SOHBETİN ADI: EKONOMİ VE AKTÜEL BİLİM KONULU SUALLER
TARİHİ: 16.03.2003
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha birlikteyiz, hep beraber; Allahû Tealâ, sizler ve biz.
Ve bir ekonomi ve aktüel bilimler konusunda sizlerle inşaallah yeni yeni konuları tezekkür edeceğiz.
Ve ekonomi suallerinden ilki inşaallah Ankara’dan M. P. kardeşimizden geliyor. Diyor ki:
SORU: Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, uygulanan ekonomik istikrar programının alternatifi olmadığını söyledi.
CEVAP: Hadi bakalım buyurun. Başımıza bu çorapları ören müesseselerden birisi Merkez Bankası. Ve diyor ki: “Ekonomik istikrar programının alternatifi yok.”
“Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur,” diye bir söz vardır Türkçemizde. Merkez Bankası da Türkiye'de kurulduğundan bu tarafa aynı şeyi yapmıştır. Ama özellikle son yıllarda sevgili kardeşlerim. Alternatifi yoktur dediği sistem, Türkiye'yi bu hâle getirmiştir. Bu feci duruma getirmiştir. Küçülen ekonomi modeliyle enflasyonu tedavi etme sadece bir zandır. Bir hüsran sebebidir ve Türkiye bugün hüsrandadır; uygulanan, şu alternatifi olmayan ekonomi politikasıyla. Gerçekten alternatifi yok. Eğer bir ülkeyi batırmak istiyorsanız, alternatifi olmayan bir politika bu. Ancak böyle bir ekonomik istikrar programıyla 120 binden fazla üretken işletmeyi kapatabilirsiniz. İki buçuk milyon insanı işinden atarsınız, ülkenin gayrisafi millî hasılasını 1 yılda %25 düşürürsünüz. Ancak böyle bir ekonomi politikasıyla, alternatifi olmayan bir ekonomi politikasıyla, bir ülkenin mahvı için gerçekten alternatifi olmayan bir ekonomik politika.
Sevgili kardeşlerim, her şeyin açık açık konuşulduğu bir forumdayız sizinle beraber şu anda. Türkiye'nin küçülen ekonomi politikasıyla yani kemerleri sıkma politikasıyla mahva götürülmesinin iki temel nedeni vardı. Birisi Merkez Bankası’nın başındaki Gazi Erçel. İkincisinin adını hatırlayamıyorum, Hazine’nin başındaki kişi. Ne oldu? Ülke mahva sürüklendikten sonra ikisi de birer kâğıt imzaladılar; istifa ediyoruz diye. İstifaları da kabul edildi. Ve ülkeyi bu hâle getirdikten sonra ayrıldılar. Her şeyi yakından takip ediyoruz. Neler olup bittiğinin farkındayız.
Bu ekonomi politikası ne yapmıştır? İki buçuk milyon insanı işsiz bırakmıştır. Şu alternatifi olmayan ekonomi politikası. Bir ülkeyi mahvetmekte gerçekten alternatifi olmayan ekonomi politikası. Ortalama 4 kişilik bir aile yapısıyla, Türkiye'de 10 milyon insanın aç kalmasına sebebiyet veren bir politika. Gayrisafi millî hasılanın %17’si civarındaki gayrisafi milli hasılaya karşılık, Türkiye'nin borçlarını gayrisafi milli hasılanın %150’sine çıkaran bir alternatifi olmayan ekonomi politikası. Acaba bir ülke daha nasıl mahvedilebilir? Ne zamandan beri bu ekonomi politikasının yanlış olduğunu söylüyoruz ve hep aynı vurdumduymazlık.
Merkez Bankası’nın görevinin ancak enflasyon var olduğu takdirde geçerli olduğunu sayıyor sevgili kardeşlerimiz. Serdengeçti kardeşimiz de Gazi Erçel kardeşimiz de aynı büyük hataların içindeydiler. Merkez Bankası’nın bağımsız olması gerektiğini en çok savunanlardan biriyiz bu ülkede. Ama bunun için değil, ülkeyi mahvetsinler diye değil. Merkez Bankası suni tedbirlerle enflasyonu önleyemez. Önlemesi normal standartlarda mümkün değildir. Suni tedbir, kısa bir zaman aralığında, en ufak bir şayiada derhal solan bir, sönen bir balon gibi söner, başarılı olamaz.
Öyleyse ülkenin problemleri neler?
Ülkenin problemleri küçülmüş olan ekonomi; birinci problem. Bu ekonomiyi büyütmek mecburiyetindesiniz efendiler.
İkinci problem; Türkiye'nin borçları. Bu büyüyen borç yüküyle ancak mahva götürürsünüz ülkeyi ve götürüyorsunuz.
Üçüncü büyük problemi; işsizlik.
Ancak üretken yatırım işletmeleriyle, üretken yatırımlarla ülkedeki işsizliği halletmek; üç ayrı cepheden birden Türkiye'nin kanayan yaralarını iyi edecektir, şifaya kavuşturacaktır. Birinci cephe; sürekli ekonomiye katkıda bulunan bir ekonomi. Katma değer sağlayan, arzı yükselten bir ekonomi. İkinci açıdan fayda; her yeni alınan, istihdama alınan her yeni işçi, her yeni memur, her yeni eleman işsizler ordusundan bir kısmını çalışan aktif nüfusun içine, istihdamdakilerin içine sokacaktır. En büyük problemlerin çözümü sadece buradan geçer ve ekonomik istikrar paketinden geçmez. Buradan geçer, onun alternatifi yoktur. Bu politika ülkenin mahvı için alternatifi olmayan bir politikadır. Bizim önerdiğimiz politika ülkenin kurtuluşu için alternatifi olmayan bir politikadır. Hem katma değeri arttırırsınız, arzı yükseltirsiniz. Hem her yeni istihdama aldığınız kişiyle gelirler seviyesi yükselir. O fazladan ürettiğiniz malı satın alabilecek olan satın alma gücünü de oluşturursunuz. Yetmez, her yeni istihdama giren kişi ücret alacaktır. Ücretin karşılığında bir bordro mahkûmudur. Her ayın sonunda mutlaka stopaj vergisi kesilecektir ondan. Her yeni istihdama alınan kişi, devlet için yeni bir gelir kaynağıdır. Ekonomiye canlılık, devletin vergi gelirini arttırıcı bir faktör. Her yeni üretim, neticede vücuda gelen kâr sebebiyle devre sonunda konunun müteşebbislerinin de vergisini devlete aktaracaktır. Bir taşla kaç tane birden kuş vurmak.
Oysaki bu alternatifi olmayan politika iki buçuk milyon insanı işinden attı. Adamlar oturuyorlar, karşılıklı geçmişler, konferanslar veriyorlar, kafadan bir sürü formüller üretiyorlar ve de arkasından da ahkâm kesiyorlar: “Bu ekonomik tedbirler paketinin alternatifi yoktur.” Ülkeyi mahvetmekte ise evet, alternatifi yok gerçekten. Bunu başardınız da. Ama bu ülkeyi kurtarmak istiyorsanız, o zaman bizim söylediklerimize dikkat etmek mecburiyetindesiniz. Gelecekte bunlar uygulanacak ve Türkiye kurtulacaktır. Bu söylediklerimiz; bunu bir deftere yazın. Bir deftere yazın ve gelecek yıllarda neler olduğunu görüp birer birer çizin üstünü; bu da oldu, bu da oldu, bu da oldu diye.
Evvelâ bizim Merkez Bankası başkanlarımızın bir gözlüğe ihtiyacı var. Geleceğe dönük bir gözlüğe, bir de geçmişe dönük bir gözlüğe. Son 10 seneden beri ülkemizde neler oldu? Nereden nereye mahvettik ülkeyi? Hangi ölçüde mahvettik? Bunun bilançosunu bilmek mecburiyetindedir bu ülkeyi idare edenler. Merkez Bankası’nı idare eden de bu idarecilerden birisidir ve politikasını hiç mi hiç benimsemiyoruz. Ayrıca her seferinde de yanlışlarını söylemekten çekinmeyiz.
Birinci açıklaması: “Bu ekonomik istikrar programının alternatifi yokmuş. Ülkeyi ekonomik istikrara kavuşturacak olan tek metot buymuş.” Acaba bu kardeşimiz bize söyler mi? Bu ülke kaç seneden beri enflasyonu önlemeye çalışıyor? 20 yıldan az bir süre mi? Ne yaptınız şimdiye kadar? Gazi Erçel başkanken de bu kardeşimiz oradaydı. Ne yaptınız? Ülkeyi mahvetmenin ötesinde ne yaptığınızı soruyorum. Bunlar tedbir değil, bunlar IMF’nin, bunlar illuminati’nin oyunları. Türkiye'yi ekonomik sömürge yapmak isteyen bir kuvvet, Türkiye'de yandaşlar bulmuş kendisine.
Hadi bakalım yeni bir cevher daha yumurtlamış: “Enflasyonla mücadelede henüz yolun başında bulunduklarını belirtmiş.”
En az 20 yıldır bu ülke enflasyonla mücadele eder. Ve enflasyonla mücadele perdesinin arkasından ülkeyi mahveder. İşin başında değiliz. En az 20 yıldan beri bu işin içindeyiz. Ve biz de en az o kadar zamandan beri bu konunun uzmanıyız ve her seferinde aynı şeyi söyleriz. Yaptığınız metotlar yanlıştır. Bu ülkeyi kurtaramaz, batırır. Sevgili kardeşlerim, enflasyonla mücadelede yolun başında değiliz; 20. yılındayız, belki daha fazla. 20 yıldan daha fazla bir süredir enflasyonla mücadele ederiz. Ve her sene biraz daha batırırız ülkeyi. Çünkü her şey yanlış. Bu yabancı ülkelerde, gelişmiş ülke ekonomilerini inceleyen, oralardan diploma alan bu zavallı kardeşlerimiz, kemer sıkma politikasıyla yani gelişmiş ülkelerin, tam istihdama ulaşmış ülkelerin metotlarıyla, Friedman modeliyle ülkenin ekonomisini kurtaracaklarını zannediyorlar ve de debelendikçe ülkeyi daha aşağı batırıyorlar.
Sevgili kardeşlerim, enflasyonla mücadelede bu ekonomik istikrar tedbirleri beş para etmez. Ülkeyi daha çok felakete götürecek olan özel bir formüldür ve IMF’nin standartları içinde gerçekleştirilmiştir. Bu bir tezgâhtır. Türkiye bir süre bir eyalet valisiyle idare edildi, IMF sebebiyle. Dünya Bankası’ndan birisi geldi buraya. Bir Kemal Derviş geldi buraya ve ülkenin mahvında önemli bir rol oynadı. Farkında değil miyiz zannediyorlar yoksa? Bu ekonomik istikrar tedbirleri, o ekonomik yapının ülkeyi mahva götüren esas sebeplerinin dizayn edildiği bir istikrar tedbirleri paketidir. Ülkeyi istikrara değil, sadece mahva götürmüştür.
