}
Ramazan Bayramı Sohbeti 12.10.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111638

SOHBETİN ADI: RAMAZAN BAYRAMI
TARİH: 12.10.2007


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha sizlerle sohbetteyiz. Bu bir bayram kutlaması. Ramazan bayramınız mübarek olsun sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ’nın hepinizi daha nice ramazan bayramlarına ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimize başlıyoruz inşallah; sizleri çok ama çok sevdiğimizi bir defa daha belirterek.  

Sevgili kardeşlerim! On bir ayın pir sultanı ramazan ayı da böylece sona eriyor. On bir ayın gerçekten bir sultanı oldu ramazan ayı. Özellikle teravih namazlarımız, ondan evvelki ve sonraki tezekkürümüz. Bizlere çok muhteşem bir otuz gün yaşattı, hayır, yirmi sekiz gün.  Sevgili kardeşlerim! Bu vesileyle hepinizi ne kadar çok sevdiğimizi bir defa daha söylemenin mutluluğunu yaşamak istiyoruz. Sizleri çok ama çok seviyoruz. Hepinizin kalbimizde ayrı bir yeri var, hepinizi çok seviyoruz. Allahû Tealâ bizim kalbimizi çok geniş kılmış; hepinize yer var. Sizden sonra gelecek olan kim bilir ne büyük kalabalıklara da yer var. Sevgili kardeşlerim! Hidayet çağını yaşıyoruz; 33. yıl. Öyleyse herşey Allahû Tealâ’nın emrettiği biçim ve boyutta, O’nun öngördüğü seyri takip ediyor. Ufuklar yavaş yavaş aydınlanıyor.

Sevgili kardeşlerim! Gönül istiyor ki Allahû Tealâ’nın bize öğrettiği ama insanların henüz bilmediği bunca hakikati bütün insanlar öğrensinler; birinci adım ve önemlisi ikinci adım; hayatlarına tatbik etsinler. Hayatlarına geçirsinler; hayatlarını Allah’ın emrettiği biçim ve boyutta yaşasınlar. İnsan hayatı manevî açıdan ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslim edileceği dört gelişme safhası içerir. Her biri ayrı bir açıdan bir güzelliği yaşamaktır. Ruhumuzun tesliminde Allahû Tealâ öyle bir kolaylık verir ki hiç anlayamayız. Ne zaman Allah’a mülâki olmayı dilemişiz, ne zaman ruhumuz Allah’a ulaşmış? 7-8 aylık bir devre nasıl geçer, nasıl büyük bir mutlulukla geçer; neden o kadar hızlı geçer; onu anlayamayız. Yaşarken anlayamayız ama Kur’ân-ı Kerim’i Allahû Tealâ öğrettiği zaman anlıyoruz ki neyin ne olduğunu anlayamadan geçen o süre, Allah’ın yardımı sebebiyle. Bu 7-8 aylık sürede sevgili kardeşlerim, kimin hangi açıdan bir problemi varsa Allahû Tealâ hepsini halleder. Kişi oruç tutamıyor; oruç tuttuğu zaman rahatsız oluyor ve de bu yüzden oruç tutamıyor. Allahû Tealâ bu kişinin rahatsızlığını alır. Bu kişiyi oruç tutabilecek bir özelliğe ulaştırır. Ve kişi namaz kılamıyor; namaz kılmak onun için bir yük; bir angarya. Namazlarında aksamalar var. Namaz kıldığı zaman da “Aman şu namazı bir an evvel bitireyim de omuzlarımdan, yakamdan düşsün şu namaz.” diye düşünen birisi. Allahû Tealâ ona namazı öyle bir sevdirir ki; kişi bir an evvel şu öğle namazının vakti gelir gelmez bir namaz kılayım, Allahû Tealâ’yla bir defa daha beraber olayım. O’na yakarayım, yalvarayım. Bütün içimi dökeyim. Allah da benim içime o her zaman verdiği O’na ulaşmayı dilediğimden beri bana verdiği o ferahlığı versin.” der.

