}
Allah İçin Çalışmak
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 200732


SOHBETİN ADI: ALLAH İÇİN ÇALIŞMAK

TARİH: 01.01.1990

 

….zühdümüzü ispat etmişizdir. Allah’ın emretmediği bir hususa; zikirsizliğe karşı zahidiz ve Allah’ın emrettiği zikir olayı bizim için önemini kesin şekilde anlatmıştır, biz de bunu ispat etmişizdir, zahid olmuşuzdur. Bundan sonraki kademe artık son derece açık ve kesin. Ne zaman daimî zikre ulaşırsak, daimî zikre ulaştığımız gün, daimî zikre ulaştığımız o gün, bizim için ulûl’elbab olmak vardır.

İşte yola devam edenlerle etmeyenleri en kesin şekilde birbirinden ayıracak olan şey bu noktadır. Çünkü bir yol ancak insanı daimî zikre ulaştırabilir. Hiç kimse Allah’ın yoluna girmeden daimî zikre ulaşamaz. Hiç kimse Allah’ın marifetullahına kendi kendine sahip olamaz.

Öyleyse Allahû Tealâ aranızdan bazılarına birtakım ihsanlarda bulunuyorsa, vaktinden evvel ihsanları varsa bu, Allah’ın, unutmayın hepiniz, özel hediyesidir. Allah’ın hediyelerini muktesep hak olarak verdiği yer daimî zikirdir. Hanginize bu noktadan evvel gönül gözünü ihsan etmişse, o özel bir hediyedir. Hanginize bundan evvel Allahû Tealâ ile aranızdaki konuşma şifresini Allahû Tealâ vermişse, ilham müessesenizi açmışsa, bu özel bir hediyedir. Kime tayyi mekân ihsan etmişse (yaşayanlar var aranızda) bu özel bir hediyedir. Bu hediyeler Allahû Tealâ tarafından boşuna verilmez. O, son derece liyakate dikkat eder. Kim neye layıksa Allah’tan hediyesini alır. Bu nokta, ulûl’elbab olma noktası, bütün hediyelerin Allah’tan mutlaka alınacağı noktadır. O hediyeleri Allah’tan alabildiğimiz gün, daimî zikrin mutlak sahibi olduğumuzu kesin olarak anlarız. Çünkü daha evvel yüzlerce defa kendimizi denemişizdir ki; günün hangi saatinde, gecenin hangi saatinde olursa olsun o içimizdeki ses, Allah lafzını; ism-i celâli sonsuz bir şekilde tekrar etmektedir. Bu, sağlam bir teminattır ve kim buraya ulaşmışsa o kişi mutlaka ulûl’elbab olmuştur, yani sır hazinelerinin sahibi olmuştur. O kişi için zemin kattan Allah’a kadar giden 7 kat içerisinde Allah’ın göstermek istediği hiçbir şeyin görülmemesi söz konusu değildir. 7 katın her birinde hangi işlemler yapılıyor, Allah ona mutlaka göstermiştir. Yetmez, ona o konunun bütün bilgisini de ihsan etmiştir. Bu bilgileri kitaptan alamazsınız! Hiçbir kitap size bu bilgileri veremez! Bunlar Allah’ın özel ihsanlarıdır. Eğer biz burada bunları size anlatıyorsak, bilin ki bu kâinatta başka bir, hiçbir yerde bu bilgiler bu tarzda hiç kimseye verilmemiştir, verilmemektedir. Öyleyse  …… kıymetini bilin.


Ulûl’elbab olmak demek, Allah’ın, zemin kattan kendi Zat’ına kadar olan bütün katlardaki bilgilerine tam sahip olmak demektir. Yetmez, ulûl’elbab kademesi 3 kademeyi de kaplar: Ulûl’elbab da ulûl’elbabdır, ihlâs da ulûl’elbabdır, salâh da ulûl’elbabdır. Hepsi sır hazinelerinin sahipleridir. Ama ne zaman bir insan salâha ulaşırsa o kişi mutlaka Allah’ın Zat’ını da görmüştür. Öyleyse o kişi için Allah’ın Zat’ı da dahil olmak üzere, sır olayı artık kalmamıştır. İşte bunlar Allahû Tealâ’nın bir insanın kalbindeki tam aklanma tahakkuk ettikten sonraki ihsanlarıdır. Bu ihsanlar bir bütündür. Tayyi mekânı da gönül gözünün açılması da insanın Allahû Tealâ’dan direkt ilham alması da hep birbiriyle paralel bir olgudur. Allahû Tealâ ve Tekaddes Hazretleri bütün kâinatta her şeyi en güzel şekilde dizayn eder.


