediyorum. Ama tasavvuf yani İslâm yani Hz. İbrâhîm’in hanif dîni onlara, o üzüntü zannettikleri şeylerin hava gazı olduğunu öğretti, ıvır zıvır olduğunu öğretti, hiç önemi olmadığı olmadığını öğretti. Yaşamayı öğrendiler. Hayata bakış açıları değişti. Sıkıntılar artık onlar için değerli değildi. Onları etkisi altına alabilecek olan bir özelliğin sahibi olmayı her gün biraz daha kaybetti sıkıntılar, üzüntüler, olaylar. Her gün yerlerini daha çok, daha çok, daha çok mutluluğa terk ettiler.
Sevgili kardeşlerim, etrafınızdaki insanlar değişmeyecek. Onlar size hep yanlış davranışlarda bulunacaklar. Ama siz onların o yanlış davranışlarından etkilenmeme sanatını öğreneceksiniz. Allah size bunu öğretecek ve mutlaka öğretecek. Siz istediğiniz sürece her geçen gün, bu merdiveninin üzerinde; mutluluk merdiveninin üzerinde 28 basamakta devamlı olarak yükselirsiniz.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili kardeşlerim, hayatın sıkıntıları vardır diye ölmezsiniz. O sıkıntıların şeytanın elinde sizi mutsuz ve ümitsiz kılacak veriler olmasına, tesir sahaları oluşturmasına müsaade etmemeyi öğreneceksiniz. Göreceksiniz ki hayatınızın merkezinde siz varsınız. Ve size yön veren Allah, sizi her alanda korumak yetkisinin, imkânının sahibidir. Hüneri öğrendikçe dünya hayatının başkalarına üzüntü veren rüzgârları, fırtınaları, kasırgaları size hiç tesir etmeyecek bir noktaya ulaşacaksınız. O zaman: “Vaktiyle ben bunlardan ne kadar üzülmüştüm. Oysaki hiç üzülecek şeyler değilmiş.” dediğiniz günlere ulaşacaksınız. O günlerde şunu göreceksiniz ki; artık siz kendiniz için yaşamıyorsunuz. Başkaları için yaşadığınız için sizin üzerinizde oluşan tesirler, sizin üzerinizde hiçbir tesir oluşturmamaya başlamış. Artık sizin için tesir sahası yok. Siz yoksunuz. O tesir sahası için cephe oluşturmuyorsunuz. Siz orada yoksunuz. Siz öbür tarafta başkaları için yaşayan bir insansınız. Onun için size o olaylar artık tesir edemez. Onları düşünecek vaktiniz olmayacak. Başkaları için yaşamaktan, kendinize yönelen olayları negatif değerlendirebilecek olan zamana sahip olamayacaksınız. Düşünce standartlarınızın her alanda pozitif olmasını Allah size imkânlı kılacak, mümkün kılacak. Güzeli, daha güzeli, daha güzeli ve sonunda en güzeli yakalayacaksınız. O, Allah’ın size vereceği son standarttır; iradenizin Allah’a teslimi. İşte tasavvufu yaşayanlar o mutlu insanlardır ki; olaylar onların üzerinde tesir icra edemez.
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ şu mutluluk denilen hayat tarzını sizin için yarattı. Bütün insanlar için yarattı ama o hedefe sadece bu tasavvufu yaşayabilenler ulaşabilir. Allah ile en sağlam standartlarda bağlantıyı kurabilen sizlersiniz ve sizler olacaksınız. Çünkü sizler Allah’ın hedefinin ne olduğunu yüzlerce ispatla öğrenebilmiş olan nadir insanlarsınız, bugün dünya üzerinde yaşayan insanlar arasında. Etrafınızdaki insanlara bakıp onları yokladığınız zaman onların sizden ne kadar geride olduğunu göreceksiniz. Ve Allah’a her seferinde daha çok şükredeceksiniz, bu ocakta olduğunuz için. Bu ocak dünya ocağı değildir, bu ocak kâinat ocağıdır; kâinata ilmin yayıldığı merkez.
Öyleyse yeni giren kardeşlerimiz aramıza, mutluluğun ne olduğunu henüz bilmedikleri için kendilerini eski sıkıntılarının devamında yaşıyor olarak aramıza girerler. Ama sonra bakarlar ki hayır, öyle değilmiş. Allah’a yöneldikleri zaman o mutsuzlukları, sıkıntıları hepsi adım adım, suyun güneş karşısında buharlaşması gibi yok olup gidecektir.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, kâinatın en sağlam misali karşınızda. 14 asır evvel onların yaşantısı tarih hazineleri içerisinde bir bütün. Osmanlı’nın altın çağına bakın, aynı hayatı göreceksiniz. Osmanlı’nın yükselme devresi, asr-ı saadetin bir devamıdır aslında. Osmanlı’nın yükselme güneşini oluşturan faktör tasavvuftur. Düşünün ki tasavvuf dışında Osmanlı ordusundan hiçbir fert yoktu. İlmiye sınıfının büyük kısmı, esnafın tamamı, halkın büyük kısmı tasavvufu yaşadılar ve dünyaya örnek oldular. Adalet götürdüler dört bir yana. Ve Osmanlı’yı Osmanlı yaptılar. Onlar mutluluğu yaşadı yükselme devri boyunca. İşte biz de kendimize o devri örnek almalıyız; Osmanlı’nın yükselme devrini.
Sevgili kardeşlerim, unutmayın, o kanı taşıyorsunuz. Osmanlısınız. Onlar bunu başarmışlarsa her devirde başarılabilir. Siz Allah ile beraber olmayı hedef ittihaz edeceksiniz. Olaylar karşısında sarsılmamayı, başkalarının davranışlarından negatif etkilenmemeyi öğreneceksiniz. Her geçen gün başkaları için yaşamayı öğreneceksiniz. Zamanınızın, her şeyinizin her gün biraz daha fazla başkalarına hasredildiği gelecek günlere ulaşacaksınız. Her gün biraz daha mutluluğu yaşayarak, biraz daha Allah için olarak.
Öyleyse unutmayın, sadece mutlu olmak için yaratıldınız. Ve şartlar, çevrenizdeki şartlar ne olursa olsun, siz mutlu olabilirsiniz. Bu dizayna dikkatle bakın: Mutluluğunuzun mimarı sizsiniz. Siz bazı oluşturdukça Allahû Tealâ onun üzerine binaları ardarda inşa edecektir, lâyık olduğunuza, liyakatinize paralel olarak. Öyleyse mutlu olmak için çok sebebiniz var sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım. Her şey öylesine güzel ki; bu güzelliği bir yaşabilseniz, bir yaşayabilseniz.
Allah hepinizden razı olsun.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, üniversitemizin, vakıflarımızın, dergimizin, radyolarımızın, uydumuzun değerli mensupları, Allah’ın hepinize hem cennet saadetini hem dünya saadetini bahşetmesini, sonsuz mutlulukların içinde Allah için, başkaları için yaşayabilecek günlere ulaşmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R