TARİHİ: 23.10.2006
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sevgili izleyenler, dinleyenler! Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; Ramazan Bayramı geldi. İşte Ramazan ayını geride bırakarak bayrama ulaşmayı Allahû Tealâ nasip kıldı. Bütün bayram sevincini yüreğimizde taa kalbimizde yaşıyoruz inşaallah. Bu vesileyle bayramınızı tebrik ederken, Allahû Tealâ’nın bizleri daha nice bayramlara el ele gönül gönüle, bu sürur içinde, huzur ve mutluluk içinde ulaştırmasını dilerken sizleri çok ama pek çok sevdiğimizi bir defa daha belirtmek istiyoruz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sizler olmasanız Allahû Tealâ’nın bize öğrettiği bunca ilmin ne değeri kalırdı ki! Allahû Tealâ bizi ilim sahibi kılmış. Bu ilim bizde kaldığı sürece, sadece bize faydalı olduğu sürece ne yazardı ki! Ama sizler varsınız sevgili kardeşlerim. Allah’ın bütün güzelliklerini yaşamakta olan sizler...
Bir Ramazan ayını dolu dolu geçirmenin mutluluğu ve huzurunu yaşıyoruz. Her şey çok mu güzel, yoksa bize mi öyle geliyor, sevgili kardeşlerim? Bütün bayramlar güzel ama Ramazan Bayramı 29 gün süren bir orucun arkasından geliyor. Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ: “On bir ayın bir sultanı.” diyor Ramazan ayına. On ikinci ay, diğer on bir aya ilâveten on ikinci ay Ramazan ayıdır. Hamdederiz, şükrederiz Allahû Tealâ’ya bir Ramazan ayını daha idrak etmeyi, tamamlamayı nasip kıldı.
Şimdi sormaz mıyız size sevgili kardeşlerim, her şey çok mu güzel, yoksa bize mi öyle geliyor diye? Ne cevap vereceksiniz bana? Bize de öyle geliyor mu diyeceksiniz? Bu vesileyle sizleri ne kadar çok sevdiğimizi, bir defa daha belirtmek imkânını Yüce Rabbimiz bize sağladığı için O’na sonsuz hamdediyoruz, şükrediyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Her şey gerçekten çok güzel.
Eğer Allah’a ulaşmayı dilerseniz, Allah’ın size verdiği gözlükleri takmış olursunuz. O zaman her şey gerçekten başka görünür. Her şey sizi mutlu kılmak istikametinde adeta bir yarışa girer. İşte bayram dediğimiz zaman olay budur. Ramazan Bayramı, bütün bayramlardan daha güzel bir bayram. Çünkü bu bayram bir aylık bir oruç devresinin sonunda gerçekleşir. Orucun ne kadar mutluluk verici bir şey olduğunu o bir ay veya 29 gün süreyle yaşamış olanlar, onun iftar sevincini yaşamış olanlar, onlar sizlersiniz sevgili kardeşlerim.
Hep beraber bir Ramazan orucunu geçirdik. Bu Ramazan bize itikâfa çekildiğimiz Ankara’daki o 41 günü hatırlattı. Neden 41 gün dedik? Çünkü 41’nci gün de perşembeydi, o gün de oruçluyduk. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Her şey çok mu güzel, yoksa bize mi öyle geliyor?
İnsanlar biliyor musunuz, hep mutlu olmak isterler. İstedikleri bir tek şey vardır mutlu olmak. Bir türlü mutlu olamazlar. Kişi düşünür, yahu der benim çok param olmalı ki, mutlu olayım. Allahû Tealâ’dan ister, Allahû Tealâ’da ona çok para verir. Verir ama kişi bakar ki; çok parası var ama mutlu değil. Ne mene bir şey acaba bu mutluluk hiç düşündünüz mü? Mutluluk, bir insanın iç dünyasında mutluluğu, yani nefsiyle ruhu arasındaki mutluluğu, iç dünyasının bütünüyle afetlerden kurtulup yani nefsinin bütünüyle afetlerden kurtulup %2 rahmet nuru ve %98 fazıl nurundan oluşan nurların o kişinin nefsinin kalbini %100 doldurduğu, şeytanın artık ona asla yaklaşamayacağı bir dizaynı düşünün. İşte bu kişi nefsinin kalbi %100 nurlarla dolduğu zaman, o nefs kalbi sadece Allah’ın bütün emirlerini yerine getirecek olan ve bundan tarifsiz bir zevk yaşayacak olan bir hüviyet taşır.
