}
Dîn Konulu Sualler ve Cevaplar 23.02.2000
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 100527



SOHBETİN ADI:
 DÎN KONULU SUALLER VE CEVAPLAR
TARİH: 23.02.2000

SORU
: Sevgili Efendimiz, "Kâinatın bir hidrojen atomundan yaratıldığını sohbetlerinizde ifade buyuruyorsunuz. Acaba bu hidrojen atomundan kâinatın yaratılması, Allah’ın indindeki sonsuz alternatiflerden sadece bir tanesi midir? Yani Allahû Tealâ dileseydi kâinatı sonsuz alternatifle yaratır mıydı?" diye soruyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz.

CEVAP
:

El Fâtiha meassalâvât.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bizim sizlere yaptığımız manevî sohbetlerde başımıza taktığımız sarık, sırtımızdaki cübbe bir suç unsuru olarak mahkemeye veriliyor. Tabiatıyla bugünkü ilmî konuşmanın başında da konuya Fâtihayla girmemiz, herhâlde gene birçok insanın sinirlerini ayağa kaldırmıştır. Ceddimizi bu kadar çabuk unutmayalım sevgili izleyenler ve dinleyenler. Osmanlı, her işine Fâtiha ile başlardı. Biz de öyle yaparız. Ve gene hepinize bir defa daha hatırlatırız ki; her devirde mevcut ilmin ötesini Allah’ın dostları yaşarlar.

Öyleyse sualin cevabına geçelim:

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bir tek hidrojen atomundan bahsetmedik. Bir yanlış anlama var herhalde. Bütün elementlerin hidrojen atomlarından oluşturulduğunu söyledik. Bir hidrojen atomundan bir hidrojen vücuda geliyor; merkezde bir proton, çevrede bir tane elektron. 2 hidrojen atomundan bir başka gaz meydana geliyor; helyum meydana geliyor. Merkezde bir merkez elektronu, protonların devamlı nötrona çevrilmesi, nötronların devamlı protona çevrilmesi merkez elektronu sebebiyle, çevrede de gene bir tek elektron dönüyor. İşte bunun gibi 3 hidrojen atomu, 4 hidrojen atomu, 5, 6, 7, 8, 9, 10, sevgili izleyenler ve dinleyenler, böyle devam ediyor. Bütün elementler, yeni hidrojen atomlarının devreye alınmasıyla Allahû Tealâ tarafından yaratılmış. Bunların bazıları çalışmıyor. Yani merkezdeki hareketi dengesinden çıkaracak olan bir tatbikata, Allahû Tealâ’nın, Yüce Yaratıcının izni yok. Yani sevgili izleyenler ve dinleyenler, eğer merkezde 3 tane proton olsaydı, 3 protona karşılık 2 tane elektron olsaydı, bir hayli karmaşık bir durum olacaktı, Allah’ın enerjisinin aynı anda protonlardan birine gelmesi için (hepsine gelmemesi söz konusu.) Ama 3 tane olunca, ya birinciye geldiği zaman ya da ikinciye geldiği zaman mutlaka üçüncüye de gelecek. O zaman; “Merkezdeki merkez elektronu acaba 2 numaralı protona mı, 3 numaralı protona mı gider ve nasıl bir kargaşa yaşanır?” Böyle bir kargaşanın var olabileceği bütün alternatifleri Allahû Tealâ yok etmiş. Her şeyi son derece mantıklı bir dizaynla yerli yerine oturtmuş.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, iyi ki kardeşimiz bugün bu suali sordu. Bir tek hidrojen atomundan bütün bir kâinatın yaratılması söz konusu değil. Allahû Tealâ, hidrojen atomlarını, bir tek hidrojen atomunu değil, bu hidrojen atomuyla beraber bütün hidrojen atomlarını yeni elementlerin oluşmasında kullanmış. Sadece hidrojen gazı için sonsuz sayıda hidrojen atomu gerekiyor. Oksijen gazı da gene hidrojen atomlarının birleştirilmesiyle oluşmuş olan bir gazdır. Bütün gazlar için bütün katı elementler için bütün likit elemanlar için aynı şey söz konusu sevgili izleyenler ve dinleyenler: Merkezde protonlar, çevrede değişik yörüngelerde dönen elektronlar, elektronlar, elektronlar. İşte böyle bir dizayn söz konusu sevgili izleyenler ve dinleyenler.


