TARİHİ: 10.12.2000
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah hepinizden razı olsun. Allah’a ne kadar çok şükretsek azdır ki Allah bizi, bir insan hüviyetinde yaratmış ve Kendisiyle en güzel bağlantıların içine girmemizi sağlamış, insan olmanın huzurunu, mutluluğunu yaşatıyor bize. Şükranımız sonsuzdur, hamdimiz sonsuzdur.
Sevgili kardeşlerim, bugünkü konumuz: Zikir.
Nedir zikir? Zikir, hatırlamak mânâsına geliyor. Zikretmek; bir yerde bir konudan bahsetmek, bir şeyin ismini söylemek, tekrar etmek.
İşte Allah’ın ismi mi? Kâinatın her zerresinde her an tekrar ediliyor.
Allahû Tealâ İsrâ Suresinin 44. âyet-i kerimesinde diyor ki:
17/İSRÂ-44: Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinne, ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).
7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O’nu (Allah’ı) tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Halim’dir, Gafûr’dur (mağfiret edendir).
“Kâinatta hiçbir zerre yoktur ki her an Allah’ı tespih eder olmasın. Ama siz onların lisanını anlayamazsınız.” diyor Allahû Tealâ.
Nelerden bahsediyor Allahû Tealâ acaba “zerre” demekle? Elektronlardan.
Her elektron devamlı dönüş halindedir. Her dönüşünde kendi lisanıyla bir “Allah” kelimesini tekrar etmek üzere programlanmıştır. Ve bu sebeple devamlı bir ses çıkardığı için devamlı bir vibrasyon, titreşim söz konusudur. Sevgili kardeşlerim, acaba elektron neden döner?
Elektron döner çünkü nötrinolar onları döndürür. Elektron kendiliğinden dönmez. Yaratıldığı andan itibaren Allah’ın katından gelen nötrinolar devamlı olarak elektronlara dönüş enerjisini bırakırlar, Allah’ın katına tekrar geri dönerler. Tekrar enerji yüklenip aşağı inerler, yeniden elektronu harekete getirirler, tekrar yükselirler.
Allahû Tealâ bu cümleden olarak diyor ki: “Allah, gökten ineni, yere gireni, yerden çıkanı ve göğe yükseleni en iyi bilendir.”
34/SEBE-2: Ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmul gafûr(gafûru).
(O, Allah) yere gireni ve ondan çıkanı, semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O; Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir), Gafûr’dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren).
“Gökten ineni, yere gireni…”
Yer de toprak adını verdiğimiz sistem de aslında sonsuz sayıda elektrondan oluşuyor gene. Her şey elektronlardan oluşuyor sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, her şey elektronlardan oluşuyor. Elektronlar atomları, atomlar elementleri oluşturuyor ve böylece kâinat vücuda geliyor. Ama her nötrino Allah’ın katından başka âlemlerde, o âlemlerin varlığı olmadığı için sonsuz hızla hareket ederek kâinatın neresindeki bir elektrona ulaşacaksa oraya ulaşır, dönüş enerjisini elektronun üzerine yapışarak elektronu döndürmek suretiyle elektrona aktarır, sonra da tekrar geri döner, yeniden aynı olayı vücuda getirmek için. Böylece birbirinin arkasından sonsuz sayıda nötrino her elektronun üzerine gelir, görev yapar, tekrar Allah’ın katına döner.
Allah, sonsuzluğun yegâne sahibidir. Öyleyse bir tek elektron için bile sonsuz sayıda nötrinoyu vazifeli kılmıştır. Ve elektronların sonsuzluğu için de daha sonsuz sayıda nötrinonun görev yaptığını düşünün, insan aklının ihata edebileceği rakamların sonsuz ötesinde bir sonsuzlukla karşılaşacaksınız. İşte, elektronlar her dönüşlerinde Allah’ın ismini zikretmek üzere programlanmıştır. Allah’ın ismini tekrar etmek üzere programlanmıştır ve Allah’ın ismini devamlı tekrar ederler.Öyleyse sevgili kardeşlerim, burada Allahû Tealâ’nın indinde bir olgu var; Allah’ın bütün güzelliklerini anlatmak üzere, her an hareket halinde olması başka bir kuvvete bağlı (nötrinoya), kendisi dönmüyor, döndürülüyor. Bu sebeple, Allah’ın ismini tekrar etmesi, kendi iradesiyle değil bir başka iradeyle, bir başka kuvvetin kendisini döndürmesiyle gerçekleşiyor. Bu sebepten elektronların Allah’ın ismini zikretme olayına Allahû Tealâ “tesbih” adını vermiş; Allah’ı tesbih etmek. Sonra Allahû Tealâ’nın dizaynı zikre ulaşıyor. Nedir zikir? Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah, Allah” diye tekrar etmek.