Sevgili kardeşlerim! İçinizdeki kavganın bittiği bir günden bahsediyoruz. Nefsiniz başlangıçta afetlerle doluydu, Allah’ın bütün emirlerine karşı çıkıyordu, yasak ettiği fiilleri ise mutlaka işlemek istiyordu. Ruhunuzsa %100 hasletlerden oluşuyordu. %98 fazıl, %2 rahmet diye bir ayırım ruhunuzun kalbinde mevcut değildi. Ruhunuz %100 hasletlerden oluşuyordu. Yani Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri ise asla işlemek istemeyen bir özellikteydi. Ne oldu? İki düşman kardeş içinizdeydi. Her an bir savaş veriyordunuz. Allah’ın emrettiği bir şeyi ruhunuz mutlaka yerine getirmenizi istiyordu sizden. Nefsiniz de onu asla işlememenizi istiyordu, yerine getirmemenizi istiyordu. Allah’ın yasak ettiği şeyi de nefsiniz yerine getirmek istiyordu. Ruhunuz onu işlemenizi engellemeye çalışıyordu. Böylece içinizde sürekli kavga halinde olan, birinin evet dediğine diğerinin mutlaka hayır dediği iki düşman kardeş yaşıyordu.
Ama kim nefs tezkiyesini yaparsa, nefsinin kalbindeki durum %51 nur, %49 rahmet olarak ruh vücuttan ayrılıp Allah’a ulaşmış bir noktada kişi yarı yarıya mutluluğu yaşar. Ama nefs tezkiyesi devam ederse fizik vücudun tesliminde nefsinizin kalbindeki nurlar %81’e ulaşır. Yani Allah’ın emirlerini, fizik vücut %19’u buna itiraz etmesine rağmen mutlaka yerine getirir. Yasak ettiği fiilleri de %19 afet işlenmesini istemesine rağmen fizik vücut asla işlemez. İşte bu fizik vücudu teslim noktasıdır. Mutluluğunuz çok büyük bir oranda artmıştır.
Ama bu kadar değil, öyle bir noktaya ulaşacaksınız ki; daimî zikrin sahibi olacaksınız. Ne olur daimî zikrin sahibi olursanız? Daimî zikrin sahibi olursanız, o zaman nefsinizin kalbindeki afetler tamamen yok olur. %2 rahmet, %98 fazıl nurundan oluşan ama kalbi %100 nurlarla dolu olan, %100’ü de Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri işlemek istemeyen bir özellikte bir nefs sahibi olursunuz. İşte burası sizin hayat boyunca sürecek olan kesintisiz mutluluğunuzun işaretini taşır.
• Ulûl’elbab makamına ulaşırsınız nefsinizin kalbi %100 nurlarla dolar.
• İhlâs makamına ulaşırsınız, Tövbe-i Nasuh’la tövbe edersiniz. Bir daha vazgeçilmesi mümkün olmayan son tövbedir bu, Allah’ın söylediklerini tekrar ederek.
• Sonra da Allahû Tealâ son teslimi gerçekleştirir, iradenizi teslim alır.