İşte bir kişi ne zaman daimî zikre ulaşmışsa, o kişinin nefsinin kalbinde tam bir aydınlık hükümran olur. Biliyorsunuz böyle bir olgunun gerçek sebebini. O kişi daimî zikirde olduğu için Allah’tan gelen enerji partikülleri nefsin kalbinin üzerindeki mührü aşağı indirirler ve daimî zikir sebebiyle bu mühür yukarıya hiç çıkmaz artık, o kişinin ömrü boyunca. Bu demektir ki; şeytan karanlıklarını o kalbe hiç ulaştıramayacaktır. Aynı zamanda Allah’tan gelen enerji partikülleri rahmet kapısı genişliğince o kalbe doldukları için gelirken beraberlerinde daima ruhun hasletlerini salâvât ismi altında o kalbe taşıyacaklardır, giderken de karanlıkları beraberlerinde götüreceklerdir. Bunun neticesi, kısa bir zaman sonra o nefsin kalbinin tam aydınlığa bürünmesidir. Böyle bir bürünme söz konusuysa, bu aydınlık noktada herkes için bir mutlak olgu vardır. Bu olgu, o kalbin tam aydınlığa ulaşmasının arkasından Allah’ın o kişide pencereleri açmaya başlamasıdır. Birinci pencere, Allahû Tealâ’nın bir mührü açmasıdır. Bu mühür, ilham mührüdür. O kişinin sem’i isimli, kalbindeki hassanın mührü açılır Allahû Tealâ tarafından. Bunun sebebi o kalbin tam aydınlığa ulaşmasıdır. Ve Allah’ın bütün söylediklerini o kişi o seviyede işitmeye başlar. Yetmez, Allahû Tealâ o kişinin kalbindeki bir perdeyi açar, gışavet perdesini. Ve o kişinin kalbi Allah’ın ona göstermek istediği her şeyi görmeye başlar. Bu gözler her şeyi görmeye muktedir değildir. Ama kalbin gözü, Allah’ın Zat’ı da dahil olmak üzere her şeyi görmek için verilmiştir.


Öyleyse Allah’ın bu ihsanı, kalp gözünün açılması ihsanı, demek ki üst seviye bir olaydır ki; Allahû Tealâ bu iki ihsanıyla bir kişiyi ne yapmak istiyor? O kişiyi yakîn sahibi etmek istiyor. Allahû Tealâ Hz. İbrâhîm’e diyor ki:


“Biz Hz. İbrâhîm’i” diyor, “yakîn sahibi olsun diye göklerin ve yerlerin melekûtunu gösteriyorduk.” diyor:


6/EN'ÂM-75: Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınîn(mûkınîne).

Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).


Demek ki melekûtun (sırların) gösterilmesi, yakîn sahibi olması için kişinin, asıldır. Yakîn sahibi olmaksa, o kişinin mürşid olması için asıldır. Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:


32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.



ve cealnâ minhum eimmeten: Biz onlardan imamlar kıldık.

yehdûne bi emrinâ: Emrimizle hidayete ulaştırsınlar diye.

lemmâ saberû: Sabırlarında dolayı.


Ve bundan sonraki âyet-i kerimeye dikkat edin, bundan sonraki bölümüne dikkat edin âyet-i kerimenin:


ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn: Ve âyetlerimize yakîn hasıl ettiler diye.” diyor.

Demek ki bir insanın insanı, başka birinin ruhunu Allah’a ulaştırabilmesi, yani o kişiyi hidayete erdirebilmesi sağlam bir şarta bağlanmış Allahû Tealâ tarafından; o kişi Allah’ın âyetlerine yakîn sahibi olmak mecburiyetinde. Bu yakîn sahibi olmak, yerlerin ve göklerin melekûtunu mutlaka görmeyi icap ettirir. Bu yakîn sahibi olmak, mutlaka o melekût hakkında Allah’ın kendisine ayrıca bilgi sunmasını gerektirir. Böylece iki unsur beraber yürür; hem Allahû Tealâ tarafından gösterilenler hem de bu gösterilenlerin insanlar tarafından hiçbir zaman bilinmeyecek olan bilgileri, hiçbir kitaptan, kitabı lafzından bu bilgileri alamazsınız. Böyle bir şey söz konusu değil hiç kimse için. Kur’ân-ı Kerim’in ruhlarına girmek bedava bir olgu değildir, Allah’ın bir ihsanıdır, hiç kimse onları bedavadan elde edemez.