Hesaplayalım bakalım, son 10 yıldır neler oldu ülkede? Son 10 yıl değil mi iki buçuk milyon insanın işinden alınması? 120 binden fazla üretken işletmenin kapatılması? Ülkenin parasının pul olması? Dünyanın en az değerli parasının, en değersiz parasının Türk lirası olması, son 10 yılın mahsulü değil mi? Borçlarımızın her 2 senede bir geometrik dizi olarak artışı, son 10 yılın mahsulü değil mi? Yoksa bizi uyuyor mu zannediyorsunuz?
“Enflasyonun daha başlangıcındaymışız.”
Sevgili kardeşlerim, bu ifadeleri gördükçe gerçek anlamda üzülüyorum. Yani 60 günde önlenebilecek olan bir enflasyon, altın karşılıklı parayı koyduğunuz gün bitecek olan bir enflasyon, en az 20 yıldır ülkeyi batakların en batağına götürüyor. Ve de ülkeyi idare edenler sadece seyrediyorlar olayı. Yetmez, işin başında bulunanlar da bu politikanın en güzel politika olduğunu iddia ediyorlar. Ne zaman bu işlerden anlayan birisi gelecek? Ne zaman adam gibi ülkemizi kurtarmak üzere harekete geçeceğiz? Osmanlı’nın torunlarına yakışır mı bu? Ülkeyi yabancılara peşkeş çekmek. Çekmedik mi? Kim itiraz edebilir ki? Daha evvel Türkiye'ye gelip de bu üst kurulları kurmadı mı? Onların sebebiyle Türkiye'de 40 tane banka kapatılmadı mı? Türkiye yabancı bankaların hegemonyası altında girmedi mi? Maksat ne? Maksat; hareket halindeki fonları Türkiye'nin egemen olduğu bir statüden çıkarmak, yabancı sermayenin egemen olduğu bir sisteme kaydırmak. Başarmadılar mı? Gözümüzün içine baka baka, bize nanik yaparak başardılar adamlar. Ve bunların hiç farkında olmayan adamlar -bu Merkez Bankası başkanı gibi- hâlâ bu ülkede birçok şeyleri idare etmekteler.
Sevgili kardeşlerim, bu konuda gerçekten dertliyiz. Siz dertlenmez miydiniz? Eğer çözümleri bilseydiniz, daha evvel denemişseniz, neyin ne olduğunu ,bu konuda araştırmalar yaptıysanız 27 tane ve de ülkenin ekonomisini avucunuzun içi gibi biliyorsanız, çözüm varsa ve uygulanmıyorsa sorarım size kardeşlerimiz, üzülmez misiniz?
Kader, insan hayatında da ülkelerin hayatında da son derece önemli bir faktördür. Sevgili kardeşlerim, eğer rahmetli Turgut Özal’la Adnan Kahveci öldürülmeselerdi -yanlış anlamadınız- bu mesele bitmişti. Altın karşılıklı parayı koymuştuk. Ve Türkiye 60 günde enflasyon denilen bu beladan kurtulmuştu. Biliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Başımıza örülen bütün bu çoraplar, Türkiye'nin bu kadar büyük borçlar altına girmesi, bu ahlâksız politikanın uygulanması, bu ekonomik istikrar tedbirleri dedikleri bu, kelime bulamıyorum, söylemek de istemiyorum aklımdan geçenleri. Böyle bir politikanın bu ülkenin başına bela edilmesi, onlar olmayacaktı. Ama ülke makûs tarihinin, kaderinin neticesine katlanacaktır. Çünkü küfran-ı nimet etmiştir. Bu devir bir gün tamamlanacak, önümüzdeki yıllarda. Gerçekten bu ülkeyi kurtarmak isteyen, bilenlerin sözüne itimat eden insanlar bir gün gerçeği öğrenecekler. Bu gerçeği öğrenebilecek yapıda bir iktidar şu anda Türkiye'dedir. Hâlâ sözlerimize gerekli dikkati teksif etmiş değiller. Mercek altında söylediklerimizi, önerilerimizi incelerlerse görecekler ki çözüm sadece burada.
Sevgili kardeşlerim, bir defa daha tekrar ediyorum: Biz Türkler, biz Osmanlılar başka ülkelerin izlerinden gidecek olan bir millet olmamalıyız. Önde biz olacağız. Bugün dünyada altın karşılıklı bir para rejimi uygulanmıyorsa bunun ilk uygulamasını yapacak olan, o şerefe lâyık olan ülke bu ülkedir; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’dir. Ve altın karşılıklı bir parayla enflasyon belasını 60 günde hallederiz. Sadece 2 ay. O zaman hiç kimse bize masal anlatamaz.
“Ekonominin enflasyon tedavisinin daha başındaymışız.”
20 senedir hâlâ başındayız. Hayır, başka bir yerindeyiz. Ve hâlâ en ufak bir başarı kazanamadan, her gün şartları daha berbat ederek, daha da kötüsü, bu kafa yapısıyla, kurtuluşun hiçbir standartta mevcut olmadığı bir bataklığın dibine iterek ülkeyi.
Şimdi haberi okuyayım sevgili kardeşlerim:
“Serdengeçti, Gaziantep Genç İşadamları Derneği tarafından düzenlenen ‘2003 Yılı Para Politikası,Uygulamalar, Riskler’ konulu konferanstaki konuşmasında, bu programın alternatifinin geçmişte tüketildiğini, yıllardır karşı karşıya kalınan yüksek enflasyon ve kamu borcunun altından kalkabilinecek başka bir alternatifin bulunmadığını ifade etmiş.”
Sanki ülkeyi bu hâle getirenler kendileri değilmiş gibi, dışarıdan olaylara bakıyormuş gibi bir bakış açısıyla bakıyor. Kemer sıkma politikasının mucitleri, küçülen bir ekonomi modeliyle enflasyon önleyeceğini zannedenler ve de suni tedbirlerle reel faizleri düşürebileceklerini zannedenler.
Yıllardır devam eden kamu borcunun azaltılması, bu tedbirler paketiyle hiçbir zaman gerçekleşemez. Türkiye hâlâ yeniden yüksek faizli borç alarak eski borçlarını kapatmak mecburiyetinde olan bir ülkedir. Ve her gün batağın daha derinine doğru inmektedir. Bunun çaresi konsorsiyumdur. Bütün borçların kapatılacağı bir dizaynın bir anda tatbikata sokulması, borçların bitmesi. O noktadan itibaren de bütçe açıklarını sona erdirmek.
Sevgili kardeşlerim, bir taraftan devletin açıkları, bir taraftan devletin kuruluşlarının açıkları bütçeyi mahva götürüyor. Ve bu ekonomik istikrar programındaki gibi işletmeleri kapatarak, iki buçuk milyon insanı işinden atarak bu ülkeyi kurtaramazsınız. Ancak mahva götürürsünüz ve başardınız da.
“Yıllardır karşı karşıya kalınan yüksek enflasyon.” diyor.
Buna mecbur değiliz. Bugüne kadar Türkiye, yüksek enflasyonu önlemek konusunda 245 milyar dolar zarara girmiştir. Bu büyük zararın arkasında sadece basiretsizlik vardır.
Merkez Bankası’na altın karşılığını koyacaksınız, banknotları piyasaya süreceksiniz; enflasyon bir daha hortlamamak üzere toprağın altına girmiştir. Bir daha çıkamaz. Ve Türkiye dünyanın en sağlıklı, sıfır enflasyonlu parası olur. Efendim, batı böyle söylemiyormuş. Tabiî söylemez. O ilmi öğrendiklerini zannettikleri yerler, ilmi gelecek yıllarda bizden alacaklardır. Şimdi de öyledir durum. Türkiye altın karşılıklı parayı bu devirde ilk uygulayan ülke olmalıdır. … kendi statüsünde birinci ülke. Gelecek yıllarda ne demek istediğimi çok iyi göreceksiniz. Birer birer yaşayacağız bunları. Türkiye geleceğin yıldızıdır. Bu en kuvvetli ülkelerin kendi içlerinde ayrılığa düştüklerini göreceksiniz; o kafa yapıları sebebiyle. Sevgili kardeşlerim, ülkeyi mahvetmek konusunda gerçekten başka bir alternatif yok. En şaşmaz alternatif, bugün tatbik edilen alternatif.
Diyor ki: “Bu konuda herkesin değişik düşüncelerinin olabileceğini belirtmiş.”
Hay Allah razı olsun. Neyse.
Şöyle konuşmuş: “Bu önerileri dinleriz. Ama fayda sağlayacağına inanmadığımız önerileri de kesinlikle dikkate almayız.”
Sevsinler.
“2001 krizinin nedeni bize göre Türkiye'nin yıllardır yaşadığı enflasyondur.”
Sevgili kardeşlerim, bir mevkiin başına gelen kişiler nasıl bu kadar yetersiz görüşlü olabiliyorlar? Bu istikamette gerçekten acınacak vaziyetteyiz. Gördünüz mü sebebi? Her şey yıllardır yaşamakta olan enflasyonmuş da biz bilmiyormuşuz. Peki, Japonya yüksek enflasyona rağmen nasıl kalkındı?
“Ben, IMF’ye çok yüklenildiği inancındayım. Çok gerçekçi olalım. Türkiye'yi bu hâle sokan IMF değildir, biziz.”
Yanlış! IMF’yle beraber sizsiniz. Biz değiliz. IMF’yle beraber sizlersiniz. IMF’yle beraber Türkiye'yi bu hâle sokanlar sizlersiniz. Kemer sıkma politikasıyla enflasyon önleme, gelişmiş ülkelerin enflasyon metodudur. Tam istihdama ulaşmış ülkelerin metodudur. Orada bu bir problem değildir. Ücretleri yükseltmezsiniz. Zaten istihdam tamamen doludur. Birazcık kendi yağınızla kavrulursunuz, enflasyon önleninceye kadar. Bu ülkede onu yapamazsınız. Hele hele hele 120 binden fazla işletmeyi kapatarak, iki buçuk milyon insanı sokağa atarak hiç yapamazsınız. Bu politika, bu söylediğiniz politika sizin politikanız, tatbik ettiniz ve ülkeyi bu hâle getirdiniz. O politika bu ülkeyi sadece yıkmanın metodudur.
“IMF kendiliğinden gelmiş değil, biz çağırdığımız için var.”
Biz çağırdığımız için değil, siz çağırdığınız için. Anlıyorsunuz değil mi ne demek istediğimi?
Kardeşimiz soruyor: “Siz bu açıklamalara bakarak bizlere ne buyurursunuz?” diyor.