Muhtevaya dikkatle bakın; çevrede ne kadar elektron dönüyorsa, merkezde de o kadar aynı anda proton oluşuyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bir proton nötrona dönüştüğü zaman, başka bir nötron mutlaka protona dönüşüyor. Böyle bir değişme dengesiyle birlikte kâinattaki elementlerin oluşması.

Kâinatın yaratılması konusunu bir defa daha anlatmak gerekiyor. Allahû Tealâ, Enbiyâ Suresinin 30. âyet-i kerimesinde kâinatı nasıl yarattığını söylüyor:

21/ENBİYÂ-30: E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).

İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?



“Evvelce,” diyor, “göklerle yer bir tek noktada idi, birdi.” diyor.

Yani bir tek noktanın, kâinat kadar ağır bir tek noktanın var oluşundan bahsediyor Allahû Tealâ. Uzayları çıkarılmış, uzaysız bir tek nokta.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, eğer bir protonu, bir futbol sahasının merkezindeki bir futbol topu kadar düşünürseniz, ondan 100 metre yukarıya kadar ulaşan, bir çap içinde dönen bir güvercin düşünün, ya da çok küçük bir kuş, serçe kuşu, işte protonla nötronun dizaynı böyle. Daha küçük bir şey de; sinek düşünebilirsiniz, daha uygun olur, çünkü bir protonun içinde 3676 tane karşıt elektron, 3675 tane elektron var. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu merkezden 100 metre mesafede bir dönüş yapan bir elektronu düşünün, bu elektronla merkez arasındaki mesafe, işte o bir uzaydır.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bütün uzayların çıkarılması hâlinde geriye sadece bir nokta kalır. Yani her şeyin, arada hiçbir aralık bırakmadan bir araya geldiği son derece ağır bir tek kitle, kütle. Bu kütle, işte o tek noktayı oluşturuyor. Allahû Tealâ diyor:

“Evvelce, gökler ve yer bir idi (bir tek noktadaydı). Biz onu fetkettik.” diyor, “Mekânlarından kopardık ve dağıttık bütün partikülleri.” diyor Allahû Tealâ.

21/ENBİYÂ-30: E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).

İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?



Ve zamanı böyle başlatmış Allah; bir noktadan ayrılan bütün noktaların hareket hızından kaynaklanan bir zaman müessesesi. Onun için zamanla hız arasında çok yakın bir ilişki vardır. Zaman, hızın tersi olarak vardır. Hız arttıkça zaman kısalır.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, Dünya’nın da bir hızı vardır. Güneş etrafındaki dönüşünü, 365 gün, 6 saat, bilmem kaç dakika, bilmem kaç saniye, bilmem kaç salise, bilmem kaç salise ve onun as katları yönünde bitiren Dünya adı verilen bir gezegen, bu yörüngede belli bir hızla yol alıyor, manyetik alanın sahibi. Bu manyetik alanında da bir tane uydu Dünya’nın etrafında dönüyor; yani Ay.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, görülen şey odur ki; Allahû Tealâ kâinatı, kâinatı oluşturabilecek olan ama bir tek noktada uzaysız olarak toplanmış olan bir tek noktadaki kâinatı parçalayarak, mekânlarından koparıp dağıtarak, ait oldukları yerlere onları (parçacıkları) göndererek vücuda getirmiş.

Böyle bir dizaynda ne görüyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler? Böyle bir dizaynda, Allahû Tealâ’nın kâinatı bu alternatifle yarattığını görüyoruz. İkinci bir alternatifi ortaya koymamış. Uzayları çıkarılmış olan, bir tek noktada toplanmış olan kâinatı, o noktadan dağıtarak bugünkü kâinatı vücuda getiriyor Allahû Tealâ.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, yaratılış bu standartta. Eğer Allahû Tealâ dileseydi kâinatı başka türlü yaratamaz mıydı? Sonsuz alternatifle yaratırdı. Eğer kardeşimiz bunu soruyorsa, elbette kâinatın yaratılması için Allah’a göre sonsuz alternatif her zaman vardı.

Allah razı olsun.

SORU:  Bugünlerde gazetelerde bilim adamlarının kıyâmetin ne zaman kopacağını yazdığını görüyoruz. 500 milyon yıl sonra kıyâmet kopacakmış. Acaba bu konuda siz ne buyurursunuz?” diyor dinleyenimiz, “Allah razı olsun.” demişler Sevgili Efendimiz.