Öyleyse Allahû Tealâ vermiyorsa lâyık olmadığınız içindir. Liyâkat konusunda şüphelerden azade olmanız lâzım. Allahû Tealâ’nın yolunda ilerlemek mi istiyorsunuz? İki tane yolunuz var; ya size bugüne kadar verilenleri yeterli bulursunuz, olduğunuz yerde, kabuğunuzda kalırsınız, ya da Allah için çalışırsınız.

Eğer Allah için çalışırsanız, gününüzün yorgunluklarının size vız geldiğini göreceksiniz. Şu dünyadaki hiçbir yorgunluğu Allahû Tealâ’nın alamaması söz konusu değildir. Ne kadar yorgun olursanız olun zikre başladığınız zaman, gerçek bir zikir yapıyorsanız yorgunluklarınız yok olmuştur, o noktada! Hangi cins iş yaparsanız yapın, hepsi için geçerli söylediklerim. Bunu denemeyi cesaretle tatbik ettiğiniz gün sözlerimin hangi anlama geldiğini göreceksiniz. Yoksa; “Ben çok yoruluyorum, Allah’ın emirlerini yerine getiremiyorum.” Hayır! Bu çözüm değildir. Ne kadar yorulursanız yorulun, size yorgunluğu veren Allahû Tealâ o yorgunluğu almasını en iyi bilendir. Ve hiçbir şeyi sebepsiz yapmaz. Her an bir liyakat olayıyla karşı karşıyasınız. Her an liyakatinizin gereğini ve karşılığını alırsınız. Alamıyorsanız kesin bir olguyla karşı karşıyasınız; siz henüz onları alabilecek liyakatte değilsiniz.


Öyleyse boşuna konuşmayalım. Allahû Tealâ’nın yolunda bir şeyler elde etmek istiyorsanız, O’nun sizin için gösterdiği hedeflere ulaşmak istiyorsanız, bu yola baş koyup çalışacaksınız, Allah için çalışacaksınız. Baş koymaktan muradım şu dünya hayatı değil, beş para etmeyen şu dünya hayatı değil. Allah için çalışmak; geceniz mi? Allah’a vereceksiniz gecenizi. O zaman sözlerimin hangi mânâya geldiğini anlayabilirsiniz. Yoksa benim sizler için söylediğim her söz, buza yazılmış bir yazı gibi olur. Hiçbir değeri olmaz.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki:

“Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.”


Size boşuna söylemiyorum! Her  söylediğim şey, mutlaka tatbik etmeniz lâzım gelen mutlaka Allah’ın emirleridir. Yapmazsanız, yapamamaktan kaynaklanmıyor, yapmak istememenizden kaynaklanıyor. Kendinizi ne kadar aldatmaya çalışırsanız çalışın, işte büyük gerçek burada, bu sözlerimin arkasında saklı. Onu yerli yerine oturtun ve Allah’ın herkese verdiği ihsanları size de vermesi için bu yolda, gecelerinizde, özellikle gecelerinizde, özellikle gecelerinizde, özellikle gecelerinizde gayret sarf edin. Gündüzler sizin için diyelim ki çalışmak için verilmiştir ama geceler Allah’ındır. Ne kadar yorgun olursanız olun, baygınlık seviyesinde yorgun olursanız olun, Allah’ın yolunda gayrete başladığınız zaman o yorgunluğun, üzerinizden tüy gibi alındığını hissedersiniz.

Şu dünya şartlarıyla Allah’ın şartlarını birbirine karıştırmayın katiyen. O’nun şartları sizin şartlarınızın dışındadır daima. Siz O’na güvenin, O sizi götürsün. Hiç kimse Allah’ın insanlar için önerdiği sonuçlara kendi gayretiyle ulaşmamıştır. Böyle bir şey hiçbir zaman mümkün olamaz. Kim Allah’ın yolunda merhale kat etmişse, o kendi gayretinin 700 katı bir gayretle oraya götürülür. Bu gayretin sonucu Allah’ın o insanlara yaptığı yardımdır.

