}
İbret Aynası - 4 19.08.2005
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109711

SOHBET ADI: İBRET AYNASI - 4
TARİH: 19.08.2005

Muhterem izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım ve özellikle muhterem dîn adamları! İlâhiyat fakültelerinin muhterem üyeleri, Diyânet İşleri Başkanlığının bütün kadroları, muhterem kardeşlerim! İbret aynasının dördüncü bölümünde nefs tezkiyesi yoluyla ruhun Allah’a ulaşması yani ilk hidayet, ruhun hidayeti yani seyr-i sülûk. İnsan ruhunun Allah’a ulaşması hidayet adıyla anılıyor. Ali İmran Suresinin 73. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “innel hudâ hudallâhi.” buyuruyor.

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


inne: muhakkak ki şüphesiz ki.
el huda: hidayet.
hudallah: Allah’a ulaşmaktır.

Ve Bakara Suresinin 120. âyet-i kerimesi:

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


“inne hudâllâhi huvel hudâ.”

inne: muhakkak ki.
hudallahi: Allah’a ulaşmak.
huve: işte o.
el huda: hidayettir.
 
Yani Kur’ân-ı Kerim’de insan ruhunun o kişi hayattayken vücudundan ayrılarak Allah’a ulaşması, hidayet olarak vasıflanıyor Kur’ân-ı Kerim’de. Ve hidayet çağının en belirgin vasfı hidayete ermektir. Asırlar önce İslâmî literatürden çıkarılmış olan bir kavram tasavvufî kavramlar içinde yer almış ama Kur’ân-ı Kerim’de açık bir şekilde hidayet bu mâna üzerinden değerlendirilmiş.

İşte;
inne: muhakkak ki.
el huda: hidayet.
hudallah: Allah’a ulaşmaktır. Ama bunu “Muhakkak ki hidayet Allah’ın ulaştırmasıdır.” şeklinde tercüme edenler de var. Bir kısmı, 22 tane Kur’ân mealine bakarsanız, bir kısmı Allah’a ulaşmayı tamamen devreden çıkarmışlar. Eğer “Allah’ın ulaştırmasıdır.” tarzında bir ifade esas kabul edilir de sözlerimize itiraz edilirse; o zaman onun da aynı neticeye müncer olduğunu başka bir âyet-i kerime ile tamamlamak sureti ile ispat ederiz. Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde şöyle söylüyor:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse onları Kendisine ulaştırır.

Öyleyse “Allah’ın ulaştırmasıdır.” şeklinde bir tercüme söz konusuysa, hidayet; “innel huda hudallah: muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır.” şeklinde değil de “muhakkak ki hidayet Allah’ın ulaştırmasıdır.” şeklinde tercüme edilirse; nereye sualinin cevabını vermemiz lâzım. Nereye ulaştırıyor Allahû Tealâ? Hidayet Allah’ın nereye ulaştırmasıdır? Kendisine ulaştırmasıdır.

Allah “kullarından” demiyor çünkü Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse Allah’ın kulu değildir, şeytanın kuludur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin kurtuluşu mümkün değil. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, kim Allah’a yönelirse, münîb olursa; o zaman Allah o kişiyi Kendisine ulaştırıyor.

Bir başka hidayet âyet-i kerimesi Kehf Suresinin 17. âyet-i kerimesidir.

18/KEHF-17: Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâhi, men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).

Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.


men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi): Allah kimi Kendisine ulaştırırsa o zaman, o takdirde kişi hidayete ermiş olur.

Allah kimi O’na, Kendisine ulaştırırsa o zaman o kişi hidayete erer. Görülüyor ki hidayete ermek Allah’ın Kendisine ulaştırmasıdır. Allahû Tealâ En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde diyor ki:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


“fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi).” buyuruyor Allahû Tealâ.

“Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar teslim için; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi için onun göğsünü şerh eder. Teslim için şerh eder. Bunların bu emanetlerin; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin (dört emanetin) Allah’a teslimi için şerh eder, yarar.” diyor Allahû Tealâ. Kişinin göğsünü yarar. Ne yapıyor Allahû Tealâ? Kişinin göğsünü yararak göğsünden kalbine yol açıyor. Kimin? Kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse.

Bu söylediğimiz âyetlerden sonra sevgili kardeşlerim, artık herhalde hiçbir dîn adamı “Hidayet doğru yoldur” gibi, hidayeti aslî gayesinden saptıran bir açıklama yapmaz diye düşünüyoruz artık. Hidayet çağında buna müsaade etmeyiz, edemeyiz. Kur’ân bunları söylüyor.

Öyleyse muhterem dîn adamları! Bir defa daha altını çizerek söylüyoruz: Hidayeti bilmiyorsunuz. Hidayet ki bu çağa damgasını vuran, Kur’ân-ı Kerim’in en önemli faktörü. Kur’ân, hidayet üzerine dizayn edilmiştir. Öyleyse bu akşamki konumuz hidayetin ta kendisidir; insan ruhunun Allah’a ulaşması.

Bu ulaşma keyfiyetine yani ruhun vücuttan ayrılarak yedi tane gök katını birer birer yükselmek suretiyle, aşmak suretiyle, yedinci katın yedinci âlemi olan; son âlemi olan İndi İlâhi’den oradaki Sidretül Münteha’ya ulaşarak insan ruhunun İndi İlâhi’deki Sidretül Münteha’den yükselerek Allah’a ulaşması keyfiyeti; seyr-i sülûk adını taşır: Allah’a doğru hareket halinde olmak.

