}
İslâm'a Davet 29.07.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111423


SOHBET ADI: DAVET

TARİHİ: 29.07.2007


Sevgili izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrediyoruz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Davet.

Biz İslâm âlemini İslâm’a davet ediyoruz. Birçok kişi, İslâm âleminin dediğine göre zaten adamlar İslâm. O zaman “Nasıl İslâm’a davet ediyorsun?” diye bir sual gelecektir akıllarına. Bunu normal telâkki ediyoruz. Ama bizim bu hedefe varışımız, İslâm âleminde İslâm’ın yaşanmadığı gerçeğinden hareketledir. Bu gerçekten neşet ediyor (oluşuyor); davet.

Sevgili izleyenler, dinleyenler, her şeyden evvel şunu çok açık bir şekilde belirtmek istiyorum: Biz sizleri çok seviyoruz. Kendimizden daha fazla ve hepinizin sadece mutlu olmasını diliyoruz. Mutsuzsunuz öyle değil mi? Çok para kazanmakla mutlu olacağını zannedenler de o parayı kazandıkları halde mutsuz olduklarını görüyorlar. Öyleyse hiç düşündünüz mü sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım,neden biz mutluyuz? Çünkü Allah’ın emrettiği bütün boyutlarda İslâm’ı yaşıyoruz. Allah zaten başka bir dîn hiç indirmemiş. Bir tek dînden bahsediyor. Bu dîn Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Biz onu yaşıyoruz.

Hz. İbrâhîm’in hanif dîni üç esastan oluşur.

1- Vahdet akidesi (Allah’ın tekliği): Tek bir Allah vardır.
2’ncisi: Tevhid; ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir toplum.
3’üncüsü: Teslim; ruhu (22. basamak), vechi (fizik vücudu; 25. basamak), nefsi (26. basamak), iradeyi (28. basamak) Allah’a teslim etmek.

İşte yaşanması lâzım gelen İslâm budur. Biliyoruz ki şimdi dîn öğretenler bu söylediklerimize eski köye yeni adet diye bakıyorlar. “Biz,” diyorlar, “asırlardan beri; en az 12 asırdan beri bize öğretilen bir İslâm dînini öğrendik ve de onu tatbik ediyoruz. Ne yani yanlış mı yapıyoruz?” Eğer gerçekten bu sual bize soruluyorsa: “Evet,” diyoruz, “yanlış yapıyorsunuz.” Çünkü o 12 asırdır yaşadığınız İslâm, 14 asır evvel yaşanan İslâm’dan çok farklı bir İslâm. İslâm’ın temel bütün umdelerini yok etmiş olan bir dîn anlayışı, İslâm dîni anlayışı bugün İslâm âleminde hâkim.

İslâm’ın şaşaasının devam ettiği yıllarda; Osmanlı yıllarında olaya bakıyoruz. Toplumun büyük kısmı Kur’ân’daki İslâm’ı yaşıyor. İşte o İslâm’ı yaşayanlar tasavvuf erbabıdır. Onlar, Allah’a ulaşmayı dilerler. Onlar, mürşidlerine tâbî olurlar. Onlar bu iki işlevi Allah’ın emri üzerine tamamlayınca, Allah onların ruhlarını Kendisine ulaştırır. Ruhlarını Allah’a teslim ederler. Bu kadarı zaten Allahû Tealâ tarafından garanti edilmiş. Bir insan sadece Allah’a mülâki olmayı yani ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı sadece dileyecek. Tamam. Allah için bu kadarı yeter. O dilek üzerine Allah harekete geçer. Ve o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştırır. Önce o kişiyi mürşidine ulaştırır. Tâbiiyetini gerçekleştirir. Allah’a doğru yola çıkan ruhunu da Kendisine ulaştırır. Allah’ın garantisi altında bir dizayn.


Sevgili kardeşlerim, biz İslâm’a davet ettiğimiz zaman aslında Hz. İbrâhîm’in hanif dînine davet ediyoruz. Hz. İbrâhîm’in hanif dîni; ruhun Allah’a teslimini, fizik vücudun Allah’a teslimini, nefsin Allah’a teslimini ve iradenin Allah’a teslimini içerir.