Neymiş neymiş? Allahû Tealâ ferahlık veriyormuş insana. Verir mi? Elbette verir. Arkasında bir tek dilek var; kişi sadece Allah’a ulaşmayı dileyecek. Tamam, bitti olay. Bundan sonrası size ait değil! Bundan sonrası O’na ait. Diyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu); Allah dilediği kişiyi Kendisine seçer. Ama seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri, sadece onları (onların ruhlarını) Kendisine ulaştırır.”

Öyleyse biz insanlara düşen görev; istemek (talep etmek), içimizde bir dileğin oluşması. Allah cephesinden olay nedir? O hedefi gerçekleştirmek. Öyle bir yardımcı oluyor ki Allahû Tealâ, insanın bütün eksikliklerini gideriyor. İşte oruç tutmayı sevmeyen birisi, oruç tutarken büyük rahatsızlıklar çeken birisi, o, Allah’a ulaşmayı gerçek anlamda dilemişse Allahû Tealâ, onun kalbinde oruç konusundaki bütün sıkıntılarını mutlaka alır. Hiçbir sıkıntı kalmaz o kişide. Bu kişi namaz kılmıyorsa; namaz kılmak onun için bir angarya, bir yükse Allahû Tealâ o kişiye namazı zevk haline getirir. O kişi namaz vaktini iple çeken bir hale gelir. “Bir an evvel gelsin şu öğle namazının vakti de, bir namaz kılayım. Oooh şöyle Allah’a bir içimi açayım. O’na  bir secde edeyim ki dillere şenlik.”

Sevgili kardeşlerim! Namaz bir zevktir, huzurdur. Tabii kalp gözü açıldıktan sonra bu, çok daha güzel bir şey olur. Hele Allahû Tealâ’nın Zat’ını görmek söz konusu olursa, salâh makamının son kademesine kim ulaşırsa, o zaman namaz tadından yenmez. Sevgili kardeşlerim! Herşey o kadar güzel ki! Hani Orhan Veli’nin bir şiiri var, diyor ki:

“Bir yer var biliyorum
Her şeyi söylemek mümkün
Hissediyorum, anlatamıyorum.”

Bizim gençliğimizde, talebeliğimizde o devirlerin en büyük şairi oydu; Orhan Veli Kanık. Biz de şiire biraz meraklıydık yani… Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerinizde yaşayacaksınız. Tasavvufu yaşayacaksınız. Tasavvufu yaşamak; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmektir. Elbette herkese nasip olmaz. Bir sabır işidir, bir gayret işidir. Allah yardım ederse mümkün olabilir  ama Allah’ın yardımını temin etmek de gene sizin elinizde. Şöyle kalpten, gönülden bir dilek… “Yarabbi! Ben ruhumu şu dünya hayatını yaşarken Sana ulaştırmak istiyorum. Biliyorum ki ölümden sonra herkesin ruhunu Azrail (A.S) alıp Sana götürecek ama ben öyle ölmek istemiyorum. Ben istiyorum ki; şu dünya hayatını yaşarken ruhum Sana ulaşsın. Diyormuşsun ki; ‘Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onun ruhunu mutlaka Kendime ulaştırırım.’ İşte ben onu diliyorum, beni de ulaştır. Ey yüce Allah’ım! Ne olur, benim de ruhumu Sana ulaştır. Ben de Senin ermiş evliyandan olayım.”

İşte eskilerin “ermiş” dedikleri şey, “evliya” dedikleri şey budur. Evliya; Allah’a dost olmuş demektir. İlk dostluğun ilk meyvesi ruhun Allah’a teslimidir. Ruhu Allah’a teslim etmekse, Allahû Tealâ tarafından herkes için garanti altına alınmıştır. Herkes bu garantinin hudutları içindedir. Kim Allah’a mülâki olmayı, yani ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilerse, mutlaka o kişinin ruhunu Allah Kendisine ulaştırır. Çünkü söz vermiş. Ne demiş Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde? Demiş ki:  

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


“Dalâlette olanları bırakırız. Kendi hallerine bırakırız. Onlarla ilgilenmeyiz. Ama o dalâlette olanlar var ya! Onlardan hangisi Allah’a ulaşmayı dilerse onu Kendimize ulaştırırız. Onlardan hangisi Bize ulaşmayı dilerse, onu biz Kendimize ulaştırırız.”