İşte kim iradesini Allah’a teslim ederse, o kişi sonsuz bir mutluluğu yaşayacak olandır. İşte bayram sevinciyle hepinize sesleniyoruz, daimî zikre ulaşmaya çalışın! Bütün fırsatları değerlendirin. Nefsinizin kalbindeki bütün güzellikleri en güzele çevirmeye çalışın.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Biz hepinizin babasıyız. Babalarınızın da babasıyız, dedelerinizin de babasıyız. Nasıl Hz. İbrâhîm hepimizin babasıysa, o Allah’ın hanif dîninin sahibi olarak hepimizin babasıdır. Bizse bu devirdeki vazifeliyiz sadece. Biz Allah’ın emriyle sizlere mutluluğu ulaştıran, sadece bu alanda sizlere Allah’ın emriyle yardım edecek olanız. Allahû Tealâ bizi bir tek görevle görevlendirdi; hepinizin mutluluğa ulaşması. İşte hedef bu!
Bir Ramazan ayını büyük mutluluklarla tamamlamanın huzuru içinde gene birlikteyiz. Her şey çok mu güzeldi, yoksa bize mi öyle geliyordu sevgili kardeşlerim? Her iftar akşamı, her iftar akşamından sonra yapılan tezekkürler, sohbetler, 29 günlük bir mutluluk şarkıları dizisi. Ramazan geldi, Ramazan geçti, geride çok güzel anılar bırakarak sevgili kardeşlerim. Ömür boyunca hep bu Ramazanları hatırlayacağız. Ramazan gecelerinin o muhteşem teravih namazlarını hatırlayacağız…
Allahû Tealâ bize ne kadar güzel şeyler nasip etmiş öyle değil mi sevgili kardeşlerim? Hepiniz bizi teravih namazını kıldırırken izlediniz. Bizlerle beraber namaz kıldınız. Hangi ülkede olursanız olun aynı saatte namaz kıldık, aynı anda. Gerçi biz o teravih namazını bizim buradaki saatte kıldık ama siz bizim kıldığımız bir namazla bize iştirak ettiniz, kendi dizaynınız içinde. Teravih namazı iftardan sonraki bir namaz, yatsı namazı hüviyetinde kılınan bir namaz olduğu için, hepimiz aynı saatte rahatlıkla kılabiliriz. Gecenin hangi saatinde olursanız olun, teravih namazını bizimle birlikte kılmanızda hiçbir sakınca olmadı, hep böyle yaptınız. Hepimiz bu muhteşem güzelliği birlikte yaşadık her gece.
Sevgili kardeşlerim! Ramazan boyunca en az bir saat süren bu yatsı ve teravih namazı birlikteliği namazların en güzeline bizleri birleştirmedi mi? Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbesi zamanında da Ramazan başlı başına bir olaydı. Bütün sahâbenin en çok zevk duyduğu bir namazlar dizisi Ramazan ayının normal namazlarla birlikte kılınan teravih namazlarıydı.
Sevgili kardeşlerim! Her şey öylesine güzel ki! Bilmem ki nasıl anlatsam, nasıl size bu güzelliği sevgili kardeşlerim? Tüm kardeşlerimizin saf saf bulunduğu şehirde, Kâbe’ye dönük olarak namaz kıldığı, hepinizin toplandığınız yer bir çiçeğin, bir yaprağını oluşturuyor. Hepimiz aynı yöne yönelik olarak dünyada Kâbe’ye yönelik bir bütün oluşturuyoruz, bir daire. Her şey ne kadar güzel öyle değil mi sevgili kardeşlerim?
