SOHBETİN ADI: ALLAH'IN İHSANLARI BİRE ONDAN BİRE YEDİYÜZE ÇIKARIP Nİ’METE ÇEVİRMESİ
TARİHİ: 17.06.1999
Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve sonsuz şükrederiz ki bizleri bir defa daha Allah'ın zikir sohbetinde Allahû Tealâ bir araya getirdi.
Allah'ın ihsanı boldur. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde Hz. Ebûbekir veya Hz. Osman -iki ismi çok iyi hatırlayamıyorum, karıştırdım birbirine- bir kervan getiriyor. Ve kervan çok ihtiyaç duyulan mallar getirmiş durumda. Hemen Hz. Ebûbekir'e ulaşıyor bir takım insanlar; “Şu kervanı olduğu gibi bize devret sana iki katını verelim.” diyorlar. O da diyor ki: “Olmaz.” “3 katını verelim, 5 katını verelim, 10 katını verelim.” “Hayır.” diyor. “20 katını verelim.” diyorlar. Gene “Hayır.” diyor. O zaman gidiyorlar Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e şikâyet ediyorlar. Diyorlar ki: “O ihtikar yapıyor (karaborsacılık yapıyor). 20 katını verdiğimiz halde malını bize satmadı.” Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: “Çağıralım bakalım. Kendisine soralım, niye vermiyor?” Çağırıyorlar; Hz. Ebûbekir’di zannediyorum veya Hz. Osman’dı. Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: “Niye vermiyorsun? Bak 20 katını vermişler sana ama vermemişsin.” O da diyor ki: “Daha çoğunu veren var.” “30 kat mı? 40 kat mı?” “700 kat.” diyor. Zaten daha Peygamber Efendimiz (S.A.V) onu çağırmadan evvel kervandaki bütün malları dağıtmış.
İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in söylediği 700 katla bu 700 kat birbirinin aynı. Ama konunun bundan evvelki kısmı ölmeden evvel ölmek, gerçekten 700 kata ulaşmaya zemin teşkil eder mi? Kesin.
Allahû Tealâ Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesinde diyor ki:
2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbetin, vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.
“Biz onlara bir başağında 100 dane bulunan 7 başaklı bir nebat grubu kadar ihsanda bulunuruz.”
Dikkat edin, Allahû Tea: “Biz onlara 700 katını veririz.” demiyor. Bir başağında 100 dane bulunan 7 başaklı bir nebat grubu kadar ihsan. Bunun mânâsı, bu hedefe birer birer tırmanılarak çıkılacağıdır. Ve Allahû Tealâ devam ediyor:
1- fî sebîlillâh olmak kaydıyla.
2- Verdiğimiz ni'metlerden infâk etmek kaydıyla.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın 1'e 700 ihsanı bir çırpıda insanlara ulaşmıyor. Evvelâ 1'e 100, sonra bu 1'e 100, 1'e 200 oluyor. Sonra 1'e 300, 400, 500, 600 ve 1'e 700 oluyor. Yani sevgili izleyenler, biz bir zavallı bodrum katını inşa ediyoruz. Allahû Tealâ, o bodrum katının üzerine 700 katlı bir saray inşa ediyor. Sonra mı? Sanki biz inşa etmişiz gibi onun bütün mükâfatını bize veriyor. Her yaptığı böyle. İnsanoğlunu o kadar seviyor ki aslında her şeyi yapan O, ama biz yapmışız gibi mükâfatını bize veriyor.
Söylediğim misale dikkatle bakın; bir bodrum katını inşa ediyorsunuz. Allahû Tealâ onun üzerine 700 katlı bir saray inşa ediyor. Ve o sarayı sanki biz inşa etmişiz gibi mükâfatı bize ait. “Hiç kimseye onun taşıyamayacağı yükü yüklemeyiz.” diyor.
7/A'RÂF-42: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lâ nukellifu nefsen illâ vus'ahâ ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Âmenû olanlar (hayatta iken Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel işleyenler (nefs tezkiyesi yapanlar), kimseyi gücünden başka bir şeyle sorumlu tutmayız. İşte onlar cennet ehlidirler, onlar orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır).
Allahû Tealâ, bir ambarın daha çok buğday almasını isterse önce ambarı genişletir. Sonra ona daha çok buğday yükler. “Hiç kimseye tahammül edemeyeceği yükü, taşıyamayacağı yükü yüklemeyiz.” diyor. Ki bizim kardeşlerimizin 47.000 zikir yaptığına bakanlar, “Bu imkânsız,” diyorlar, “Biz 500 zikir yapıyoruz. 47.000 zikir mümkün değil. Biz buna dayanamayız.” Ve tasavvufa girmekten vazgeçiyorlar. Sevgili izleyiciler, burada bir yanlışlık var. Bu insanlar, o günkü seviyeleri itibariyle bunu yapamayacaklarını hesaplıyorlar ki o, 47.000'e ulaşanlar da onlar gibi, daha tasavvufun dışındayken onlar da bunu yapamazlardı. Ama Allahû Tealâ, gücü adım adım veriyor. 7000 zikirden 9000 zikre çıkacak gücü veriyor. 11.000'e çıkacak gücü veriyor. Ve kişi bunların hepsini adım adım takip ederek hedefine doğru sağlam adımlarla ilerliyor. Neden sağlam adımlarla? Çünkü her yeni adım atmasında gerekli gücü Allah ona veriyor.
Sevgili izleyenler, Allahû Tealâ sadece bizden Allah'a ulaşmayı dilememizi istiyor. Allah'a ulaştırmak mı? O'nun işi. Allah'a ulaşmak mı? O ulaştırdığı için bizim işimiz. Yani dolaylı bir olay var. İsteyen Allah. Kimden ne ister? Bakınız Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in hadîsine “Kim Allah'a ulaşmayı kerih görürse Allah da o kişiyi Kendisine ulaştırmayı kerih görür. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah da o kişiyi Kendisine ulaştırmayı diler.” Kur'ân-ı Kerim de aynı şeyi söylüyor. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah da mutlaka o kişiyi Kendisine ulaştırmayı diler.