Öyleyse bir şeyin taşınmasında, o şeyi ucundan parmak ucuyla tutmak var, o şeyi sırtına alıp, yüklenip götürmek var. İkisi birbirinden çok farklı şeylerdir. Allah için ne yaptığınıza iyi bakın. Başkalarından bahsetmiyorum, kendiniz için ne yapıyorsunuz? O yaptığınız şey, sizi o sonsuz saadete götürecek olan, kurtuluşa ulaştıracak olan, hem ahiret saadetine hem dünya saadetine götürecek olan şeydir. Siz o hedefe ulaşmak için ne kadar gayretin içinde olursanız, Allah’tan tam ona paralel, aynı seviyede yardım alırsınız. Eğer almıyorsanız, alamıyorsanız, o zaman gecelerinize daha dikkatle bakın diyorum. O zaman gecelerinizi daha çok değerlendirmeye çalışın diyorum. O zaman Allah’ın size olan ihsanlarını yaşarsınız. Şu dünyanın yaşanmaya değer bir yer olduğunu idrak edersiniz. Gerçekten dünya yaşanmaya değer bir yerdir. Bir gün bu dünyanın bir cennet olduğunu fark edeceksiniz. Bu yola girmeden evvel dünya çoğunuz için bir cehennemdi. Artık birçoğunuz için belki eski cehennem değil ama hâlâ hiçbiriniz için cennet olmadı. Ancak Allah’ın sizin için önerdiği hedeflere yürüyebilirseniz, o zaman dünyanın sizin için bir cennet olacağını göreceksiniz. Bunun için de mutlaka Allah’ı yardımına ihtiyacınız var. Bu yardım kendi kendine gelmez. Allah’ın sizin için 700 katlı bir saray inşa etmesi için mutlaka bodrum katını sizin inşa etmeniz lâzım. Bir uçağın bir hava meydanına inebilmesi için mutlak olarak piste ihtiyaç vardır. O pisti inşa edemiyorsanız, Allah’ı  uçağının gelip sizin uçak meydanınıza inmesini beklemeyin. Her şey sizin gayretinizle oluşacaktır. Biz sadece himmetin sahibiyiz.

Himmet bir duadır. Allah’ın kabul ettiği takdirde geçerlidir ve Allahû Tealâ bedava himmeti kimseye nasip etmez. Bizden yardım bekliyorsanız, söylediklerimi dikkatle yerli yerine oturtun. Allahû Tealâ ve Tekaddes Hazretleri herkese o sonsuz saadeti hedef gösteriyor. Ama hiç kimseye bunu bedava vereceğini düşünmeyin. Hiç kimse o hedefe bedava ulaşamaz. Her malın bir bedeli vardır. Her fatura ödenir. Siz de özellikle geceleri Allah’a çok yönelin. Unutmayın ki; gecelerinizden mesul olan tek kişi sizsiniz. Zannetmeyin ki O’na verdiğiniz saatlerin karşılığı size geri ödenmez. Orada vücudunuzun şarj edildiğini göreceksiniz, akülerin dolduğunu göreceksiniz. Yorgunluklarınızın yok olduğunu ve sapasağlam, dipdiri olarak, belki hiç uyumadan geçirdiğiniz bir günün ertesi sabahında işinize gittiğinizi göreceksiniz, sanki 8 saat uyumuş ve büyük ölçüde dinlenmiş gibi. Ama dikkat edin ki; bütün bunları yaşayabilmeniz sizin o hedefe yönelmenize bağımlı. Allah için ne ödüyorsanız, ona dikkatle bakın. Onun misilsiz katları size ödenir ama bir tek şartla; başlangıçtaki sizin ödemenize paralel olarak.


Öyleyse bu hava meydanı misalini hiç unutmayın. Allah’ın uçağının sizin hava meydanınıza inmesini istiyorsanız, pisti siz vücuda getireceksiniz. Ondan sonra Allahû Tealâ uçağı gönderiyor mu göndermiyor mu beraberce seyredelim. Hem hiçbir şey ödemeyeceğiz, hem de Allahû Tealâ’dan çok şeyler bekleyeceğiz; hayır, böyle bir olgu yok kâinatta. Bedava hiçbir şey yok. Geceler size verilmiş. O gecelerinizi layık olduğu şekilde değerlendirirseniz, göreceksiniz Allahû Tealâ size neler gösterecek, göreceksiniz Allahû Tealâ size neler duyuracak ve sonunda da göreceksiniz; bu dünya yaşamaya değer bir yer mi, yoksa değil mi.