Ruhun yedi tane gök katını aşarak Allah’a ulaşması keyfiyeti seyr-i sülûk olarak değerlendirilmiş. Buna bir başka açıdan vuslat adı veriliyor; Allah’a vasıl olmak. İşte Allah’a vasıl olmak üzerimize farz mıdır? Nasıl Allah’a ulaşmayı dilemek farzsa, nasıl mürşidimize ulaşmak farzsa (ikisini de evvelki üç bölümde söyledik); Allah’a ulaşmayı dilemek de farz. Bütün sahâbe dilemişler; Mürşide ulaşıp tâbiiyet de farz. Bütün sahâbe kâinatın en büyük mürşidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar.

Şimdi bugün yedi safhalık Kur’ân merdiveninin ki 28 basamaktan oluşur; üçüncü safhasındayız. Mürşide ulaştıktan sonra vücudumuzdan ayrılan ruhumuz Allah’a ulaşacak. Yedi tane gök katını aşarak Allah’ın Zat’ına ulaşacak. Bu yolun adı nedir? Yedi tane gök katını aşan bu yolun adı Sıratı Mustakîm midir? Acaba Allahû Tealâ bunların hepsine birden mi Sıratı Mustakîm adını veriyor?

İnsan ruhunun vücudundan ayrıldıktan sonra geçtiği dört tane sebîl var: Birinci sebîl hangi mürşide tâbî olmuşsa, ruh orada o kişinin vücudundan ayrılır ve o dergâhın müntesipleri arasına girer. Orada bir süre, kısa bir süre bir eğitim görür ruh. Bir hatırlatma, bir bilgi alışverişi ve bundan sonra ana dergâha ulaşır. Devrin imamının bulunduğu dergâha ulaşır. O mürşidin dergâhıyla devrin imamının bulunduğu dergâh arasındaki bu yol sebîl adını alır. Ruhlara ait olan, yeryüzünün sathına paralel, görünmez bir yoldur. Bu birinci sebîldir. Ana dergâhtaki altın kapıdan başlayarak birinci gök katına ulaşmak, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci gök katına vasıl olmak, yedi tane gök katını aşmakla mümkün. Bu yedi tane gök katına Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de Tarîki Mustakîm adını vermiş. Diyor ki:

23/MU'MİNÛN-17: Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).

Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol yarattık ve Biz, yaratmaktan gâfil değiliz.


“ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika: andolsun ki üzerinize yedi tane tarik; yedi tane yol bina ettik.” diyor. (üzerinize üst üste yedi tane tarik). Zemin kattan birinci kata birinci tarik, birinci kattan ikinci kata ikinci tarik, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci katlara uzanan yedi tane tarik, yedi tane yol. Hepsinin toplamı bu Tarîki Mustakîm adını alıyor. Bu Allah’a ulaştıran yolun adı Tarîki Mustakîm’dir. Bir de cehenneme ulaştıran yol var; Tarîki Cehîm. Allahû Tealâ Tarîki Mustakîm ile Tarîki Cehîm’i birbirinden ayırmış. Diyor ki:

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).

Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).

Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).

Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.


Diyor ki Nisâ-167, 168, 169’da: “Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Allah’ın yolundan men ederler.” Yani insanların Sıratı Mustakîm’e ulaşmasına mâni olurlar. Yani onlara derler ki; “İnsan ruhunun o insan ölmeden Allah’a ulaşması diye bir şey kesinlikle mevcut değildir Kur’ân-ı Kerim’de. Eğer ruhumuz vücudumuzdan ayrılırsa insan ölür.” derler. Oysa ki Allahû Tealâ da ruhumuzun Allah’a ulaşmasını üzerimize farz kılmış. Farz mı? Gelin beraber bakalım, Muzemmil-8:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah’ın ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek Rabbine ulaş.”

Açık ve kesin bir şekilde Allah’a ulaşma keyfiyeti emredilmekte ve bu emredilenin zikir adı verilen bir vasıta ile yapılması kesinlik kazanmış durumda. Zikirle, sadece zikirle insan ruhu vücuttan ayrılıp Allah’a doğru seyr-i sulûk isimli bir yolculuk yapar ve Allah’ın Zat’ına ulaşır.

Mürşide ulaştığı zaman kişinin Allahû Tealâ’dan yedi tane ni’met aldığını görmüştük. Bu ni’metlerden bir tanesi de nefs tezkiyesiydi. Ruhumuz da vücudumuzdan devrin imamının ruhu başımızın üzerine gelip de bize “Senin yevmet’telâkın geldi, hadi vücudu terk et. Allah’ın emrinden sana ulaştım” diye devrin imamının ruhu, o kişinin ruhuna vücudu terk etmesi emrini verdiği zaman Mü’min Suresinin 15. âyet-i kerimesine göre ruh vücuttan ayrılır. Kime tâbî olmuşsa kişi, onun dergâhına ulaşır.

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


İşte o dergâhtan ana dergâha olan yatay yol birinci sebîli oluşturur. Allah’a olan yolculuğun ilki, tali dergâhtan ana dergâha bir yolculuktur, yatay bir yolculuktur. Ana dergâhtaki önlerinde rahleler bulunan onarlık insan safları; insan ruhları safları arasında kişinin Allah’a göre değeri neyse, o sıralardan bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi diye arkaya doğru sıralanmaları söz konusudur. Kişinin bu sıralardan hangisinin; onarlık sıranın hangi noktasına geleceği Allahû Tealâ tarafından bilinmektedir. Oraya doğrudan gönderilir. En sonraya gönderilip de oradan adım adım ileri doğru gelmez insan ruhları. Nereye gidecekse, neticede makamı ne olacaksa, oraya dayalı olarak gönderilir ve kişi onarlık sıralardan birine ruh olarak gelir yerleşir.