CEVAP: Sevgili izleyenler ve dinleyenler, Allah razı olsun. Kur’ân-ı Kerim’de de Allahû Tealâ’ya Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sormasına vakit bırakmadan Allahû Tealâ: “Sana, kıyâmetin ne zaman kopacağını soruyorlar.” diyor. Sonra da cevap veriyor: "Yakında dersin.” diyor.

7/A'RÂF-187: Yes’elûneke anis sâ’ati eyyâne mursâhâ, kul innemâ ilmuhâ inde rabbî, lâ yucellîhâ li vaktihâ illâ huve, sekulet fîs semâvâti vel ard(ardı), lâ te’tîkum illâ bagtete(bagteten), yes’elûneke keenneke hafiyyun anhâ, kul innemâ ilmuhâ indallâhi ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Sana saati (kıyâmet) ne zaman olacağını (karar kılındığını) soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. Yerlere ve göklere ağır geldi, o size ansızın gelir (ansızın olmaktan başka bir şekilde gelmez).” Sen sanki ondan haberdarmışsın gibi soruyorlar. “Onun ilmi yalnızca Allah’ın katındadır.” de. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.



Sevgili izleyenler ve dinleyenler, biz de aynı şeyi söylüyoruz; yakında.

Bizim sevgili bilim adamlarımız ciddi tahminler yaparlar. Bunların çoğu da doğruya çok yakın tahminlerde bulunur. Ama bazen Darwen gibi tutup sivri akıllılar çıkar, Allahû Tealâ’nın kanunlarını akıllarınca yok etmeye çalışırlar ama sonuçta hep yenilmeye mahkûmdurlar. Hiçbir ilim Allah’ın ilminin karşısında ilim sıfatını koruyamaz. İddia edilir ve iddia olduğu yerde kalır.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu sebeple bilim adamları “500 milyon yıl sonra” dedikleri zaman, onların hayatları nasılsa ona yetmeyecek, bunun cevabını vermekten de sarf-ı nazar edecekler gibi bir düşünceleri olabilir. Ama ya öyle olmazsa? O zaman ne cevap vereceklerini onlara sorarız ha?

Allah razı olsun.

SORU:  Zahirî âlemin görünür olma özelliğini açıklar mısınız? Nasıl oluyor da zahirî âlem görünür oluyor? Açıklar mısınız? Allah razı olsun.” diyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz inşaallah.

CEVAP: Sevgili izleyenler ve dinleyenler, zahirî âlemin elektronlarına baktığımız zaman, 4 ayrı âlemden 4 ayrı parçanın birer küre olarak bu elektron küresinin içinde mevcut olduğunu görüyoruz.

*Birinci küre, zahirî âleme ait. Yani fizik vücudumuzun yaşamakta olduğu bu âleme ait.
*İkinci küre, berzah âlemine ait. Yani insanların, öldükten sonra nefslerinin gidip yaşamakta olduğu ve hâlâ yaşadıkları ikinci âlem.
*Üçüncü küre. Üçüncü küre emr âlemine ait, afedersiniz; gayb âlemine ait. Yani cinlerin yaşamakta olduğu âlem.
*Dördüncü küre, gayb âleminin berzahına ait. Yani cinlerin, öldükten sonra kıyâmete kadar yaşayacakları berzah âlemi.

Birinci küre ile ikinci küre, ters yöne dönüyor. Üçüncü küre ikinciyle aynı yönde dönüyor, dördüncü küre birinci küreyle aynı yönde dönüyor. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu bir elektrondur. Dominant olan birinci ve üçüncü küre aynı yönde dönmedikleri için istikamet lineer değildir (doğrusal değildir), daireseldir. Lineer momentum açısal momentuma dönüşmüş, bu ise daireleri oluşturmuş.


İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizaynda bir elektron var. Karşıt elektronuna baktığımız zaman, bunun birinci küresinde berzah âlemi, ikinci küresinde bizim zahirî âlemimiz var, üçüncü küresinde cinlerin gayb âlemi var (gayb âlemine ait elektron var), dördüncü küre de cinlerin berzah âlemine ait.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bir sistemin bir hidrojen atomuna baktığımız zaman nasıl oluştuğunu görüyoruz. 3676 tane karşıt elektron, 1838 tane karşıt elektrondan birinci kuark, birinci karşıt kuark, 1838 tane karşıt elektrondan ikisinin istikametleri birbirinin tersi, ikinci kuark oluşuyor. İkisi de karşıt kuarklar. 1838 tane elektrondan birinci kuark oluşuyor, 1837 elektrondan da 1838.’si çevrede dönüyor, ikinci kuark oluşuyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Nötronlarda bu konu tamamlanmıştır. Bütün nötronlarda 1838 tane elektron, 1838 tane karşıt elektron, sağ spinliyse 1838 tane elektron, 1838 tane karşıt elektron mutlaka sol spinlidir. Böyle bir dizaynda bir eşitlik varmış gibi görünüyor. Eğer sistemlerin ait oldukları standartlar birbirine eşit olsaydı bir problem kalmayacaktı. Ama bütün karşıt elektronların ağırlığı, elektron ağırlığının yarısı kadar sevgili izleyenler ve dinleyenler. Acaba neden böyle ve acaba neden karşıt elektronların ağırlığı negatif?

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, her âleme yapısını veren dominant vasıf, orada, o âlemde, o âleme ait olan hâkim, o âleme ait olan elektron yapısının hâkim olmasıdır. Yani zahirî âleme ait olan bir elektronda birinci küre daima zahirî âlemin küresidir. Gayb âlemine ait olan bir elektronda birinci küre daima gayb âlemine aittir. Berzah âlemlerine ait olan elektronlarda birinci küre daima ya dünya, dünyanın berzah âlemiyse, yani zahirî âlemin berzah âlemiyse zahirî âlemin berzah âlemine ait olan enerji küresi, gayb âleminin berzah âlemiyse o âleme ait olan enerji küresi. Dominant olan budur sevgili izleyenler ve dinleyenler. İkinci küre mutlaka aynı âlemin ikinci bölümünü içerir. Eğer birinci küre gayb âlemine aitse, ikinci küre mutlaka gayb âleminin berzah âlemine aittir. Eğer birinci küre gayb âleminin berzah âlemine aitse, ikinci küre mutlaka gayb âlemine aittir. Öyleyse standartlar böyle dizayn edilmiş Allahû Tealâ tarafından.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, görünebilirlik ilkesi, yarım ağırlıklar kanununa tâbîdir. Yani karşıt elektronların ağırlığı, elektron ağırlığının yarısı kadardır. Bu, gözlenebilirlik ilkesinin gereği olan bir sonuçtur. Bu ilke zedelendiği takdirde, hükümler derhâl değişir sevgili izleyenler ve dinleyenler. Eğer bu âlemde bir atom yapısı karşıt elektronun hâkim olduğu bir dizaynda olursa, herhangi bir şeyde; bir metalde, bir likitte, bir gazda, herhangi bir şeyde, onu göremezsiniz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Zahirî âlemde izlenebilirlik ilkesinin temeli, zahirî âleme ait olan elektronların, aynı atomun içindeki karşıt elektronların iki katı ağırlığa sahip olması gerekir. Bu ağırlık, fotona doğru değişir.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, ne zaman foton oluşursa, bilin ki orada elektron ağırlığıyla karşıt elektronun ağırlığı eşit olmuştur. Bu, aynı zamanda devir sayısı eşitliğini de ifade eder.

