}
Vaaz 16.12.2005
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109774

SOHBETİN ADI: VAAZ
TARİH: 16.12.2005

 
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir Cuma günü  Allahû Tealâ bizlere bir vaazı  mümkün kıldı.

Allah’tan bahsetmek, dünyadaki en güzel sohbet diye düşünüyorum. O, Allah ki hepimizi yaratmış. Kâinatı yaratmış; yaratmayı dilediği için. Ne diyor bu konuda? “Allah bir şeyi yaratmayı diler, sonra ‘kün (ol)’ der, olur.” diyor. Bu kadar.  Her şey “ol” demiş, olmuş. Ama şimdi o, “ol” deyip de vücuda getirdiği sisteme baktığımız zaman böylesine inanılmaz bir dengenin var oluşu, bunun (yaratılışın) ilâhi bir olay olduğunu kesinleştiriyor.

Zamanımızın âlimleri diyorlar ki: “Büyük patlama olduğu zaman bütün sistemler aynı anda yerli yerine oturdu ve kâinat büyümeye başladı.”

Sevgili kardeşlerim! Bir kâinat dizaynı düşünün; bir insan vücudu şeklinde. Ve de gezegenlere Allahû Tealâ’nın verdiği kinetik enerji devamlı olarak onların birbirinden ayrılmasını ifade ediyor. Sonsuz bir hızla, kâinat giderek büyüyor, büyüyor, büyüyor. Ve de yaratıcının hangi standartlarda bunu yarattığını düşündüğümüz zaman orada gözlerimiz büyüyor. Öyle bir hız ki sevgili kardeşlerim; eğer bu hızdan saniyenin on beş sıfırlı küçük bir parçasında, küçük parçası kadar hız azalması olsaydı, bu sistem oluşamadan yok olurdu. Bu sistem eğer küçük olsaydı, kendi içine kapanırdı. Hız o noktadan büyük olsaydı, o zaman da her şey darmadağın olurdu, dağılırdı, hiçbir zaman kâinat oluşamazdı. (On beş sıfırlı bir rakam, katrilyon mu diyoruz? Üç. Bin, milyon, milyar, trilyon, trilyar, üç, altı, dokuz, on üç, on beş… ) Böyle bir dizaynda  bu hızın trilyonda biri kadar bir düşüklük olsaydı kâinat oluşamazdı veya bir fazlalık olsaydı kâinat oluşamazdı. Yani dengelerin ne kadar ince hesaplarla yerli yerine oturduğunu  görmenin Allah’ın yaratıcılık vasfını bütün boyutlarıyla ortaya çıkardığını görüyoruz. Bu cansız kâinattaki olay.

Sevgili kardeşlerim! Kendinizi düşünün. Hepiniz bir kâinatsınız. Aslında hesaplamaların yanlış yapıldığı kanısındayız. Çünkü Allahû Tealâ insanı bir kâinat hüviyetinde, kâinatı da insan hüviyetinde yaratmıştır. Ve rakamsal değerlerin eşit olması lâzımdır. Şimdi bakıyoruz. Bir insan 70 trilyon hücreden oluşmaktadır. Belki de bu 70 trilyon değil 100 trilyondur. Kimse kesin bir rakam ortaya koyamıyor. Tahminlerden bahsediliyor. Bu 70 trilyon hücrenin içinde her kişi 23 çift kromozom taşıyor. Bu 23 çift kromozomun her birinde 20 bin parçacık olduğu söyleniyor. Bir neticeye ulaşacaksınız burada (Çarpın bakalım. Matematiği yüksek olan birisi çarpsın neticeyi bana söylesin). Ondan sonra kâinattan bahsediliyor, deniliyor ki: “100 milyar galaksi var, her galaksinin içinde 100 milyar da yıldız var.” Veya daha yüksek bir rakam söyleniyor, her neyse. Sevgili kardeşlerim! Bu iki rakamın birbirinden ayrı çıkması mümkün değildir. Öyleyse hesaplamaları yaptığımız zaman çıkan farkın bir tanesinde büyük yanlışlıklar var demektir. Eğer biz hepimiz bir nokta kadar küçülebilseydik şu dünyada, kâinatta insanın var oluştaki büyüklüğü neyse, o noktaya inebilseydik ve kendimize bakabilseydik eğer bir kâinat görecektik. Hareket halindeki bir kâinat görecektik her şeyiyle. Böyle bir statüde rakamların yaratılan statü içerisinde, mikro ve makro âlem dengelerinde aynı sistemlerin oluşması söz konusudur. Nasıl protonların etrafında elektronlar dönüyorsa, nasıl sabitelerin etrafında gezegenler dönüyorsa, birbirine baktığımız zaman mikro âlemde ve makro âlemde aynı şeylerin söz konusu olduğunu görüyoruz. Galip kuvvet küçük kuvveti etrafında döndürüyor. Hıza bağlı TEKNİK ARIZA bir gelişme.