Galiba yeteri kadar söyledik sevgili kardeşlerim. Türkiye aklını başına toplamalı. Bir defa derhal altın karşılıklı parayı yerleştirmeliyiz. Şimdi sevgili kardeşlerim, şu korkunç gerçeği bir karşılaştırın. Terazinin bir tarafına koyuyorum; her gün Türkiye'den 10 ton altın karşılığı para, sadece Türkiye borçlarının faizlerine ödemek üzere gönderiliyor yabancı ülkelere.
Şu tedavüldeki paraya gelin beraberce bakalım, sizinle beraber: Emisyon hacmi 1 katrilyon 329 trilyon, 98’de. 2001 yılında, 2002 yılında; 8 katrilyon 31 trilyon. Sevgili kardeşlerim, 8 katrilyon lira ne yapar? 8 katrilyon değerinde altın koyacağız Merkez Bankası’na. Burada Merkez Bankası’ndaki altın rezervleri milyar dolar olarak; 1,2 milyar dolar zaten altın rezervimiz var Merkez Bankası’nda. Geri kalanını hesaplamamız lâzım. Tedavüldeki para miktarı kadar parayı hatta altını, onun iki kat altını Merkez Bankası’na koysak, sadece 2 yılda sermaye kanamasını önlemek açısından, Türkiye o kadar parayı geriye almış olacak. Ama enflasyon -bu bizi aldattıkları bu palavra- onu önlemek bahanesiyle ülkenin başına gelen bunca bela o gün bitmiş olacak. Türkiye'nin yapacağı şey en kısa zamanda bir yatırım seferberliği başlatmak olmalıdır. Ne yazık ki görüyoruz; işin başında olanlar hep bu kafa yapısına sahip olan insanlar. Onun için öneriler dikkate alınmıyor. Bunlara inanıyorlar sevgili kardeşlerim. Eğer bu yeni iktidara da hakikatleri anlatamazsak, her geçen gün çözümün daha zorlaşacağı günlere doğru hızla ilerliyoruz.
Şimdi,“Enflasyon var.” diyorlar. Neden var? Ülkedeki üretim hacmi yükselmiyor. Ama tedavüldeki paraya bakıyoruz beraberce: 6,4 katrilyon lira. Emisyon hacmi, demin baktığım rakam emisyon hacmiymiş. Tedavüldeki para 6,4 katrilyon lira. Biz bu paranın en az 4 katını, daha da fazlasını, 42 katrilyon lira olan bütçenin %70’inden fazlasını yani yaklaşık 30 katrilyon lirasını borçlarımızın sadece faizine veriyoruz. O göndereceğimiz, yurtdışına göndereceğimiz paraların altıda biriyle, beşte biri kadar altınla altın karşılıklı para rejimini Türkiye'de kurabiliriz. Kurabilirdik, bu belalar başımıza gelmezdi.
1989 yılında yaptığımız inceleme onu göstermişti ki; Türkiye 10 yılda fert başına düşen milli gelirini altın karşılıklı parayla iki katına rahatça çıkarılabilirdi. 99 yılında bu hedefe ermiş olacaktık. 2003 yılında şartlar 89 yılından çok çok kötü bir durumda. Her geçen gün uçurumun dibine doğru gidiyoruz. Aradaki farkı anlıyor musunuz sevgili kardeşlerim? Türkiye'nin 9,2’lik bir kalkınma hızını gerçekleştirebileceğini o zaman hesaplamıştık. Şartlar ona göreydi. Ve eğer o dizaynı tahakkuk ettirebilseydik, Türkiye'de daha 1999 yılında fert başına milli gelir iki katına çıkacaktı altın karşılıklı bu para ile. Ne demek istediğimizi, ‘Türkiye'de Enflasyon Probleminin Çözümü ve Kalkınma’ isimli kitabımızda okuyun. CD’yi de dikkatle gözden geçirin. Görün bakalım, mümkün müymüş değil miymiş?
Öyleyse Türkiye bir yılda ödeyeceği faiz borcunun, sadece faiz borcunun altıda biri kadar altın karşılığıyla, Türkiye'deki enflasyonu o zaman durdururdu. Ve Türkiye'nin o devredeki borçları gayrisafi millîi hasılasının %10’undan çok aşağıdaydı. O şartlara göre bir dizayndı bu. O devirde tedavüldeki para miktarı da tabiî çok daha düşüktü. Öyleyse bu derdi başımıza biz açmadık. Bu müdafaayı yapan kişi ve onun durumunda olanlar bu belaları başımıza getirdiler. Ve tabiî şimdi bunun müdafaasını yapmak mecburiyetinde hissediyorlar kendilerini.
İzmir’den K. Bey kardeşimiz diyor ki:
SORU: Türk İş Sosyal Güvenlik Danışmanı Celal Tozan, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun iflasının devletin iflası anlamına geldiğini savunurken: “Sosyal Sigortalar Kurumu iflas etmez, ettirilir. Bunun belirli bir amacı vardır.” dedi.
Bu söze iştirak etmiyoruz. “Sosyal Sigortalar Kurumu iflas etmez,” sözü yanlıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu yanlış tatbikat dolayısıyla iflas etmiştir. Sadece doğrular üzerinden konuşmak mecburiyetindeyiz. Taraf tutmamalıyız. Doğru olan nedir? Doğru olan şudur: Sosyal Sigortalar Kurumu yanlış bir politika içindedir. Bir; Sosyal Sigortalar Kurumu aktüeryal hesap yapmamaktadır. Yani ne kadar para verecektir, ne kadar para alacaktır; bunun gelecek seneye projekte edilmiş statüsü hiçbir zaman tatbik edilmez. Tahmini rakamlarla değerleme, bütçeler yapılır; mutlaka devletten şu kadar miktar alacağız diye. Neden, neden alalım? Sosyal Sigortalar Kurumu da hovarda devlet gibi ayağını yorganına göre uzatmayı öğrenmek mecburiyetindedir. Emekli Sandığı da Bağ-Kur da bütün sosyal kurumlar. Nedir? Sonuç nasıl çözülecek? Sonuç şöyle çözülecek: Ben Sosyal Sigortalar Kurumu olarak ne kadar maaş ödeyeceğim? Ne kadar hastalarıma para sarf edeceğim ve bunların toplamına göre benim gelirim ne? Çözüm sadece bir tane, iki tane değil. Ne kadar gelirim varsa o kadar masraf yaparım. Bu konu da burada biter.
Hem devlet giderek fakirleşiyor -her şey problem- hem de alabildiğine bir israf furyası ülkeyi kemiriyor. Sosyal Sigortalar Kurumu da Bağ-Kur da Emekli Sandığı da yeni kurulan bir kurum daha varmış o da –her biri- aktüeryal hesabını yapmalıdır: “Ben gelecek yılda şu kadar prim alabilirim. Öyleyse benim masrafım bu kadardır.” Bitti olay sevgili kardeşlerim.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti devletin sırtından insan beslemekten vazgeçmelidir. Çalışan insan çalışmasının karşılığını almalıdır. Bunun için de mutlaka yatırım, mutlaka yatırım, mutlaka yatırım gereklidir. Öyleyse Sosyal Sigortalar Kurumu mu? Gelecek yıl içerisinde ne kadar prim alacağı bellidir. Masraflarını da ona göre kısıtlayacaktır. Gerekirse maaşlarda yükseltme yapmayacaktır, indirme yapacaktır. “O zaman sosyal kurum hüviyeti kalmazmış.” diyorlar. Ne münasebet kalmaz? O insanlara yardım yapmakta devam etmiyor mu? Emekli maaşını vermiyor mu? Ama verirken diyecek ki:“Ben bu kadar kazanıyorum. Size ancak bu kadar verebilirim.” O günden itibaren Sosyal Sigortalar Kurumu devlete yük olmayacaktır. O günden itibaren Emekli Sandığı devlete yük olmayacaktır. O günden itibaren Bağ-Kur devlete yük olmayacaktır. Bu tedbirleri yıllardır düşünürüz ama hiç kimse bunları kabul etmez. Popülist politikalar, adamları milletvekili çıkartacak diye ülkenin mahvına sürükleyebilir. Ülke mahvolabilir. O önemli değil. Ama kimse popülist politikalardan vazgeçmez ve devlet zarar üstüne zarar alır. Yama üstüne yama gelir bütçeye. Zaten kendisi açık veren bütçe, her sene en az %30 açık. Bu bir hovardalıktır. İsrafın en büyüğüdür. Artık kendimize gelmek zamanı gelmedi mi?
Sevgili kardeşlerim, böyle düşünüyordum. Bir yeni iktidar, bir temiz iktidar, adı hiçbir şekilde yolsuzluklara, rüşvete dayalı olmayan tertemiz insanlar iş başına geliyor. Büyük ümitlerle diyorduk ki; bu sefer açık vermeyen bir bütçeyi belki tanzim ederler. Gene %30 açık.
Sevgili kardeşlerim, her şeyin çözümü varken en güvendiğimiz insanlar tarafından bile çözüme gidilmemesi bizi ne kadar hüzne sokuyor biliyor musunuz? Enflasyonun temelindeki en büyük sebep bütçe açıklarıdır. Enflasyonun hareki mekanizması, kendi içindeki faktörlerin onun hızını arttıracağı bir noktaya ulaştırır enflasyonu. Enflasyon varsa her sene bütçe hazırlanırken enflasyona göre ödenecek olan paralar büyüyecektir. Ama insanlardan alınabilecek olan vergi hudutludur. Öyleyse bu bütçe açığına sebebiyet verecektir.
Enflasyonun kendi içindeki hareki unsurlar arttırıyor enflasyonu. Ben vadeli mal veriyorsam, o vade zarfında enflasyonun ne hızla tesir edeceğini hesaplamam ve alacağım parayı, o enflasyonu da hesaba katarak malı vermek mecburiyetinde kalırım. Neden? Haksızlık değil mi bu? Hayır, haksızlık değil. Neden değil? Çünkü ben o malı satın aldığım fiyattan vermiş olsam, kârlı olarak satmış olmama rağmen devrenin sonunda toplam parayı hesapladığım zaman o malı yeniden alıp yerine koyamam. Bunun mânâsı; benim zarar etmem demektir. Böyle bir saçmalığı hiç kimse düşünemez ama bizim ülkemizde böyle olur.