Basit rakamlarla konuşalım. Diyelim ki bir elektronun saniyedeki dönüş hızı, 100 devirdir. Bu element ne olursa olsun, o elementin atomlarının her birimdeki karşıt elektronlarının ağırlığı, devir sayısı daha doğrusu, mutlaka 50 devirdir. Elektronu 100 devir kabul ettiğimiz zaman, karşıt elektronların devir sayısı 50’dir; birincinin yarısı kadardır. Böyle olduğu için o nesne, görünebilirlik, gözlenebilirlik ilkesinin gereğine uygun olarak Allahû Tealâ tarafından yaratıldığı için gözlenebilir. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, gözlenebilen şey, karşıt elektronlar değildir. Elektron dizaynı içindeki farklılığı gözleyebiliyoruz, yani elektronla karşıt elektronlar arasındaki ilişkinin sonucunu. Bu sonuçta yarım ağırlıklar kendini net olarak gösterir.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, aynı noktadan hareket edin; elektronun devir sayısının sadece 100 defa olduğunu kabul edelim. Karşıt elektronların devir sayısı 50’dir demiştik. Bu sebeple o nesne, kendi elektron ağırlığının yarısı kadar bir ağırlıkla takip edilebilir Dünya üzerinde. Yani 80 kilo gelen bir insan, aslında sırf elektronlardan ibaret olsaydı 160 kilo gelecekti. Ama içinde, o kişinin yaratılışında, iç dünyasında karşıt elektronlar var elektronlarına eşit sayıda. Ve her karşıt elektronun ağırlığı da elektron ağırlığının yarısı kadar olduğu için 160 kiloluk ağırlığın 80 kilosu negatif ağırlık olarak asıl ağırlığı aşağı indirir. Bu aşağı iniş yarıya kadardır. Böylece 160 kilo ağırlığındaki bir kişiyi biz 80 kilo olarak tartabiliriz.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizaynının devamını düşünün şimdi. Karşıt elektronların devir sayısını arttırıyorsunuz. Birtakım madenlerle bu oluşuyor, floresan lambanın içindeki gazlarda da oluşuyor. Elektrik enerjisini onlara verdiğimiz zaman, karşıt elektronların devir sayısı, elektron devir sayısından çok daha hızlı bir şekilde artmaya başlıyor. Bu hızın hangi ölçüde olduğunu bilmiyoruz ama elektron devir sayısından çok daha hızlı. Bu neyi oluşturur? Her ikisinde de artış olacak. Bu, şunu oluşturur ki: bir süre sonra sevgili izleyenler ve dinleyenler, elektron devir sayısıyla karşıt elektron devir sayısı birbirine eşit olur. Yani başlangıçta düşük olan karşıt elektronun, elektronun yarısı kadar olan hızı öyle bir daha hızlı şekilde artar ki; elektronun da devir sayısı artmasına rağmen, bir noktada elektron ve karşıt elektronun devir hızları eşitlenir. Eşitlendiği anda eşleşme olur sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ve bir foton oluşur; bir gama fotonu. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu gama fotonu, bir itiş enerjisine ihtiyaç duymadan yarım ağırlıklar kanununun eşit ağırlıklara dönüşmesi sebebiyle maddenin kendi içindeki enerjiyi harekete geçiriyor. Bu enerji, saniyede 300 bin km hızla bir elektron ve bir karşıt elektrondan oluşan bir gama fotonunu harekete geçirir. Birinci ve üçüncü küreler aynı istikamette dönmektedir. Hız, ışık hızına eşittir sevgili izleyenler ve dinleyenler. Aslında şöyle söylemek daha uygun; elektronun birinci küresiyle karşıt elektronun birinci küresi aynı yönde dönmektedir, elektronun üçüncü küresiyle karşıt elektronun üçüncü küresi de aynı yönde dönmektedir. Yani bütün küreler aynı yönde dönmektedirler. Böyle bir dönüş sebebiyle hız, sıfırdan ışık hızına ulaşır; saniyede 300 bin km’den biraz daha düşük bir hız.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, muhtevaya dikkatle bakın. “Burada acaba bu parçaları görmek, yakalamak mümkün olur mu?” diye sorarsanız, evet olur. Eğer bir gama fotonunu bir kurşun duvara vurdurursanız, burada gama fotonunun lineer olarak parçalandığını, bir elektronun çıktığını, karşılığında da bir başka nötronun elektronun tam tersi istikamette harekete geçtiğini görürsünüz. Ama karşıt elektronu (o karşıt elektrondur) karşıt elektronunu devamlı takip edemezsiniz. Belki saniyenin 1000’de 1’i kadar, %1’i kadar bir zaman parçasında izleyebilirsiniz, sonra görünmez olur; bu âleme ait olmadığı için, izlenebilirlik ilkesinin standardına da sahip olmadığı için. Yani kendisiyle beraber onun yarısı kadar olan ikinci bir parça mevcut olmadığı için onu izleyemezsiniz. Başka bir âlemin varlığı olan bu varlık, kendi âlemine geçmiştir. Sevgili izleyenler ve dinleyenler ve böylece zahirî âlemin parçasıyla berzah âleminin parçası birbirinden ayrılmıştır; elektron ve karşıt elektron.