Öyleyse bir dilek olayı var. Allahû Tealâ kulvarda ilk adımı atmayı yani startı bize vermiş. Herkes kulvara eşit şartlarla girer. Start için herkes hazırdır. Ve start, Allah'a ulaşmayı dilemektir. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ diyor ki: “Biz de onu Kendimize ulaştırmayı dileriz.” Dilerse ne yapar? Dilerse mutlaka ulaştırır.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın Allah'a ulaşmayı, Kendisine ulaştırmayı dilediği insanlar var. Var mı? İşte En'am Suresinin 125. âyet-i kerimesi. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.
“fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm (islâmi): Allah kimi Kendi Zat'ına ulaştırmayı dilerse onun göğsünü teslime açar.”
Göğsün teslime açılması için bir şart arıyor Allahû Tealâ; onu Kendisine ulaştırmayı dilemek. Allahû Tealâ kimleri Kendisine ulaştırmayı diliyor? Kim Allah'a ulaşmayı dilerse. Kendisine ulaştırmayı dilediği kişiyi mutlaka Kendisine ulaştırıyor mu? Açık ve kesin. Çünkü diyor ki: “men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin.”
Ankebût-5 ve 6:
29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsihî, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
“Kim Allah'a mülâki olmayı dilerse yani ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı dilerse, Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir.”
Dikkat edin, tayin ettiği gün. Tayin etmediyse gelmiyor. Hangi şarta bağlı? Kişinin ömür şartına bağlı. Allahû Tealâ, kim Allah'a ulaşmayı dilerse onu mutlaka Kendine ulaştırmayı diler. Ama bir 2. faktör daha var. Ömrü biçen Allah'tır. Kimin ne kadar yaşayacağını tayin eden Allah'tır. Ve diyor ki Kur'ân-ı Kerim'de: “Ömür var ya (ecel müessesesi), zaman bir yerde, o kişinin yaşama zamanı bitecektir. O doğumundan, o yaşadığı vakte kadar geçen süreye “ecel” diyor Allahû Tealâ, vade. Sıfırdan o noktaya kadar. O gün geldiği zaman, o andan ne bir dakika geri ne bir dakika ileri, o an mutlaka ecel tahakkuk eder. Vade biter ve kişi ölür.
İşte Allahû Tealâ Kendisine ulaştırmayı, kimi ulaştırmayı diliyordu? Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi. Ama ya Allah'ın tayin ettiği ecel, o kişinin Kendisine ulaşmasından evvel bitiyorsa? Bu kişi Allahû Tealâ'ya ulaşmayı dilemiş; âmenû olmuş. Allah kişinin kulaklarındaki vakrayı almış, kalbindeki ekinneti almış, hicab-ı mestureyi almış; irşad makamıyla arasındaki bağlantıyı almış; perdeyi almış. Ama kişiye, onu Kendisine ulaştırmayı dilediği halde o dileğin yerine gelmesini temin edecek olan zaman parçasını o kişiye yaşamak için vermemiş Allahû Tealâ. Ne olacak şimdi? Bu kişi Allah'a ulaşamadan ölüyor. Allahû Tealâ'nın sözü var. Diyor ki: “Ben kimi Kendime ulaştırmayı dilersem onu mutlaka Kendime ulaştırırım. Ona eğer Bana ulaşması için yeterli ömrü vermezsem, o zaman ulaştırmamış olsam bile ulaştırmış kabul ederim. Çünkü ona söz verdim.”
İşte kişinin Allah'a ulaşabilmesi, 7 basamaklık bir seri oluşturuyor. Ruhun Allah'a doğru yola çıkması, 7 tane gök katını aşmakla Allah'a ulaşmayı sağlar. Bu 7 tane gök katını aşmaksa her biri nefsin bir kademe ilerlemesine bağlıdır. İnsan ruhu, Allah'a ulaşmak üzere mürşidine ulaştığı gün vücudundan ayrılır. Hangi mürşide tâbî olmuşsa onun dergâhına ulaşır. Sonra? Burada, o dergâhta kişi eğitilir. Vücudundan ayrılan ruh, o eğitme süresince hep o dergâhta misafirdir. Ne zaman ki kişinin nefsinin kalbinde ilk %7 nur birikimi sağlanır, o kişi Nefs-i Emmare’yi tamamlar. Nedir Nefs-i Emmare? Yûsuf Suresi 53. âyet-i kerimede, Hz. Yusuf Allahû Tealâ'ya diyor ki:
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
“ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi: Yarabbi! Ben nefsimi beraat ettiremem, temize çıkartamam, ibra edemem. Çünkü nefsim bana tamamen şerri emrediyor.”
Bütün insanlar için başlangıçtan itibaren nefsler sadece şerri emreder. Neden? Çünkü nefsin muhtevasında şerri emreden afetlerden başka bir şey yok. Nefsin kalbinde sadece karanlıklar var. Karanlıklarsa afetlerle temsil edilir. Öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan, düşmanlık, yalan, cehalet; her türlü negatif faktör insanın nefsinin kalbinde karanlıklarla temsil edilmektedir. Bu karanlıkları o kişinin nefsinin kalbinde tutmak için de Allahû Tealâ bütün insanların kalplerine, daha onlar doğdukları zaman küfür kelimesini yazmış olur. Kimin kalbinde küfür kelimesi varsa istisna yok; herkesin kalbi doğduğu andan itibaren bu küfür kelimesiyle maluldür; hastadır. Bu yüzden Allahû Tealâ nefslerin kalplerine Hacc Suresinin 53. âyet-i kerimesinde “Hastadır.” diyor. “O kalplerde karanlık varsa, o kalplerde afetler varsa o kalpler hastadır.” diyor.