Öyleyse işte “Ben hidayet erdim.” Büyük bir zevkle hidayete erenler bunu söylerler, söylemekten zevk alırlar. Çok zevkli bir şeydir ama o ermedi, hidayete erdirildi. O sadece Allah’a mülâki olmayı, ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı diledi sadece. Hepsi bu kadar. Geri kalanı Allah gerçekleştirdi. Herkes için olay %100 budur. Peki, sorun bakalım şimdi bana! Sahâbe de mi böyleydi yani? Evet, aynen öyleydi. İşte Kur’ân-ı Kerim 14 asır evvel iniyor ve Allahû Tealâ Zumer Suresinin 17.âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Vellezîne: ve onlar ki
ectenebût tâgûte en ya’budûhâ: taguttan içtinap ettiler, kendilerini kurtardılar
Tagut; Kur’ân-ı Kerim’de insan ve cin şeytanların müşterek adıdır. Taguttan, şeytandan kaçınmışlar, kendilerini kurtarmışlar.
ve enâbû ilâllâhi: ve Allah’a yöneldiler, Allah’a ulaşmayı dilediler.
lehumul buşrâ: onlar için müjdeler vardır
fe beşşir ıbâd(ıbâdi): kullarımı müjdele

Kimleri diyor? “Kullarımı” diyor. Yani Allah’a mülâki olmayı, ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyen sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Allah’ın dostu olmak şerefine ermişler. Allah’ın kulu olmak şerefine ermişler. Çünkü Allahû Tealâ: “Kullarımı müjdele.” diyor.

Kim Allah’ın kulu olur? Allah’a ruhunu hayattayken ulaştıran herkes Allah’ın kulu olur. Öyleyse âyet-i kerime gayet açık. Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dilemeden evvel onlar, tagutun kuluydular.” diyor. “En ya’budûhâ; Ona abd olmaktan; kul olmaktan kurtuldular.” Abd; kul olmak, abid; kul demektir. Aynı zamanda abid kelimesi, ibadet eden anlamına da gelir. Ama abd; kul demektir. Eğer ibadetten bahsediyorsak o zaman “abid” diyebiliriz onlara; ibadet eden. Allahû Tealâ: “İbâdi; Benim kullarım.” diyor. Demek ki sahâbe bundan 14 asır evvel Zumer Suresinin 17.âyet-i kerimesine göre, tagutun kuluymuşlar ama Allah’a ulaşmayı dilemişler ve Allah da onları Kendisine ulaştırmış; Allah’ın kulu olmuşlar. Tagutun kuluyken madde1; Allah’ın kulu olmuşlar; madde 2.

Sevgili kardeşlerim! Herşey öyle güzel ki! Allah’ı tanıdıkça O’nu daha çok seveceksiniz. Allah’ı sevdikçe O’nun tarafından daha çok sevileceksiniz. Bu sevgi beraberinde yardımı getirir. Sizin kalbinizdeki istek, heyecan, talep; o hedefe ulaşma arzusu ne kadar güçlüyse o kadar kısa zamanda ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim edeceksiniz. Allahû Tealâ bütün insanları bir tek sebebe dayalı olarak yaratmıştır; insanları mutlu kılmak!