Öyleyse vahdet akidesi (Allah’ın tekliği), hanif olan bir tek Allah’ın var olduğuna kesin şekilde inanandır. İki, hanif olan Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırkanın içindedir. Eğer böyle bir talebi yoksa Allah’a ait olan ruhu; Allah’ın ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemiyorsa, Allah’ın bu konudaki emrini gerçekleştirmiyorsa o hanif olamaz. Zaten bundan sonrası hiç olmaz. Çünkü üçüncü hanif dîninin özelliği teslimdir. Ruhun Allah’a teslimidir. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse (ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemezse; ruhunu hayatayken Allah’a teslim etmeyi dilemezse) o kişi hanif dînini yaşamıyor.

Sevgili kardeşlerim, ne kalmış elimizde İslâm’dan? İslâm’dan elimizde kalan, İslâm’ı yaşadığını zanneden büyük kitlelerin bildiği bir tek şey var: İslâm’ın 5 şartı.

*Namaz kılmak.
*Oruç tutmak.
*Zekât vermek.
*Hacca gitmek.
*Ve kelime-i şahadet getirmek.

İslâm’ın 5 şartı. Zannediyorlar ki İslâm’ın 5 şartını yaşarlarsa mutlaka cennete girecekler. Diyorlar ki: “Biz günahkâr olabiliriz. Allahû Tealâ bizi cehennemine atacaktır muhakkak, birazcık. Hafif tertip bizi orada kavurduktan sonra, birazcık bize cehennemdeki zebaniler eziyet ettikten sonra biz oradan çıkacağız, doğru posta cennete gideceğiz. Ondan sonra kekâ, ömrümüz boyunca yani cennetin gökleri çatlayıncaya kadar orada cennette keyif süreceğiz.”

Sevgili kardeşlerim, insanları cehenneme sürükleyecek ne kadar unsur varsa iblis önce Musevîlere bunları kabul ettirmiş ve Musevîler çökmüş. Sonra Hristiyanlara kabul ettirmiş; Hristiyanlık çökmüş. Öyle ki Peygamber Efendimiz (S.A.V) göreve getirildiği zaman 40 yaşındaydı. Hristiyanların da ondan evvel Musevîlerin de büyük kısmı, çok çok büyük bir kısmı zaten yoldan sapmışlardı. Ama gene Hristiyanların içinde de Yahudilerin içinde de gecenin büyük kısmında Allah’ı zikreden ve çok uzun süre secdede kalan, kanitin olanlar vardı. AllahûTealâ diyor ki: “Nasaranın ve Yahud kavminin hepsi bir değildir. Onların çoğu yoldan çıkmışlardır. Ama öyle bir kısmı vardır ki onlar bütün gece ibadet ederler. Allah’a secde ederler, zikrederler ve kanitin olurlar. Allah için uzun süre secdede kalırlar.”

3/ÂLİ İMRÂN-113: Leysû sevâen, min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum yescudûn(yescudûne).

Onların (hepsi) bir değildir. Kitap ehlinden, gece saatlerinde kıyamda durup, Allah'ın âyetlerini tilavet eden ve secde eden bir ümmet vardır.



Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, dünyayı ele alıyoruz. Çağırdığımız şey Hz. İbrâhîm’in hanif dîni. Bir başka ifadeyle Hz. Musa’nın o devirde; Hz. Musa devrinde yaşadığı dîn İslâm dîni; Allah’a teslim olma dîni. O da Hz. Harun da onlara tâbî olanların hepsi de ruhlarını da vechlerini de nefslarini de iradelerini de Allah’a teslim ettiler.

Hz. İsa devrine ulaşıyoruz. Bakıyoruz ki başta Hz. İsa olmak üzere, o ve ona tâbî olanlar, 12 havari ve o; hepsi ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ettiler. Biliyoruz ki o 12 havarinin arkasından bugüne kadar gelen bir tatbikat manastırlarda yaşanan bir tatbikat; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimiyle alâkalı. Hâlâ onların arasında bu teslimleri yapanlar var.