Allahû Tealâ Muzzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde diyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
vezkurisme rabbike: Rabbinin İsmi’ni tekrar ederek zikret.
Üç ayrı cins zikirden bahseder Kur’ân-ı Kerim. Birisi; cehri zikir; insanların sesle, şimdi benim yaptığım gibi: “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah” diye, Allah’ın ismini tekrar etmesi halidir. Cehri zikir yapanlar bazen halkalar oluştururlar, daireler oluştururlar. Bazen karşılıklı iki sıra oluşturmak suretiyle sesle Allah’ın ismini coşkuyla tekrar ederler. Cezbeleri gelir ve devamlı böyle Allahû Tealâ’dan aldıkları cereyanla coşarak zikirlerini yaparlar.
İkinci tür zikirde ses yoktur. Dil kullanılır, ağız kullanılır: “Allah, Allah, Allah, Allah” diye kişi ses çıkarmadan, fizik sesini kullanmadan Allah’ın ismini zikreder. Bu, hafî zikirdir.
Bir de sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler; bir üçüncü zikir söz konusu, kalp zikri. Ne zaman dilinizi de kullanmazsanız, ağzınızı da kullanmazsanız, sesinizi de kullanmazsanız, kalbinizdeki sesle; içinizdeki sessiz sesle Allah’ın ismini tekrar etmeye başlarsanız bunun bir kolaylığını yakalayacaksınız. Elinizi nabzınıza koyduğunuzda eğer hem atardamarı hem toplardamarı yakalayabilirseniz, kalbinizin çift attığını rahat bir şekilde yakalayabilirsiniz. Bunlardan bir tanesini yakalamışsanız o zaman o tek hecede siz, iki hece kullanarak sessiz sesinizle “Allah” diyeceksiniz kalbinizin atışlarına paralel olarak.
Sevgili kardeşlerim, siz isteseniz de istemeseniz de kalbiniz atar. Hem kanı toplarken hem pompalarken kalbiniz atar. İki yerden topluyor, iki yere basıyor. Vücudunuzdan topladığı kanı topluyor, akciğerlerinize gönderiyor, basıyor. Akciğerlerinizden topladıklarını vücudunuzun her noktasına geri gönderiyor. Böylece devamlı bir kan hareketi; gönderilen kan ve geri dönen kan. Ve kalbiniz, devamlı Allah’ın ismini tekrar ediyor. Bu tekrar, otomatik olduğu için kalbinizin Allah’ın ismini tekrar etmesi bir tesbihtir. Ama ne zaman siz, onun atışlarına paralel olarak Allah’ın ismini içinizdeki sessiz sesle tekrara başlarsanız, işte o zaman bunun adı zikir olur. Çünkü burada artık sizin iradeniz devreye girmiştir.
Allah kulunun iradesine son derece önem verir:
* Kul kendi iradesiyle Allah’a ulaşmayı dileyecektir.
* Kendi iradesiyle mürşidine ulaşacaktır.
* Kendi iradesiyle ruhunu, vechini ve nefsini Allah’a teslim edecektir.
Ta iradenin bağlanmasından sonra, kişinin iradesi, Allah’ın iradesine bağlanır. Öyleyse kişinin bütün bu güzellikleri yaşayabilmesi her açıdan değer taşıyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, her şey öylesine güzel dizayn edilmiş ki dizayn edilen bütün bu sistemin merkezinde zikir var; kâinatın en büyük, en üst seviye ibadeti. Zikir; zikrullah, Allah’ın ismini tekrar ederek Allah’ı zikretmek bir ibadettir. Namaz kılmak da bir ibadettir. Onun da Kur’ân-ı Kerim’de adı birçok yerde “zikir” olarak geçiyor. Kur’ân-ı Kerim tilâveti de bir ibadettir. Onun da adı, hem Kur’ân’ın adı hem de Kur’ân-ı Kerim’in tilâvetinin adı, Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde “zikir” diye geçiyor. Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu üç zikri Allahû Tealâ mukayese etmiş mi? Etmiş. Hangisini en üstün kılmış? Zikrullahı en üstün kılmış. İşte Ankebut Suresinin 45. âyet-i kerimesi:
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Allahû Tealâ diyor ki: “Habîbim! Sana vahyettiğim o Kur’ân-ı Kerim var ya o Kur’ân-ı Kerim’i onlara (o sahâbeye) oku, anlat (tilâvet et, mânâsını açıkla) ve namaz kıl. Çünkü senin namazın münkerden ve fuhuştan men eder.”
Neden başka namazlar değil de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in namazı münkerden ve fuhuştan men ediyor?