Şimdi izlenebilirlik ilkesinin, negatif ve pozitif ağırlıkların eşitlenmesi hâlinde fotonu oluşturduğunu gördük. Peki, bundan sonra devam etseydi, foton oluşmasaydı ne olurdu? O zaman bu elektron ve karşıt elektrondan oluşan karşıt elektronun devir sayısı ve dolayısıyla ağırlığı artmış olan bu parçayı göremezdiniz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse yarım ağırlıklar kanununda her şey buna göre ayarlanmış olan baş gözleriyle görülebilir. Ama sonra eğer foton olayı tahakkuk ederse bir ışık göreceksiniz sadece. Sonsuz sayıda fotonlardan oluşan ışık göreceksiniz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ötesi ise ışığın da görünmez oluşudur.

İşte izlenebilirlik ilkesi, elektronlar ve karşıt elektronların birbiriyle olan bağıntısından kaynaklanan bir olgudur ki her karşıt elektron, elektron devir sayısının yarısı kadar devir sayısına sahiptir. Buna Allah’ın kanununda “yarım ağırlıklar kanunu” denir ve bu, izlenebilirliği, görünür olmayı sağlar. Baş gözünüzle şu anda beni görüyorsunuz. Bilgisayarlarında bizi görenlere sesleniyoruz. Bu bizim elektron devir sayımızın, karşıt elektronlarımızın devir sayısının iki katı olmasından kaynaklanıyor. İşte böyle bir dizaynda, gayb âleminde de cinlerin görülememesi söz konusu. Nefslerin gözüyle nefslere baktığınız zaman, onları da aynı netlikte görebilirsiniz, çünkü bütün nefslerin elektronları, gene karşıt elektronlarının iki katı ağırlık taşır. Ama sevgili izleyenler ve dinleyenler, şu anda biz burada nefs olarak bulunsaydık, biz sizin bütün sözlerinizi duyardık, sizi de görürdük ama siz bizi ne görebilir ne de duyabilirdiniz.

Öyleyse bir yarım ağırlıklar kanunu, maddeleşmenin, görülebilmenin, gözlenebilirliğin temelini teşkil eder. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, işte Allah’ın kanunu böyle.

Allah razı olsun.

SORU: “Merkez Bankası, enflasyonla mücadelenin 3 yıl değil, 10 yıl süreceğini belirtmektedir. Sizin bu konudaki öneriniz nedir? Enflasyonun ülke üzerindeki etkileri nelerdir?” diye soruyorlar Sevgili Efendimiz.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bizim, daha evvelkinde, “2004 yılında enflasyonu tekli rakamlara indireceğiz.” diye bir hedeften bahsedildiğini söylemiştik. 10 yılsa, demek geri kalan 6 yılda da bu tek rakama indirdikleri, %9’a indirdikleri enflasyonu %0’a doğru yaklaştırmak isteyeceklerini ifade etmiş oluyorlar. Güzel, akılcı. Orta devrede enflasyonu önlemek isteyen politikaların temeli budur.

Ve şunu da belirtmekte fayda görüyorum ki; Merkez Bankası kendisine düşeni başarmış, enflasyonla mücadelede önemli bir adım atmış, faiz hadlerini %35-40’a kadar düşürmeyi başarmıştır. Bu arada, faiz hadlerinin düşmesinin içerisindeki en önemli olguyu da başka bir husus sağlıyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bu, hazine bonolarının faizlerinin %35 ya da 40’lara düşmesi hâlidir; büyük bir başarıdır. Bunun sebebini, dışarıdan alınan uzun vadeli krediye bağlayanlar var. Öyle olduğunu kabul edelim, bu da akılcı bir yol değil mi? Bütün borçlarını devlet, hazine bonosu borçlarını konsolide edebilse, devri de “30 yıl vadeli” deniyor, 30 yıl vadeli olmasa bile 20 yıl vadeli bir kredi, enflasyonsuz bir yüzdenin enflasyonsuz parasıyla belki %7, %8 faizle alınan bir para olacak bu ve devleti uzun süre rahat nefes aldıracak olan bir şey, bir imkân bu.