Öyle bir yapı düşünün ki; şu kâinat genişliğinde eksik hiçbir nokta bulamazsınız. Her şey yerli yerine cuk oturmuş durumda. Biz insanlara sadece Allah’ın kanunlarını öğrenmek kalıyor. O kanunları kuran, onları yaratan Allahû Tealâ’yı düşünün. Nasıl bir Allah ki; canlıyı yaratmış. Nasıl bir Allah ki; akıl denen bir müesseseyi koymuş ortaya. Bütün kâinatı akıl kumanda ediyor. Kendi aklımız dediğiniz zaman zannetmeyin ki kendimize ait bir akıl var. Allahû Tealâ sadece mevcut olan aklı kullanma yeteneği vermiş bize. Öyleyse sevgili kardeşlerim, bir insan olduğunuzu düşünün. Düşünebiliyorsunuz, mukayese edebiliyorsunuz,  Allahû Tealâ’yı idrak etmeniz için her şey size verilmiş. Bırakınız kâinatın en akıllı mahlûku olan insanı, hayvanlara bakın. Onların da Allah’ı tanıdıkları kesin.

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de: “Her hayvanlar grubunun bir başkanı vardır. Onlar da bize ibadet ederler.” diyor.  Öyleyse A’râf Suresinin 179. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın kullandığı ifadeye bakın:
    

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi, lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).

Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

         
Allahû Tealâ diyor ki:“ Biz cehennemi insanların ve cinlerin çoğu için yarattık. Onların gözleri vardır, ama o gözlerle göremezler. Onların kulakları vardır, o kulaklarla işitemezler. Onların kalpleri vardır, o kalplerle fıkıh edemezler (idrak edemezler). Onlar hayvanlar gibidirler, hayır, hayvanlardan daha aşağıdırlar.”

Hayvanların da Allah’a ibadet ettiğini bir düşünün. O zaman ibadeti yapmayan, Allah’ı tanımayan bir insan hayvanlardan daha aşağı bir sınıfa düşüyor. O kendisini yaratan kâinatın, kâinatı oluşturan Allah’ın, bir yaratıcının var oluşunu idrak edemiyor. Bu en çok, bu ateistlere acıyorum. Allahû Tealâ’nın var oluşunu düşünemeyen bir insan, kendisine bir baksa, “Ben varım, şu kadar trilyon (katrilyon)  nesneden oluşuyorum ve de düşünebiliyorum.”Allahû Tealâ’nın yarattığı statüye baktığımız zaman sevgili kardeşlerim, sadece hayranlık duyabiliyoruz.

Hiç karıncaların nasıl çalıştığını görebiliyor musunuz? Karıncalar dur durak bilmeden sadece çalışıyorlar. Binlerce, on binlerce karınca bir tek yuvanın içerisinde sadece bir gidip gelme eylemi içersindeler. Gidecekler, kendilerine gerekli olan şeyi alacaklar ve yuvalarına taşıyacaklar. Bu konuda çekilen filmleri dikkatle izleyin. Onların da bir akılları olduğunu, kendilerine verilen emir silsilesi içerisinde yapmaları lâzım gelen her şeyi en güzel standartlarda yaptıklarını görüyorsunuz. Bunun kendi kendine oluşmasının imkânsız olduğunu düşünün. Öyle bir statü ki karıncalarda da arılarda da gruplar sınıflar ayrılmış. Her sınıf kendi görevini gayet güzel biliyor.

İnsanlar bir iş yaparken (eğer tasavvufta değillerse), herkes birbiriyle kavga eder. Birinin davranışlarını öteki çekemez, her an aralarında anlaşmazlık vardır. Ama ne arılarda ne karıncalarda bu anlaşmazlığı göremezsiniz. Herkes çalışmaktan, başkasıyla kavga etmek imkânını bulacak zamana sahip olamaz. Öyle bir çalışma dizaynı ki biz insanların sadece  hayranlık duyması lâzımdır.