Sonra İslâm’a geliyoruz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’na tâbî olanların hepsi ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ettiler. Sonra bugüne kadar gelen bir tatbikat nesiller boyunca bunu devam ettirdi. Onlar tarikat mensuplarıdır. Onlar, tarikatı yani tasavvufu yaşayanlardır. Tarikat; yollar demek. Tarik; yol demek, turuk da yollar demek. Ama tarikat kelimesi daha çok kullanılıyor. Bakıyoruz muhtelif tarikatlar var. Aslında tarikat kendisi çoğul ama tekil gibi kullanılıyor. “Falanca falan tarikattan.” deniyor. Tarikten diye bir ifade kullanılmıyor. Doğrusu, falanca tarikten demek. Ama tarikat kelimesi gelmiş girmiş. Öyleyse bakıyoruz: “Aa!” diyoruz, “Bu, Nakşibendi tarikatından. O Mevlâna Celâlettin Rûmî’nin tarikatından, Mevlevî bu.”

Sonra çeşitli tarikatlar bütün sıkı tedbirlere rağmen, Cumhuriyetin başlangıç yıllarında alınan ve korkunç bir tatbikatı gerçekleştiren o korkunç devirden, o devrin içinde de onun arkasında da tarikatlar hep var oldu. Kökü kurutulamadı bütün gayretlere rağmen. 1500’den fazla insan idam edilmesine rağmen kökü kurutulamadı. Allah’a şükrediyoruz hamd ediyoruz ki kurutulamadı; çünkü biz de tarikat mensubuyuz.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, her ne kadar tarikatlar isimli bir dizayn söz konusuysa da muhtelif tarikatlar var ise de aslında sonuç bir tektir. Çünkü sadece bir tek yerden Allah’a ulaşılır. O, devrin imamının dergâhıdır. Yolculuk bu dünyadan başlar. Ve 7 tane gök katını aşarak Allah’ın Zat’ına ruhlar ulaştırılır. Devrin imamının dergâhı manevî alandaki dünyadaki, dünya adı verilen bu gezegendeki Allah’a ulaştıran tek kapıdır. İnsanlar hangi tarikattan olurlarsa olsunlar, her tarikatın Allah’a doğru yola çıkan yolcuları; dervişler, onlar, bu dergâha ulaşıp bu dergâhtan 1. kata, 2. kata, 3., 4., 5., 6., 7. katlara çıkarlar. Öyleyse başka bir yol yok. Hangi tarikata mensup olurlarsa olsunlar insanlar. Diyelim ki falanca Kâdirî tarikatından. Onların da başlangıç noktası gene devrin imamının dergâhıdır. Başka bir Allah’a doğru yola çıkartan dergâh yok. Ama her mürşidin tâbî olduğu bir zemin kat dergâhı mutlaka vardır. Ne var ki onların hiçbirinden Allah’a doğru bir yolculuk yapılamaz. Bütün dergâhlardan yola çıkanlar, evvelâ devrin imamının dergâhında toplanırlar. Çıkış altın bir kapıdan yapılır. Göklere doğru Allah’a doğru bir yolculuk yapılır. Zemin kattan 1. kata, 2., 3., 4., 5., 6., 7. kata; 7. katın 7 tane âleminden sonra Allah’ın Zat’ına ulaşmak söz konusudur.

Öyleyse Musevîlere baktığınız zaman oradaki dînde de bir havralarda yaşanan normal bir dîn var. Bir de onların da tasavvufu yaşayan bir kesimi var. Onlar Allah’a hedeflenenler. Onlar bizim yaptıklarımızı yapanlar. İslâm’da ise adına tasavvuf denen muhteva aslında sadece Kur’ân’daki İslâm’dır. Aynı zamanda İncil’deki İslâm’dır. Aynı zamanda Tevrat’taki İslâm’dır. İslâm deyince, İslâm dîninin adını vurgulamıyoruz. İslâm deyince teslimi vurguluyoruz. Çünkü Hz. İbrâhîm de İslâm’dı. Bu açıdan muhtevaya baktığımız zaman Hz. İbrâhîm’in de İslâm olduğunu görüyoruz; Babamız Hz. İbrâhîm’in.