Burada Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Senin namazın münkerden ve fuhuştan men eder.” demiyor. “Namaz, münkerden ve fuhuştan men eder.” diyor. Ama anlıyoruz ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e verilen bir emir olduğu için bu, onun namazı bunu yapıyor. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “Onlara namazları bir fayda vermedi. O, ikiyüzlü olanlara, onlara namazları bir fayda vermedi.”
“Hiç kimseyi ibadeti kurtaramaz.” diyor Allahû Tealâ.
İbadetin gerçek derecesinin Allahû Tealâ her konuda 10 katını verir. Ona rağmen gene kurtaramaz. Ne zaman irşad makamına ulaşırsanız bütün günahlarınız yok olursa arkadan da sevaba çevrilirse ve Allahû Tealâ, her sevabınıza 100 katından başlayarak sonuçta 700 katına kadar ihsanda bulunursa o zaman günahlarınızın sevaplarınızı geçmesi mümkün değildir. O zaman mutlaka Allah’ın cennetine girersiniz. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, düşünün; Allah size ne kadar çok ihsanda bulunmuş.
İşte Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, üç tane zikri mukayese etmiş:
Öyleyse bu âyeti Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz bize göstermeden evvel biz biliyorduk ki: “En büyük ibadet namazdır. Namaz dînin direğidir.” Gerçekten dînin direği ama bu standartlarda Allahû Tealâ namazdan da Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de daha büyük olarak Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesinde zikri kabul ettiğine göre en büyük ibadet namaz değil; zikir oluyor. Namazdan da Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de daha üstün. Peki, neden? Çünkü zikir nefsimizin kalbindeki kötülükleri temizleyebilen yegâne anahtardır, yegâne ilaçtır, yegâne vasıtadır. Zikrin dışında hiçbir şey nefsimizin kalbindeki afetleri yok ederken yerlerine ruhun hasletlerini “faziletler” adıyla yerleştiremez. Bu konuyu yapan, bunu gerçekleştiren sadece zikirdir. 7 kalp şartına kesin olarak bağımlıdır olay. Zikrin, size bir fayda temin edebilmesi için Allahû Tealâ’nın nefsinizin kalbindeki; Ekinneti almış olması lâzım (1), yerine ihbat koyması lâzım (2), kalbinize Allah’ın ulaşabilmesi lâzım (3), kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirmesi lâzım (4) ve tabiatıyla Allahû Tealâ’nın göğsünüzden kalbinize bir nur yolu açması lâzım.
Öyleyse Allah’ın ulaşması bir işlem değildir. İşlemler safhasına baktığımız zaman mürşidinize ulaşmadan evvel 4 işlem görüyoruz.
1- Kalbinizdeki ekinneti Allah’ın alması.
2- Kalbinize ihbat koyması.
3- Kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirmesi.
4- Göğsünüzden kalbinize bir nur yolu açması.
Ne zaman ki Allah size mürşidinizi gösterir, ne zaman ki mürşidinize ulaşırsınız, işte o zaman Allahû Tealâ sizi bir yerlere ulaştıracaktır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, zikir adlı bu müessese hepiniz için bir özelliği yansıtır; size nefs tezkiyesini sağlayabilen yegâne işlem olarak. Mürşidinize ulaştığınız zaman nefs tezkiyesini gerçekleştirmeniz konusunda gerekli olan son 3 şart gerçekleşir. Bu 3 şarttan; son 3 şarttan bir tanesi kalbinizin mührünü Allah’ın açmasıdır. Göğsünüzden kalbinize yol açtıktan sonra; 4 tane şart oluşturduktan sonra Allahû Tealâ mürşidinize ulaştığınız gün, göğsünüzden kalbinize bir nur yolu açtıktan sonra kalbinizin mührünü açar. Kalbinizin içindeki küfür kelimesini dışarı atar. Kalbinizin içine îmânı yazar.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, kalbinizin içine Allahû Tealâ’nın îmânı yazdığı bir özelliğin sahibi olursunuz yani îmânın sahibi olursunuz yani Kur’ân’a göre adınız mü’min olur. Sadece Allah’a inanmak kişiyi mü’min yapmıyor. Mutlaka kalbinin içine îmân yazılması ve îmânın sahibi olması lâzım kişinin. Îmânın sahibi olan mânâsına gelen îmân kelimesini kalbinde taşıdığı için. Bu noktadan itibaren zikir yapan, Allah’ın ismini tekrar eden bir kişi acaba nelere muhatap olur? O kişi kalbindeki bu 7 şart gerçekleştikten sonra eğer zikir yaparsa, “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah” derse nefsi tezkiye olmaya başlayacaktır. Allahû Tealâ salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl adlı iki grup nur gönderecektir kişiye zikri üzerine.