Yaradılışımızın statüsüne baktığımız zaman bir insan vücudu, bir fevkalâdelikler grubudur. Her şeyimizle bir bütünüz. Ve de yaratık olduğumuzun bütün standartları bize verilenlerde mevcuttur. Bir beynimiz var; insanlar zanneder ki bizim beynimiz var; beynimiz akıllıdır, o aklıyla bizi kullanır. Hayır! Beynimizin aklı yok. Akıl, beynimizi kullanıyor. Akıl hepimizi kullanıyor. Hepimiz aynı akıldan hareket ediyoruz. Hepiniz bir beyin taşıyorsunuz, beyniniz sizi idare edebilecek olan vasıfların sahibi değildir. Aklın beyne kumanda etmesi vasıtasıyla kumanda ediliyorsunuz. Bir tek merkezden; Allahû Tealâ’nın akıl adı verdiği o muhteşem müesseseden hepiniz idare ediliyorsunuz. Herkesin kendi aklının statüsüne göre ulaşabildiği hedefler vardır. Aklı, o aklın statüsünde, aklın beyinden kullanabildiği alan önemli sadece. Ne kadarını kullanabiliyor? Beyniniz neye müsait? Aklınız demiyorum, herkesin aklı eşit standartların sahibidir. O insana ait olan kendi beyninin ürettiği bir vasıta değildir. Tam aksine beyni kullanarak fizik vücudumuza kumanda eden sistemin adıdır. Allah’ın yarattığı, var olan en mükemmel statü, akıldır. Hepimize o akıl kumanda eder. Ama aklımız, dünya üzerindeki davranışlarımız, dünya üzerindeki diğer davranış biçimlerine ayak uydurmak mecburiyetindedir. Bir başka ifadeyle; aklın beyne kumanda kabiliyeti o kişinin çevresindeki şartlara göre tayin eder. Yani orada Allah’ın bütün emirleri çiğneniyorsa, yasak ettiği fiiller işleniyorsa o zaman, aklın dünya üzerindeki tecrübesi bu statüye dayalı olacaktır. Ve vücudu buna göre idare edecektir. Unutmayın; vücudun kumandanı akıldır. Nefs negatif taleplerini, ruh pozitif taleplerini akla ulaştırır. Ve ortaya çıkan şey, o çevredeki davranış biçimleri dizisinin, aklın oraya uyum sağlamasında gösterdiği özelliklerdir. Eğer bir yerde Allah’ın bütün emirleri çiğneniyorsa nefs ile ruhun akla gönderdiği talepler, negatif talepler olarak hükümferma olacaktır. Çünkü aklın o âlemde o noktada şuur kazanması, o beyin üzerinde onun etrafındaki statüye bağlıdır. Böylece akıl her yerde, her insanda farklı sonuçlar ortaya koyar. Aklın çeşitli fakülteleri; mantık, zekâ, muhakeme; her biri aklın ayrı bir fakültesidir. Ve her insana göre de değişik sonuçlar ortaya çıkar.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım gönül dostlarım! Bütün bunları neye anlatıyorum? Hepimiz sadece bir yaratığız, bir mahlukûz. Ötesi yok. O, yaratan Allah’ın naçiz bir kölesiyiz. O yaratmış. Hiç birimiz, hiçbir şey değiliz aslında. Bir robotuz diyebilirsiniz. Aklın, aynı aklın, hepimizi kendi çevremiz içerisinde, bizim dizaynımıza göre, bizim yaşayışımıza göre kullandığını hiç unutmayın. Hepimiz aslında O’nun köleleriyiz. İşte akıl denilen müessesenin karar verme yeteneği, şuur kazandığı ortama göre şekillendiği için bazı insanlar negatif bir devrenin içinde oluyorlar, bazı insanlar pozitif bir devrenin içinde oluyorlar. Ama sevgili kardeşlerim, eğer insan Allah’ın onu tekabül ettireceği metotlara başvurursa o, Allah’ın sevdiği bir insan olur; yolunu tayin etmesi kaydıyla. Allahû Tealâ ne yapar? Aklın o kişiyi en güzele ulaştırmasını sağlar. O kişi onu istediği için. Hedefi o olduğu için. Seçim hepinize tek tek bırakılmış. Herkes serbest iradesini dilediği gibi kullanmak imkânının sahibidir.
 