Bütün İslâm âlemi dünyanın dört bir tarafına ulaşmış durumda İslâm. Bugün artık İslâm nüfusu, hristiyan nüfusunu aşmış durumda. Öyleyse İslâm’ın ne olduğu anlaşılıyor. Bütün dînlerin Hz. İbrâhîm’in İslâm dîni hanif dîni olduğu neticesine ulaşıyoruz. Hem Tevrat’ta hem İncil’de Hz. İbrâhîm’den bahsedilir. Hem Tevrat’ta hem İncil’de İslâm’ın 7 safhası, yani Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin 7 safhası bütün boyutlarıyla yer alır.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, Allah’a ne kadar şükretsek, hamdetsek azdır ki; gelecekte dînleri birleştireceğiz. Ve birleştirmekte bir güçlük oluşmayacak. Çünkü onlar henüz kendi dînlerinin de Hz. İbrâhîm’in hanif dînini oluşturan 7 safha ve 4 teslimin yaşanmasıyla kendi peygamberleri zamanında devreye girdiğini henüz bilmiyorlar. Ama onlara hristiyanlara İncil’le, musevilere de Tevrat’la Hz. İbrâhîm’in onlarında babaları olduğunu anlatan âyetleri vererek, hem de 7 safhayı Hz. Musa ve ona tâbî olanlarında, Hz. İsa ve ona tâbî olanlarında Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olarak yaşadıklarını ispat edeceğiz. İslâm âlemine ise çoktan bunları anlattık, ispat ettik hamdolsun.
Öyleyse dînler yoktur, sadece Hz. İbrâhîm’in hanif dîni vardır. O ise dünyadaki bu korkunç katliamı durduracak olan yegâne çözümü ortaya koyuyoruz. Öyleyse sevgili kardeşlerim, hadi gelin Kur’ân-ı Kerim’e bakalım sizinle. Kur’ân-ı Kerim 7 safha ve 4 teslim içerir.
1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek. Farz mı? İşte Allahû Tealâ buyuruyor:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na yönel ve O’na karşı, Allah’a karşı takva sahibi ol.
ve ekîmûs salâte: ve namaz kıl.
ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne): ve müşriklerden olma.
Devam ediyor Allahû Tealâ:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki; onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”
İşte fırkalara ayrılmak şirktir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in en çok korktuğu gizli şirk. Öyleyse ne diyor Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dile. Dilediğin anda gizli şirkten kurtulursun.” diyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in en çok korktuğu şey: “Benim ümmetim açık şirk için bir tehlike muhatabı değildir. Açık şirkle bir tehlikesi olamaz. Açık şirke düşmesi mümkün değildir. Ama gizli şirkten korkuyorum.” diyor. Şu anda bütün İslâm âlemi gizli şirkte, bütün hristiyan âlemi gizli şirkte, bütün yahudi âlemi gizli şirkte.
Sevgili kardeşlerim! Bu bayram dolayısıyla sizlere her şeyin ne kadar güzel olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de en güzel standartlarda her şeyi dizayn etmiş. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilediler mi? Gördük ki farz. Bir âyet yetersizse başkalarını da vermek mümkün. Allahû Tealâ diyor ki Zumer-54’te:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu: Üzerinize azap gelmeden önce Allaha yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin ve O’na teslim olun. (ruhunu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim edin.)”
Lokmân-15’de:
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
“vettebi’ sebîle men enâbe ileyy (ileyye): Kim Bana yönelmişse, Bana ulaşmayı dilemişse, sen de onun gibi yap, siz de onlar gibi Bana yönelin, Bana ulaşmayı dileyin.” diyor Allahû Tealâ. “O’nun yoluna tâbî olun, kim Bana yönelmişse sen de onun yoluna tâbî ol.” diyor. Sevgili kardeşlerim! Bütün sahâbe bunu gerçekleştirmişler.
İşte Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi Allahû Tealâ buyuruyor:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Sahâbe için diyor ki: “Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ: Onlar taguta kul olmaktan içtinap ettiler, kaçındılar.
“Onlara cennet müjdesi vardır, kullarımı müjdele!” Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek farz. Peki, bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemiş mi? Kesin, dilemiş. Dilemişler de ne olmuşlar? Şeytana kul iken, Allah’a kul olmuşlar. Burası 3. basamak, Allah’a ulaşmayı dilediğimiz nokta. Cehennemden kurtulduğumuz nokta. 1. kat cennetin sahibi olduğumuz nokta.