Nisâ Suresinin 175. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
“Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları, rahmetinin ve fazlının içine koyar ve onları Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” diyor.
Demek ki daha Sıratı Mustakîm’e ulaşmadan evvel Allahû Tealâ sadece iki nur gönderiyor bize zikir yaptığımız zaman; salâvâtla rahmet. Ama Allahû Tealâ Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesinde: “Allah nurlarını ikişer ikişer gönderir.” diyor.
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
Öyleyse bir ikiliyle bir başka ikilinin aynı olmaması lâzım, ikişer ikişer ayrı grupların gelmesi lâzım.
İşte, sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, burada Allahû Tealâ’nın dizaynı en müstesna bir dizayn olarak çıkıyor karşımıza. Allah’ın nurları nefsimizin kalbinde bir işlem yapacak ama ikinci bir grubun daha gelmesi lâzım ikişer ikişer geldiğine göre. Acaba bu ikinci grup ne? Salâvâtla fazl.
Bakara Suresinin 156 ve 157. âyet-i kerimelerinde Allahû Teala buyuruyor ki:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.
“Onlar kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman derler ki: “Muhakkak ki biz Allah içiniz. Allah için yaratıldık ve mutlaka Allah’a ulaşacağız. Allah’ın rahmeti ve salâvâtı onların üzerinedir. Ve onlar hidayete erenlerdir.” buyuruyor Allahû Tealâ.
Öyleyse insanların hidayete ermeleri söz konusu. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizaynda her şey en güzel standartlarda oluşur. Ve Allahû Tealâ’nın bu muhtevasına dikkatle bakın sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Allahû Tealâ, hem salâvâtla rahmet gönderiyor hem de salâvâtla fazl gönderiyor. İşte bu iki grubun kişinin göğsüne, göğsünden de kalbine ulaşması söz konusudur. İşte böyle bir durum söz konusu. Nefsimizin kalbine iki grup nur gelmeye başlar; salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl. Nereye gelir bu nurlar zikirle? Göğsümüze gelir. Ama Allah’ın, En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesine göre göğsümüzden kalbimize açtığı yolu takip ederek kalbimize ulaşır.
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.
Kalbimizin mührü artık hareketli hale gelmiştir ve Allahû Tealâ bu mührü gönderir. Böylece Allahû Tealâ’nın vücuda getirdiği bu statüde Allah’ın bir dizaynı söz konusu oluyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, nefs tezkiyesi için göğsümüze gelen bu nurlar kalbimizin kapısına; nefsin kalbinin kapısına ulaşırlar. Mühürlüdür kapı ama Allahû Tealâ biliyorsunuz ki o mührü açmıştır. Artık açılmış olan bir mühür, hareketli hale gelmiş olan bir mühür söz konusudur. Ve zikir yaptığımız zaman Allah’ın rahmeti, fazlı ve salâvâtı mührün üzerine baskı yapar ve mühür kalbin alt boyutuna kadar itilir, rahmet, fazl ve salâvât adlı üç tane enerji grubu tarafından. Alttan karanlıkların bu üç enerji grubuna karşı verdikleri savaş onların mağlubiyetiyle neticelenir. Kapıyı asla açamazlar. Üç grup enerji, karanlıklara ait bir grup enerjiden her zaman üstündür. Kapı kilitli kalacaktır zikir boyunca ve şeytanın karanlıkları asla kalbimize giremezler. Giremezlerse ne olur? Nefsin kalbine dolan salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl partikülleri birkaç dakika içinde nefsin kalbini %100 bu nurlarla doldururlar. Ne kadar karanlık varsa o karanlıkları da salâvât partikülleri dışarı atar. Beraberlerinde rahmeti ve fazlı getirip, onları kalbin içine bırakan salâvât partikülleri geriye dönerken karanlıkları dışarı çıkarırlar. İşte îmân kelimesinin çekim gücü zikir boyunca etrafına rahmet partiküllerini çekmeye başlar. Ve çeker ve kendisine bend eder; etrafında toplar ve kendisine bend eder. Ve etrafına yapıştırdığı bu nurlar yavaş yavaş %1, %2 derken yüzdelerini arttırırlar. Allahû Tealâ bu nefsin afetlerinin dışarı atılarak ruhun hasletlerinin aynı olan faziletlerin nefsimizin kalbinde toplanma işlemine “Nefs tezkiyesi” diyor. Nefs tezkiyesinin temel şartlarını Nûr Suresinin 21. âyet-i kerimesinde şöyle açıklıyor:
24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
“ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden: Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa (yani nefsinizin kalbinden içeriye dolamazsa) hiçbir zaman içinizden hiçbiri nefsini tezkiye edemez.”