Daha evvel söylediğimiz gibi Allahû Tealâ Zumer-17’de: “Onlara müjdeler vardır; kullarımı müjdele.” diyor. Ne olmuş? Allah’a kul olmuşlar; müjdeler alıyorlar. Yani mutlulukla müjdeleniyorlar. Allah’a kul olan herkes mutluluğu 7-8 aylık bir süre içinde mutlaka en üst boyutta yaşar. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, Allah’a kul olmayı dilemiştir. Ve daha evvel söylediğimiz iki âyet-i kerimede Allah’a ulaşmayı dileyen herkesin Allah tarafından Kendisine ulaştırılacağı, onların ruhlarının Allah’ın Zat’ına ulaştırılacağı kesindir. Peki bundan evvel; 14 asır evvel sahâbe bu hedefe ulaşmışlar mı? Allah’a kul olmuşlar mı? Evet, Allah’a kul olmuşlar. Ruhlarını Allah’a ulaştırıp teslim etmişler. İşte Zumer Suresinin 18.âyet-i kerimesi:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar sözü dinlerler ve sözün ahsen olanına (Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V) tarafından söylenenine) tâbî olurlar. İşte onlar hidayete erdiler.”

Hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar. Bu birinci hidayet; ruhun hidayetidir. Daha sonra bu kişi zikri günün on sekiz saatini aşınca fizik vücudunu Allah’a teslim edecek; ikinci teslim; fizik vücudun hidayeti. Daha sonra bu kişi daimî zikre ulaşacak; nefsini Allah’a teslim edecek; üçüncü teslim, nefsin hidayeti. Daha sonra iradesini de Allah teslim alacak ve onu irşada memur ve mezun kılacak. Bu, iradenin hidayetidir.

Sevgili kardeşlerim! Allah yolunda yüceldikçe zikriniz artar. Zikriniz arttıkça nefsinizin kalbindeki afetler yok olur. Sizi huzursuzluğa sevk edecek olan afetler yok oldukça, size huzur verecek olan fazıllar onun yerini alacaktır. Ve huzurunuz, mutluluğunuz artacaktır. Onların dengede olduğu nokta, nefsinizin kalbinin yarı yarıya nurlarla dolması halidir ki bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ, o kişinin kalbini bu noktaya getirir. Yani nefsinin kalbinde %51’lik nur birikimini sağlar. Karanlıklar; afetler %100’den %49’a düşer. Bunu Allah garanti ediyor.

İşte sevgili kardeşlerim! Mutluluk mu diyorsunuz adına, Allahû Tealâ mutluluğun hasını yaşatır size. Sekiz aylık bir devre, dokuz aylık bir devre bazen on ay sürer. Bu devrede aslında nefsinizin kalbi %100 temizlenmiş değildir. Ama yaşadığınız mutluluk süperdir. Mutlak saadettir. Allahû Tealâ bütün insanlara böyle bir mutluluğu yaşatıyor k; o insanlar bu tadı aldıktan sonra artık Allah’ın yolundan ayrılamasınlar diye. Ayrılamamaları, kişiler için Allahû Tealâ tarafından bir hediyedir. İnsanların hepsinin, bir kısmının Allah’ın yolunda olması ya da olmaması Allah’a bir şey kazandırmaz ve kaybettirmez. Ama insanlara çok şey kazandırır. Ruhunu Allah’a ulaştıran insan, yolun yarısına bedavadan ulaştırılmıştır. Çünkü Allah’ın sözü var; kişi Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Allahû Tealâ: “Dilersen seni Kendime ulaştırırım.” diyor. Tamam, kişi dilemiştir ve Allah onları mutlaka Kendisine ulaştırır. Bu ulaşma devresindeki 7-8 aylık, bilemediniz on aylık devre o kişinin bütün hayatının en mutlu devresidir. Çünkü şeytanın bütün tasallutu Allahû Tealâ tarafından yok edilmiştir. Öyleyse insanları mutsuz etmekteki en büyük âmil iblistir; şeytandır. Herkesin etrafında şeytanlar mutlaka vardır. Ve o insanı mutsuz etmek için her şeyi yaparlar. Ama zikir arttıkça onların tesir sahaları adım adım kararır. Tesir etmeleri giderek daha zorlaşır, nefsin kalbindeki afetlere paralel olarak tesir sahaları azalır. Öyle bir gün gelecektir ki kişi daimî zikre ulaşacaktır; nefsinin kalbinde hiç afet kalmayacaktır. O zaman ne olacaktır? O zaman o kişi mutluluğun tepesine; doruğuna çıkacaktır. Neden? Afet yoktur ki o kişi huzursuz olsun, sıkıntı duysun. Her an yeni bir mutluluğu yaşayacaktır kişi. Sahâbe huzur içinde bir dünya hayatı geçirmiştir. Mutluluğu bütün boyutlarıyla yaşamıştır bu sebeple. Hepsi salâh makamının beşinci kademesine ulaşmışlar, irşad makamının sahibi olmuşlardır. İşte Tevbe Suresinin 100.âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor ki:  

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.