14. basamakta mürşidimize ulaşıp, tâbî oluruz. Peki, farz mı? Elbette farz. Allahû Tealâ diyor ki Âli İmrân Suresinin 104. âyet-i kerimesinde:
3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve mârufla emretsin, ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.
“Aranızda münkerden nehyeden ve ma’rufla emreden bir topluluk oluşsun.”
Âli İmrân-110’da ise diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.
“Sizler münkerden nehyeden ve ma’rufla emreden bir topluluk oldunuz artık.” Sahâbenin üzerlerine farz kılıyor ve bütün sahâbenin bu hedefe ulaştığını söylüyor. Münkerden nehiy ve ma’rufla emreden bir topluluk. Sevgili kardeşlerim! Sahâbenin böyle olabilmesi, bu hedefe ulaşabilmesi bir muhteva taşır. Bütün sahâbe kâinatın en büyük mürşidine tâbî olmuşlar.
Fetih Suresi 10. âyet-i kerime Allahû Tealâ buyuruyor ki:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
“Akabe’de ona tâbî olduğunuz zaman, O’na tâbî oldukları zaman, onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı.” Öyleyse bütün sahâbe tâbî olmuşlar Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ve Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’de tecelli ettiği için, Allah’ın tecellisi sebebiyle tâbiiyetleri en güzele ulaşmış. O’na tâbî olmuşlar. Tâbiiyet farz mı? Allahû Tealâ diyor ki Mâide Suresi 35. âyet-i kerimesinde:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
“Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete: Ey âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler! Takva sahibi olun, ikinci defa takva sahibi olun ve sizi kim Allah’a ulaştıracaksa, Allah’a sizi ulaştıracak olan, ulaştırmaya vesile olacak kişiyi, ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan isteyin.”
Üzerimize farz kılmış. Ve gördük ki; bütün sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar. Tâbiiyetlerini gerçekleştirmişler. Öyleyse ne görüyoruz sevgili kardeşlerim? 14. basamaktaki tâbiiyet farz, bütün sahâbe gerçekleştirmiş, İslâm’ın 2. safhası.
Sonra İslâm’ın 3. safhasına bakıyoruz. Ruhu Allah’a ulaştırmak, farz mı? Allahû Tealâ Zumer-54’te buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu: Üzerinize azap gelmeden önce Allaha yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin ve Allah’a teslim olun.” Burada 4 teslim birden var; ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de ve iradenizi de Allah’a teslim edin diyor Allahû Tealâ. Ama biz sadece birinciyi alalım. Ruhun Allah’a teslimi üzerimize farz kılınmış. Bu kadar mı? Hayır. Muzemmil-8’de Allahû Tealâ diyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen): Allah’ın ismi ile zikret ve her şeyden kesiler Allah’a dön. Allah’a ulaş”
Açık bir şekilde Allahû Tealâ emrediyor. İşte Ra’d Suresi 21. âyet-i kerime:
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
“Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi, O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ruhlarını Allah’a ulaştırırlar.”
Ne diyor? ‘Emrettiği şeyi’ diyor. Allahû Tealâ diyor ki: “Biz Kur’ân’da neyi emrettiysek o bir farz hüküm doğurur.” İşte ruhun hayattayken Allah’a ulaşması sahâbenin üzerine Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış, hepimizin üzerine farz kılınmış. Öyleyse farz ve bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmış.
Bütün sahâbenin ruhlarını Allah’a ulaştırdığını nereden biliyoruz? Kim ruhunu Allah’a ulaştırırsa o kişi Kur’ân-ı Kerim’de hidayete ermiş olarak değerlendirilir. Ruhun dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşması kişinin hidayete ermesidir. Âli İmrân Suresi 73. âyet-i kerime:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
“innel hudâ hudallâhi: Muhakkak ki; hidayet Allah’a ulaşmaktır.” Bütün sahâbe Allah’a ulaşmışlar. Farz buysa, hidayet Allah’a ulaşmaksa…
İşte Allahû Tealâ Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde diyor ki:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
“Onlar (sahâbe), sözü dinlerler, sözün en güzeline tâbî olurlar, onların hepsi hidayete erdiler.” Bütün sahâbe hidayete ermiş, ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Öyleyse bu, 3. safha.