Şimdi sevgili kardeşlerim, gelin sizinle Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesine bakalım:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).



Ne diyor Allahû Tealâ? “Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya verdiğimiz şeriatı sana ve sana tâbî olanlara da şeriat olarak verdik. Dîni ayakta tutun ve fırkalara ayrılmayın diye.” Yani bu şeriatın özelliği fırkalara ayrılmamak, bir tek fırka oluşturmak. İşte o fırkanın hangi fırka olduğu açık bir şekilde Allahû Tealâ tarafından ifade ediliyor. Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bahsediyor Allahû Tealâ. O’nun hanif olduğunu görüyoruz.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.


Diyor ki Rûm-30’da Allahû Tealâ: “ Habîbim! Sen hanifsin. Hanif olarak vechini (fizik vücudunu) Allah’a ikame et. O hanif fıtratıyla ki; Biz bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. (Yani insan olarak yaratılan hiç kimse hanif fıtratının dışında bir fıtratı yaşamak üzere yaratılmaz.) Bu dîn ezelî ve ebedî bir dîndir.” diyor Allahû Tealâ, “Hanif dîni ezelî ve ebedî bir dîndir. Ve Allah’ın ne dîninde değişiklik yaptığını görebilirsin ne de insanları hanif dîninin dışında, hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerin dışında yarattığını görürsün.”diyor.

Allahû Tealâ dîn olarak bir tek dîni, hanif dînini seçmiş. Ve insanların yaratılışını da sadece bu dîni, hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle donatmış. Ve konunun en ilginç noktasına ulaşıyoruz. Tevrat’ta Allahû Tealâ Hz. Musa’ya diyor ki: “Senin dînin, Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Babanız İbrâhîm’in hanif dînidir.” Neden babanız İbrâhîm? Çünkü Hz. Musa’nın da babası neticede Hz. İbrâhîm’dir. Çünkü Hz. İbrâhîm’in iki oğlundan İshak’ın soyundan gelen Hz. Musa’dır. Sonra Hz. İsa geliyor. O babasız. Ondan sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V) geliyor. O da Hz. İsmail’in soyundan. Hz. İbrâhîm, İshak’ın da İsmail’in de babası. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V) de Hz. İbrâhîm’in soyundan. Bu sebeple babamız İbrâhîm. Hz. Musa da Hz. İbrâhîm’in soyundan. Bu sebeple babamız İbrâhîm. O kadar mı? Hayır. Bu soy ve neseb müessesesinin dışında ondan çok daha önemli aslî faktör var: Hz. İbrâhîm’in hanif dînini yaşamak. Hz. İbrâhîm’in dîninin adı hanif dîniydi (7 safha ve 4 teslimden oluşan).


İşte Allahû Tealâ, Hz. Nuh’un da dîninin hanif dîni olduğunu söylemiş oluyor. Hz. İbrâhîm’in de dîninin de hanif dîni olduğunu söylemiş oluyor; Hz. Musa’nın da Hz. İsa’nın da Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in de. Ve kitapları incelediğimiz zaman Musevîliğin hanif dîni olduğu Tevrat’ta açık bir şekilde yer almış. “Bu dîn hanif dînidir.” diyor Allahû Tealâ. “Ayrıca bu dîn, babanız İbrâhîm’in dînidir de.” diyor. “Sizin dîniniz hanif dînidir.” diyor. Hz. Musa’nın dîninin hanif dîni olduğu Tevrat’ta açık bir şekilde yer almış durumda.

Sonra nereye geliyoruz? Sonra İncil’e geliyoruz. İncil’de de Allahû Tealâ, “Sizin dîniniz,” diyor Hz. İsa’ya, İncil’de yazıyla basılı olarak diyor ki: “Bu dîn, babanız İbrâhîm’in hanif dînidir. Sizin dîniniz, babanız İbrâhîm’in hanif dînidir.”