İşte buradan yukarıya doğru olan yolculuk, seyr-i sülûkun esasını teşkil eder. Omurgası seyr-i sülûkun budur, temeli budur. Kişi buradan itibaren yedi tane gök katını aşacak ruh olarak, Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır.

Allah’a ulaşmak farz mıdır dedik? 1. farzı söyledik Muzemmil Suresi 8. âyet-i kerime. Allahû Tealâ Zâriyat-50’de diyor ki:

51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).

Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.


“fe firrû ilâllâh(ilâllâhi: öyleyse Allah’a kaç ve Allah’a sığın yani Allah’a firar et.”

Ruha emir veriyor Allahû Tealâ: “Allah’a kaç, Allah’a sığın” diye emir veriyor, farz. Peki, bu gerçekten bir emir mi? Emir olarak da yer almış mı Kur’ân-ı Kerim’de? Evet, almış. Ra’d Suresi 21. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi, O’na (Allah’a) ulaştırırlar.

Öyleyse ruhun Allah’a ulaştırılması bir emir, emir olduğuna göre kesinlikle farz. Sonra? Başka farz var mı Kur’ân-ı Kerim’de? Elbette var. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!


“irciî ilâ rabbiki: Rabbine rücû et, geri dönerek Rabbine ulaş” diyor Allahû Tealâ ruha. (Fecr- 28)
 
“irciî ilâ rabbiki: Rabbine rücû et, geri dön, geri dönerek Rabbine ulaş.” Bu, bir emir.

Bir sürü dîn adamı bu emri bir ölüm emri olarak değerlendirirler. “Bu, Allah’ın ölüm emridir.” derler. Sevgili kardeşlerim! Biliyorsunuz ki intihar Kur’ân-ı Kerim’de kesinlikle cehenneme gitmeyi ifade eder. Kim intihar ederse o kişinin gideceği yer mutlak olarak cehennemdir. Allahû Tealâ kuluna böyle bir emir verir mi, intihar et emrini verir mi? Asla böyle bir şey söz konusu olmaz. Allahû Tealâ ruhumuzun Allah’a ulaşmasını istiyor, bu da bu konuda ayrı bir emirdir.

Ruhumuz Allah’a ulaşırsa ne olur? Allah’a teslim olur. Teslim, emir olarak geçiyor mu? Elbette geçiyor.

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).

Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.


“innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah emanetleri o emanetlerin sahibine teslim etmenizi emreder; tevdi etmenizi, vermenizi, ulaştırmanızı, teslim etmenizi emreder.” diyor Allahû Tealâ. “Muhakkak surette emreder.” diyor.

Öyleyse birinci emanet ruhumuz, 21. basamakta Allah’a ulaşır. İkinci emanet fizik vücudumuz Allah’a teslim olur. Allah’a ulaşmaz; Allah’a teslim olur 25. basamakta. Üçüncü emanet nefsimiz, 26. basamakta teslim olur. Dördüncü emanet irademiz, 28. basamağın 5. kademesinde iradenin teslimiyle gerçekleşir. İradenin teslimi, teslimlerin sonuncusudur.

Allahû Tealâ Allah’a teslim olmayı emrediyor.

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).

Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


“ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu: üzerinize azap gelmeden önce Rabbinize yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin ve O’na teslim olun.” diyor Allahû Tealâ. Bu teslim; ruhun teslimini de fizik vücudun teslimini de nefsin teslimini de iradenin teslimini de içerir. Ama bunlardan bir tanesi ruhumuzun Allah’a teslimidir. Öyleyse dört tane âyet-i kerime, ruhumuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı üzerimize farz kılıyor. Allah’a teslim etmemizi üzerimize farz kılıyor.

Bir başka âyet-i kerimede teslime, aynı kökten gelen “selâm” kelimesini Allahû Tealâ kullanarak ulaşmış. Yûnus Suresi 25 ve 26. âyetlerde Allahû Tealâ diyor ki:

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).

Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.

10/YÛNUS-26: Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdetun, ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ zilletun, ulâike ashâbul cenneti, hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Onlar için Ahsenül hüsna (Allah'ın Zat'ına ulaşmak) ve ziyadesi (daha fazlası, Allah'ın cemalini görmek) vardır. Onların yüzlerini bir keder kaplamaz ve bir zillet (küçük düşme, hakirlik) yoktur. İşte onlar, cennet halkıdır. Onlar, orada devamlı kalanlardır.


“Allah selâm yurduna davet eder ve kimi isterse, yani kimi o selâm yurduna ulaştırmayı isterse, onu Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” diyor.

Sıratı Mustakîm’in ne olduğuna bakıyoruz, nereye ulaştırdığına bakıyoruz; “Allah’a ulaştırır.” diyor Nisâ-175. Diyor ki Allahû Tealâ orada:

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).

Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

    
“Kim Allah’a mülâki olmayı, Allah’a ulaşmayı ve Allah’a sarılmayı yani Allah’ın Zat’ında ruhunu yok etmeyi dilerse” diyor Allahû Tealâ; “Allah onları rahmetinin ve fazlının içine koyar ve onları Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” diyor.

Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm. Biliyorsunuz Hicr Suresinde de Allahû Tealâ; “sırâtun aleyye mustekîm” ifadesini kullanıyor. “Bana ulaştıran yol.” diyor, “Bana istikâmet olan yol.”

15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).

Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”


Şimdi Allahû Tealâ tamam “Teslim yurduna” dememiş, “Selâm yurduna davet eder.” demiş ama selâm yurduna davet ettiklerini Sıratı Mustakîm’e ulaştırdığına göre, “Allahû Tealâ kimi ulaştırmayı dilerse onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” ifadesini kullandığına göre, Sıratı Mustakîm’de Allah’a ulaştıran yol olduğuna göre olay kesinleşiyor sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Demek ki Allah’ın selâm yurdu dediği şey aslında teslim yurdu olan Allah’ın Zat’ı. Âli İmrân Suresinin 14. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ aynen şöyle buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).

İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.


“vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi): yemin olsun ki Allah’ın katındaki en güzel sığınak Allah’ın Zat’ıdır.” diyor.

“Yemin olsun ki Allah’ın Zat’ı Allah’ın katındaki en güzel sığınaktır.” diyor Alahû Tealâ.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’ın Zat’ı sığınakların en güzeli. Kim Allah’ın Zat’ına ulaşır da sığınırsa, o kişi meab olan Allah’ın Zat’ına ulaşmıştır ve evvab olmuştur; meaba sığınan, sığınakların en güzeline sığınan.

İşte kim mürşide tâbî olursa devrin imamının ruhu onun başının üzerine geliyor ve onun ruhuna diyor ki: “Senin Allah’a ulaşma günün geldi.”

Mu’min Suresi 15. âyet-i kerime:

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


“Dereceleri yükselten Allah, kullarından lâyık olanların başlarının üzerine emrinden ruh ulaştırır. O kişiye yevm’et talâkının geldiğini ihtar etmesi için.”
 
Yevm’et talâk, Allah’a mülâki olma, Allah’a ulaşma günü. Bir başka ifade ile Allah’a ulaşmak üzere ruhun vücuttan ayrılma günü.

İşte böyle bir dizayn söz konusu sevgili kardeşlerim!Tâbiiyet gerçekleşince devrin imamının ruhu mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyen o kişinin başının üzerine gelir ve ruhu, vücuttan ayrılma emrini vererek ayrılmasını temin ettikten sonra o kişinin vücudunun içine girmez, başının üzerinde önden arkaya doğru uzanan bir vaziyet alır. Belinden ön tarafı, kişinin ön tarafındadır, başının üzerinde öne doğru olarak uzanır. Ayak tarafı da arkaya doğru uzanır. Ve kimin başının üzerine devrin imamının ruhu gelip yerleşmişse; şeytan o kişiye ne büyü yapabilir ne hüddam yapabilir. Hüddam da büyü de şeytanın zulmanî ilimlerinin hepsi de o kişiye asla tesir edemez. Şeytanın ilimlerinin hiçbirisi o kişi üzerinde bir tesir vücuda getiremez çünkü orada devrin imamının ruhu koruyucu olarak vazife görmektedir. O kişiye büyü yapılamaz, o kişiye cinler saldırıp o kişinin vücuduna asla giremezler.

Allahû Tealâ o ruhun o kişinin üzerine gönderildiğini söylüyor, Mücâdele-22’de:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


“O kişinin kalbinin içine imânı yazarız.” diyor Allahû Tealâ ve üzerine Allah’ın katından ruh gönderilir, Allah’ın emrinden ruh gönderilir.” diyor. Bu ruh, devrin imamıdır. Secde Suresi 24. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.


“Onlardan, insanlardan…” Dikkat edin peygamberler olsaydı; “Peygamberleri imamlar yaptık.” derdi Allahû Tealâ, Enbiya Suresinin 73. âyet-i kerimesinde olduğu gibi. “Onları imamlar yaptık.” diyor Allahû Tealâ. Ama burada “Onlardan, insanlardan imamlar yaptık, imamlar kıldık. Emrimizle insanları hidayete erdirsinler diye.”

21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâti, ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).

Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.


Hani insanlar bir söz uydurmuş; “İnsanla Allah arasına kimse giremez, Allah ile kul arasına kimse giremez.” Allahû Tealâ’da diyor ki: “Girer. Hem de üstelik o giren kişiyi Ben tayin ederim.” diyor. “O, devrin imamıdır. İşte onlardan imamlar kıldık.” Niçin? “Emrimizle hidayete erdirsinler diye.”

Hiç kimse hidayete nasıl erileceğini bilemez. Ama eğer o kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu gelirse, devrin imamının ruhu o kişinin ruhuna Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesindeki emri tebliğ eder, ruh vücuttan ayrılır. Devrin imamının ruhu kişinin başının üzerindedir.

Bu noktadan itibaren kişi zikir yapacaktır. “Allah, Allah, Allah, Allah” diye Allah’ın ismini tesbih ederek, zikrederek zikir yapacaktır. Biliyorsunuz zikir, en büyük ibadettir. Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bunu söylüyor.

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).

Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.


“Habibim! Sana vahyettiğim o Kur’ân var ya! O Kur’ân’ı oku, onlara oku ve tilâvet et, anlat, mânâsını söyle. Ve namaz kıl çünkü namaz münkerden ve fuhuştan men eder. Ama zikrullah; Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah, Allah” diye tekrar etmek, o en büyük ibadettir.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse üç ibadetten, üç zikirden bahsediliyor; Kur’ân-ı Kerim bir zikirdir bir, namaz kılmak bir zikirdir iki, Allah’ı “Allah, Allah, Allah, Allah” diyerek Allah’ın ismini tekrar etmek suretiyle zikretmek zikrullahtır. Üç tane zikir. Bu üç zikirden üçüncüsü diğer ikisinden daha büyüktür, üçünün en büyüğüdür.

Zikir, dînimizin direği değildir, dînimizin direği namazdır ama zikir, o direğin etrafındaki çadırdır. İnsanları şeytanın bütün tehlikelerinden koruyan bir çadır. Tek başına direk bir şey ifade etmez, tek başına direksiz bir çadır da bir şey ifade etmez. Öyleyse namaz ve zikir, dînin direği ve çadırı olarak özellikle hidayet çağında son derece önemli bir muhteva taşırlar.