22/HACC-53: Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd(baîdin).
Kalplerinde maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara, şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm’den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).
İşte kalplerin muhtevasına dikkatle bakın. Allahû Tealâ'nın dizaynında kalp, afetlerle doluysa o kalp hastadır. İyileşmesi için afetlerin yok edilmesi, yerine ruhun hasletlerin faziletler adıyla gelip yerleşmesi lâzım. O zaman bir anahtar olmalı. İşte bu anahtarın adı zikirdir. Anahtarın kapıyı açabilmesi içinse anahtarın gireceği bir açılış mekanizması olması lâzım. İşte bunun adı zikirdir.
Öyleyse muhtevaya dikkatle bakın; mürşidinize ulaşıyorsunuz, 3 işlem. Son 3 işlemi Allahû Tealâ tahakkuk ettiriyor nefsimizin kalbinde. Başlangıçtaki 4 işlemin 1.'si kalbinizdeki ekinnetin alınması, 2.'si bu ekinnetin yerine ihbat konulması, 3.'sü kalbinizin nur kapısının Allah'a çevrilmesi, 4.'sü göğsünüzden kalbinize (nefsinizin kalbine) bir nur yolunun açılması. Ve mürşidinize ulaştığınız gün 5., 6. ve 7. işlemler de tamamlanıyor. 5. işlem mürşidinize ulaştığınız gün kalbinizin mührünü Allah'ın açması. 6. İşlem, kalbinizdeki küfür kelimesini Allah'ın çekip dışarıya alması, yok etmesi ve 7. işlem Allah'ın kalbinize îmânı yazması. Böyle bir mekanizma tahakkuk ettiği zaman eksik olursa, bir tanesi eksik olursa bu iş yürümez. Her bir faktör bir hedef için geçerlidir.
Bu noktadan itibaren zikir yapmaya başladığınız zaman ne olur? Allah'ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât göğsünüze, göğsünüzden kalbinize ulaşır. En'âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allah'ın açtığı, göğsünüzden nefsinizin kalbine açtığı yolu takip ederek nefsinizin kalbine ulaşır. Nefsinizin kalbi mühürlü ama Allahû Tealâ mührü açmış, küfür kelimesini bu sebeple oradan almış, açık mühürden hareketle kalbinizin içine îmânı yazmış yani kalbinizin mührü açık. Bu açık olan mührü Allah'tan gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât mührün üzerine baskı yaparak aşağı doğru, nefsin kalbinin alt boyutuna doğru indirirler. 4 tane nur; rahmetle fazl, rahmetle salâvât 4 grup nur oluşturur. Bunlar mührü kalbimizin zülmanî kapısına kadar indirirler. Ve nefsinizin kalbindeki zülmanî kapıyı bu mühür kapatır. Mânâsı ne? Mânâsı, karanlıklar nefsimizin kalbine giremez.
Peki, ne olur nefsinizin kalbinde? Nefsinizin kalbindeki işlem şu; nefsinizin kalbinde îmân kelimesi var. Bu îmân kelimesi nefsinizin kalbine Allah'ın nurlarını toplayacaktır. Nasıl toplayacaktır? Duyarlı olduğu sadece fazıldır. Allah'ın katından gelen fazılları etrafında toparlamaya başlar. Mânâsı ne bunun? Yani nefsinizin kalbi bir atraktiv merkezdir. Çekici, çekim merkezidir, cazibe merkezidir ve yalnız fazılları çeker. Yani ruhun hasletlerini temsil eden, Allah'ın katından geldikleri için isimleri haslet olmayan, fazilet olan nurları çeker; etrafında toparlamaya başlar. Bu toparlanma %1, %2 derken %7'yi bulur. O zaman Nefs-i Emmare kademesi tamamlanır. Demin söylediğim Yûsuf Suresinin 53. âyet-i kerimesindeki Nefs-i Emmare; şerri emreden nefs kademesi. Ne zaman nefsinizin kalbindeki nurlar, %7'yi bulursa o zaman Nefs-i Emmare’yi tamamlarsınız. Ve tabiî vücudunuzdan ayrılmış olan, Allah'a doğru yola çıkmış olan ruhunuz da zemin kattan 1. kata kadar yükselmek imkânının sahibi olur.
Sonra zikrinize devam ediyorsunuz. Bir %7 daha nur birikimi; Nefs-i Levvame’desiniz. Kıyâme Suresi 2. âyet-i kerime, Allahû Tealâ şöyle söylüyor:
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
“ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh: O levvame nefse kasem ederim.”
Bu 2. kademenin özelliği, nefsinizin fonksiyonunu aklınız çok iyi bir şekilde idrak etmiş. Aklınız istemese bile nefsiniz size hep yanlış şeyleri şeytanın da yardımıyla kabul ettirecek ve yanlışı işletecektir. İşte bu sebeple Nefs-i Levvame kademesi çok tövbe ve istiğfar olunan, yapılan günahlardan çok pişmanlık duyulan ama gene de o günahların işlendiği bir merhaleyi ifade eder. 2. defa %7 nur birikimiyle buraya ulaşırsınız; Nefs-i Levvame. Ruhunuz mu? 2. gök katına ulaşır.
Sözlerimizin başında, Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesinde Allah'ın söylediği, bir başağında 100 dane bulunan 7 başaklı bir nebat grubu. İşte Nefs-i Emmare’yi tamamladığınız zaman o güne kadar, her güzel davranışınızda bir tek derece kazandığınız zaman kiramen kâtibîn meleklerinin sizin amel defterinize yazdıkları, hayat filminize yazdıkları rakam 10 rakamıdır. Bütün insanlar için geçerlidir. Ateist de olsa, Allah'a inanmasa da aklınıza gelen her türlü kötülüğü işlemiş bir insan da olsa bütün insanlara eşit muamele edilir bu istikamette. Herkesin kazandığı 1 derecata karşılık, Allahû Tealâ ona mutlaka 10 katını yani 10 derecatı ihsan eder.