Ve de Kur’ân-ı Kerim’e geliyoruz. Kur’ân-ı Kerim’de de Allahû Tealâ: “Bu dîn babanızın hanif dînidir.” diyor. Öyleyse nasıl oluyor da 3 tane dîn oluşmuş? Nasıl oluyor da bu 3 kitaplı dînin mensupları birbirinin düşmanı olmuş? Nasıl aralarında yok etme savaşları da dâhil olmak üzere savaşlar olmuş asırlar, asırlar, asırlar boyunca? İşte konunun korkunç tarafı orada. Yahudilerde de manastırlarda yaşayanlar var. Hristiyanlarda da manastırlarda yaşayanlar var. İslâm’da da dergâhlarda yaşayanlar var. Hepsi de aynı dîni yaşıyorlar; Hz. İbrâhîm’in hanif dînini. Ama O’nun emrettiği biçim ve boyutta. O zaman birazcık derinine girdimiz zaman konunun, bugünkü İslâm yaşantısına baktığımızda gördüğümüz şeyin çok ötesinde farklı bir mutluluk anlayışının ve sentezinin oluştuğunu görüyoruz. Bu asırlardan beri devam eden, bir özün bugüne ulaşmasıdır. Ve 3 kitaplı dîne de uygun bir öz.

İşte Musevîlerin Tevrat’ı, 7 safha ve 4 teslimi hem açıklıyor hem farz kılıyor hem de Tevrat, o dînin Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olduğunu söylüyor. İncil’de de 7 safha ve 4 teslim hem Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış hem de Hz. İsa ve ona tâbî olanların 7 safha ve 4 teslimi yaşadıkları ayrı ayrı âyetlerde yer alıyor.

Ve geliyoruz Kur’ân-ı Kerim’e: Kur’ân-ı Kerim’de de 7 safha ve 4 teslimin hem farz olduğu hem de Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz tarafından Onunla beraber olanlar tarafından hep birlikte yaşandığını ve bütün sahâbenin 7 safha ve 4 teslimi tamamladığını görüyoruz. Nasıl Hz. İsa ve onun havarileri hepsi yaşadıysa bunu; ihanet eden bir tek havarinin dışında, 13 taneden 1 tanesi hariç 12’si de yaşamışlar. Sonra, ondan evvel Hz. Musa ve ona tâbî olanlar. Onlardan da bu muhtevayı yaşayanlar, Şeria Nehrinin öbür tarafına geçebilenlerdir.

Sevgili kardeşlerim, 3 kitaplı dînde de olay bu. Ve bakıyoruz, Allah’a ulaşmayı dilemek farz Kur’an-ı Kerim’de:

Allahû Tealâ: “munîbîne ileyhi vettekûhu.” diyor, “Allah’a yönel ve Ona takva sahibi ol.”  

ve ekîmûssalâte: Ve namaz kıl.
ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne): Ve müşriklerden olma.

“O müşrikler ki dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır.” diyor Allahû Tealâ, “Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.



İşte şu anda Hristiyanlığın içinde de ondan evvel Musevîliğin içinde de ve en son İslâm’ın içinde de büyük kesim ne yazık ki Allah’ın yolunu terk etmiştir. Ve 3 dînin mensupları da ayrı bir dînin sahibi olduklarını zannediyorlar. Allahû Tealâ bize eğer, Tevrat’ta da İncil’de de Kur’an-ı Kerim’de de Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olduğunu o dînlerin göstermeseydi, biz de bundan haberdar olmayacaktık. Ama 3 dînin de indirildiği zaman; o kitap indirildiği zaman, Tevrat indirildiği zaman Tevrat’ta o dînin hanif dîni olduğu ifade edilmiş. İncil indirildiği zaman, İncil’de Hz. İsa’nın dîninin hanif dîni olduğu ifade edilmiş. Kur’ân-ı Kerim’de de Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olduğu ifade ediliyor. Ve bu dîn, 7 safha ve 4 tane teslim içerir.