• 1. safha, 3. basamak, Allah’a ulaşmayı dilemek.
• 2. safha, 14. basamak mürşide tâbiiyet, ruhun vücuttan ayrılması.
• 3. safha, 21. basamak, ruhun Allah’a ulaşması, 22. basamak Allah’ın Zat’ında ruhun yok olması.
İşte ruhun Allah’a ulaşması üzerimize Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış ve bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmış.
• 4. safha: 25. basamak fizik vücudumuzun Allah’a teslimi. Farz mı? Evet, Allahû Tealâ farz olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ Yâsîn Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde diyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun): Ey Âdemoğullar! Ben sizlerden ahd almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olun, yani Bana teslim olun diye ahd almadım mı? Bu da Sıratı Mustakîm’dir.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın buradaki dizaynı fizik vücudun Allah’a kul olması, Allah’a teslimi Allahû Tealâ tarafından üzerimize farz kılınmış. İşte böyle bir farzı bütün sahâbenin gerçekleştirdiğini görüyoruz. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde:
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
“Habibim o ümmîilere ve kitap sahiplerine deki: 'Ben ve Bana tâbî olanlar Biz hepimiz vechimizi Allah’a teslim ettik. Fizik vücutlarımızı Allah’a teslim ettik. Sor bakalım o ümmîlere ve kitap sahiplerine onlardan da bunu yapanlar var mı? Varsa onlar mutlaka önce hidayete ermişlerdir.”
Hidayet; ruhun Allah’a ulaşması, fizik vücudun Allah’a tesliminden evvelki olay. Bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler. “Onlara deki: ‘Biz hepimiz vechimizi, fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettik.” Basamak 25.
• 6. safha: 26. basamakta nefs Allah’a teslim olur. Kişi ulûl’elbab olur. Ulûl’elbab olmak daimî zikrin sahibi olmak demek. Âli İmrân 190 ve 191. âyeti kerimeler. Allahû Tealâ buyuruyor:
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“li ulîl elbâb(ulîl elbâbı). Yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: Ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur.”
Ve bütün sahâbenin ulûl’elbab olduğunu biliyoruz. Allahû Tealâ Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde: “Onlar sözü dinlerler sözün en güzeline tâbî olurlar. Onlar hidayete erdiler dedikten sonra, hidayetin bir başka noktasına da ulaştıklarını ve ruhun tesliminden sonra fizik vücun teslimini de gerçekleştirdiklerini ve daha öteye giderek nefslerini de teslim ettiklerini…” söylüyor. Çünkü onlar için “onlar ulûl’elbab oldular.” diyor Allahû Tealâ Zumer-18’de. Daimî zikrin sahipleri olmuşlar, nefslerini Allah’a teslim etmişler. Demek ki; daimî zikir üzerimize farz. Nisâ Suresi 103. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.
“fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de öyleyse Allah’ı zikredin.” diyor. Bir farz emir. Öyleyse Allahû Tealâ daimî zikri farz kılıyor, bütün sahâbe daimî zikre ulaşıyor. Ve ulûl’elbab oluyor.
Peki, daha öteki safha? Bundan ötede 27. basamakta muhlis olmak var. Üzerimize farz mı? Allahû Tealâ farz olduğunu söylüyor. Diyor ki Beyine Suresinin 5. âyet-i kerimesinde:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
“Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe: Onlar emrolunmadılar. Allah’a muhlis kullar olmakla emrolundular. Allah’ın dîninde kalplerini halis kılmış kullar olmakla emrolundular.” Peki, bütün sahâbe muhlis olmuş mu? Olmuş tabiî. Bakara-139’da Allahû Tealâ diyor ki:
2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dîni O’na hâlis kılanlarız).”