Hidayet, ibadetlerin hepsiyle kazanılır ama bunların arasındaki en büyük ibadet zikirdir (Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesi). Ve sevgili kardeşlerim zikir farzdır. Evvelâ zikir farzdır. Muzzemmil 8:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah’ın ismiyle zikret, her şeyden kesilerek Allah’a ulaş.” Zikir farz.

Çok zikir de farzdır. Ahzâb Suresi 41. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.


“Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle zikredin.” Yani “Her gün günün yarısından daha çok zikredin.”

Bu zahidlerin zikridir. Günün yarısından daha çok zikir, her gün yapanların zikridir.

Daimî zikir farz mıdır? Evet, daimî zikir de farzdır. Nisâ-103:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


“fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.” diyor Allahû Tealâ. “Üç halde bulunabilirsiniz, üçünde de zikredin.”

Öyleyse konumuz seyr-i sülûk. Seyr-i sülûğun yakıtı, seyr-i sülûğu oluşturan temel faktör zikirdir. Ruhu vücudundan ayrılmış olan bir kişi kalbine de imân yazılmış olan bir kişi, zikir yapmaya başlar. “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah.” Bu sesli zikir. Kişi sesli zikir yapabilir, sessiz zikir yapabilir. Ve genellikle ayrı ayrı tarikatlar ayrı ayrı zikri temel almışlardır. “Zikir tarikatlarda farzdır, tarikatların mensubu dışında farz değildir” diye böyle bir sözü kim söylüyorsa bu yalan. Herkese farzdır, aslında herkes tarikat mensubu olmak mecburiyetindedir çünkü mürşide tâbiiyetin farz olduğunu gördük. Mürşid varsa, orada tarikat vardır.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, her şeyi yalanlamayı usul haline getiren bizim dîn adamlarımız, üniversitelerimizdeki muhterem doçentler, profesörler, Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri, bunlar dînlerinin temelini bilmeden yanlışlıklar yapıyorlar. Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmamışlar. Onlar dîn bilgini olarak devrededirler, kendilerine dîn öğreten kitaplardan dînlerini bilmişlerdir, asla Kur’ân’dan değil. En kötüsü Kur’ân ile öğrendiklerini sağlama yapmamışlardır.

Dînlerin babası yoktur, çünkü dînler yoktur. Bir tek dîn var olmuştur. Ezelden ebede kadar; Adem (A.S)’dan ilk Peygamber ve ilk insan, son Peygamber olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e kadar bir tek dîn var olmuştur; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etme dîni.

Şimdi ruhun Allah’a teslim edilmesi konusunda ruhumuz ana dergâha geldi, buradan yukarıya doğru yükselecek. Tâbiiyetini gerçekleştirdi, anadergâha ulaştı. Her gün ana dergâhtan yukarıya doğru seyr-i sülûk adlı bir yükselme yapılır. Bu yükselmede ana dergâhta mutlaka yedi katın yedisini de çıkan insanlar vardır. Altı kata kadar çıkabilenler, bir seyir yolu takip ederler beraberce. Yedinci kata çıkabilenler de ayrı bir grup olarak, ayrı yollardan geçerek onlar yedinci kata da ulaşırlar.

Öyleyse ne olur ana dergâhta? Seyr-i sülûk nedir? Onarlık insan ruhlarından öndekiler seyr-i sülûk için bulundukları yerden uçarak ayrılırlar ve altın kapının iki tarafında sıralanırlar; sağ tarafta erkekler, sol tarafta da hanımlar olmak üzere. Sağ kanat velîsi en sağda, sol kanat velîsi solda ortada, hanım sultan da hanımların en solunda olmak üzere zemin kattan birinci kata çıkacak olan grup; diğer katlara çıkacak olan, altıncı kata kadar çıkacak olan grup budur.

Birinci katta bir secde işlemi yapılır. Ve açıkta bir secdedir bu, otların üzerindeki seccadelerde yapılır. Orada birinci kata kadar çıkabilenler en arkadaki sıraları teşkil ederler, onlar orada kalırlar. Geri kalanlar ikinci kata kadar yükselirler. İkinci kattaki işlem sadece bir secdeden oluşmaz. İkinci kattaki işlem iki tane ayrı veche gösterir; yedinci kata kadar çıkabilenler bir de altıncı kata kadar çıkabilenler.

Şimdi anlatacağımız grup altıncı kata kadar çıkabilenler. Bunlar grup halinde ikinci kata gelmişlerdir. Soldaki salona gireceklerdir. Soldaki salonun içinde suvarılma havuzları vardır. Yerden 1.20 - 1.30 metre yukarıya kadar uzanan, şeffaf yukarı kadar yükselen havuzlar. Şeffaf, içerisi görünüyor. Kapının önünde sağ kanat velîsi sağda, hanım sultan en sonda, ortanın biraz solunda sol kanat velîsi olmak üzere bekleyenlerden evvelâ sağ kanat velîsi gelir, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in elini öper. Devrin imamının ruhu da O’nun yanındadır. Ve de sağ tarafa doğru girerler, koridoru uçarak geçerek, dışarıdan bakıldığında salonun en karşı tarafındaki duvarın önünde secdeye gelirler. En sağda sağ kanat velîsi yer alır, solda sol kanat velîsi yer alır, hanım sultansa suvarılma havuzlarının üzerinde en solda o da secdeye gelir. Sonra sağ kanat velîsi uçarak sıraların, havuzların üzerindeki en sağa gelir. Sol kanat velîsi, ortadan biraz sol tarafta bir noktada bulunur. Ve ondan sonra içeri girenler, bunların sol taraflarındaki kesim suvarılacak olanlardır. Onlar, birer birer uçarak havuzların içine yukarıdan aşağıya girerler; birer birer girerler.