Öyleyse nefs tezkiyesini yapacak olan, gerçekleştirecek olan şey fazl adlı nurlardır. Bunların getirilmesi ise salâvât adlı partiküllere bağımlıdır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, burada bir birikim söz konusu, bir fazl birikimi, fazilet birikimi. Bu fazilet birikimi %1, 2 derken bir gün %7’ye ulaşır. Burası Nefs-i Emmare’dir. Yûsuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde Hz. Yusuf Allahû Tealâ’ya şunu diyor:
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
“ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî: Yarabbi, ben nefsimi beraat ettiremem çünkü nefs şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği nefsler hariç.” diyor Allahû Tealâ.
“Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği nefsler hariç.”
Hz. Yusuf Allahû Tealâ’ya söylüyor ki bu, Allahû Tealâ’nın sözü oluyor tabiî. Rahîm esmasıyla tecelli. İşte ne zaman siz Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilerseniz, Allah kalbinizde bunu işitir, bilir ve görür. O andan itibaren Rahmân esmasıyla tecelli başlamıştır yani Allah’ın rahmet gönderme esması. Ve başlangıçta nefsinizin kalbi %100 afetlerle doludur, %100. Ne zaman bu afetler nefsinizin kalbini yavaş yavaş terk etmeye başlarsa, işte bunun adı zikirdir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, muhakkak ki Allah her şeye kaadirdir ve bir muradı var. İşte başlangıçta nefsinizin kalbi %100 afetlerle doluyken burası Nefs-i Emmare kademesidir. %100 nefsinizin kalbi afetlerle doludur.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, zikir böylece nefsinizin kalbinde bir işlemi vücuda getiriyor. Her şeyin en güzel olduğu bir ortamı oluşturacak. Ne zaman nefsinizin kalbindeki karanlıklar %7 eksilirse, aynı zamanda nefsinizin kalbi %7 nurla dolarsa, işte bu Nefs-i Emmare’nin tamamlanmış olmasını ifade eder. Nefs-i Emmare’desiniz. Nefsiniz vücudunuzda bir rehinedir. Ve bu rehine sizi Allah’a yaklaştıracaktır. Çünkü nefsin kalbindeki aklanmalar %7’yi; her %7’yi buldukça rehine gök katlarından bir tanesinin anahtarını ele geçirir; uzaktan kumanda anahtarlarını, remote kontrol anahtarını ele geçirir. Nefsin kalbinde %7 nur birikimi gerçekleştiği zaman Nefs-i Emmare tamamlanmıştır.
İkinci bir %7 nur birikiminde nefsinizin kalbinde Nefs-i Levvame teşekkül eder. Nefsini kınayan, levm eden, artık günah işlemek istemeyen ama nefsi sebebiyle devamlı günah işlemek durumunda olan bir insan, bu günahları sebebiyle nefsini kınayan, levm eden bir insan. Kıyâme Suresinin 2. âyet-i kerimesi:
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
“ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).” diyor Allahû Tealâ.
Ve rehine 2. katın anahtarlarını ele geçiriyor ve 2. gök katının da kapısını açıyor. Ve ruh 2. kata yükseliyor. Kişi zikre devam ediyor. 3. defa %7 nur birikimi, Nefs-i Mülhime. Kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor. Şems Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ diyor ki:
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
ve nefsin ve mâ sevvâhâ: O nefse ve onu dizayn edene.
fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: O nefse şeytanın fücuru da Allah’ın takvası da ilham edilir.
Öyleyse burası ilham almaya başladığımız 3. kademedir. Rehine 3. katın anahtarını ele geçirmiştir. Ruh, 3. kata kadar ulaşır. 4. defa %7 nur birikimi Nefs-i Mutmainne’yi ifade eder. Allahû Tealâ Fecr Suresinin 27. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!
“yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu): Ey mutmain olan nefs!”
4. kademe, Ra’d Suresinin 28. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:
13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûbu: Kalpler ancak (sadece bilin ki) Allah'ı zikretmekle mutmain olur.
“Kalbi mutmain edecek olan Allah’ın zikrinden başka ilaç, başka anahtar yoktur.” demiş oluyor Allahû Tealâ.