Sevgili kardeşlerim, insafsız olmayalım. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun iflas etme sebebi bellidir: Devletin idare edicilerinin, milletvekillerimizin popülist politikaları. Evet, sosyal yardım, tamam. Nereye kadar? Ülkeyi mahva götürene kadar sosyal yardım yaparsanız, ülkeyi bu hâle getirirsiniz. Devletin başına büyük bir beladır bu dört tane kurum. Öyleyse kolayı yok mu? Var. Ne kadar masraf yaparsam o kadar gelir. Gelirim A kadarsa masrafım A+B kadar olmaz. Olursa devletin sırtına yük olurum sosyal kurum olarak. Bunu önlemek zor mu? Evet. İnsanların gelirlerinden kısıntı olacağı için zor. Tatbik edilemez mi? Zorluğa rağmen edilir. Ve herkes bilir ki bu devlete biraz yardım etmek mecburiyetindedir herkes. İlaç paralarının, doktor paralarının bir kısmını kendisinin ödemesiyle büyük bir tasarruf oluşur. Hiç kimse (devletin bütün masrafları yapmasına alışan hiç kimse), cebinden para harcamak istemeyeceği için ilaç ücretleri, doktor ücretleri büyük ölçüde kısılacaktır. Maaşların azalması ise, regülasyonun oturtulması ise iki tane faktöre dayanır: Ya primleri arttıracaksınız, maaşlar o seviyede kalacak ya da arttırmayacaksınız ama maaşları kısaltacaksınız. Sosyal açıdan biraz sıkıntılı bir dönem olur. Olur ama bu 2,5 milyon insanın sokağa atılması mânâsına gelmez. Aynı zararı sağlamaz. Biraz daha az parayla insanlar geçinmeyi tatbik etmek mecburiyetindedirler, ülkenin bekası için. Sevgili kardeşlerim, devlet idare etmek dışarıdan zannedildiği kadar kolay bir şey değildir. Davulun sesi uzaktan hoş gelir.
“Diyor ki Tozan, Çalışma Bakanı Başeskioğlu’nun sosyal güvenlik sistemindeki açıkları kastederek: ‘Sistemin iflas etmesi kaçınılmazdır.’ yönündeki açıklamalarını değerlendirdi.”
Bize göre sistemin iflas etmesi kaçınılmaz değildir. Bu bizim fikrimiz. Sistemin iflas etmesi kaçınılmaz değildir. Gerekli tedbirleri aldığınız gün sistem iflas etmez. Son derece basit bir eşitlik: Ne kadar gelir, o kadar masraf. Bu konu burada biter.
“Tozan, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun devletin sosyal sigorta hakkını sağlamak üzere kurulduğunu anımsatırken, ‘Sosyal Sigortalar Kurumu iflas ediyorsa devlet de iflas etmiştir. Devlet yok demektir.’ dedi. Devletin anayasal ödevlerini yerine getiremeyecek duruma gelmesi halinde devlet diye bir şey kalmayacağını savunan Tozan: ‘O zaman insanlar kime güvenecek? Ne yapacak?’ dedi.”
Devletin anayasal görevleri, devletin bütçesinden bu konuda ilave yapmasını gerektirmiyor. Devleti idare edenler her şeyi hakkaniyet ölçüsünde gerçekleştirmek üzere harekete geçen insanlardır. Hakkaniyetin ise sınırları bellidir. İnsanlar neyi hak ederlerse o kadar alabilirler. Devlet ne kadar para kazanırsa o kadar verebilir ve bu politika yanlıştır. Şu anda Türkiye bütçesi hazırlanmıştır, tatbikata girmiştir ve %30 açık veren bir bütçe tatbikattadır. Öyleyse açık vermeyen bir bütçe yapmak temel şiarımız olmalı, hedefimiz olmalı. Ve ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı esas almalıyız. Bunun için de masrafları kısmak mutlak olarak gereklidir. Allah razı olsun.
Ankara’dan S.A. kardeşimiz der ki:
SORU: İstanbul Sanayi Odası’nın Ekonomik Durum Tespit Anketi, savaş olasılığına rağmen sanayi işletmelerinin büyük bölümünün ekonomi üzerindeki karabulutların yılın ilk yarısında dağılacağı beklentisini ortaya koydu. Özel sektör imalat sanayinin içinde bulunduğu koşulları, sorunları, beklenti ve öngörülerini tespit edebilmek, çözüm önerileri geliştirebilmek amacıyla İstanbul Sanayi Odası üyeleri arasında gerçekleştirilen anketin sonuçları, Yönetim Kurulu Başkanı Tanıl Küçük tarafından basın toplantısıyla kamuoyuna açıklandı.
CEVAP: İmalat sanayinin şartları, problemleri, beklentileri, öngörüleri.
“Türkiye'de son yıllarda yaşanan krizlerin temelinde uygulanan enflasyonist ve popülist politikaların yattığı belirtilen çalışmada, krizlerin tüm faaliyet kollarında özellikle imalat sanayinde büyük kayıplara yol açtığını ve ekonomide yüksek düzeyde daralma yaşandığı, bu süreçte işletmelerin mali yapılarının bozulduğu, öz varlıkların önemli bir bölümünün yitirildiği ve 100 binlerce çalışanın işini kaybettiği bildirildi. Ankete göre, krizin neden olduğu daralmanın ardından, 2000 -krizin neden olduğu daralma, sebep olduğu daralmanın ardından- 2002 nispi iyileşmelerin görüldüğü bir yıl oldu. Yılın ilk çeyreğinde yaşanan durgunluğun sonrasında ikinci çeyrekte ihracatta, üçüncü çeyrekte ise ihracatla birlikte iç pazarda başlayan kıpırdanma ile belirli bir büyüme sağlandı. Çalışma, 2002 yılının önceki yıllarda yaşanan ekonomik krizlerinin etkilerinin azalmaya başladığı bir yıl olduğunu gösterdi. Ancak tüm çabalara rağmen ekonomide geçmiş dönemlerde yaşanan kayıplar tam olarak karşılanamadı. Özellikle iç talepte yeterli canlanma sağlanamadığından işletmelerin önemli bir bölümü bu dönemde de sorunlarla karşılaşmaya devam etti.”
“Bu konuda ne buyurursunuz?” diyor kardeşimiz.
Sevgili kardeşlerim, ekonomiyi ölçerken asıl hedef her zaman unutuluyor. Bu hedef yatırımdır. Biz yatırımları gerçekleştirmediğimiz sürece, üretken yatırımları gerçekleştirmediğimiz sürece, Türkiye bir yatırım şantiyesi hem de üretken yatırım şantiyesi olmadığı sürece bu problem çözülemez. Bizim sevgili Merkez Bankası Başkanımız ve onun gibi düşünenler ne söylerlerse söylesinler; ekonomik istikrar programı Türkiye'yi mahva götüren bir program hem idi hem de şimdi öyle. Eğer devam ederse yarın da öyle olacak. Çözüm üretken yatırımlardadır. Eğer Türkiye aklını başına toplar da üretken yatırımlara yelken açarsa ki zor değildir. Bankalarda hareket halindeki paralar bu hedefe yönelmemizi sağlayabilecek olan imkânları yeterli boyutta sinesinde barındırıyor. Sonuç, pozitif istikamette bir gelişmeyi her zaman başlatabileceğimiz istikametinde görünüyor. Ama bu anlattığımız gerçekleri bilmeyenler, likit mekanizmadan haberi olmayanlar, altın karşılıklı bir parayla enflasyonun derhal önleneceğine aklı basmayanlar; idare edenler onlar sevgili kardeşlerim ve ‘bizim oğlan bina okur, döner döner gene okur’ sözüne dönüyoruz. Hep başımızı taşa çarpa çarpa uslanmadıkça, daha yıllarca taşlara başımızı çarparız. Çözümler varken yapılamaması gerçekten yürekler acısı bir durum.
Tablonun harekete geçirici faktörü sadece üretken yatırımlardır. Ekonomiyi canlandıracak olan budur. Durgunluk devresi kimseyi korkutmamalıdır. Eğer yeni işyerleri açılır da oraya yeni elemanlar istihdam edilirse ve bu yatırımlar üretken yatırımlarsa çözümü beraberinde getirecektir. Çünkü her üretken yatırım, hem üretimi arttıracak (arz kanadını) hem de gelirler seviyesini yükselterek -ödenen ücretler sebebiyle gelirler seviyesini yükselterek- talebi de arttıracaktır. Öyleyse arzın ve talebin paralel bir artışı söz konusudur. Gayrisafi millî hasılaya yeniden katılan katma değerin satın alma gücü de beraber ekonomide oluşacaktır. Çözüm üretken yatırımlardan geçer.
Malatya’dan Y.S. kardeşimiz der ki:
SORU: Dünya Bankası Türkiye Temsilcisi Ajay Chhibber, 2003 yılı bütçesinin çiftçi ve yoksulları desteklemediğini ve vergi ödeyeni cezalandırdığını savundu.
Bu yabancıların bizim ülkenin iç işlerine bu kadar fazla burunlarını sokması, sizin Osmanlılık onurunuza dokunmuyor mu sevgili kardeşlerim? Bize çok dokunuyor. Haysiyetimizle bu kadar oynatmamalıyız. Sanki bu ülkenin idarecilerinden biriymiş gibi hükümferma bir statü içinde konuşuyor adam. Kimmiş? Dünya Bankası’nın Türkiye Temsilcisi. Ve bütçeyi tenkit ediyor. Diyor ki: “Dünya Bankası, AKP hükümetinin bu bütçesine destek vermeyecek.” Böyle diyor, Dünya Bankası.
Haber şöyle devam ediyor: “Türkiye Temsilcisi, Dünya Bankası Türkiye Temsilcisi Ajay Chhibber kanalı ile hükümete yönelik beklenmedik sertlikte bir çıkış yaptı. Ajay Chhibber, dün Reuters ajansına verdiği demeçte, Meclis’te görüşülmekte olan 2003 yılı bütçesini yerden yere vurarak: ‘Dünya Bankası olarak bu bütçeyi desteklemeyiz.’ dedi. Chhibber, bütçenin çiftçi ve yoksulları desteklemediğini…”
Çiftçi ve yoksulları desteklemediğini söylüyor.
Sevgili kardeşlerim, bunu neye dayalı olduğunu söylediğini bilmek isterdik. Vergi ödeyeni cezalandırdığını söylüyor. Bunu neye dayalı olarak söylediğini biliyoruz; vergi affı çıkardığı için. Yani Ajay Chhibber’a göre devletin vergi alacakları büyüyecek; paralarını borcunu ödemek isteyene kolaylık sağlayarak tahsil etmeyecek. Aman vergi ödeyene haksızlık olmasın diye. Vergi ödeyen vergisini ödemiş ve borcundan kurtulmuştur. Ama vergilerini parasızlıkları nedeniyle ödeyemeyenler, hele bunun yüksek faizine dayanamayanlar ödeyememiş ve çok kötü durumda kalmışlardır. Devletin de eline beş kuruş para geçmemiştir bu ödemeyenlerden. Yapılması lâzım gelen şey, devletin yaptığıdır. Kolaylıklar getirilecektir. Bu bir zarurettir. Devletin eline bu devrede para geçmesi lâzım. Ve eğer insanlar ödeyebilecek durumda değillerse büyük rakamları, onlarda küçültme yapmak ve ödeyebilecek makul bir düzeye indirmek, faizleri devre dışı bırakmak devletin görevi olmalıdır diye düşünüyoruz biz. Ve devlet bunu yapmıştır. Bu vergi ödeyeni cezalandırmak değildir. Vergi ödeyemeyeni vergi öder hâle getirmektir. Vergi ödeyenler Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmişlerdir. Devlete karşı sorumluluklarını yerine getirmişlerdir. Eğer o zaman, bu yasa tasarısı tatbikatta olmadığı için faizleri de beraber ödemişlerse bu onların ödeyebilecek güçte olduğunu gösteren sağlam bir işarettir. Vergi ödeyemeyecek durumda olanlardan, faizine dayanamayacak durumda olanlardan, devletin en çok paraya ihtiyacı olduğu bu devrede parayı toplayabilmesi için elbette borcunun miktarını, en azından faizlerini küçültecek bir çözüme gitmesi devletin temel vazifesiydi. Bu yapılmıştır ve devlete yeterli bir miktar gelir gelmiştir. Yanlış bir şey olmadığı kanısındayız.