Dışarıdan bakıyoruz havuzlara. Sağdan sola doğru sıralanırlar. En sağdaki en kıdemlidir, sağ kanat velîsinin üzerinde bulunduğu platformun altına girerler havuza ve hiç kimsenin elbisesi o havuzdaki suyla ıslanmaz. Bu nokta tamamlandıktan sonra devrin imamı ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) oradan ayrılırlar, sağ taraftaki salona geçerler. Bu grup bu ikinci kata çıktığı zaman, yedinci kata kadar çıkabilecekler ikinci bir grup olarak sıralanırlar. Ve onların sağ kanatlarında, sol kanatlarında kimse yoktur. Hepsi yetkilidirler. Yedinci kata kadar yükselebileceklerdir. İkinci kattaki sağdaki salona ulaşırlar, orada secde ederler. Orada suvarılma havuzu falan, bir şey yoktur. Sadece secde ederler.

İşte altıncı kata kadar çıkabilecek olanlara el öptüren devrin imamı ile Peygamber Efendimiz (S.A.V), Peygamber Efendimiz (S.A.V) sağda; devrin imamı solda olmak üzere bu yedinci kata kadar çıkabilenlere katılırlar ve de ikinci kattan üçüncü kata yükselirler, üçüncü katta iki katlı bir mescitte secde ederler. Bunlarda hiç eksilme falan olmaz. Aynı grup dördüncü kata yükselirler, dördüncü kattaki Beyt-ül Makdes’in içinde secde ederler. Beşinci kata yükselirler, beşinci kattaki Beyt-ül Haram’ın içinde secde ederler. Sonra altıncı kata yükselirler, burası sıbgatullah olma mahallidir. Ama onlar için de burada sıbgatullah olmak söz konusu değildir çünkü hepsi sıbgatullah olmayı çoktan tamamlamışlardır. Orada bir süre bulunup, oradan uçarak tavandan yukarıya yükselirler, yedinci kata ulaşırlar. Yedinci katta ulaştıkları yer yedinci katın başlangıç noktası olan, birinci âlemi olan kader hücreleridir. Altıgen hücreler gözlerinin önünde sonsuza doğru uzanırlar. İşte sağ tarafta Peygamber Efendimiz (S.A.V), sol tarafta devrin imamı olmak üzere. Orada kalacak olanlar, ilk defa yedinci kata kadar çıkabilenler. Orada kader hücrelerinde kalırlar, diğerleri Ümmülkitap’a ulaşırlar. Gene sağda Peygamber Efendimiz (S.A.V), solda devrin imamı. Devrin imamı da orada kalır ve 60 kişilik bir kürsü üzerinde, talebeleri kürsünün etrafını doldururlar.

Ondan sonraki gruptan bir kısmı Kudret Denizi’ne yukarıdan aşağıya dalarak girerler. Ondan sonraki kesim yedinci katın dördüncü âlemi Makam-ı Mahmud’da müşahitler safında yer alırlar. Ondan sonraki grup Divan-ı Salihîn’de müşahitler safında yer alırlar. Bu arada Peygamber Efendimiz (S.A.V) de orada, devrin imamının da bulunduğu bir nokta değildir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), Divan-ı Salihîn’in başkanlığını deruhte eder. Ve altıncı âleme ulaşabilenler zikir hücrelerine gelirler. Zikir hücreleri yaklaşık iki metre yüksekliğinde fanuslardır, şeffaftırlar. Orada özel bir oturuşla herkes zikir yapar. İşte bu hücreleri aşan kişi, orada görevini tamamlayan kişi buradan Sidretül Münteha’ya ve Sidretül Münteha’dan da Allah’ın Zat’ına ulaşır.

Sevgili kardeşlerim! Bu seyr-i sülûk her gün yapılır. Her gün mutlaka Allah’ın katına çıkacak olan bir çok Allahû Tealâ’nın dostu, velîsi sıradadırlar. Bunlar bu katta bu dağılımı tamamladıkları zaman ikinci katta kalan altıncı kata kadar çıkabilecekler, üçüncü kata çıkarlar. İki katlı mescitte secde ederler. Dördüncü kata çıkarlar, Beyt-ül Maktes’te secde ederler. Beşinci kata çıkar, Beyt-ül Haram’da secde ederler. Bir kısmı her zaman o çıktıkları yerde en arka saflarda kalanlar, kalır. Devamlı bakiye bırakarak çıkarlar. Her seferinde sayıları biraz daha azalır. Ve yedinci kata kadar çıkamazlar, altıncı kattaki sıbgatullah olma mahallinde onların hedefi son bulur. Orada altıncı kattaki sıbgatullah olma mahallinde, oradan gelen beyaz - çok açık yeşil bir ışıkla bunlar renk değiştirirler. Ciltleri yeşilimsi bir beyaza dönüşür ve herkesin derileri çatlar. Çatlamayan kim olursa sadece o, çatlamayanın eline bir kılıç verilerek yedinci gök katına çıkarılır. O noktadan itibaren o, yedinci kata kadar çıkabilenlerle çıkacaktır. Yedinci kata kadar çıkanlar hiçbir kademede kimseyi bırakmazlar, hepsi yedinci kata çıkmak imkânının sahibidir. Yedinci katta dağılacaklardır.

Altıncı kata kadar çıkanlar geriye dönerler. Onlar geriye dönecektir ki yedinci kata kadar çıkanlar da gelsin. Evvelâ beşinci kata inerler, secde ederler. Sonra dördüncü kata inerler, secde ederler. Üçüncü kata inerler, secde ederler. İkinci kata inerler, secde ederler ve beklerler.