Bir insan mürşidine ulaşıp da Nefs-i Emmare’yi tamamladığı zaman, bu 10 kat birden bire 10 kat artarak 100 kata çıkar. Allahû Tealâ, o kişinin 1 deracatına 100 derece ihsan etmeye başlar; Nefs-i Emmare. Ruh, 1. gök katına ulaşmıştır. Demin söylediğim gibi kişi Nefs-i Levvame’ye ulaştığı zaman, nefsinin kalbinde ikinci bir %7 nur biriktiği zaman ruhu da 2. gök katına ulaşacaktır. Ve bu kişi artık her kazandığı 1 derece için Allahû Tealâ'dan 200 derece kazanacaktır. Ruhu da 2. gök katına ulaşacaktır. Sonra bu kişinin zikri daha da artacaktır. 3. defa %7 nur birikimi, nefsinin kalbindeki îmân kelimesinin etrafında fazıllar toplanarak tahakkuk ettiği zaman, o kişinin ruhu 3. gök katına ulaşacaktır. Kazandığı dereceler ise 1'e 200'den 1'e 300'e yükselecektir. Bir derecelik kazanca karşılık Allahû Tealâ'nın 300 derece yazdırması söz konusu. Burası, Nefs-i Mülhime adını alır.
“fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.” Allahû Tealâ Şems Suresinin 8. âyet-i kerimesinde bunu söylüyor. “O kişiye Allah'ın takvası da şeytanın fücuru da ilham edilir.” diyor.
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
İşte bu ilhamın oluştuğu bir dizayn. Burada Allahû Tealâ ile olan ilişkilerinizde 1'e 300 aldığınızı görüyoruz. Şeytan herkese ilham eder. Ama Allah, herkese ilham etmez. Burada kişi Allah'ın ilhamına ulaşır. Aldığı hediye artık 1'e 300'dür. Sonra daha çok zikredecektir kişi ve Nefs-i Mutmainne’ye ulaşacaktır. 4. defa %7 nur birikimi nefsinin kalbinde oluşarak. Bu 4. %7 nur birikimi ile o kişi mutmain olacaktır. Mutmain olmak demek, doyuma ulaşmak demek. Mutmain olmak demek, o kişinin nefsindeki hırs afetini yenmesi demek; ona galip gelmesi demek. Nefsinin hırs afetinin artık o kişiye hâkim olamaması demek. İşte burada nefsin hırs afeti yenilince o kişi birden bire Allah'tan aldığı ihsanların kendisine yeterli olduğunu idrak eder. O güne kadar nefsindeki hırs afeti bu hakikati görmesine mâni olmuştur. Ama Nefs-i Mutmainne, bu kişinin o idrak seviyesine çıktığını gösterir ve ispatlar. Artık kişi mutmain olmuştur; doyuma ulaşmıştır. Allah'ın verdikleri kendisine yetmektedir. İşte böyle bir dizayn söz konusu.
Allahû Tealâ'nın İndi’nde burada mutmain olmanın ötesine bir geçiş var. Mutmainne’den sonra kişi yeni bir %7 nuru nefsinin kalbinde oluşturduğu zaman Allah'tan razı olur. Bu kademe Radiye adını alır. Allah'ın indinde kişi Allah'tan razı olmuştur. Ruhu 5. gök katına ulaşmıştır. Allah'ın verdiği ihsanlar da 1'e 400'den 1'e 500'e çıkmıştır. Ve kişi daha çok zikrederek yoluna devam eder. Öyle bir gün gelir ki bu kişinin yaptığı zikrin neticesinde Allah da ondan razı olur. Bu noktaya “Nefs-i Mardiyye” deniyor. Mutmain olan nefsin ve Allah'tan razı olan nefsin ve Allah'ın kendisinden razı olduğu nefsin bahsedildiği âyet-i kerimeler Fecr-27 ve 28'dir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
“yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu. İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Ey mutmain olan nefs! Allah'tan razı ol ve Allah'ın rızasını kazan. Ey ruh! Sen de Rabbine geri dön. Geri dönerek Rabbin olan Allah'a ulaş.”
İşte böyle bir dizayn söz konusu. Allah da bizden razı olduğu zaman Allah bizim Mevla’mız olur; dostumuz olur. Bizden razı olan bir Allah söz konusudur. Ve tezkiye olmaya sadece bir basamak kalmıştır. Nefsimizin kalbindeki nurları %50'nin ötesine geçirdiğimiz an Nefs-i Tezkiye’yi tamamlarız. Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse o kişi, bunu kendi nefsi için yapmıştır.”