“O diğer dînlerin sahiplerine deyin ki: ‘Allah sizinde Rabbiniz, bizim de Rabbimiz. Ama biz O’na muhlis olanlarız.” Bütün sahâbe muhlis olma şerefine ermişler. Burası 27. basamak ve muhlis olmuşlar.
28. basamak zaten son basamak ve irade teslimini içeriyor. Acaba bütün sahâbe irade teslimlerini gerçekleştirmişler mi? Üzerimize farz mı? Bakınız ne diyor Allahû Tealâ sahâbeye;
3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve mârufla emretsin, ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.
3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.
“Sizin içinizden bir toplum oluşsun münkerden nehyeden ve ma’rufla emreden bir toplum.”
Âli İmrân-110’da da Allahû Tealâ diyor ki: “Siz ma’rufla emreden ve münkerden nehyeden bir toplum oldunuz.” diyor Allahû Tealâ. Sahâbe münkerden nehyeden ve ma’rufla emreden bir toplum olmayı başarmışlar. Ayrıca sahâbenin irşad makamının sahibi olduğu Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde de yer almış. Diyor ki Allahû Tealâ:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“Onların, sahâbenin bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi. Bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.” İster ensar olsun, ister muhacirîn hepsine tâbî olunmuş. Hepsi irşad makamının sahibi olmuşlar.
İşte 7 safha:
1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek. 3. basamak.
2. sahfa: Mürşide ulaşıp tâbiiyet. 14. basamak.
3. safha: Sonra ruhun Allah’a ulaşıp teslimi. 1. teslim. 21. basamak.
4. safha: Sonra fizik vücudun Allaha teslimi. 2. teslim. 25. basmak.
5. safha: Sonra nefsin Allah’a teslimi. 3. teslim. 26. basamak.
6. safha: Sonra muhlis olmak. 27. basamak.
7. safha: Sonra iradenin teslimi. İrşad makamına tayin olmak. İradenin teslimiyle 4. teslim. 28. basamak.
7 safhada 4 tane teslim. İşte bu Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dîni Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz, indirdiğimiz dîni Sana da vahyetmek suretiyle size de şeriat kıldık. Fırkalara ayrılmayın ve dîni ayakta tutun diye. Müşriklere söylediğin şey Allah’a ulaşmayı dileyin sözü onlara ağır geldi. Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor.
Ne görüyoruz ayette tek bir şeriat. Hz. Nuh’un da, Hz. İbrâhîm’in de şeriatı, Hz. Musa’nın da şeriatı, Hz. İsa’nın da şeriatı ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) ‘in de şeriatı aynı şeriat. Ve Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e:
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
“Sen hanifsin, hanif olarak vechini dîne ikame et, o hanif fıtratıyla ki; Allah bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Ve bu dîn kayyum olan bir dîndir. Ezelî ve ebedî olan dîndir. Allah’ın ne dîninde ne de insanları bu dîne uygun olarak hanif fıtratıyla yaratmasında bir değişiklik göremezsin.” diyor.
• İşte Kur’ân-ı Kerim 7 safha 4 teslim, hepsi farz, hepsi gerçekleşmiş.
• İşte İncil, 7 safha 4 teslim, Hz. İsa zamanında hepsi gerçekleşmiş. 7 teslimin 7’si de yaşanmış.
• İşte Tevrat 7 safha 4 teslim Hz. Musa zamanında 7 safhada 4 teslim de yaşanmış.
Yeter mi? Hayır, Kur’ân-ı Kerim’de de İncil’de de Tevrat’ta da 7 safhanın 7’si de farz. Öyleyse 3 mukaddes kitapta da:
• 7 safhanın 7’si de farz.
• 7 safhanın 7’si de gerçekleştirilmiş, o peygamberler zamanında, o peygamberler ve o peygamberlere tâbî olanlar tarafından 7 safhanın 7’si de gerçekleştirilmiş.
• Üçünde de Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin onların dîni olduğu söyleniyor.