Konu Allah’a ulaşmayı dilemekle başlıyor. Görüyoruz ki Allah’a ulaşmayı dilemek farz. Sonra mürşide tâbiiyet, AllahûTealâ onu da farz kılmış. Diyor ki: “yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete.”

Mâide-35:  

 

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.



“Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olun ve sizi Allah’a ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan isteyin.”

Bu 2. safhası İslâm’ın, mürşidin istenmesi. Sonra ruhu Allah’a ulaştırmak üzerimize defaatle farz kılınmış.  Allahû Tealâ diyor ki:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.



vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen): Allah’ın İsmi’yle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a dön.”

Ruha sesleniyor Allahû Tealâ: “Allah’a ulaş.”

Zikri yapacak olan fizik vücut, Allah’ın İsmi’yle zikredecek ama Allah’a ulaşacak olan ruh. Allahû Tealâ diyor ki:

“irciî ilâ rabbiki: Rabbine rücû et (rücû ederek Allah’a ulaş).”

Fecr-28:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!



Ruhun Allah’a ulaşması, Allah’a doğru yola çıkıp Allah’a ulaşması söz konusu. Allah’a ulaşmayı dilemek farz. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler. Allahû Tealâ buyuruyor ki Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



“O sahâbe var ya!” diyor.

“vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.”

 

“Onlar,” diyor, “tagutun kuluyken Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler) ve Allah’ın kulu oldular. Kullarımı müjdele.” diyor Allahû Tealâ.

Bütün sahâbe şeytanın kuluyken Allah’ın kulu olmayı başarmış. Tâbiiyet, sonra ruhun Allah’a ulaştırılması üç dînde de farz. Ve bütün sahâbe de bunu gerçekleştirmiş. Allahû Tealâ tâbiiyetin var olduğunu, “Orada sana tâbî oldukları zaman onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı,” tarzındaki âyet-i kerimesiyle açıklıyor.

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).

Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).



Sonra bütün sahâbenin Allah’a ulaştığı, “Onlar hidayete erdiler.” diyor Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde.

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).



“Onlar sözü dinlerler ve ahsen olanına tâbî olurlar. Onlar Allah’a yöneldiler. Onlar hidayete erdiler.”diyor Allahû Tealâ.

Daha sonra da onların ulûl’elbab olduğunu da söylüyor Allahû Tealâ. Daha bunun ötesinde ne var? Fizik vücudun Allah’a teslimi. Bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler. Allahû Tealâ Âli İmrân-20’de diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).

Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.



“O ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: ‘Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz vechimizi Allah’a teslim ettik.’ Sor bakalım o ümmîlere ve kitap sahiplerine: Onların arasında da vechlerini Allah’a teslim eden var mı? Varsa onlar da hidayete ermiştir.”diyor Allahû Tealâ.


Sonra sahâbenin yolculuğu devam ediyor. Fizik vücudun tesliminden sonra ulûl’elbab olmak söz konusu. Tüm sahâbe ulûl’elbab olmuşlar.

“Ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur.” diyor Allahû Tealâ.

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).

Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).

Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.



Bunun ulûl’elbab olmayı ifade ettiğini söylüyor. Ve bakıyoruz, bütün sahâbe ulûl’elbab olmuşlar. Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi, bütün sahâbenin ulûl’elbab olduğunu söylüyor.

Sonraki aşama; muhlis olmaları. Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesi şöyle:

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).

De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dîni O’na hâlis kılanlarız).”



Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Onlara deyin ki (o kâfirlere ve kitap sahiplerine; ümmîlere ve kitap sahiplerine): Allah sizin de Rabbinizdir; bizim de Rabbimizdir. Ama biz Allah’a muhlis olanlarız.”

Ve bütün sahâbe son nokta, iradelerini de Allah’a teslim edip irşad makamının sahibi olmuşlar.

 

Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesi:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.



“O sabikûn-el evvelîn var ya! Onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi. Bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.”