“O sabîkun-el evvelîn var ya! Onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı da muhacirîndendi. Bir de onlara ihsanla tâbî olanlardandı (ensar, muhacirîn ve tabiîn). Allah, onlardan razıydı. Onlar da Allah’tan razıydı.”

Sevgili kardeşlerim! Bu bayram akşamında sizlere hitap etmek, Allahû Tealâ’nın büyük bir mutluluğu. Sizlerle beraber olmak, kalbimden bir şeyleri sizlere ulaştırabilmek, sizin kalbinizde de aynı duyguların ve aynı güzelliklerin var olması için alabildiğine Allahû Tealâ’ya dua etmek, talepte bulunmak, o bizim işimiz. Siz Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Sonra mürşidinize ulaşacaksınız. Vekil mürşid de olabilir. Ve de ruhunuz vücudunuzu terk edecek, Allah’a ulaşacak. Allah’ın garantisi altındaki bu sürede siz dünyadaki en mutlu insan olacaksınız. Sonra Allahû Tealâ koruyucu kalkanı kaldıracak ve sizi dik yokuşa davet edecek. Allah’a ulaşmayı dilemek de farz, mürşide ulaşmak da farz, fizik vücudu Allah’a kul etmek de farz. Nefsi Allah’a teslim etmek de farz, iradeyi Allah’a teslim etmek de farz. Hepsi Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Ve yokuş giderek dikleşir. Nereye kadar? Fizik vücudunuzu teslim edilene kadar. Ruhun teslimi dünyadaki en kolay olaydır. Zaten sizin tarafınızdan gerçekleştirilmez; Allah gerçekleştirir. Dik yokuş ondan sonra başlar. Çünkü 3 saatlik zikirle ulaştığınız dünya mutluluğunun yarısı ve 3. kat cenneti hak etme olayının arkasından zikrinizi 12 saatten fazlaya ulaştırırsanız, siz zahit olursunuz; pozitif zühdün sahibi olursunuz. Fizik vücudunuz Allah’a teslim oldu mu? Hayır, olmadı. 12 saatten fazla zikir yapıyorsunuz ama fizik vücudunuz Allah’a teslim olmadı. Fizik vücudunuzu Allah’a teslim etmek için 18 saatlik zikre ulaşmanız lâzımdır. İşte o dik yokuştur.

Sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerinizde herşeyin en güzel olduğu bir ortamda yaşamak ister misiniz? O zaman başka bir alternatifiniz yok. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz ve gelişmeleri birer birer yaşayacaksınız. Evet, gerçekten fizik vücudun teslimi bir dik yokuştur ama Allahû Tealâ da o dik yokuştakilere yardım eder. Şeytanı devreden çıkaran Allahû Tealâ, o kişiye yardımıyla onu hedeflere ulaştırır.

Sevgili kardeşlerim! Öyleyse bir bayram sevinci içinde sizlere sesleniyorum! Ve diyorum ki; seviniz! Etrafınızdaki insanların hepsi sevilmeye değer insanlar; Allah’ın yolunu seçmişler, sizlerle beraberler. Ama ne yazık ki her yerde aynı hedefe ulaşamaz insanlar. Herkes ulaşamaz. Şeytan ne yapar eder, insanlara yolunu şaşırtmaya çalışıp onların bir kısmını mutlaka Allah’ın yolundan saptırır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).

Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).

Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).

Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.