Hz. İbrâhîm’in hanif dîni:
1- İnsanları Allah’a ulaştıracak, tek bir Allah’a evvelâ inanç, vahdet akidesi. Allah tekdir. Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin temeli Allah’ın tekliğine dayanır, vahdet.
2- Tevhid, Allah’a ruhunu ulaştırmayı dileyen insanların oluşturduğu tek bir toplumu vücuda getirmek.
3- Teslim, ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek.
Ne gördük? 3 kitabın 3’ünde de bunların hepsi farz. 3 kitapta da 3 peygamber ve onlara tâbî olanların hepsinin bu 7 safha 4 teslimi gerçekleştirdikleri yazıyor. 3 kitapta da Hz. İbrâhîm ve hanif dîni net olarak yer almış.
• Onların da Hz. Musa’nın da Hz. İbrâhîm’in hanif dînini yaşadığı, Tevrat’ta.
• Hz. İsa’nın da Hz. İbrâhîm’in hanif dînini yaşadığı, İncil’de.
• Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimizin de Hz. İbrâhîm’in hanif dînini yaşadığı, Kur’ân-ı Kerim’de anlatılıyor.
Yeter mi? Hayır, yetmez.
• Kur’ân-ı Kerim ayrıca Hz. Musa’ya Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin farz kılındığı, Hz. Musa ve ona tâbî olanların 7 safhanın 7’sini de yaşadığı, Tevrat’ta 7 safhanın 7’sinin de farz kılındığı, Kur’ân-ı Kerim’de de anlatılıyor.
• Gene Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa’nın 7 safhanın 7’sini de gerçekleştirmenin Hz. İsa’nın üzerine farz kılındığı ve ona tâbî olanların üzerine farz kılındığı. Ve onlar tarafından yaşandığı, Kur’ân-ı Kerim’de ayrıca anlatılıyor.
• Ve gene Kur’ân-ı Kerim bütün detaylarıyla 7 safhanın 7’sinin de Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve onun sahâbesine, bütün Kur’ân’a tâbî olanlara farz kılındığı ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le bütün sahâbesinin 7 safhanın 7’sinin de yaşadığı Kur’ân-ı Kerim’de anlatılıyor.
O zaman sevgili kardeşlerim, bir Ramazan müjdesi bu! Dînler yoktur, bir tek dîn vardır. O dîn; Hz. İbrâhîim’in lisanıyla hanif dîni. İslâm lisanıyla İslâm dînidir. Hanif; Allah’a teslim olmak demektir. Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek demektir. Öyleyse soruyoruz. Bu bayram sevinciyle hepinize soruyoruz. Dînler var mı? Sevgili izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim! Hristiyan toplumu, yahudi toplumu ve İslâm toplumu dînler var mı? Hayır, dînler yok, bir tek dîn var.
Öyleyse bu kavgalar neden? Bu savaşlar neden? Arkasında sadece şeytan var. İşte o kavgaları o savaşları sona erdirmekle vazifelendirildik. O toplumlara bunları kendi kitaplarından ispat edeceğiz. Bütün âyetler elimizde. Hepsinin, 3 peygamberinde, kendilerine tâbî olanlarla beraber 7 safhanın 7’sini de yaşadığını, bunun Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olduğunu ve 3 kitapta da farz kılındığını ispat edeceğiz herkese. Şu anda dînler arası savaş yapılıyor. Hristiyanlarla ve yahudilerle İslâm arasında savaş var. İnsanlar öldürülüyor, insanlar katlediliyor. Bu katliama dur demenin zamanı gelmiştir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bayrama ulaşmanın mutluluğu içerisinde dünyadaki katliam sebebiyle onun hüznünü yaşayarak sizlere bayramınız mübarek olsun diyoruz. Daha nice bayramlarda Allahû Tealâ’nın bizleri bir araya getirmesi dualarımızla, dileklerimizle huzurlarınızdan ayrılıyoruz inşaallah.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada bitiriyoruz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R