İşte böyle bir standart içinde bir gün daimî zikre ulaştığınız zaman hem gönül gözünüzün hem ilham merkezinizin açıldığını göreceksiniz. Ve bir gün şu dünyanın yer çekimi kuvvetinin size tesir etmediği özel sahalara geçeceksiniz. Bunlar Allah’ın ihsanlarıdır. Kapılar herkese açıktır. Yeter ki o kapıdan geçebilmenin bedelini Allah için çalışarak ödeyin. Dikkat edin ki bu Allah için çalışmak aslında belki de yanlış bir tabir, kendiniz için çalışmış oluyorsunuz. Çünkü Allah’a en fazla layık olduğunuz gün en büyük saadeti yaşamaya başladığınız gündür. Bu sonsuz saadet, sizin Allah’a verdiklerinizle kayıtlıdır. Ne verirseniz onun karşılığını misilsiz olarak alırsınız, sonsuz olarak alırsınız. Ama ödemeye mecbur olduğunuz bir şeylerin var olduğunu hiç unutmayın. Ödemezseniz karşılığını alamazsınız. Bir tarladan buğday alabilmek için evvelâ o tarlaya buğday ekmek mecburiyetindesiniz. Boş bir tarladan hiçbir şey istihsal edilmez. Öyleyse Allah ile ilişkileriniz mi var; o ilişkiler konusunda siz bir gayretin sahibi olacaksınız. Eğer o gayretin sahibi değilseniz O’ndan bir şeyler beklemeye hakkınız var mı?

Fenâ makamının arkasına bu saydıklarımız eklendikten sonra ulûl’elbab oldunuz. Sonra öyle bir gün geliyor ki daimî zikrin sahibi olan siz ihlâsa ulaşıyorsunuz. Beyyine Suresi 5. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).

Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.



ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe: Onlar emrolunmadılar, Allah’a hanif kullar (hanif olarak), muhlis kullar (Allah’a nefslerini teslim etmiş kullar) olmakla emrolundular.

Öyle bir gün gelecek ki; o gün nefsinizdeki bütün afetlerden kurtulmuş olacaksınız. Ve nefsiniz de o afetlerden bütünüyle kurtulduğu için ruh hüviyetine girecek. Ruh nasıl ezelde Allah’ın programlaması üzerine yaratıldıysa ve bu program gereğince daha yaratıldığı gün Allah’a teslim olmuşsa, bu teslim, davranış biçimleri itibariyle teslimdir. Nefs de o gün, ruhun bütün hasletlerini kazandığı gün Allah’a teslim olur. İşte bu teslimin tamamlandığı an o insan teslim kelimesinin muhtevasına girer. Asıl ifadesiyle İslâm olur.

Sokaktaki adama sorun “İslâm kimdir?” diye, herhalde size “nüfus kâğıdında İslâm yazan insanlar” diyecekler. Ya da o kadar değişik tariflere rastlayacaksınız ki; herkes İslâm olacak o statü içinde. Ama İslâm olmak teslim olmak demektir.

İslâm kelimesinin 3 tane temel anlamı var:


1. anlamı: O insanın Allah’a şirk koşmaması.

Bu şirk, hem açık şirk olmayacak hem de gizli şirk olmayacak. Bunun anlamı, o kişinin Allah’a inanması değil salt. O kişinin Allah’a inanması yetmez, Allah’a açık şirk koşmaması yetmez, Allah’a gizli şirk de koşmaması gerekir. Bir insanın Allah’a gizli şirk koşmaması için temelde bir tek faktör var; o kişinin nefsini tasfiye etmiş olması gerekir. Ne zaman nefsinizi tasfiye ederseniz, o zaman sizin için muhatap Allah olur. Allah’tan başka insanlar sizi pek alâkadar etmeyeceklerdir ve yalnız Allah’tan bahsetmeyi dileyeceksiniz her zaman. Sizin için kıymetli olan tek şey O olacak. Ve yalnız Allah olacak gözünüzün önünde. Nefsinizin bütün afetlerinden kurtulduğunuz gün nefsinizin emrine hiç girmeyeceksiniz. İşte o zaman sizin için gizli şirk de yok. Çünkü her günah işlediğinizde nefsinizin emrini yerine getiriyorsunuz, Rab olan Allah’ın emrini bir kenara atıyorsunuz, Allah’ı Rab mevkiinden indiriyorsunuz ve nefsinizi sokuyorsunuz devreye.