Neden böyle söylüyor Allahû Tealâ? Çünkü bütün nefsler ezelde Allahû Tealâ'ya tezkiye olacaklarına dair yemin verdiler. Bütün nefsler bu yemini verdikleri için, Allahû Tealâ burada nefsin Allah'a verdiği yemini yerine getirdiğini ifade etmek sadedinde kullanıyor. Ne diyor? “Kim nefsini tezkiye ederse bunu kendi nefsi için yapar.” diyor. Çünkü nefsi Allah'a yemin vermiştir, tezkiye olacağı için. Ve verdiği yemini kişi böylece gerçekleştirir. Ruh mu? 7. gök katına çıkar. 7. gök katında 7 tane âlem geçecektir. Kader hücrelerinden başlayarak Ümmülkitap, zikir hücreleri ve mahşer meydanı ve nihayet Sidretül Münteha ve kişinin ruhunun Allah'a ulaşması. İşte Allahû Tealâ'nın, “ölmeden evvel ölün” dediği olay, bu olaydır. Ruh, Allah'a ulaşmıştır. Nasıl başlıyor bu macera? Kişi Allah'a ulaşmayı diliyor. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah da onu mutlaka Kendisine ulaştırmayı diler. İşte kişi Allah'a ulaşmayı dilediği için, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı dilediği için Allah'ın yardımı derhal gelmeye başlar. Ve kişi evvelâ Nefs-i Emmare’yi geçecektir. Mürşidine ulaşan bir kişi hangi işlemlerden geçer? Mürşidine ulaştı; hacet namazını kıldı, mürşidini gördü. Hacet namazı kılıp da gördüğü mürşidine ulaştı. Önünde diz çöktü, tövbe etti. El öptü, "lâ ilâhe illâllah muhammeden resûlullah." dedi. Dediği an mürşidin ruhu gelir, başının üzerine yerleşir. Kimdir bu? Bu imamdır; Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde Allah'ın dizayn ettiği imamdır. Diyor ki:
32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Diyor ki Allahû Tealâ: “Onlardan (insanlardan), imamlar kıldık. Emrimizle insanları hidayete erdirsinler, Bizden aldıkları emri tebliğ ederek insanların ruhlarını Bize ulaştırsınlar diye.”
İnsanlardan imamlar kılmış. İşte bu imam, huzur namazının imamıdır ve kim mürşidin önünde el öperse, tövbe ederse biliniz ki orada zamanın imamı mutlaka arşı tutan meleklerle birlikte vardır. Ve kişinin doğruyu söylemesini bekler. Ne söyler kişi? Kalbiyle Allah'a ulaşma dileğini belirtir. O zaman sevabı söylemiş olur. Sevabın buradaki mahiyeti ise, Nebe Suresinin 38. âyet-i kerimesinde gerçekleşen bu tövbe işleminden sonra 39. âyet-i kerimede anlaşılıyor. Allahû Tealâ diyor ki:
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
Allahû Tealâ'nın burada dizayn ettiği şey, o kişinin Allah'a ulaşma talebinin dizaynı. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişi için o gün, Hakk günüdür.
“zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ. zâlikel yevmul hakk.”
Allahû Tealâ diyor ki: “İşte o gün Hakk günüdür.” Hangi gün? Bakınız, bir evvelki âyet-i kerimede Allahû Tealâ: “Sadece kendisine izin verilen 2 kişi konuşur ve sevabı söylerler.” diyor.
Bu sevabın mahiyetinin ne olduğunu bir sonraki âyette anlatıyor. “İşte o gün Hakk günüdür. O gün Allah'a ulaşmayı dileyen kişi kendisine, Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm’i yol ittihaz eder.” diyor. Eğer kişi Allah'a ulaşmayı dilemeseydi o zaman söylediği sözle yaptığı birbirine eşit olmayacaktı. Farklı bir söz çıkacaktı. O zaman sevap söylemeyecekti. Gerçeği söylemeyecekti kişi. Ama burada Allahû Tealâ diyor ki: “O gün dileyen kişi.” Neyi dileyen kişi? Allah'a ulaşmayı dileyen kişi. “Kendisine Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm’i yol ittihaz eder.” diyor. Yani kişi doğruyu söylemiş oluyor. Dileğiyle yaptığı amel birbirine eşit. Allah'a ulaşmayı diliyor ve derhal ruhu vücudundan ayrılınca, Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm’i kendisine yol ediniyor. Arkasından da ruh Allahû Tealâ'ya ulaşıyor ve Allah'ın Zat'ında ifna oluyor, yok oluyor. Yani Allah'ın Zat'ı o kişiye meab oluyor, sığınak oluyor.
Peki, ruhumuzun vücudumuzdan ayrılması nasıl gerçekleşiyor ki ruh vücuttan ayrılıyor da Allah'a ulaşıyor? İşte bu husus, Mu'min Suresinin 15. âyet-i kerimesinde dizayn edilmiş.
40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
“Derecatı yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından lâyık olanların başlarının üzerine emrinden bir ruh ulaştırır; zamanın imamının ruhunu ulaştırır. O ruh, gelen ruh o kişiye Allah'ın emrini tebliğ eder; ‘Senin Allah'a ulaşma günün geldi.’ der.”
Allahû Tealâ, dikkat edin burada, “Arşın sahibi olan Allah.” diyor, bu âyet-i kerimenin arşı tutan meleklerle ilişkili olduğunu söylemek üzere. Ve bu âyetle Allahû Tealâ, “Dereceleri yükselten Allah.” diyor, bu âyetin Furkân Suresinin 70. ve 71. âyetleriyle ilişkili olduğunu söylemek için.
Furkân Suresinin 69. âyet-i kerimesi ne diyor? Cehenneme gidecek insanlardan bahsediyor.
25/FURKÂN-69: Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen).
Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.
70. âyet-i kerimesinde ne diyor Allahû Tealâ?
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
Kim tövbe eder de; mürşidin önünde tövbe eder de demek. Çünkü arkasından diyor ki: “Mü'min olursa ve nefsi ıslah edici ameller işlerse.”
Sadece mürşidin önünde yapılan bir tövbe; bir kişinin mü'min olmasını ve nefsi ıslah edici ameller işlemesini yani nefs tezkiyesini sağlayabilir. Ve Allah'ın mükâfatı hemen geliyor: “Biz onların bütün günahlarını sevaba çeviririz.” diyor; 1, bir de mürşide ulaşmanın asıl faktörünü söylüyor: “Ve onların ruhu, tövbeleri kabul edilmiş bir şekilde Allah'a ulaşır ve Allahû Tealâ tarafından kabul edilir.” diyor.
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilâllâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır (hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).