“Büyümeyi engelleyeceğini savundu.” diyor.
Sevgili kardeşlerim, ne yazık ki Chhibber bu konuda haklı. Büyümenin odak noktasında yatırım vardır ve bütçe yatırımları içermiyor. Ama şunu bilelim ki; yatırım devletin işi değildir. Devlet yatırım yapmaz. Devletin elindeki işletmelerin hepsini devletten almak mecburiyetindeyiz. Devlet onları idare edendir. Yatırımı yapan ve onu işleten değildir. Yapmaya ve işletmeye kalktığı zaman Türkiye gibi batık bir ülke ortaya çıkar.
Oran üçte birdir. Aynı miktardaki işçi, aynı miktardaki, aynı miktardaki sermaye ile kurulan 2 aynı kapasiteli işletmeden, özel sektör 3 kat fazla üretim yapar devletten. Aynı işi devlet 3 kat fazla işçiyle gerçekleştirir. Bu yıllardan beri denenmiş olan bir gerçek.
Devlet elini ekonomiden, ekonominin üretim bölümünden mutlaka çekmelidir. Devlet kolaylaştırıcı, yatırımları imkân dâhiline sokan tedbirler getirmelidir. İktidar, birkaç aylık bir iktidardan bahsediyoruz. Elbette bir anda vaziyeti idare edebilecek olan imkânı yoktur. İlk etapta lüzumlu tedbirlerin hepsi gerçekten alınamamıştır ama Chhibber efendinin bu kadar şiddetle Türkiye ekonomisini eleştirmesi bizi biraz yaralar. Gerçekten gönlümüze yatkın bir bütçe olmadı, tamam. Chhibber, konunun asıl önemli kısmına değinmiyor. Çünkü kuyruğuna dokunacak üst tarafı. Konunun asıl önemli kısmı; bütçe harcamalarının %70’den fazlasının borçlara, ödenecek olan faizlere gitmesidir. Yürekler acısı yer burasıdır. Bütçenin başka alternatifi olmayan bir yarasıdır bu. Ne yazık ki çözümü de yok. Asıl önemli konu bütçede, bu büyük yaradır.
Devleti devralanlar gerçekten gerekli boyutta yatırımları teşvik edici bir strateji tatbikata koyamadılar. Ama dikkat ediyor musunuz? Büyümeden bahsediyor Ajay Chhibber, yatırımlardan bahsetmiyor. Çünkü onun işine gelmez. Eğer Türkiye yatırımlarını yapabilirse kurtulacaktır. Bu da yabancıların hiç hoşuna gitmez.
Demiş ki: “Bu destekleyeceğimiz bir bütçe değil. Şaşırtıcı olan, sosyal adalet programı olan AK Parti’nin böyle bir bütçeyle gelmesi. Bu bütçenin düzeltilmesi gerektiğini, görüşlerimizi hükümete açıkça ifade ettik.”
Sevgili kardeşlerim, bir Dünya Bankası müdürü, Türk hükümetini eleştiriyor ve hükümeti uyarıyor. “Eğer böyle böyle yapmazsanız size para vermem.” diyor. Osmanlı bu kadar kaybetti mi haysiyetinden sevgili kardeşlerim?
“Düzeltene kadar Dünya Bankası’nın kredi sağlaması zor olur.” diyor.
Bir yandan IMF, programı çok beğeniyor, diğer yandan Dünya Bankası’nın davranışı.
Öyleyse muhtevaya bakıyoruz sevgili kardeşlerim, ne görüyoruz? Gerçekten iktidarı devralalı bu kadar kısa zaman geçen bir hükümetten bir bütçe geliyor. Tenkit edilecek yönleri elbette var. Denk bütçe değil, %30 açık veren bir bütçe. Zaten borç batağına sapmış olan ülkenin bütçesinin %30’u kadar daha borçlanması söz konusu. Yani ödeyeceği faiz, gelecek yıl ödeyeceği faiz sabit değerlerle de olsa şimdikinden %30 daha fazla olacak.
Hesaplı, programlı bir gidişle yatırımları ve büyüme hızını arttırmamız lâzım. Büyüme hızı yatırımlarla, üretken yatırımlarla artarsa ülke gerçekten büyür. Kapasite kullanım oranlarının artması bir şey ifade etmez.
Şimdi kardeşimiz soruyor: “Bir yandan,”diyor, “Dünya Bankası, IMF programı çok beğeniyor. Dünya Bankası programı beğenmiyor. IMF de programı çok beğeniyor.” diyor. “Siz bu işe ne dersiniz?” diyor.
Biz diyeceğimizi dedik. Allah razı olsun.
SORU: 58. hükümetin Bakanlarından Milli Eğitim Bakanı, Türkiye'nin kanayan bir yarası haline gelen YÖK’ün bütün kirli işlerini ortaya koydu.
CEVAP: 59. hükümet; gelecek hükümet. YÖK’ün kirli çamaşırlarını ortaya koymuş Milli Eğitim Bakanı.
“Devlet ile YÖK dayanışmasının ve fırsat eşitliğinin olmadığı inancına vardı.”diyor, Milli Eğitim Bakanı. Büyük ölçüde baskının yapıldığı bir YÖK’ten bahsediyor ve tesettür açısından kıyım yapıldığını ifade ediyor.
“YÖK’te bir yılda 800 trilyon liralık yolsuzluk oluşmuş.”
Allah’a karşı savaş veren insanların bu savaşı neden verdikleri çok açık bir şekilde çıkıyor ortaya. Ceplerini doldurma telaşında insanlar. Allah’a karşı, başörtüsüne karşı, talebelerin derslerini çalışıp, başarı kazanmalarını destekleyecek yerde, okuldan uzaklaştırmakla meşguller insanları; inançları sebebiyle başlarını örten kişileri.
YÖK kanununa göre alt denetleme kurulu yapılanmaya müsaade etmeyince, bir dava açılamayan, bir kumkuma yuvası olarak bakıyor. YÖK’e. Şimdi, YÖK kanunu eğer alt denetleme kurulu dava açmaya yetki vermezse, YÖK’e karşı dava açılamıyor. Hem hâkim hem savcı aynı kişi; YÖK. Bir kurul haklıya dava etme hakkını tanımadığı takdirde YÖK mahkemeye verilemiyor. Harika değil mi sevgili kardeşlerim?
Eşitlik ilkesi ve bir ilin araştırma merkezi yuvası haline gelmesine, getirme konusundaki çalışmalar sırasında üzerine şimşekler çeken Sayın Erkan Mumcu’ya görevi, Erkan Mumcu’nun görevi değiştiriliyormuş. Burada bir derin devlet tabiri kullanıyor. Ne demek istediğini anlamadım. Sanki derin devlete 59. hükümet göz kırpıyor gibi geliyor. İnşaallah bir açıklama getirir. Ne demek istediğini telefonla bana bildir. Derin devlet, Erkan Mumcu kim? Bir yerin araştırma merkezi haline gelmesi konusunu açıklığa kavuşturmalısın. Çok kapalı cümlelerle anlatmışın. Anlamakta güçlük çekiyorum. Bu yazıları bana göndermeden evvel bir defa okusan ve imla hatalarını düzeltsen iyi olacak diye düşünüyorum.
“IMF ile zaten omuz omuza gidiyorlar. Bu eski bakan Ankara’ya 1,5 saatlik mesafedeki eşinin tayinini yapmayarak tayin torpiline dahi örnek olmuştu. “Bu konuda 59. hükümet için nasıl bir pozitif bakışımız olabilir? Bu konudaki değerli açıklamalarınızla bizleri aydınlatır mısınız?” diyor.
Aslında meseleyi anlayabilmiş değilim. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, gelecek hafta bu konuyu bir defa daha, biraz daha detaylı açıklamasını bir de kontrollü bir e-mail göndermesini rica ediyorum.
Rize’den N.Ş. kardeşimiz diyor ki:
SORU: Dünya Bankası, yüksek fiyatlarla bağıtlanan enerji sözleşmelerinin yarattığı mali sorunların çözümü için…”
CEVAP: Bağıtlanan ne demek? Bağlanan istikametinde mi kullanıyor N. bunu?
“Dünya Bankası, yüksek fiyatlarla bağıtlanan (yani bağlanan demek istiyor herhalde) enerji sözleşmelerinin yarattığı mali sorunların çözümü için bağlanılmış maliyet harcı gibi ek önlemler alınmasını önerdi.”
Anlaşılan enerji santrallerinin mali desteği Dünya Bankası tarafından verilecek. Dünya Bankası sadece bu konularda faydalı bir kuruluş olabilir. Öyle kalmasını temenni ederiz.
Sevgili kardeşlerim, kredi yatırım için alınır. Yatırım gerçekleştirilir. Oradan elde edilen kârla hem borç alınan paranın taksitleri ödenir hem de işletme kâr eder. Devlete de vergi verir. Borçtan murat budur. Biz borç alıyoruz. Karşılığını yeniden borç alarak ödüyoruz. Öyleyse böyle bir muhtevada hepimiz için söz konusu olan odur; borç yatırım için alınır. Yatırım için alınır ve borç ödendikçe muhteva değişir.
“Dünya Bankası Türkiye Temsilci Ajay Chhibber’ın talebi üzerine, James Parks ve Sally Zeijlon tarafından hazırlanan sosyal adaletle daha ileri bir Türkiye adlı raporda…”
Adamlar bizim hakkımızda, Türkiye'nin kalkınması hakkında rapor hazırlıyorlar. Şu halimize bakın sevgili kardeşlerim. Kimlere kaldık?
“Türkiye'de enerji fiyatlarının OECD ve benzeri ülke ortalamalarının çok üstünde olduğuna dikkat çekildi.” diyor kardeşimiz.