Öyleyse bir kişinin İslâm olabilmesinin temelde yatan şartı, demek ki o kişinin nefsinin tezkiye, tasfiye edilmiş olması. Bir kişinin açık şirke muhatap olmaması kolay bir iştir. Eğer Allah’a inanıyorsa, Allah’tan başka bir ilâhın bulunmadığını da o kişi elbette bilir. Demek ki Allah’a şirk koşmamıştır bu insan, açık şirk yoktur. Ama gizli şirk her zaman vardır.
Herkes için de geçerlidir. Hangi günahı işlerseniz işleyin, o günahı işlediğiniz gün gizli şirktesiniz. Neden? Çünkü Allahû Tealâ’yı o günah istikametinde Rab mevkiinden indirdiniz, nefsinizi onun yerine oturttunuz ve nefsinizin emrini yerine getirdiniz. Nefsinizin emrini yerine getirdiğiniz her an şirktesiniz. Bu, gizli şirktir. O zaman İslâm değilsiniz.


*İslâm olmanın 2. şartı: Allah’a gerçek anlamda teslim olmaktır.

Nedir bu teslim? Önce ruhunuzu teslim edeceksiniz. Sonra fizik vücudunuzu teslim edeceksiniz. Velâyetin birinci kademesinde ruhunuz, üçüncü kademesinde fizik vücudunuz teslim olur. Şimdi saydığım altıncı kademeye gelince; muhlis olunca, o zaman nefsinizi de Allahû Tealâ’ya teslim etmiş olacaksınız. Bu üç teslim gerçekleştiği takdirde, işte o zaman Allah’a teslim etmiş olursunuz kendinizi. Çünkü O’nun size verdiği üç emanetin üçünü de gerçek sahibine teslim ettiniz. O sahip, Allah’tır. Ve bu teslimi yapabildiğiniz an hedefe ulaşmış olacaksınız, yani Allah’a teslim olmuş olacaksınız, İslâm’ın ikinci şartını da o gün yerine getireceksiniz.

*İslâm’ın 3. şartı: Sulh ve sükûndur.

Bu iki işlem gerçekleşmedikçe hiçbir insan, Allah’ın hedef gösterdiği anlamda sulh ve sükûna ulaşamaz. Sulh ve sükûn, sonsuz bir saadet halidir. O hale bedavadan ulaşılmaz. Eğer bir insan nefsini de Allahû Tealâ’ya teslim etmediyse, hiçbir zaman sulh ve sükûna ulaşması mümkün değildir. Ama eğer üç tane teslimini bu kişi tamamlamışsa, bu tamamlama onun hem açık şirkten hem gizli şirkten berî olmasını icap ettirir. Bu tamamlama, onun üç cesedini de Allah’a teslim etmiş olduğunu gösterir. Bu tamamlama, onun sulh ve sükûna da ulaştığını gösterir.

Gerçekten acaba Allah’a üç cesedini de teslim eden, ihlâsa ulaşan bir kişi, o sulh ve sükûn haline ulaşmış mıdır? Sulh ve sükûn hali. Dikkat edin; bir insanın sulh ve sükûna ulaşması, ne ifade ediyor acaba bu? O kişinin iç dünyasında, o kişinin dış dünyasında ve o kişinin Allah ile olan ilişkilerinde artık bir huzursuzluk halinin, uyumsuzluk halinin kalmamasını gösterir. Böyle bir duruma ancak insan nefsini bütün faktörlerinde tasfiye ettikten sonra ulaşabilir.

İşte bir insanın başlangıç halinde bulunmasıyla söylediğim noktaya ulaşması arasında farklılıkların olduğunu kesin olarak görüyoruz. Eğer bir insan dalâletteyse o kişinin huzur içine girmesi hiçbir zaman mümkün değildir.