Allahû Tealâ ile olan ilişkilerinizde en güzele ulaşabilmeniz şekle bağlı, bu güzelliği vermenize bağlı. Sevgili kardeşlerim, dikkatle duruma bakın; her katta %7 nur birikimi artıyor nefsimizin kalbinde. O kadar nefs afetini devre dışı bırakıyorsunuz. Ve başlangıçta nefsimizin kalbi %100 Allah’ın bütün emirlerine karşı çıkarken, %100 Allah neyi yasak etmişse onu işlemek isterken, şimdi durum öyle değil. Başlangıçtaki olayın tamamen tersi bir sonuçla karşı karşıyasınız sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
Böyle bir dizaynda 4. defa %7 nur birikimi, kişiyi Nefs-i Mutmainne’ye götürür. Kişi tatmine ulaşır. Allah’ın verdikleri bütün şartlar altında; hangi şart içinde olursa olsun o kişi bütün şartlar altında hep onu tatmin eder, her zaman yeterlidir. O kişi her zaman mutmaindir. Artık hırs afeti ona daha ötede bir şeyler yaptıramaz. Haram, helâl kavramı onun tarafından kesinlikle çiğnenemez. Allah’ın verdikleri her zaman yeterlidir ve ona huzur verir. Ve bir daha %7 nur birikimi, daha çok zikir, Nefs-i Radiye. Kul, Allah’ın verdikleriyle doyduktan sonra, tatmin olduktan sonra Allah’tan razı olur. Ruh, 5. gök katına ulaşır. Mutmainne’de 4. kata ulaşan ruh, Radiye’de 5. gök katına ulaşır. Ve kişi, daha çok zikir yapar. Bir daha %7 nur birikimi, 6. gök katının anahtarının elde edilmesi ve Nefs-i Mardiyye; Allah’ın da kulundan razı olması. Sonra da Nefs-i Tezkiye; nefsimizin tezkiye olması hali.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Nefs-i Radiye ve Mardiyye için Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesi, “râdiyeten mardiyyeh” şeklinde dizayn edilmiş, onları anlatıyor.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
Tezkiye ise Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde anlatılıyor:
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse o, bunu kendi nefsi için yapmıştır.
Ne demek istiyor Allahû Tealâ? Çünkü nefs ezelde Allahû Tealâ’ya tezkiye olacağına dair yemin vermiştir. Nefsin verdiği yemini gerçekleştirmesi demektir, tezkiye olmak. Öyleyse verdiği yemin için nefs tezkiye olur.
“Ve ruhu Allah’a ulaşır.” diyor. O kişinin ruhu Allah’a geri döner, ulaşır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, işte yeni bir dizayn içinde kişi, ruhu Allah’a ulaşıyor. Öyleyse ruhun Allah’a ulaşması vuslat olayıdır. Kişinin kalbindeki nur birikimine baktığımız zaman, nefs tezkiyesine başlamadan evvelki kesimde, huşûya ulaştığımız noktada nefsimizin kalbinde %2 nur birikimi gerçekleşiyordu. 7 defa da %7 nur birikimi gerçekleşti, %49 da onlar, böylece nefsimizin kalbindeki nurlar %51’e ulaştı.
Ruhumuz mu? 7 gök katına ulaştı. 7. gök katının 7 tane âlemini aştı ve en sonunda Sidretül Münteha’dan yokluğa ulaştı ve Allah’ın Zat’ına ulaştı. Burası 21. basamaktır. Ruhumuz Allah’a ulaşmıştır. Nefs tezkiyesi nefsimizin kalbinde %51 nuru gerçekleştirmiştir. Nefsimizin durumu ne?
Başlangıçta şeytan nefsimizin kalbinin %100’üne tesir etmek imkânının sahibiydi. Çünkü iblisin tesir edebileceği saha sadece afetlerdir. Hasletlere şeytan hiçbir şekilde tesir edemez, sadece afetlere tesir edebilir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, böyle bir ortamda nefsimizin kalbinde şeytanın hâkimiyeti başlangıçta %100 iken nefs tezkiyesine ulaştığımız yerde ruhumuz Allah’a ulaşmıştır, hidayete ermiştir. Nefsimiz tasfiyenin yarısından fazlasını tamamlamıştır zikir sayesinde. Bunu gerçekleştiren şey; nefsimizin kalbindeki 7 tane kalp şartlarının mutlaka var olması kaydıyla Allah’ı zikretmek.
Bu noktadan sonra tezkiye tamamlanmıştır. Ama tasfiye için, kişi daha çok zikredecektir, ta ki daimî zikre ulaşsın. Daimî zikirde ise daimî zikrin sahibi olacaktır. Öyleyse kişi daha çok zikrediyor. Ruh, Allah’ın Zat’ında yok oluyor, Allah’a teslim oluyor. Burası fenâ makamı, velâyetin 1. makamı. Nefsimizin kalbindeki zikirle oluşan nurlar %51’den %61’e kadar burada ulaşır. %61 nurda Allahû Tealâ, bize taht ihsan eder İndi İlâhi’de. Fenâ makamının sahibi olmamız, ruhumuzun Allah’a ulaşması gördük ki nefs tezkiyesine paralel bir şekilde gelişti. Fâtır Suresi 18. âyet-i kerimesi: “Nefs tezkiyesi tamamlanınca ruh da Allah’a döner.” ifadesiyle mücehhez.