Bundan tabiî ne olabilir ki? Gözümüzün önünde akarsularımızın %95’i akıp gidiyor, enerjisini bırakamadan. Toplam potansiyelin %5’ini hâlâ kullanamıyoruz. Ekonomik potansiyelden bahsetmiyorum. Toplam potansiyelden bahsediyorum. Bize göre ekonomik potansiyel diye bir hesap yoktur. Çünkü sadece ekonomik olacağını düşündüğümüz noktalarda kurulacak olan büyük barajlardan yana değiliz. O nehirlerin her noktasına bir küçük santral kurabiliriz. Her seferinden birkaç insana iş buluruz ve yüzlerce hidrolik barajdan elde edilen elektrik enerjisiyle ülkemizin elektrik ihtiyacını kat kat karşılarız. Hâlâ Türkiye'de hidrolik santrallerin üretimi %40’ın üzerinde bir miktarı oluşturuyor. %5 potansiyel, %40’tan fazla, toplam enerjinin %40’ından fazlasının sağlanması ve 27 kat daha ucuz bir enerjiyle, termik santrallere göre.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, yapmamız lâzım gelen şey; bütün nehirlerimizde, hatta küçücük derelerde, 1 metre kot farkını yakalayabildiğimiz her yerde elektrik enerjisini Türkiye'de üretilecek olan makine ve teçhizatla derhal üretmeye başlamalıyız. Geri kalanı mı? Geri kalanı lafı güzaftır. Özellikle Dünya Bankası’nın söyledikleri... O zaman Türkiye'de enerji fiyatları OECD’nin üzerinde olmaz, altında olur; rekabete girdiği zaman konu. Şimdi Türkiye enerji yetmezliği içerisindedir. Elektrik kesilmeleri oluyor ülkemizde. Yapılması lâzım gelen şey; en kısa sürede en büyük ölçüde elektrik enerjisi üretmektir; elektrik enerjisindeki tekeli kaldırmaktır; elektrik enerjisini rekabete sokmaktır. Bunu yapabildiğimiz zaman Türkiye'de üretilen ekipmanla, tribün ve jeneratör gruplarının Türkiye'de yapıldığı bir dizayn içerisinde, bunu gerçekleştirmeye ulaştığımız gün Türkiye'de orman katliamı sona erer. Elektrik enerjisini öyle bir maliyetle vermemiz lâzım ki; bu odun yakmaktan sağlanan enerjiden daha ucuz olsun.
“Yüksek enerji fiyatlarının Türkiye'nin rekabet gücüne zarar verdiğini vurguluyormuş.”
Doğru bir teşhis. Yüksek enerji yüksek maliyet demektir. Ve rekabet şartlarını gerçekten zedeler.
“Garanti edilmiş al ya da öde anlaşmalarının giderek artması da ciddi bir mali risk oluşturmaktadır.” deniyor. “Yüksek fiyatlarla bağıtlanan, alım güvenceli yap-işlet-devret ve yap-işlet sözleşmeleri nedeniyle Türkiye'nin klasik bir bağlanılmış maliyet sorunu ile karşı karşıya olduğu belirtildi.”
Böyle bir peşin anlaşmayla fiyat tespiti ve sonuç ilişkisi olmadan da elektrik enerjisi teşvik edilebilir. Elektrik enerjisi üretimi cazip bir hâle getirilmedikçe, özel sektörün bu konuya yeterli yatırım aktarması akılcı olmaz. Öyleyse yapmamız lâzım gelen şey; elektrik üretme alanını kârlı, cazip bir konu haline getirmemiz. O konuyu rekabete açmamız. Tekel düzeniyle elektrik enerjisi statüsünü devam ettirmek çok akıllıca bir olay değil. Bunun zararlarını 30-40 yıldan beri devamlı olarak çekmekteyiz.
İstanbul’dan S. K. kardeşimiz diyor ki:
SORU: “Financial Times,Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tezkere konusunda ortaya koyduğu durumun değişebileceğini, ancak Türkiye'nin finansal güçlüklerinin çok da fazla değişiklik göstermeyeceğini öne sürerken,’Savaş olsa da olmasa da Türkiye'nin yardıma ihtiyacı olacak.’ dedi. “Türkiye'nin nasıl bir yardıma ihtiyacı olduğunu açıklar mısınız?” diyor.
CEVAP: Parasal yardıma sevgili kardeşlerim. Ne yazık ki Türkiye borçlar açısından içimizi yakan bir büyük handikabın içindedir. Türkiye gayrisafi millî hasılasının %50’sinden fazla borçlanmış durumdadır. Bu büyük bir hatadır; mâlî tarihimizin en büyük hatası. Ve borçlarımızı kendi kaynaklarımızdan ödeme imkânının sahibi olmadığımız için borçlarımızı mutlaka yeniden borçlar alarak ödemek mecburiyetindeyiz ve bu gerçekten kanayan bir yaradır. Türkiye'yi mahveden bir kanamadır. Allah razı olsun.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, ekonomi konusundaki sualler ve cevapları burada tamamlandı. Size çok aydınlık bir tablo çizemediğimiz için, ülkemizin içinde bulunduğu bu kasvetli ekonomik durum sebebiyle sizleri de kederlendirdiğimiz için bizi affedeceğinizi ümit ediyoruz. Ama gönlümüz dayanmıyor sevgili kardeşlerim. Çözümler varken bu çözümlerin ihmâl edilmesi, çok ciddi bir duyarlılıkla ele alınmaması ve şu anda ekonominin batmış olması, ekonomi gemisinin batmış olması gerçekten büyük bir problemi sergiliyor. Düşünün ki her geçen ay devletin aldığı borçlar büyüyecek, bütçeden faizlere ayrılan pay artacak ama devletin yatırımlar yapılmadığı sürece geliri sabit kalacak, artamayacak. Reel parayla artamayacak. Faize ayrılan pay arttıkça, devletin eline masraflarını yapmaya daha az imkân kalacak. Bu ise onun daha çok parçalanmasının sebebidir yani kurtuluş, bu kafa yapısıyla devam edersek kurtuluş yok. İflas kesindir. Aklımızı başımıza toplayıp, üretken yatırımların başı çektiği bir yatırım seferberliği başlatmak mecburiyetindeyiz sevgili kardeşlerim. Bu patlamayı vaktiyle yapmıştık. Gene bu ülke onu yapabilir.
Ekonomi ve bilim burada tamamlanıyor. Aktüel bilim suallerine inşaallah geçiyorum.
Cabbar, Abdulcabbar Boran, Dr. Abdulcabbar Boran diyor ki:
SORU: Manyetik alanın tatbiki ile elektronun ve karşıt elektronun devir sayılarını arttırmak mümkün mü?
CEVAP: Gerçekten enteresan bir sual. Biliyorsunuz ki manyetik alan ve enerji birbirinin evveli ve sonrasıdır. Her zaman manyetik alan enerjiye, her zaman enerji manyetik alana dönüştürülebilir.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, acaba nedir manyetik alanlar? Manyetik alan dünyamızın çevresinden devamlı hareket halinde akan bir kuvvet çizgileri demetidir. Kuzey kutbundan çıkarak, dünyanın merkezinden geçerek, dünyanın içini tamamen dolaşarak, kuzey kutbundan dünyanın çevresine yayılan, dış çeperine yayılan ve bütün dünyanın dışını yalayarak, güney kutbuna ulaşan, güney kutbunda tekrar dünyanın merkezine giren, bütün içini yalayarak, kuzey kutbundan, kuzey kutbuna kadar giden, kuzeyden de tekrar dünyanın etrafını dolanan kesintisiz bir enerji, hayır, manyetik alan akımı var.
Dikkat edin, manyetik alan akımı enerji akımı değildir. Manyetik alan akımı bir kuvvet çizgileri akımıdır. Bu manyetik alanı ifade eder. O kuvvet çizgilerini durdurup, elektrik enerjisine çevirebilirsiniz. O zaman manyetik alanı elektrik enerjisi istihsalinde kullanmış olursunuz. Sonra bu elektrik enerjisini tekrar manyetik alana dönüştürebilirsiniz. Meselâ bir demir çubuğun etrafına bakır tel sarın ve bakır telden elektrik enerjisi geçirin. O demir çubuğun bir kutbunun kuzey kutbu, bir kutbu güney kutbu olduğunu ve o manyetik alanın harekete geçtiğini göreceksiniz. Acaba olay ne? Olay manyetik alanın elektrik enerjisine dönüşmesidir. Dünyanın çevresinden geçen manyetik alan oluşturan kuvvet çizgileri de onları yakalayıp aynı statüde elektrik enerjisine çevirdiğiniz zaman elektrik enerjisine dönüşür.
Öyleyse manyetik alanın tatbiki ile elektronun ve karşıt elektronların devir sayılarını arttırmak mümkün mü? Manyetik alanın enerjiye dönüştüğü bir ortamda mümkün. Yani manyetik alanın elektrik enerjisi akımına dönüştüğü bir yerde, bu enerji bir takım soy madenlerde ışık verici bir hüviyet taşır, birtakım gazlarda da. Ve orada foton oluşumu vardır. Foton oluşumu ise elektronun da karşıt elektronun da devir sayısının yükselmesini ifade eder. Elektrik enerjisi ikisinin de devir sayılarını yükseltir. Ama karşıt elektronlarınkini öyle bir yükseltir ki karşıt elektronlar, elektronlardan çok daha fazla hızla devir sayılarını yükseltirler. Bu aynı hedefe yaklaştırır onları. Birleştikleri noktada foton oluşur. Aynı hızla dönen bir elektronla bir karşıt elektron mutlaka foton oluşturur. Neyle yaptık? Elektrik enerjisiyle. Öyleyse manyetik alan da aynı noktaya gelebilir mi? Manyetik alanı direk olarak bir elektrik lambasına bağladığınız zaman oradan elektrik enerjisi yani ışık, foton elde edemezsiniz. Ama manyetik alan her zaman bir elektrik enerjisine dönüşme imkânının sahibidir.
Peki, manyetik alanı elektrik enerjisine dönüştürmeden elektron ve karşıt elektronun devir sayılarını arttırmak mümkün mü? Zaten manyetik alanın enerjiye dönüşmesi demek; devir sayılarının arttırılması demek. Sevgili kardeşlerim, şöyle söyleyelim: Nötrinolar ve karşıt nötrinolar enerjiyi ifade eder; elektronlar ve karşıt elektronlarsa maddeyi. Öyleyse bu iki sistemin arasında manyetik alan diye farklı bir dizayn var. Madde fotona, enerji ise manyetik alana dönüşebilir. Öyleyse fotona dönüşen şey; maddenin temel yapısında bulunan elektron ve karşıt elektronların eşit devirli olmasıdır. Elektrik enerjisi ise manyetik alanın kuvvet çizgilerinin elektrik enerjisine dönüşümünü ifade eder. Öyleyse mademki enerji foton oluşturuyor; o zaman manyetik alan da foton oluşturabilir mi? Oluşturabilir, oluşturabilir. Öyle bir sistem kurarsınız ki manyetik alanı devamlı enerjiye çevirir. Çevirince de o enerjiye tatbik edeceğiniz bir foton oluşma kabiliyeti olan soy maden veya bir gaz grubu içerisinde devamlı elektronların karşıt elektronlara, karşıt elektronların devir sayılarının yükseldiğini ve fotonun devamlı oluştuğunu görürsünüz. Böyle bir dizayn mümkün.