Bu akşam televizyonda bir şey veriliyordu ben gelmeden evvel. İslâm ve İnsan mıydı bu akşamki şeyin adı, konuşmanın, 2. kanalda? İslâm ve İnsan. Orada bir kardeşimiz, bir doktor kardeşimiz son derece güzel bir şey söyledi. Dedi ki:

“Batı” dedi, “dînin insanlara nasıl faydalı olacağını tartışıyor sadece” dedi. “Dînin insanlara nasıl faydalı olacağını tartışıyor sadece.”

Allahû Tealâ ve Tekaddes Hazretleri dîni boşuna indirmedi. Başından beri söylediğimiz neydi? İnsanların saadetiydi. Allahû Tealâ sizden yalnız bunu istiyor. Siz bunun için bir ödemede bulunmazsanız, bunun için bir gayretin sahibi olamazsınız, o hedefe hiçbir zaman ulaşamazsınız. Allah’ın sizden beklediklerini yerine getirmemek, sizi huzursuz eder her şeyden evvel.

İşte Batı, o daracık gözlüklerinin arkasından, ulaşabildikleri o statü içinde bile dînin insanları nasıl saadete ulaştıracağının tartışmasını yapıyor. Ulaştıkları yer orası. Bizde ise hâlâ daha dîn konusunda insanlar suçlanıyor, insanlar huzursuz ediliyor, insanlar tutuklanıyor. Allahû Tealâ ve Tekaddes Hazretleri’nin insanları ulaştırmak istediği yere bakın. Sadece insanları huzura kavuştursun diye, insanları mutluluğa ulaştırsın diye Allahû Tealâ ve Tekaddes Hazretleri bütün insanlara dînî kaideleri indirmiş, yollar göstermiş, saadet yolları. Diyor ki:


“Bu söylediğim hedeflere ulaşmak” diyor, “hepinizin elinde.” “Biz bu güzellikleri bütün insanlara indirdik.” diyor. “Hiç kimseyi” diyor, “cehenneme atmak istemeyiz, hiç kimsenin cezalanmasına gönlümüz razı olmaz. Ama eğer serbest iradeyle yaratılmış olan insanlar, Bizim onlara önerdiğimiz bu güzellikleri” diyor Allahû Tealâ, “yerine getirmezlerse, o insanlar kendi mutsuzluklarını kendi elleriyle hazırlarlar ve kendi kendilerini mutsuzluğa, huzursuzluğa mahkûm ederler.”

İşte bu mahkûmiyet, insanların kendi kendilerini o mutsuzluğa, o huzursuzluğa mahkûm etmeleri kendilerinin eseridir. Onlar Allah’ın kendilerini saadete ulaştırmak için onlara verdikleri direktifleri, onlara verdiği güzellikleri yerine getirmeyen zavallılardır. Öyleyse onlar için hüsran kaçınılmaz olacaktır. Öyleyse bütün bu güzellikleri duyduktan sonra bile onlara layık olduğu değeri vermeyenler, onlardan hangi noktada farklılardır ki?

Allahû Tealâ ve Tekaddes Hazretleri ile ilişkilerinizde unutmayın ki sizin mutluluğunuz söz konusu sadece. Allah’ın, sizin ne ibadetinize ihtiyacı var, ne de düşünebileceğiniz herhangi bir şeyinize. Allah her şeyden münezzehtir. Ama siz ne yapıyorsanız veya yapacaksanız, onu kendiniz için yapmış olacaksınız, hiç unutmayın sözlerimi. O sizden sadece ve sadece ve de sadece mutlu olmanızı istiyor, huzura kavuşmanızı istiyor ve bunun için size her şeyi bildirmiş.

“İşte” diyor, “size indirdiğim bu kitapta, bu kitap bir saadet davetiyesidir, bu kitap bir saadet reçetesidir. Bu reçetede sizin için tarif ettiğim bu şartları siz eğer yerine getirirseniz, mutlaka hem ahirette cennete kavuşursunuz, hem de şu dünya adı verilen gezegende neticede mutlak bir saadete ulaşırsınız. Ama eğer nefsinizin tesirinde kalıyorsanız, olaylar size negatif istikamette tesir ediyorsa ve siz Allah’ın emirlerini sizi saadete götürecek biçim ve boyutta……..”

 

İmam İskender Ali M İ H R