İşte kişinin sevabı söylediği, doğruyu söylediği de böyle tahakkuk ediyor. Yani kişi tövbe ediyor. Onun üzerine mürşidin ruhu başının üzerine geliyor ve tebligatta bulunuyor; “Senin Allah'a ulaşma günün geldi.” Neye göre bir tebligat bu? Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesine göre bir tebligat. Allahû Tealâ burada son derece önemli bir gerçeği vurguluyor bize.
“ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ: Onlardan (insanlardan) imamlar kıldık. Huzur namazının imamları kıldık; Bizden aldığı emirle, emrimizle insanları hidayete erdirsinler; insanların ruhlarını Bizden aldıkları emirle (Bizim emrimizi tebliğ etmek suretiyle) Allah'a ulaştırsınlar diye.” diyor.
Şimdi başımızın üzerine zamanın imamının ruhu geliyor ve ne diyor bizim ruhumuza? “Senin Allah'a ulaşma günün geldi. Sana Allah'ın emrini tebliğ ediyorum. Vücuttan ayrılacaksın. Hangi mürşide tâbî olduysan onun dergâhına gideceksin.” Hatta mürşidin de kim olduğunu açık bir şekilde veriyor. Çünkü o da orada. Zamanın imamı da arşı tutan melekler de orada ve bu merasime şahitlik ediyorlar. Eğer kişi gerçekten kalbiyle de Allahû Tealâ'ya ulaşmayı istiyorsa, imamın ruhu derhal o kişinin başının üzerinde, tövbe merasiminin arkasından yer alıyor. Bu neyi sağlıyor? O kişinin ruhunun Allah'a doğru yola çıkmasını. Bu ruha dikkat edin! Allah'ın Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesinde söylediği bütün kademeler, bu ruhun Allah'a doğru yaptığı yolculukla alâkalıdır. 1. gök katı mı? Kazandığı her derecenin 100 katını ifade ediyor. 2 tane sıfır koyacaksınız sadece. 2. gök katı mı? O kişinin kazandığı derecelerin 200 katını almasına sebebiyet veriyor. 3. gök katı mı? 300 katı. 4. kat, 5. kat, 6. kat, 7. kat. 400 kat, 500 kat, 600 kat,700 kat aldığını gösteriyor kişinin. Peki, ruh 1. kata, 2. kata, 3. kata, 4, 5, 6., 7. katlara ulaştı, onları da geçti. Tamamladı seyr-i sülûkunu. En son Sidretül Münteha'ya ulaştı. Orada Rabbini gördü ve yoklukta Rabbine ulaştı. Allah'ın Zat'ına vardı. Allah'ın Zat'ında yok oldu, ifna oldu. Ne oldu? Allah'a teslim oldu. Ne oldu? Seyr-i sülûk tamamlandı. Allah'ın katında kul ifna oldu, fâni oldu.
Bu yolculuk yapıldığı sürece bu kişinin adına bakalım. Allahû Tealâ böyle insanlara “Sıratı Mustakîmin üzerinde” diyor.
“fî sebîlillâhi.”
fî: İçinde demek.
sebîl: Yol demek.
sebîlillâh: Allah'ın yolu demek.
Kişi Allah'ın yolunun içinde. Şimdi Kur'ân-ı Kerim'e bakıyoruz. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e diyor ki: “Sen Sıratı Mustakîm’in üzerindesin.”
43/ZUHRÛF-43: Festemsik billezî ûhıye ileyk(ileyke), inneke alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Artık sana vahyedilene sarıl. Muhakkak ki sen, Sıratı Mustakîm üzerindesin.
Allahû Tealâ sahâbeye diyor ki: “Siz Sıratı Mustakîm’in üzerindesiniz.”
Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesine bakıyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
“Kıyâmet günü şeytan, insanlara olan vaadini yerine getirdi. Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.”
Sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e soruyor:
“Ey Allah'ın Resûl’ü! Kaç tane fırka oluşacak?”
“73.” diyor.
“Peki, bunlardan sadece gerçekten bir tanesi mi kurtulacak?”
“Evet sadece 1 tanesi.”
“Ey Allah'ın Resûl’ü! Adı ne?”
“Fırkayı Naciye.”
“Kim bunlar, ey Allah'ın Resûl’ü?”
“Bunlar, sizin ve benim gibi Sıratı Mustakîm’in üzerinde olanlar.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V).
Tam o ifadeyi kullanıyor; “fî sebîlillâhi olanlar.” diyor. Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesinde aynı ifadeyi görüyorsunuz; fî sebîlillâhi olmak; ruhunuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmak.