Şimdi ikinci sualini soruyor:
SORU: N ve S kutbu olan bir mıknatısın yayınladığı manyetik alan, kuvvet çizgileri sebebiyle mıknatısın kütlesinde bir eksilme veya bir değişme olur mu?
CEVAP: Hayır, olmaz. Elektrik enerjisi madde değildir. Manyetik alan da madde değildir. Bu sebeple bir mıknatıs yıllar boyu, belki yüzyıllar boyu manyetik alan oluşturduğu halde kitlesinde hiçbir eksilme söz konusu olmaz.
Bir başka ifadeyle; mıknatıs kuvvet çizgilerini kendi iç dünyasında tesirli hâle getirmektedir. Bir kutuptan giren manyetik alan diğer kutuptan ayrılmakta ve bir (-) kutup bir (+) kutup oluşturmakta. Aynı özelliklere sahip olan 2 tane sistem; iki taraf da enerji verdiği için veya iki taraf da enerjiyi aldığı için aynı kutuplar birbirini çeker, karşı kutuplar birbirini iter. Yani bir U mıknatısı düşünün. Bir kutup (-), bir kutup (+). Karşısına ikinci bir U mıknatısı getirin. Eğer (+) kutuplar karşı karşıya, (-) kutuplar karşı karşıyaysa bunlar birbirini itecektir. Çünkü kuvvet çizgileri karşı karşıya gelmiştir. Çıkış çıkışla, giriş girişle karşılaşmıştır. İtiş kesindir. Bir kutuptan giren manyetik alan sistemi öbüründen çıkmaktadır. İkisinden de çıktığı için birbirini mutlaka itecektir. Sevgili kardeşlerim, diğer kutupların ikisinde birden giriş vardır. O kutupları da karşı karşıya getirseniz, onların da birbirini çektiğini görürsünüz, tek olsaydılar. Ama iki tane mıknatısı uçlarından kapatarak, eşit boyutlarda olan 2 tane mıknatısı bir araya getirip birbirini çeken kutuplar olarak bağladığınızda manyetik alan artık kalmaz.
Bir manyetik alan sistemini mutlaka 2 tane kutup oluşturur. Kutup yoksa kutupları birleştirmişseniz, manyetik alanları da bitirdiniz demektir. Manyetik alan tesir edebilmesi için bir girişin bir de çıkışın mutlaka olması gerekir. Manyetik alan büyük bir kuvvettir. Hamdolsun ki zamanımızda artık manyetik alan motorları yapılabilmiştir. Yani manyetik alanın enerjiye dönüşmesi mümkündür, çekim kuvveti sebebiyle. Bir manyetik alan motorunu yaptığınız ve tabiî mıknatısları kullandığınız takdirde (çok büyük hacimli); o zaman bir manyetik alan motoru yapabilirsiniz.
Bir mıknatısın hiçbir zaman manyetik alan sahibidir diye -devamlı manyetik alan çekim gücü hareket halinde olmasına rağmen, devamlı tesir sahası olmasına rağmen- kitlede hiçbir eksiklik oluşmaz. Bir telden elektrik enerjisini ne kadar geçirirseniz geçirin, o telin ağırlığında bir artış sağlayamazsınız. Enerji madde değildir, maddenin içinden geçen bir sistemdir. Ama dünyamız her şeyi yanlış biliyor.
S.D., gene doktor, diyor ki:
SORU: Amerika’da Ulusal Kanser Enstitüsü’nden araştırmacılar, AIDS hastalığının sebebi olan HİV virüsüne ve oldukça ölümcül olan ve tedavisi bulunmayan bir başka virüs; EBOLA virüsüne karşı etkili olan bir bakteri proteini ile ilgili çalışmalarını yayınlamışlar.
CEVAP: Yani o ölümcül olan virüslere tesir eden bir bakteri, bakteri proteini. Proteinler son derece önemli sevgili kardeşlerim. Proteinler hücrelerde savaşı verecek olan temel faktörler.
“Siyano bakteri veya mavi, yeşil ALG de denilen bakteriden alınan Cyanovirin-N adlı proteinin bu virüslere yapışarak, virüsün hücre içerisine girmesini engellediğini belirtmişler.”
Yani protein virüse yapışıyor. Virüsün hücre içerisine girmesini engelliyor. Kuyruğundan çekiyor onu, girmesini engelliyor.
“Bu yapışma CNV proteiniyle virüsün yüzeyindeki UEKER molekülleri arasında olmuş.”
Virüsün yüzeyinde UEKER molekülü var. Bu CNV proteini de o UEKER moleküllerine yapışıyor.
“Ve hayvanlarda yapılan denemelerde bu protein verildikten sonra virüslerle enfekte olan kobayların daha uzun süre yaşadıkları gözlenmiş.”
Enfeksiyonlarının önlendiği anlaşılıyor.
“Bu yapışma olayı daha iyi anlaşılırsa tedavilerin daha da geliştirilebileceği bildirilmiş. Şu an tıp o kadar ilaçlarla bu virüslere karşı bir şey yapamazken, bir bakterinin tedavide önemli rol oynaması, aslında Allahû Tealâ’nın her şeyi biz insanlar için yarattığının bir göstergesidir diyebilir miyiz?”
Gayet tabiî. Tedaviyi Allahû Tealâ koyuyor ortaya. Hastalık O’nun, o da bilgisi içinde. Bu sebeple hangi hastalığın ne sebebiyle nasıl oluştuğu ve nasıl önlenebileceği Allah’ın sonsuz bilgisinin elbette içinde. Çözümleri insanlar lâyık oldukça adım adım öğretiyor.
Ş.D. kardeşimiz diyor ki:
Bir sistem çizmiş: Yüksek voltaj var, bir katot var, bir de anot var. Enteresan bir ifade kullanmış. “Katottan elektron çıkıyor ve bir sert bir levhaya, anota ulaşıyor. Oradan da X ışınları yayılıyor.”
Biz X ışınlarının, X-Ray’lerin hep bir antikatottan çıktığını biliyorduk. Bu yeni bir yöntem olmalı. E, kaç kişi kaldık eskilerden sevgili kardeşlerim?
“Kitaplarda,-şimdi kardeşimiz açıklama yapıyor- X ışınları yüksek gerilim ile hızlandırılan elektronların sert bir metale çarptırılarak durdurulması sonucu kaybettikleri enerjilerinden yayılır.” diyor.
Yani katottan elektron ulaşıyor, anota. Bu, burası bir tüp. Bu tüpte hava yok. Havasız bir ortamda katottan elektronların çıktığı, anota geldiği ifade ediliyor. Hayır, sevgili kardeşlerim, gelen elektron değildir. Katottan anota gelen sadece enerjidir yani nötrinolardır. Bu nötrinolar oraya ulaştığı zaman X ışınları oluşuyor yani nötrinolar orada fotona dönüşüyor. Nasıl? Oradaki, katottaki enerji yapısını etkileyerek. Madde standartlarında karşıt elektronların değerini arttırıyor ve ışınlar oluşuyor.
Şimdi tarife bakalım:
“X ışınları yüksek gerilim ile hızlandırılan elektronların sert bir metale çarptırılarak durdurulması sonucu kaybettikleri enerjilerinden yayılır.”
Burada katottan anota gelen şey hiçbir devrede elektron değildir. Bizim dünyamız hâlâ elektronların akışı zanneder enerjiyi. Elektron ve karşıt elektron maddenin temel yapısıdır. Enerji madde değildir, 3 ve 4 numaralı kürelerin eş değiştirmesiyle oluşan başka bir faktördür. Yani bu tarif yanlış, yerli yerine hiç oturmuyor.
“Bu gerilim sürekli X ışınları için 8 ile 10 bin volt elektronlara kinetik enerji kazandırır ve bu kinetik enerjiye sahip olan elektronlar metale hızla çarpar. Ve metal içinde yol alarak durur. Elektronların duruşu sırasında kaybettikleri kinetik enerji X ışını olarak yayılır. Her bir elektron duruşunda bir X ışını yayılır, denilmektedir.”
Orada sadece elektronun ve karşıt elektronun mutlaka elektron söz konusuysa, bu karşıt menüden enerjinin vurmasıyla oluşan bir başkalık.
“Ve kaybettikleri kinetik enerji X ışını olarak yayılır.” diyor. “Her bir elektron duruşunda X ışını yayılır, ifadesi kullanılıyor.” diyor ve sualini soruyor: “Farklı bir değer kazanan, sizin açıklamalarınızla farklı bir değer kazanan havası alınmış tüpte cereyan eden foto elektrik olayının tam tersi olarak bilinen, öğretilen, basit bir şemasını arz ettiğim bu konu için ne buyurursunuz?” diyor.
Öyle değil, diyoruz. Burada katottan giren şey, enerji partikülleridir. Enerji partikülleri madde partiküllerinin aynı değildir. Enerji nötrinodur. Yani bir çift elektronun 3 ve 4 numaralı kürelerinin -sağ ve sol spinli elektrondan bahsediyorum- eş değiştirmesiyle oluşur ve madde değildir. Öyleyse bunlar sadece varsayımdır. Realitede enerji fotono dönüşüyor yani elektron ve karşıt elektron oluşuyor. Sonra da karşıt elektronun hızı (devir hızı), elektronun hızının ötesine geçiyor. Elektron hızına eşdeğer noktaya kadar daha hızlı bir yükselişle yükseliyor. İkisinin beraber olduğu noktadaysa foton oluşuyor.
İkinci suali:
“X-ray oluşumunda (yani X ışını oluşumunda) anot ve katottan ayrılan nötrinoların ve karşıt nötrinoların fonksiyonu vardır, diyebilir miyiz?”
Elbette. Kesinlikle onların elektrona ve karşıt elektrona dönüşmesi yani 3 ve 4 numaralı kürelerin eş değiştirmesi söz konusudur. Foton olabilmesi için elektronun ve karşıt elektronun mutlaka oluşması gerekir. Zaten oradan foton oluştuğu için gidenin elektron, elektrik enerjisinin elektron ve karşıt elektrondan, elektrondan oluştuğu zannediliyor. Oysaki enerji elektron değildir. Yapı tamamen değişiktir. Allah razı olsun.