Öyleyse burada Allahû Tealâ’nın dizaynı açık; nefsimiz tezkiye olmuş, ruhumuz hidayete ermiş. Ama şimdi artıyor zikrimiz, %61 zikir, %71 zikre kadar Allah’ın bize verdiği altın tahttayız. Bu taht, En’âm Suresinin 127. âyet-i kerimesinde anlatılıyor.
6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.
Allah’ın indinde bir selâm yurduna, Allah’ın Zat’ının dışında bir başka yurda o kişi sahip kılınıyor. İşte bu selâm yurdu, bir altın tahttır. Nefsimizin kalbindeki nurlar %71’i aştığı zaman biz, daimî zikrin yarısını aşmış oluruz. Daimî zikre ulaşınca kesintisiz bir zikrin sahibi oluruz. Ama burada %71’den fazla nefsimizin kalbine nur birikmesi noktasında, zikrimiz mutlaka günün yarısını aşmıştır. Aşmadığı sürece, nefsimizin kalbindeki nurlar hiçbir zaman %70’i aşamaz. %71 ve daha ötedeki nur birikimi sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bizi zahid kılar. Her gün zikrimiz günün yarısını aşmıştır. Her gün Allah’a zikirsizliğe karşı zahid olduğumuzu, ona değil zikre değer verdiğimizi ispat ediyoruz, her gün günün yarsından daha fazla zikir yaparak. İşte bu dizayndayız sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Allahû Tealâ’nın burada bize işaret ettiği husus yeni bir noktaya doğru ulaşmak; %81’i geçtiğimiz zaman nurlarımızla muhsinler makamına ulaşırız.
Allahû Tealâ zühd makamı için Yûsuf Suresinin 20. âyet-i kerimesinde diyor ki:
12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdetin, ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.
“Onlar Yusuf’a karşı zahiddiler (ona değer vermiyorlardı). Bunun için Yusuf’u birkaç dirheme sattılar.” diyor Allahû Tealâ. Yusuf’un birkaç dirheme satılması söz konusu.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, görülüyor ki zühd makamında bir şeye değer vermemek söz konusu, bu negatif zühd. Eğer bir şeye değer verdiğimizi Allah’a ispat ediyorsak, bu ise zikirse zikirsizliğe karşı zahidiz demektir. Ve zühd makamı bizi %81’e ulaştırır. Burası fizik vücudun teslimi makamıdır. Fizik vücudumuzu Allah’a teslim ediyoruz.
Allahû Tealâ Nisâ Suresinin 125. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun: Dînde fizik vücudu (vechi) ahsen olan kişi, vechini Allah’a teslim etmiştir. O kişiden daha muhsin kim vardır.” diyor Allahû Tealâ.
Bu noktadan itibaren Allahû Tealâ’nın dizaynı fizik vücudun davranış biçimleridir. Fizik vücut nefsin kalbinde hâlâ %19 afet olduğu halde başlangıçta, bu konu bittiği zaman %9 afet olmasına rağmen (%19’dan %9’a kadar iner), fizik vücut afetleri hiç dikkate almıyor, kale almıyor ve fizik vücut Allah ne emretmişse onların hepsini gerçekleştiriyor ve yasak ettiği hiçbir fiili işlemiyor.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah’ın bütün emirlerinin yerine getirildiği, yasak ettiği hiçbir fiili işlemediği bu noktada fizik vücudun ahsen olması söz konusudur. Ama ne yazık ki nefsin kalbinde hâlâ %9 afetler var. Son noktada bile hâlâ %9 afetler var. Öyleyse ahsen olamaz. O zaman, Allahû Tealâ fizik vücut için ahsen ifadesini kullanmıyor, “muhsin” diyor fizik vücuda.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, burası fizik vücudun teslimi noktası. Bu noktadan sonra da zikrini arttırıyor kişi. Bundan sonraki yer, daimî zikirdir. Ulûl’elbab oluyor; 5. velâyet makamı. 4. makamda kişi fizik vücudunu Allah’a teslim ediyor. 5. makamda daimî zikrin sahibi oluyor. Hikmet sahibi oluyor. Ve kişiye Allahû Tealâ 1. katı yani zemin katı ve yedi yer katını sırlarıyla beraber göstermeye başlıyor. Kalp gözü mutlaka açılıyor. Kalp kulağı açılıyor. Daimî zikrin sahibi kişi, nefsindeki bütün afetleri yok etmiş, artık afetlerin tekrar kalbe ulaşması mümkün değil. Hikmet sahibi, hayır sahibi, tezekkür sahibi. Burası Ulûl’elbab, hikmetin 1. makamı. Kişi daimî zikirde, bir gün Allahû Tealâ o kişiye 1. gök katını gösteriyor. Bu noktadan itibaren kişi, ulûl’elbab makamını aşmış ihlâs makamının sahibi olmuştur. Ve bütün katlar sırayla gösteriliyor. 7 gök katı boyunca kişi ihlâs makamındadır.