Şimdi ölüm halinizi beraberce gözden geçirelim. Ne oluyor öldüğümüz zaman? Öldüğümüz zaman ölümümüzün sebebi, Azrail (A.S)'ın veya onun vekil kıldığı meleklerin gelip bizim fizik vücudumuzdaki elektrik enerjisinin düğmesini kapatmaları, kontağı kapatmaları. 200 trilyon hücremizde sayısız mitokondri var. Bu mitokondriler devamlı olarak elektrik enerjisi üretiyorlar. Ve elektrik enerjisi ürettikleri için vücudumuz hareket ediyor, düşünebiliyoruz, görebiliyoruz. Bütün işlemleri, bu elektrik enerjisi vasıtasıyla yapıyoruz. Bu elektrik enerjisi vücudumuzda bir de manyetik alan oluşturuyor; elektromanyetik alan. Bu manyetik alanın kuzey kutbu ruhumuzu, güney kutbu da nefsimizi kendisine çekim gücüne sahip. İşte kontak kapandığı zaman manyetik alanlar sona ermişti. Elektrik enerjisi sona erdiği için ve fizik vücudumuzun manyetik çekim gücü sona erdiği için ne nefsimizi ne de ruhumuzu çekemez. Elektrik enerjisi bittiği için beynimize oksijen gidemez, beyin ölür evvelâ. Sonra ölüm, bütün vücudumuza yayılır. Ve ölümün yayıldığı her yerde manevi çekim gücü olmayınca, manyetik alanlar görev yapamayınca ruh, o bölgeden ayrılmak mecburiyetinde kalır. Nefs de ayrılmak mecburiyetinde kalır. Çünkü vücudun artık onu çekecek olan kuvveti mevcut değildir. Böylece ölümü müteakip vücudumuzdan adım adım ayrılan ruhumuz ve nefsimiz, bir sigara dumanı gibi vücudumuzdan ayrılır ve ruhumuz sağ tarafımızda, nefsimiz sol tarafımızda yere paralel bir durum alır; omuzlarımızdan yaklaşık 1 metre yukarıda. Ve Azrail (A.S), ruhumuzu alıp Allah'a doğru yola çıkar. 7 tane gök katını beraberce aşarlar. Sidretül Münteha'ya beraber varırlar. Azrail (A.S) bir melek olduğu için Sidretül Münteha'yı aşamaz ama ruhunuz Sidretül Münteha'yı aşıp Allah'a ulaşır. 1. alternatif yani hidayete erememişiz; ruhumuz vücudumuzun içinde öyle ölmüşüz. Vücudumuzun içinden çıkan; manyetik alanların gücünü kaybetmesi sebebiyle çekim gücünün çekemediği ruh vücuttan ayrılır. Azrail (A.S) da onu Allah'a ulaştırır.
Peki, insan ruhunun Allah'a ulaşması bizim sevgili dîn adamlarımızın zannettiği gibi bir defa mı vücut bulur? “Hayır.” diyor Allahû Tealâ. 1 defa değil, 2 defa vücut bulur. Hadi beraber bakalım. Bakara Suresi 45 ve 46. âyetler. Allahû Tealâ buyuruyor:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Diyor ki: “Allah'tan sabırla ve hacet namazıyla istianeyi isteyin (mürşidinizi, sizi Allah'a ulaştıracak olan mürşidinizi isteyin). Bu zor bir iştir; ama huşû sahipleri için zor değildir.”
Kimdir huşû sahipleri? 46. âyet-i kerimede onu anlatıyor Allahû Tealâ.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
“O huşû sahipleri ki onlar ölmeden evvel ruhlarını Allah'a mülâki kılacaklarına; ölmeden evvel ruhlarını Allah'a ulaştıracaklarına ve ölümden sonra da ruhlarını tekrar Allah'a geri döndürüleceğine yakîn hasıl ederek inanırlar.” 2 defa; ruhun Allah'a 2 defa dönüşü.
Öyleyse Allah'tan “vesteînû” denilen, “istiane” denilen mürşidi isteyenler, ruhlarını yaşarlarsa mutlaka Allah'a ulaştırmış olacaklardır. Ulaştırırlarsa, onlar öldüğü zaman ruhları vücutlarında değil ki Azrail (A.S) o ruhu alsın da Allahû Tealâ'ya ulaştırsın. Ruh Allah'ta. O zaman ne oluyor? Allahû Tealâ, o ruhu geriye gönderiyor. Ruh, kişinin başının üzerine Allah'tan geri dönüp gene vücudun sağ tarafından, vücuttan çıksaydı nerede bulunacaksa aynı yerde yere paralel olarak Azrail (A.S) bekliyor. Ve Azrail (A.S), o ruhu alıyor; Allah'a ulaştırıyor.
Ne oldu? Ruh, 2. defa Allah'a ulaştı. İşte mademki o ruh vücudumuzda bulunsaydı, bizi terk edecekti ve Allah'a ulaşacaktı; eğer bunu biz ölmeden evvel gerçekleştirirsek, tıpkı öldüğümüz andaki gibi ruhumuz vücudumuzun başının üzerinden Allah'a doğru yükselecek, 7 katlık yolculuğu tamamlayıp Allah'ın Zat'ına ulaşacak, Allah'ın Zat'ında ifna olacaktır. Tıpkı ölümümüzden sonra Allah'a ulaştığı ve Allah'ın Zat'ında ifna olduğu gibi.
İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu sebeple, “Ölmeden evvel ölünüz.” diyor. Çünkü öldükten sonra ruhunuz nasıl Allahû Tealâ'ya ulaşıyorsa ölmeden evvel aynı işlemi yapıyor. 7 tane gök katını aşıyor ve iz bırakarak aşıyor. Yani nefsin tezkiye olmasıyla iz bırakılıyor, ruhun Allah'a ulaşmasıyla iz bırakılıyor, fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup Allah'a kul olmasıyla iz bırakılıyor. Ve vücudumuzdan ayrıldığı andan itibaren ruh, artık Sıratı Mustakîm'dedir. Allah'a ulaşıncaya kadar da Sıratı Mustakîm'dedir. Ulaştıktan sonra da Allah'ın izafî Sıratı Mustakîm’i üzerindedir; hep fî sebîlillâh'tır.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın 700 kat ihsanda bulunabilmesi için fî sebîlillâh olmaktan neyi kastettiğini gördük; Allah'ın Sıratı Mustakîm'i üzerinde bulunmak. Ama Allahû Tealâ 1'e karşı 700 ihsan için 2. bir şart daha koşmuş oraya. Nedir o şart? Allah'ın bize ihsan ettiklerinden, mürşidimize ulaştıktan sonra en'âm buyurduklarından, verdiği ni'metlerden hak sahiplerine infâk etmek, dağıtmak. Allah'ın bize verdiklerinden onların hakkı olanı, bize haram olanı onlara mutlaka tebliğ etmek. Bir muhteva var burada sevgili izleyenler. Kazandığınızın 40/1'i zekât olarak, bir 40/1'i daha birrin mutlaka verilmesi lâzım gelen para kesimi olarak bize helal değildir. Bakara Suresinin 177. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ'nın söylediği şey şu:
2/BAKARA-177: Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve ekâmes salâte ve âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed(âhedû), ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’si ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn(muttekûne).