Ankara’dan O. A. kardeşimiz diyor ki:
SORU: Genlerle ilgili iki araştırmamı müsaadenizle arz etmek istiyorum: Genom projesinde elde edilen önemli bulgulardan biri de erkek genlerindeki kalıtımsal mutasyonların kadınlara göre iki kat fazla olduğu imiş. Erkeklerdeki bir genetik bozukluğun ileriki kuşaklara geçme riski, kadınların yarattığı riskin iki katıymış. İnsan genlerinde meydana gelen mutasyonların diyabetten astıma, kanserden kalp krizine kadar uzanan geniş bir yelpazede tam 1500 hastalığa yol açtığı belirlendi.
CEVAP: Genlerde vücuda gelen mutasyonlar buna sebep oluyor.
“Yaklaşık 30 kadar gen bu hastalıklara yol açıyor.”
1500 hastalığa 30 tane gen çeşitli şekillerde tesir ederek yol açıyor.
“Genetik şifrenin çözülmesiyle birlikte bu mutasyonların neden hastalıkla sonuçlandığı şimdi daha iyi anlaşılmaya başlandı. Bunun sonucunda da şu yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi bekleniyor: Bir, kKişinin genetik yapısına özel imal edilen ilaçlar. İki; sadece hastalıklı bölgeyi hedef alan, bedenin geri kalan kısmını etkilemeyen ilaçlar (2). Bir de üçüncüsü; bir insanın hangi hastalıklara yakalanabileceği anlaşılacak ve doğumdan önce müdahaleyle önlenecekmiş. Bu gelişmeler geçerli mi?” diye soruyor kardeşimiz.
Elbette geçerli. Bu, burada çok açık bir şekilde tıp genom standartları içerisinde kendisine düşeni lâzım gelen boyutlarda muhakkak gösterecektir. Bakterilerin, virüslerin, madde yapısının içinde bulunan enzimlerin ve proteinlerin mikroplarla savaşta ne kadar önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. Ve bu konu her gün biraz daha canlılık kazanıyor. Hedefe doğru biraz daha yaklaşıyor insanlık.
İstanbul’dan N.K. kardeşimiz diyor ki:
SORU: Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir araştırmaya göre, düşmanca tavır takınan ve başkalarına hoşgörülü davranmayan insanların kalp krizi geçirme riski, sigara ve fazla kiloluların neden olduğu kalp krizi riskinden daha yüksekmiş. Araştırma Başkanı R. N., hoşgörülü olmayan ve düşmanca davranan kişilerin yoğun stres altında olduklarını stresin de zararlı hormonel reaksiyonlara ya da kalp ritim bozukluklarına neden olduğunu tahmin ettiklerini söylemiş.
CEVAP: Evet, doğrudur. Kim stres içindeyse onun vücut fonksiyonları değişik bir hüviyettedir. Mutlaka zararlı sonuçlara yol açar. Allah razı olsun.
Adana’dan B. K. kardeşimiz diyor ki:
SORU: NASA’da görevli Gök Bilimci Tod Strohmayer, ilk kez bir topaç gibi kendine doğru dönerek yakınındaki uzay zamanı bozan ve bir komşu yıldızı yutmakta olan bir kara delik keşfetmiş.”
CEVAP: Dikkat ediyor musunuz? Bir kara delik bir komşu yıldızı yutuyor. Bir topaç gibi kendine doğru dönerek yakınındaki uzay zamanı bozan ve bir komşu yıldızı yutmakta olan bir kara delik.
“Keşfedilen ve GRO J1655-40 adı verilen kara deliğin dakikada 27 bin kez döndüğü ve dünyadan 10 bin ışık yılı uzakta olduğu belirtilmiş. Uzaya 1995 yılında fırlatılan Rossi X-ray Timing Explorer uydusunun yardımıyla bu kara deliğin varlığını tespit ettiğini söyleyen Strohmayer: ‘Hemen hemen tüm gök çizimleri, gezegenler, yıldızlar ve galaksiler dönerler.’ demiş.”
Hemen hemen değil sevgili kardeşlerim, hepsi dönerler. Hepsi kesintisiz bir hareket halindedir. Hem kendi etraflarında dönerler hem de kitle halinde dönerler. Galaksiler oldukları gibi felekleri oluştururlar. Galaksi hüviyetinde 2,5 milyar yıldızın bir arada bir daire vücuda getirecek şekilde döndüğünü düşünün. İşte bunun adına Kur’an-ı Kerim ‘felek’ diyor. Bütün sistemlerin kesintisiz bir hareket halinde olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.
“Maryland eyaletindeki NASA’ya ait Goddard Uzay Merkezi’nde görevli Tod Strohmayer, kara delikleri incelerken doğrudan döndüklerini fark etmenin çok zor olduğunu; çünkü döndüğü görülebilecek katı bir yüzeyleri olmadığını belirtmiş. Buna karşılık kara deliğin içine çekilen maddelerin yaydığı ışığın ve emilen maddenin kara delikte kaybolmadan önce çılgın bir şekilde salındığının görülebileceğini kaydetmiş. Bilim adamlarına göre, kara deliğe çekilen madde delik tarafından yutulmadan önce müthiş radyasyon yayıyor. Bu da çevredeki gazları ısıtıp muazzam hızlara eriştiriyormuş. Uzmanların düşüncesine göre, kara deliği tamamıyla sarmalayan gaz fırtınaları, oksijen, neon, magnezyum, silisyum, kükürt ve demir içeriyormuş. Uzmanlar, kara delikleri gökadaların merkezinde kendi içine çökmüş cisimler olarak tanımlıyorlarmış.”
Öyle değil, sevgili kardeşlerim. Her kara delik bir âlemden bir başka âleme bir geçittir. Ve bu âlemden çekilerek kara deliğin içine giren o sistem orada yok olur. Orada hissedilmesi mümkün değildir. Bütün kara delikler birer kapı oluşturur. Yakın yıldızları kendisine çektikten sonra bu çekim, çekim kuvveti yetmezliği sebebiyle bir süre sonra duracaktır. Durduğu zaman bu âlemden başka bir âleme, başka bir âlemden bir diğerine geçiş için kara delik bir kapı vazifesini görür.
Denizli’den B. B. kardeşimizi diyor ki:
SORU: Amerika Birleşik Devletleri bilim adamları, vücutta kanserin ilerlemesini hızlandıran bir gen ailesi saptadıklarını açıkladılar. Baltimore’daki Johns Hopkins Üniversitesi’nde görevli bilim adamları, söz konusu keşfin özellikle kan kanseri, lenf bezi kanseriyle, göğüs, akciğer ve prostat kanserinin tedavisinde yararlı olacağını düşündüklerini açıklamışlar.
CEVAP: Vücutta kanserin ilerlemesini hızlandıran bir gen hem de gen ailesi. Birbirine benzer birçok genlerden oluşuyor.
“Johns Hopkins Üniversitesi’nde yapılan araştırmada ise bilim adamları özellikle CMYC koduyla bilinen gene yoğunlaşmışlar. Bu araştırmalar sonucunda HMGİY olarak adlandırılan bir genin tümör formasyonunda çok etkin olduğu görülmüş.”
Yani tümörü oluşturuyor, teşkil ediyor, vücuda getiriyor. Bunda çok etkinmiş.
“Fareler üzerinde yapılan deneylerde hücrelere yüksek oranda HMG1 geni verilmiş ve hayvanlarda kanser hücrelerinin oluştuğu görülmüş. Söz konusu genin bloke edilmesi sonucunda ise kanserli hücrelerin küçülmeye başladıkları gözlemlenmiş. Araştırmacılar özellikle çocuklarda görülen Burkitt Lenf Kanseri’nde bu keşfin tedavi için büyük bir adım olacağı görüşünde birleşiyorlar.”
Yani genin, bu genin bloke edilmesi suretiyle kanserin durdurulması mümkün olacak. Bu da bir tedavi vasıtası sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Her geçen gün yeni çözüm yolları üretiliyor.
1- Vücuda gelmiş olan bir tümörü yok eden sistem.
2- Tümörün oluşmasını engelleyen sistem.
Bu gen bloke edildiği zaman artık tümörün oluşması mümkün olmuyor. Bu gen bloke edildiği zaman olgunlaşmaya başlamış olan kanserin hüviyetini, hasta hüviyetini kaybettiği gözleniyor. O zaman bu genden yola çıkarak çok şeyler yapılabilir. Tıbbı görüyorsunuz sevgili kardeşlerim, hızla hücre teknolojisinde ilerliyor.
Bursa’dan T. Y. kardeşimiz der ki:
SORU: Bilim adamları, Kanadalı bilim adamları kısır erkeklerin sperm sıvısında sanayide çözücü olarak kullanılan trikloroetilen maddesini bulduklarını açıklamışlar (trikloretilen). Queen’s Üniversitesi’nde görevli bilim adamları, trikloretilen maddesinin metal, otomotiv sanayinde ve tekstil ürünlerinin temizlenmesinde kullanıldığını söylemişler. Bu maddenin daha önce akciğer, karaciğer ve böbrek hasarlarıyla bağlantılı olduğunun tespit edildiğini belirten bilim adamları…”
CEVAP: Trikloretilen, akciğer kanserinde, karaciğer kanserinde ve böbrek kanserinde hasar oluşturan bir nesne.
“Bilim adamları bunun kısırlıkla bağlantısının ilk kez ortaya çıktığını kaydetmişler.”
Kardeşimiz soruyor: “Bazı geliştirilen kimyasal maddelerin insan vücudunda da bulunması mümkün müdür?” diyor.
Elbette mümkündür. İşte trikloretilen de bunlardan biri. Daha bilmediğimiz ne kadar sırlar var insan vücudunda sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bir defa daha bir sona ulaşıyoruz. Bugün sizlerle birlikte iki saatlik bir güzelliği yaşadık. Ekonomiyi ve bilimsel, aktüel bilim konusundaki suallerinizi cevaplamayı Yüce Rabbimiz bize nasip kıldığı için O’na sonsuz hamd ve şükrediyoruz.
Sevgili kardeşlerim, böyle bir dizaynda sorduğunuz sualler için de sizlere teşekkür ediyoruz Allah’ın huzurunda. Her sualinizle yeni bir sayfanın açılmasını, yeni bir sahada daha derin bilgiye ulaşmayı sağlamış oluyorsunuz. Sizlerin takip ettiğiniz o dergiler, bilgi, veri tabanları bütün dinleyen kardeşlerimize ulaştırılması lâzım gelen güzel bilgileri içeriyor.
Allah’a bu güzel konuşmanın onun tarafından bizlere sağlanması ve bu güzelliği Yüce Rabbimizin bizlere yaşatması sebebiyle, O’na sonsuz hamd ve şükrediyorum. Hepinizin hem dünya saadetine hem cennet saadetine ulaşmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada bitiriyoruz, sevgili izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R