Bu insanlar neden zalimdirler? Başka insanları Allah’ın yolundan saptırdıkları için onlara zulmetmişlerdir. Onlara zulmettikleri için derecat kaybetmişlerdir. Bu sebeple kendilerine de zulmetmişlerdir. İki açıdan da zalimdirler. Hem de kâfirdirler. Neden? Kendileri Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Dileselerdi mü’min olacaklardı. İşte mü’min olma standartlarına baktığımız zaman bunun sadece Allah’a ulaşmayı dileyen insanlar için geçerli olduğunu görüyoruz. Nereden öyle olduğunu biliyoruz? Allahû Tealâ Rûm-31 ve 32’de şöyle söylüyor:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.


“Allah’a yönelin. Ruhunuzu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dileyin. Ve böylece takva sahibi olun. Ve müşriklerden olmaktan kurtulun. O müşriklerden olmayın ki onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır.  Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar. Kendi elindekilerin doğru olduğunu zannederler.”

İşte bugünkü dînlerdeki yaşantı gibi evvelâ Musevîler yoldan çıkmışlar ve büyük kesim şu anda yolda değil. Sonra Hristiyanlar yoldan çıkmışlar. Onlardan da büyük bir kesim şu anda yolda değil. İki taraftan da çok büyük bir kısım. Üçüncü defa da İslâm yoldan çıkmış. Onların da çok büyük bir kısmı Allah’ın yolunda değiller. Ve hepsi de insanlar tarafından bugüne kadar hep avutulmuşlar. “Doğru yoldasınız” zannıyla bugünlere gelmişler. Hepsi de kurtulacaklarını zannediyorlar. Oysaki Allah’a mülâki olmayı dilemeyen bir insan cehennemden kurtulamaz. Allahû Tealâ açık açık bunu söylüyor. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde buyuruyor ki:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onlar ki Bize (Allah’a) mülâki olmayı dilemezler. Yani ruhlarını hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onların doyuma ulaşmaları, tatmin olmaları dünya hayatında kazandıkları paralarla, şan ve şöhretle geçerlidir. Onlar bizim âyetlerimizden gâfildirler. Bizim âyetlerimizi bilmezler. Âyetlerimizden gaflet içindedirler. Ve onların kazandıkları dereceler karşılığı gidecekleri yer ateştir; cehennemdir.”

Kim bu insanlar? Allah’a mülâki olmayı dilemeyenler. Öyleyse dileyenler felâha erenlerdir, takva sahipleridir. Rûm-31’de Allahû Tealâ ne diyordu? “O’na (Allah’a) ulaşmayı dile ve takva sahibi ol.”

Takva sahibi olursak ne olur? İşte Kaf Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.

Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).

İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.


“Cennet, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı. İşte vaad olunduğunuz cennet budur. Bütün hafîz olanlar için (mürşidine tâbî olup da başının üzerine devrin imamının ruhu bir muhafız olarak gelen herkes hafîzdir; bir muhafızın sahibidir. O, devrin imamının ruhudur.) ve evvab olanlar için.”

Evvab; meaba varmış olan, ruhunu Allah’a ulaştırmış olan kişidir. Kişi önce mürşidine tâbî olur ve Mü’min Suresinin 15. âyet-i kerimesine göre başının üzerine devrin imamının ruhu gelir.

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


“Allah o kişinin başının üzerine emrinden (katından) bir ruh gönderir (Onlara Allah’a mülâki olacaklarını söyleyen devrin imamının ruhu). Yevmet telâkın; Allah’a mülâki olma gününün geldiğini haber versin diye, devrin imamının ruhu onların başının üzerine gönderilir.”

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Ramazanın sonundaki bu ramazan bayramınız mübarek olsun. Hamdolsun ki ramazan ayı tamamlandı. Bu büyük saadeti birlikte yaşamak için bir aradayız. Hepinizin ramazan bayramını tebrik ediyoruz. Allahû Tealâ’nın bizleri daha nice ramazan bayramlarına el ele gönül gönüle ulaştırmasını diliyoruz. Ve hepinizi çok ama çok sevdiğimizi bir defa daha belirterek, bayram huzuruyla, bayram sevinciyle huzurlarınızdan ayrılıyoruz.

İmam İskender Ali M İ H R