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah’a, yevm’il âhire (Allah’a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah’a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).
“Kazandığınız paradan hastalara, yolda kalmış olan yolculara, çalışamaz durumda olan ihtiyarlara, yetimlere, kölelere, esirlere vermek mecburiyetindesiniz. Verdiğiniz zekât, birri tamamlayamaz. Birr, onun da ötesinde bu saydığımız alanlara, sizin paranızın bir zekât miktarı daha verilmesini ifade eder.” diyor Allahû Tealâ.
Allahû Tealâ bunu, Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesine koymuş. Size Allahû Tealâ'nın 1'e 700 vermesi için sizin Allah'ın emrini yerine getirmeniz lâzım ve hem zekâtı vermeniz lâzım hem de birri vermeniz lâzım. Öyleyse bu fizik mallarınızdan yaptığınız bir zekât ve birr müessesesidir. Fî sebîlillâh oldunuz. Ölmeden evvel Allah'a ulaştınız. Ve diğer cephede de infâk ettiniz. Allah'ın size verdiği ni'metleri başkalarına tevdi ettiniz, teslim ettiniz. Ama bunun daha ötesi var. Daha ötede Allah'ın bir başka ni'metini görüyorsunuz. Allah'ın manevî ni'metleri. İşte irşad makamı sizi rızıklandırır. Öyleyse bu rızık müessesesine dikkatle bakın. Allahû Tealâ size sadece maddi rızıklar vermez. Yiyeceğiniz ekmeği, teneffüs edeceğiniz havayı, içeceğiniz suyu, bir şeyi satın almak için kullanacağınız parayı... Hayır! Bir de Allah'ın manevî ni'metleri var. İşte Allah'ın ilmi ve irfanı bu manevî ni’metlerdendir.
Öyleyse bu manevî ni'metleri ait olduğu yerlerde dizayn edin. O ni'metlerden de başkalarını rızıklandırmak mecburiyetindesiniz. İnfâk etmek mecburiyetindesiniz. Eğer siz ilim öğrenmişseniz; bu ilmi, irfan öğrenmişseniz, ilmin ötesini öğrenmişseniz; bu irfanı talep sahiplerine ulaştırmakla mükellefsiniz. Öyleyse en güzele mutlaka ulaşacaksınız. Bu dizayn içerisinde olacaksınız. Allah'ın güzelliklerini yaşayacaksınız. İşte böyle bir hedef hepiniz için geçerlidir. Ve 1'e 700 kazanmanın temelinde mutlaka manevî rızıkları da başkalarına infâk etmek söz konusudur. Biliyorsunuz ki Allah'ın maddî ni'metlerine şükredilir. Manevî ni'metlerine hamd edilir. Ve hamdinizi ve şükrünüzü tamamlamadıkça Allah'ın 1'e 700 kat ni'metinden faydalanamazsınız; ona ehliyetiniz olmadığı için. İşte Allah'ın size verdiği ilim mi? Bunu o ilmin talep sahiplerine ulaştırmak mecburiyetindesiniz. Allah'ın size verdiği ilmin ötesindeki irfan mı? Kalp gözünüz açılmışsa, kalp kulağınız açılmışsa ilim sahiplerinin hiç bir zaman ulaşamayacakları bir irfanın sahibi olursunuz. Kalp gözünüzün basar hassasıyla görürsünüz, kalp kulağınızın sem’î hassasıyla işitirsiniz. Kimin gösterdiklerini görürsünüz? Allah'ın. Kimin söylediklerini işitirsiniz? Allah'ın. Öyleyse burada fiziğin ötesine geçtiniz; irfanın sahibi oldunuz. Bunu da talep sahiplerine ulaştırmak, onlara hediye etmek mecburiyetindesiniz.
Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V), sahâbeden önde gelenleri devamlı etraftaki ülkelere gönderiyordu. Niçin? Oradaki insanlara İslâm'ı anlatsınlar diye. Onların Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den aldığı ilmi ve irfanı başkalarına aktarmaları için. Hepsini böylece 700 katın sahibi kılıyordu. Öyleyse kim Allah'ın yolunda ise kim bu yolun gereklerini yerine getiriyorsa fî sebîlillâh olarak yani Allah'ın kendisine verdiği fizik ni'metlerden başkasına, onların hakkı olanı vermekle kalmayıp Allah'ın kendisine en'âm buyurduğu manevî ni'metleri de başkalarına ulaştırıyorsa, o zaman Allahû Tealâ'nın indinde bu kişi muhteşem bir hedefin sahibi olur. Allah ona, bir başağında 100 dane bulunan 7 başaklı bir nebat grubu kadar ihsanda bulunur. Yani onun başkalarına ihsan ettiği her bir derecelik mal karşılığında, değer karşılığında aynı değerden ona tam 700 kat ihsan eder. Yani kişi bir bodrum katı inşa eder. Allahû Tealâ da onun üzerine 700 katlı bir padişah sarayı inşa eder.
İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır evvel ilk Cuma hutbesinde bunu söylemiş: “Ey sahâbe! Ölmeden evvel ölünüz ki; ruhunuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştırınız ki nasıl siz öldüğünüz zaman ruhunuz mutlaka Azrail (A.S) tarafından Allah'a ulaştırılacaksa ölmeden evvel bunu yapınız ki Allah, size 1 katınıza 700 kat ihsanda bulunsun.”
Hepinizin Allah'ın bir tek derecenize karşılık 700 katını size ihsan etmesi dileğiyle, Allah'ın maddî ve manevî bütün ni'metlerine muhatap olmanızı dileyerek sözlerimizi inşallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R