Ulûl’elbab makamını Allahû Tealâ tarif ediyor, Âli İmrân Suresi 190 ve 191. âyet-i kerimeleri:
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“li ulîl elbâb. ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: Ulûl’elbab kullarımız için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur.” diyor Allahû Tealâ.
Ve 1. gök katının gösterilmeye başlanmasından itibaren bütün gök katları gösterilecektir. Bu muhtevada da Sidretül Münteha’ya kadar her şeyi görecek olan bu kişi, ihlâs makamının sahibidir.
Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesi:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
“ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe: Onlar emrolunmadılar, hanifler olarak nefslerini (saflaştırmış, saf hale getirmiş) halis kılmış muhlis kullar olmakla emrolundular. Ve bunu hanifler olarak gerçekleştirmekle (hanif fıtratıyla gerçekleştirmekle) emrolundular.” diyor Allahû Tealâ.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, görüyorsunuz ki Allahû Tealâ’nın muradı açık ve kesin. Evvelâ hepinizi çok seviyor ve dileği hepinizin ihlâsa ve onu da aşarak salâha ulaşması. Ne zaman 7 tane gök katının hepsini gösterir de Allahû Tealâ, 7. katın da 7. âleminin; son âleminin en üst noktası olan Sidretül Münteha’yı görürsünüz, sizin için ihlâs makamı da tamamlanmıştır. Artık salâh makamındasınız. İşte zikir sizi bütün buralara götürür.
Salâh makamında Tövbe-i Nasuh’a davet edilirsiniz. Gerçekleştirdiğiniz an salâhın 1. kademesindesiniz. Ne zaman Allahû Tealâ, sizin günahlarınızı örter de başınızın üzerine salâh nurunu verirse 2. kademedesiniz. Ne zaman günahlarınızı sevaba çevirirse 3. kademedesiniz. Ne zaman irşada ulaşırsanız 4. kademedesiniz. Allah’a köle olma kararınız kabul edilince, iradenizin bağlandığı 5. kademeye; kölelik kademesine getirilirsiniz. Ve Allahû Tealâ, ne zaman iradenizi ref ederse köleliğin de son mertebesine ulaşırsınız. Bundan ötesi 7. makam, sadece devrin imamları için geçerlidir.
Öyleyse işte zikir, bir insanı salâh makamının sonuna kadar götüren, bir muhteşem temizlenme vasıtasıdır. Ve burada; bu son noktada bütün insanlar için Allahû Tealâ’nın güzellikleri dizayn edilmiştir. Ve kişi Allahû Tealâ’ya köle olduğu zaman peygamberlerle, sıddîklerle ve şehitlerle, Allah’ın has kullarıyla birlikte peygamberlerin girdiği cennete girecektir.
Nisâ Suresinin 69. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bunu söylüyor. Ve diyor ki:
4/NİSÂ-69: Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ(rafîkan).
Ve kim, Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.
“Onlar ne güzel arkadaştırlar.”
Peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihler. Salihlerin bu bölümü; salihlerin Allah’a köle olanlar bölümü bir büyük hediyeye daha kavuşurlar; Allah’ın Zat’ını da görürler. Onlar, cennetin; 7. kat cennetin, en üstün cennetin sahipleridir. Ve onlar, dünya saadetinin de sahipleridir. Hem iç dünyalarında devamlı kesintisiz bir sulh ve sükûn hali, muhteşem bir mutluluk olayını yaşarlar. Dış âlemlerinde de kesintisiz bir kavganın bittiği, sulh ve sükûnun %100 hâkim olduğu bir muhteşem dizayn yaşarlar. Ve nihayet Allah ile olan ilişkilerinde de kesintisiz, devamlı bir sulh ve sükûn hali yaşarlar. İşte burası mutluluğun en üst noktasıdır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, görüyorsunuz ki bizi buraya kadar getiren zikir adlı bir müessesedir. İlmel yakîn’in, Aynel yakîn’in ve Hakk’ul yakîn’in sahibi kılan, biz insanları cennet saadetinin sonsuzuna ve dünya saadetinin sonsuzuna ulaştıran işte bu vasıtadır; zikir adlı vasıtadır.
Allahû Tealâ’nın hepinizi daimî zikre ve bununla cennet saadetine ve dünya saadetinin bütününe ulaştırmasını, zülcenehayn olmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R