Hepsi kendilerine tâbî olunduğu cihetle irşad makamının sahibi olmuşlar; ister ensar olsun ister muhacirîn. İşte bu 7 safha 4 tane teslimi ifade ediyor. Önce 22. basamakta ruhun teslimi. Sonra 25. basamakta fizik vücudun teslimi, 26. basamakta nefsin teslimi, 28. basamakta iradenin teslimi; 4 tane teslim. 7 safha ve 4 teslim: Kur’ân’ın da İncil’in de Tevrat’ın da esası budur. 7 safha ve 4 tane teslim. 7 safhanın 4 safhası teslim.

Öyleyse İncil, Tevrat ve Kur’ân-ı Kerim; bu 3 kitap dînlerin olmadığını söylüyor. 3 kitaplı dîninde de Allahû Tealâ: “Bu dînin aslı; bu dîn hanif dînidir.” diyor. İncil’de de daha evvel Tevrat’ta da sonra İncil’de de en sonra Kur’ân-ı Kerim’de de: “Bu dîn, babanız İbrâhîm’in hanif dînidir.” diye açık hüküm var. Hem Hz. İbrâhîm’in o peygamberlerin babası hüviyetinde olduğu ve soy; nesep olarak da öyle durum. Hem de manevî babalık da var; onlardan evvelki peygamber olarak. Hem de sevgili kardeşlerim, dünya sulhu için atılacak olan adımın temelini bu teşkil ediyor.

Öyleyse bu muhtevaya dikkatle bakın: 4 tane teslim; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi. Ve 3 kitaplı dînin de aslında hepsinin Hz. İbrâhîm’in hanif dîni oluşu. 3 kitapta da hem 7 safha ve 4 teslim var. Hem farz kılınmış hem de 3 peygambere tâbî olanlar da 7safha ve 4 teslimi yaşamışlar.

O zaman dînler var mı? Muhterem Hristiyanlar, muhterem Musevîler ve muhterem İslâm âlemi! 3 dînden bahsedebilir miyiz? Sadece bir tek dîn var. Ve esasları, temelleri tamamen birbirinin aynı. 7safha ve 4 tane teslim. Dînlerin birleştirilmesi zamanı gelmiştir. Bize kızanlar olabilir, öfkelenenler olabilir. Bizi tanıdıkları zaman bunun yok olacağından eminiz. Çünkü sadece onların, o bize kızanların mutlu olabilmeleri için hayatımızı vakfetmişiz. Onların bize kızması bizim onlara kızmamızı hiçbir zaman gerektirmedi. Bundan sonraki ömrümüzde de gerektirmeyecek. Kimseye karşı kin, kimseye karşı nefret duymuyoruz. Herkesi sadece severiz. Daha az sevdiğimizden daha çok sevdiğimize doğru bir yol geçer.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, öyleyse bir olalım, beraber olalım.

*Musevîler sizlere hitap ediyoruz! Bir olalım, beraber olalım.
*Hristiyanlar sizlere hitap ediyoruz! Bir olalım, beraber olalım.
*Ve İslâm âlemi sizlere hitap ediyoruz! Bir olalım, beraber olalım.

Allahû Tealâ bu sebebe dayalı olarak İslâm dînindeki ayrılıkları bu son devrede devre dışı bırakacaktır. Alevîlik, Sünnîlik diye iki müessesese kalmayacaktır. Sünnîler gene sünnî davranışlarında, sünnî merasimlerini yapacaklardır. Alevîler de gene bildiklerini yapacaklardır. Ama birbirlerine dost olacaklardır. Hiç kimsenin kimsenin dînine karışmadığı, herkesin kendi dînini kendi ölçüleri içerisinde rahatça yaşayabildiği bir dünya nizamı kurulacaktır. Ve biz size bunun müjdesini vermekle emrolunduk. Dünyada bu nizam yakın gelecekte mutlaka kurulmuş olacaktır.

AllahûTealâ’nın huzurunda hepinizi selâmlayarak ayrılıyoruz sizlerden sevgili kardeşlerim. Tekrar görüşmek üzere, tekrar bir arada olmak üzere, tekrar Allah’tan bahsetmek üzere.       


İmam İskender Ali  M İ H R