İşte böyle bir dizaynda sevgili kardeşlerim, biz Allahû Tealâ’nın kölesi olmaktan en büyük şerefi duyanız. En köle biziz. Azatsız köle. Öyleyse Allahû Tealâ bizim aklımızı kullanarak bizi kumanda ediyorsa burada çok önemli bir faktör yok mu sevgili kardeşlerim? Mutluluk için bütün şartları hazırlamış. Allah’a sadece teslim olacaksınız. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, ne zaman iradenizi de teslim ederseniz; şu dünyada mutluluktan başka bir şey mevcut olmadığını göreceksiniz. Mutsuzluğu yaratan biz insanlarız. Birbirimize oluşturduğumuz negatif tesirlerle hem kendimizi mutsuz ederiz hem de çevremizdeki insanları. Birbirimize ulaştırdığımız pozitif tesirlerle hem kendimizi mutlu ederiz, hem de çevremizdeki insanları. Öyleyse böyle bir dizaynda Allah’ın akıl statüsü içerisinde her şeyden haberdar olması, ilmi ve rahmetiyle bizi kuşatan o standarttır. Her şeyimizden daha biz karar aşamasındayken haberdar olur. Allahû Tealâ müsaade vermese o kararımızı gerçekleştiremeyiz. Her şeyden aynı anda haberdardır, aynı anda müsaade çıkmıştır. Kişi ne yapacaksa Allahû Tealâ ona o müsaadeyi vermiştir. Öyleyse Allahû Tealâ’nın akıl müessesesini kullanma standardı bir sonsuzluktur. Hepimiz onu hudutlu olarak kullanma imkânının sahibiyiz.

Öyleyse neden Allahû Tealâ zamandan münezzehtir? Neden Allahû Tealâ mekândan münezzehtir? İşte Allahû Tealâ’nın zamandan münezzeh olmasını sağlayan şey aklın, Allah’ın akıl adı verilen o müessesesinin, Allah’a kazandırdığı hudutsuz hız. Hız, sonsuz olduğu noktada mekân müessesesi geçerli değildir. Kâinatın her noktasında Allahû Tealâ aynı anda bulunabilir. Onun sonsuz hızı bunu sağlar. Zamanın her noktasında, her yerde, sıfır zaman aralığında kâinat üzerindeki her noktada bulunabiliyorsa o zaman, mekândan da münezzeh olur. Zamandan münezzeh olan Allahû Tealâ bu sebeple mekândan da münezzehtir ama biz insanlar her açıdan hudutluyuz.
 
Hız adı verilen müesseseyi ancak ilimle daha üst, daha üst, daha üst boyuta çıkarabiliriz. Ama bizim dünyamızdaki insanlar henüz ışık hızının ötesine ulaşamamışlardır. Işık hızına da ulaşamamışlardır. Öteye ulaşıldığında birçok sırrın yeniden çözüleceği, çözülmesi söz konusudur. Öyleyse Allah’ı çok sevin sevgili kardeşlerim. Ne kadar severseniz, O’na ne kadar teslim olursanız, mutluluğunuz o boyutta mutlak olarak artacaktır. O’nun kumandası altında hep doğruları Allahû Tealâ size işleteceği için bu doğruların ışığı altında hedeflere yürüyeceksiniz. Doğrular, Allah’ın doğruları. Allah için var olmak, bütün insanlar için bir temel sebeptir. Ama Allah’ın o mutlak akıldan kullandırdığı aklı kullanan insanlar, şeytana da kul olabiliyorlar.

Sevgili kardeşlerim can dostlarım, gönül dostlarım! Yaratan sadece Allah’tır. Allah’tan başka hiçbir varlık yaratma kabiliyetinin sahibi değildir. Hepimiz o yüce Rabbimiz tarafından yaratıldık. Ve de fonksiyonel olarak insanı incelediğiniz zaman verilen imkânların muhteşem olduğunu görürsünüz. Her şeyimizle bir bütün olduğumuzu sakın unutmayın. Fizik vücudumuzla, nefsimizle, ruhumuzla ayrı ayrı statülerde, üç ayrı muhtelif muhteva taşır. Her biri ayrı bir âlemin varlığıdır. Ve bu üç varlıktan ibaret bir bütünü oluşturuyoruz. Üçü birden verilmiş bizlere; ruhumuz, vechimiz, nefsimiz… Emr âleminin malı ruhumuz, zahirî âlemin malı fizik vücudumuz, berzah âleminin malı nefsimiz. Üçünün de şekli birbirinin aynıdır. Ve hepsi vardır. Öyleyse sevgili kardeşlerim, var olan bu nesneleri, sadece Allah için kullanabildiğiniz takdirde mutluluk adı verilen dengeyi yakalayabilirsiniz. Mutsuzluk, dengenin bozulması halidir. Niçin yaratıldığınızın farkına varacaksınız. Mutluluğun gerçek sebeplerinin önce ruhunuzun, sonra fizik vücudunuzun sonra nefsinizin Allah’a teslimiyle gerçekleşebileceğini dikkatle yerli yerine oturtacaksınız. Göreviniz sadece Allahû Tealâ’nın söylediği o hususu gerçekleştirmektir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).

Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.

95/TÎN-5: Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).

Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).


“Biz nefsi bir ahsen-i takvim içinde yarattık. Sonra onu esfel-i sâfilîne reddettik.

Nefsiniz, o esfel-i sâfilînden çıkacak ve Allah’ın ruh hüviyetine soktuğu bir dizayna kavuşacak.
Daimî zikre ulaştığınız zaman nefsinizle ruhunuz arasındaki olaylara bakış açısından bütün farklılıklar kalkar. Ruhunuz ne ister? Allah’ın emrettiği her şeyi yapmak. Ruhunuz ne ister? Yasak ettiği fiilleri işlememek. Nefsiniz? Allah’ın emrettiği hiç bir şeyi yapmamak ister. Allah’ın yasak ettiği her şeyi yapmak ister. Nefsin afetleri buna göre, ruhun hasletleri de birinci söylediğim hususlara göre yaratılmıştır. Peki, Allah’ın bizden istediği nedir? Kavganın bitmesi. Sadece bir tek açıdan kavga bitebilir. Nefsiniz değişebilir, ama tekâmülün son safhasında yaratılmış olan ruhunuz, hiçbir şart altında değişmez. O sadece güzelliklerden oluşmuştur. Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirmek ister, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemek istemez. İşte Allahû Tealâ nefsinizi de bu hüviyete ulaşabilecek bir özellikle yarattığını söylüyor: “Ahsen-i takvim içinde yarattık, bir zaman parçasında ahsene ulaşabilecek olan bir özellikle yarattık.” diyor.

Daimî zikre ulaştınız. Daimî zikre ulaştığınız zaman Allahû Tealâ’nın vücuda getirdiği şeye dikkatle bakın. Orada sizin için mutlulukların sonsuzluğu vardır. Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmekten sadece zevk alırsınız. O emirleri yerine getirmenin zevkini üst seviyede yaşamayı nasip eder size. Kim nefsindeki bütün afetleri yok ederse o, Allah’ın emrettiği şeylerden sadece zevk alır, yasak ettiği şeylerse ona hüzün verir.

Sevgili kardeşlerim! Allah öylesine güzel dizayn etmiş ki. Bütün nefsler ruh hüviyetine dönüşebilir, ahsen-i takvime ulaşabilir. Bu özellikte yaratmış. Nefs tezkiyesi sonra da tasfiyesi ve nefsinizin ruhunuzun hüviyetine bürünmesi. Ne oldu? Siz mutluluğu bütün boyutlarıyla yaşayan birisi oldunuz. Neden? Çünkü ruhunuz size ne emrediyordu? Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmenizi. Ruhunuz size ne emrediyordu? Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlememenizi. Ruhunuz Allah’a ulaşmış, yok artık ama nefsiniz aynı şeyleri emretmeye başlıyor. Neyi emrediyor? Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmenizi, yasak ettiği hiçbir fiili işlememenizi emrediyor. Allahû Tealâ’nın nefsiniz vasıtasıyla size ulaşan emri, nefsinizin bütün talepleri bunu gerçekleştiriyor sevgili kardeşlerim. Öyleyse ahsen-i takvim içinde yaratılmanın nihai neticesi budur. O ahsen-i takvime ulaşmak, nefsinizdeki bütün afetlerin daimî zikirle yok edilmesine bağlıdır. Yok ettiniz; o zaman ahsen-i takvimdesiniz. Nefsiniz ahsen oldu.