Yedinci katta yedi tane âleme dağılan yedinci kata kadar çıkabilenler de zikir hücrelerinden kapının önüne çıkıp oradan uçarak Divan-ı Salihîn’e ulaşırlar, oradakileri de yanlarına alırlar. Makam-ı Mahmud’a ulaşırlar, oradakileri de alırlar. Her gelen, sıranın sol tarafına eklenecektir. Sağ tarafta Peygamber Efendimiz (S.A.V) vardır. Ve de Kudret Denizi’nden çıkanlar da daha sola gelirler. Ümmülkitap’ın etrafındaki altmış kişi de onların en soluna gelir, hepsi beraber kader hücrelerine ulaşırlar.

Kader hücreleri geri dönüş için aşağı inişin işaretini taşır. Oradan inerler, yedinci kattan altıncı kata sıbgatullah olma mahalline inerler. Orada bir tesir almazlar, sadece oraya inerler. Oradan beşinci kata inerler, Beyt-ül Haram’ın aslına. Oradan dördüncü kata, Beyt-ül Makdes’in aslına inerler. Oradan üçüncü kata inerler, iki katlık bir mescitte secde ederler. İki katlı mescidde, ev ile mescit arası bir şey, orada secde ederler. Oradan da daha aşağı inerler. İkinci katta başlangıç noktasına gelmişlerdir. Sağ taraftaki salonda secde ederler. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile devrin imamı yanlarından ayrılıp diğer tarafa geçer. Diğer tarafa, zaten inmişlerdir diğerleri. Yedinci kattan değil de altıncı kattan inenler orada el öpmek için bekliyorlar Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i. Peygamber Efendimiz (S.A.V) diğer grupla beraber ikinci kata indiğinde sağdaki salondan soldaki salona geçer, el öpme işlemi tamamlanır, dışarıya çıkarlar.

Sağ kanat velîsi sağda erkekler, sol kanat velîsi erkeklerin sağında, onların sol tarafında hanımlar, hanım sultan en solda olmak üzere kapının dışında uçarak sıralanırlar. Oradan da birinci kata inerler, secde ederler. Secdeden sonra gelirler, zemin katın üzerinde zemin katın önünde. Devrin imamının dergâhının önünde yerden on metre falan yükseklikte tek sıralı bir kol haline gelirler. Sonra da birer birer uçarak içeri girerler ve başlangıçtaki secdenin aynını secde mahallinde gerçekleştirirler.

Bundan sonra da önce sağ kanat velîsi erkekler sırasının sağ tarafına, yanına on kişi gelir, sol tarafına sol kanat velîsi gelir ve sağdan sola doğru sıralanmalar; onarlı sıralanmalar halinde erkekler safı tamamlanır. Hanım sultan hanımların sağ tarafındadır. Ondan sonra hanımlar safı tamamlanır. Ve böylece erkekler ve hanımlar safı tamamlanmıştır. Altıncı kata kadar çıkanların seyr-i sülûku o gün tamamlanmıştır. Yedinci kata kadar çıkabilenler ikinci kata inmişlerdir. İkinci kattan birinci kata ulaşırlar, secde ederler. Oradan da secdeden sonra gene tek sırayı oluştururlar, devrin imamının dergâhının dışında. Ondan sonra da sağdan sola doğru secde ederek sıralanırlar zemin katta. Oradan asma kata yükselerek onarlık sıralar halinde secdeye gelirler. Onarlık sıralar halinde secde… Yedinci kata kadar çıkabilenler hep secde halindedirler. Onların Kur’ân ile eğitimi orada devam etmez, hep secdede kalırlar.

İşte sevgili kardeşlerim gördük ki; kim zikir hücrelerindeki devrini tamamladıysa, yeterli zikir sayısına ulaşmışsa, o Sidretül Münteha’ya ulaşıyor; İndi İlahî’nin en yüksek noktası, kâinatın en güzel ağacına. Daha güzel yapraklı bir ağaç kâinatta yoktur. Oraya ulaşıyor, oradan Allah’ın Zat’ına yükseliyor, Allah’ın Zat’ında ifna oluyor, yok oluyor. İşte Allah yolundaki bu yolculuğu yapanlar birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci gök katlarında söylediğimiz olayların hepsini yaşadıktan sonra, zikir süresini de tamamlayabilen kişi, sadece o Sidretül Münteha’ya ulaşır. Oradan da Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ın Zat’ında yok olur.
 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Seyr-i sülûk burada tamamlanır. Ruh Allah’a verdiği sözü gerçekleştirmiştir, Allah’ın Zat’ına ulaşmıştır, Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Allah da ruha verdiği sözü gerçekleştirmiştir çünkü ruh ancak Allah’ın yardımıyla Allah’a ulaşabilir. Allahû Tealâ o ruha yardımcı olmuştur. Devrin imamının ruhunu o kişinin başının üzerine getirerek ruhun vücuttan ayrılmasına sebebiyet vermiştir ve ayrılan ruhu da bir disiplin içerisinde altı katlık bir yolculukta sağ ve sol kanat velîleri ile beraber yükseltmiştir. Yedinci kata ise artık sağ ve sol kanat velîsine ihtiyaç olmadan yedinci kata kadar çıkabilenler, ikinci katta devrin imamını ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i sağ ve sol taraflarına alarak, yükselerek Allah’a ulaşmışlardır.

İşte ruhun vücuttan ayrılarak bu yedi kat yolculukta Allah’ın Zat’ına ulaşması, 5-6 aylık veya diyelim 7 aylık bir yolculuğu ifade eder. Normal olarak bu kadar bir devinimin sonunda, insan ruhu seyr-i sülûkunu tamamlayıp Allah’ın Zat’ına ulaşır ve üzerimize farzdır.