Allahû Tealâ ruhunuzu Allah’a gönderirken nefsinizin yarı yarıya tezkiyesini de garanti etmektedir. Bununla size başlangıçtaki dengeyi kurmaktadır. Başlangıçta denge neydi? Ruhunuz %100 hasletlerle dolu, nefsiniz %100 afetlerle dolu. Denge var mı? Evet. Ne kadar geceyse, o kadar gündüz. Allahû Tealâ ne yapıyor? Aynı dengeyi size kurduruyor. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an, bu hedefe ulaşmak üzere hareket edip mürşidinize ulaştığınızda ruhunuz vücudunuzdan ayrıldı. Sizi koruyacak olan (afetlerden koruyacak olan), hasletleri, güzellikleri emredecek olan ruhunuz yok ama Allahû Tealâ orada kontrolü ele alıyor. Ne zamana kadar? Dengeyi kurduğu noktaya kadar. Nefsinizin afetlerinin %50 den fazlasının yok olduğu noktaya kadar Allah’ın kumandası altındasınız. Nefsiniz size öyle bir hüviyette hükmedemiyor. Allahû Tealâ koruyucu standartlarını ortaya koymuş, nereye kadar? Aynı noktaya sizi ulaştırana kadar. Başlangıçtaki nokta neydi? Nefsiniz geceyi, ruhunuz gündüzü temsil ediyordu. Nefsiniz afetleri, ruhunuz hasletleri temsil ediyordu. Ne kadar geceyse o kadar gündüz vardı. Karanlık ve aydınlık eşitti. %50, %50. O, %50 noktasına kadar, Allahû Tealâ sizi muhafaza altında tutar. Şeytanın sizi Allah’ın yolundan çıkarmasına, size tesir etmesine mâni olması suretiyle kesinlikle imkân vermez. Şeytan, Allah’a ulaşmayı dileyen bir insana hiçbir şekilde tesir etmek yetkisinin sahibi değildir; ta ki o kişinin ruhu Allah’ın Zat’ına ulaşsın. Ulaştığı zaman dengeye bakalım. Allahû Tealâ nefsinizin kalbinde, %49 fazl, %2 de rahmet oluşturmuş yani nefsinizin kalbinin yarısı Allah’ın emirlerini yerine getirmenizi istiyor, öbür yarısı hâlâ negatif. Ama başlangıçtaki denge tekrar kuruldu.

Sevgili kardeşlerim! Böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın müdahalesinin başladığı yer neresidir? Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an. İstiyor ki Kendisine ait olan ruh, O’na geri dönsün. Allah’ın sizdeki bir parçası (ruhu) Kendisine geri dönsün. Bunu yaparken de adaleti bütün boyutlarıyla koruyor. Başlangıçtaki denge neyse %50 gündüz, %50 gece; %50 karanlık, %50 aydınlık; bu dengeyi Allahû Tealâ sağlıyor sizlere. O sağlıyor. Allaha ulaşmayı dileyen hiç kimse “Ben kendi gayretimle Allah’a ulaştım” diyemez. Onu Allah’a ulaştıran bizatihi Allah’tır, neden? Çünkü sözü var. Allah Teala diyor ki:
 

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Biz dilediğimizi Kendimize seçeriz. (Allahû Tealâ insanların %50’den fazlasını seçer, %80 den, 90’dan fazlasını seçer.) Ve de onlardan kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime ulaştırırım, sadece onu. Ama o ulaşmaz. Ben ulaştırırım.”

Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi için Allah’a ulaşmak, Allah’ın temel olgusudur, mutlak yerine getirilecektir, mutlaka o kişinin ruhu o kişi hayattayken Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır, Allah tarafından ulaştırılacaktır. Başlangıçtaki denge o güne kadar korunur. Şeytanın o kişiye müracaat edip de onu huzursuz etmesi kesin şekilde engellenir. Bu engelin yok olması olayı söz konusudur. Ne zaman? O kişinin ruhu Allah’a ulaştığı zaman.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ sizi çok ama çok seviyor. Zannettiğinizden çok çok ötede bir sevgi bu. Bu sevginin ışığı altında onu siz de çok sevin. Sakın kendinizi aldatmayın! Sevginizin işareti, zikirdir. Ne kadar zikrediyorsanız, işte Allahû Tealâ’yı o kadar seviyorsunuz sevgili kardeşlerim. Eğer bir günde iki buçuk saat zikrediyorsanız, sevginiz %10’dur sadece. Allah’ı ne kadar çok seveceğiniz, zikrinizi hangi ölçüde arttırışınıza bağlıdır. Sevin. Allahû Tealâ’dan sizidaimî zikre ulaştırmasını dileyin ve bu zikrin standartlarında olun.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Cuma’nın vakti inşaallah girmiş durumda. Burada sözlerimizi tamamlıyoruz ve inşaallah sizlere veda ediyoruz.

İmam İskender Ali M İ H R