Sevgili dîn adamları! Siz bunları bilmiyorsunuz ve insanlara da öğretmiyorsunuz. Ama görüyorsunuz ki her safhası farz. Bütün insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmak mecburiyetindedirler. Farz. Mutlaka mürşidler vasıtasıyla gerçekleşir. Siz mürşidleri de kabul etmiyorsunuz. Bir bakıma öğrendiğiniz ilim bunları ihtiva etmediği için, mazur görülebilirsiniz tabiî. Biz de zaten sizi suçlamak için konuşmuyoruz. Bilmediğiniz bir şeyi öğretemezsiniz. Ama bu nereye kadar geçerliydi? Sizlere gönderdiğimiz ihtarlara kadar geçerliydi. O ihtarları kiminiz yaktınız, kiminiz toprağa gömdünüz, kiminiz okumadan yırtıp attınız. Ama kendinize ve İslâm’a ihanet ediyorsunuz böyle yaparak. Dîn öğreticileri olarak hem İlâhiyat Fakültesinin bütün öğretim üyeleri, hem de Diyanet İşleri Başkanlığı; iki grup da sizler sorumlularsınız. Bu insanlar, 70 milyondan fazla insan cehenneme doğru gidiyor. Bunun sorumluları sizlersiniz.

29 senedir size bunları anlatmaya çalışıyoruz ama onurunuz gâlip geliyor ve bizi dinlemiyorsunuz. Omuzlarınızdaki vebal ağırdır. Sözlerimizi bir âyetle bitirmek istiyoruz, üzerinizdeki vebâli hatırlatmak için. Ahzâb Suresi 67. ve 68. âyetler:

33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnâs sebîl(sebîlâ).

Ve cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptırdılar.”

33/AHZÂB-68: Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).

“Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.”


Cehenneme girenler derler ki: ‘Yarabbi! Biz devrimizin küberasına ve sâdatlarına itaat ettik. Bu yüzden cehennemdeyiz, bu yüzden yolumuzdan saptık. Yarabbi! Onlara iki kat azap ver, en büyük lânetinle onları lânetle.’

Kübera; büyükler demek. Büyüklerin kim olduğu konusunda açıklama yapmamız gerekmiyor, biliyorsunuz büyüklerin kimler olduğunu. Ama sâdatlar denince orada durun. Onlar sizlersiniz. Sâdatlar her konunun ileri gelenleri, siz de dîn konusunun ileri gelenlerisiniz. Okullarınızda öğretim üyeleri olarak dîn öğretiyorsunuz insanlara. Televizyonları parsellemişsiniz, televizyonlarda dîn öğretiyorsunuz. Ama öğrettiğiniz dîn, sizi de öğrettiğiniz insanları da cehennemden başka bir yere taşıyamaz.

Hâlâ anlamıyor musunuz sevgili kardeşlerim? Allahû Tealâ bu hidayet görevini bize verdi. Biz bu bilgileri, hidayet bilgilerini size vermeden evvel hidayetten haberiniz var mıydı? Allah rızası için kendinize gelin. Ülkenize, milletinize, İslâm âlemine ihanet içindesiniz. Evet, bunu size hakaret olmak üzere söylemiyoruz sevgili kardeşlerim, bizi yanlış anlamayın. Ama dîninizi öğrenmekle ve öğretmekle mükellefsiniz ve bunu yüzlerce ihtarımıza rağmen bugüne kadar gerçekleştirmediniz. Üzerinizde şu anda dünyanın en büyük vebali var. 70 milyondan fazla insan bizim ülkemizde şu anda cehenneme doğru yürüyor, yol alıyor. Bunun sorumluları sizlersiniz; Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakültelerinin muhterem öğretim üyeleri. Ümit ediyoruz ki sorumluluğunuza müdrik olup da dîninizi öğrenirsiniz ve öğretirsiniz. Ve dîninizi o okuduğunuz kitaplardan öğrenmeniz mümkün değil. Onun için size 6000 saatten fazla bir eğitim mekanizması hazırladık; 4600 küsur derste, 6000 saatten daha fazla bir öğreti. A’dan Z’ye, istediğiniz bütün bilgiler orada, neyi merak ediyorsanız. Aranızda bize kızanlar da var, onları da biliyoruz ama biz onlara kızamayız. Onlara da tavsiyemiz o. Eğer bize çatmak istiyorsanız elinize 6000’den fazla saatlik bir imkân. İnceleyin ve dîninizi öğrenin. Hidayet devrinin mimarı olarak sizler değil biz seçildik ve Allah bize bu ilmi öğretti. Size öğretmek üzere öğretti. Öyleyse lütfen sorumluluğunuza müdrik olun sevgili dîn öğreticileri!

Hepinizi ne kadar çok sevdiğimizi anlatmak çok güç. Gözünüzün önünde onlar cehenneme gidiyor, siz de onları cehenneme götürenler olarak vazifenizi kötüye kullanmış oluyorsunuz. Neden hâlâ sözlerimizi ciddiye almıyorsunuz sevgili dîn öğreticileri? Vaziyetinizin vahametini hâlâ anlamadınız mı?

Hidayet çağındayız. Hidayeti öğretmekle hepimiz vazifeliyiz. Biz hem sizlere öğretmekle vazifeliyiz hem de herkese öğretmekle vazifeliyiz. Ama siz bizden öğreneceksiniz hidayeti ve onlara, hidayete susamış olan insanlığa öğreteceksiniz. Üç dînin üçünde de hidayet kaybolmuştur. Zaten üç tane dîn yoktur. Sadece Hz. İbrâhîm’in hânif dîni vardır.

İşte sevgili kardeşlerim böyle bir dizaynda her şey tamamlanıyor. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R