Sevgili izleyenler, düşünebiliyor musunuz? Yani bir devletin hazinesi borç alıyordu %140 faizle. Tabiî bu azami rakam. En çok %140’a çıktığını yazdı gazeteler. Ama diyelim ki %140 değil, %100, gene çok çok büyük bir rakam ve devleti büyük zorlamanın altına sokar. Bunun mânâsı ne biliyor musunuz sevgili izleyenler ve dinleyenler? 1 yıl sonra devlet, aldığı paranın aynını geriye ödüyor ama borcu aynen duruyor yerinde. Yani %100 faizli bir para aldığını düşünelim, borç, 1 senenin sonunda bu parayı aynen ödüyor ama borcundan bir kuruş bile ödememiş oluyor. Sadece onun, 1 yılın faizini ödemiş oluyor. Ve geçen gün verdiğimiz misalde de çok açık bir olay vardı; 1 ayın sonundaki bütçe açığının, devletin masrafları kadar olduğunu gördük. Devlet, aslında yaklaşık olarak aynı rakamlardan oluşan masraflarını vergileriyle karşılayabiliyordu. Öyleyse geri kalan açığın sebebi ne? Geri kalan açığın sebebi, devletin ödediği 1 yılda 1 aylık faizler sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bu faizlerin toplamı, devletin aldığı vergilerden daha fazladır.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, böylesine büyük bir faiz yükü altına giren devlet, uzun vadeli borçla enflasyonsuz bir para borcuyla, uzun vadeli bir borçla 20 yıl gibi, 30 yıl gibi, üzerindeki bu ağır kamburu yok edebilir diye düşünüyoruz her şeyden evvel. Böyle bir şeyin süratle yapılması lâzım geldiği kanısındayız. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, inşaallah bu yola giderler. Zaten kâfi miktarda borcu olan devlet, yüksek faizli borçlarla kendisini, gerçekten o yolda gitseydi eğer, çıkılması mümkün olmayan bir bataklığa hapsetmiş olacaktı. Ama şimdi böyle yaptığı zaman, %100 borç, %7 faizle bir borç aldığını düşünün devletin dışarıdan sevgili izleyenler ve dinleyenler ve ülkedeki enflasyonun da %50’ye düştüğünü düşünün, o zaman devlet büyük bir sıkıntıdan kendisini kurtarmış oluyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Yani %50 olduğu …. %14 faizli bir borç almış oluyor devlet. Bu, aslında %140’a varan faiz ödemelerinin yanında, onun 10’da 1’i bir faiz yüküdür. Devlet, çok akılcı bir yolla faizleri uzun vadeye dağıtmış oluyor. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu yol, borçların ödenmesinde çıkar bir yoldur.

Bizim enflasyon konusundaki fikrimiz, orta vadede enflasyon önlenmesi taraftarlarıyla uymuyor. Biz onlar gibi düşünmüyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bize göre enflasyon, hemen önlenmesi lâzım gelen bir konudur. Derhal altın karşılıklı para basılmalıdır ve bu para altın sertifikası hüviyetiyle bir kâğıt para olmalıdır. Üzerinde: “Bu para şu kadar gram altının karşılığıdır.” yazmalı, “Onu sertifika ediyoruz.” demeli devlet. Bu para piyasaya çıktığı gün, enflasyon o gün durur sevgili izleyenler ve dinleyenler, ertesi güne kalmaz. O gün, enflasyon olayı bitmiştir Türkiye’de. Böyle bir şey yapabilmek için ne yazık ki çok ciddî imkânlar lâzım ve 2 aylık bir zaman süresi gerekiyor. Niçin gerekiyor? Piyasadaki bütün paranın, mevcut paranın toplanması ve kişilere bu paraların altın karşılığı kadar altın sertifikası hüviyetindeki yeni para verilmeli. Böyle bir şey için eski paranın demonetize  edilmesi lâzım; yok edilmesi, imha edilmesi lâzım sevgili izleyenler ve dinleyenler. Böyle bir konu çok ciddi bir operasyonu gerektirir. Güvenilir adamlara ihtiyaç vardır. Ama böyle yapılsaydı; şu anda Türkiye 20 yıl vadeli bir, dışarıdan aldığı bir borçla bütün borçlarını sıfırlayabilseydi, bütün yüksek faizli borçlarını %7 faizli bir sisteme ulaştırabilseydi, aynı zamanda da enflasyonu sıfırlayabilseydi, %140 faizlerden %7 faize düşecekti sevgili izleyenler ve dinleyenler, yani faizin 20’de 1’ine. Devletin belini büken, devleti mahveden, devlet hazinesini tökezleten, onu uçurumlara atan, yüksek enflasyonun gerektirdiği yüksek faizle kısa vadeli borç almaktır.

Şimdi bir olay düşünün sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu 1999 yılı içinde Türkiye’nin durumu şuydu: Türkiye, %140’a kadar varan faizlerle hazine bonosu satıyordu. Ve 1 yıl vadeli olan bir hazine bonosunun devresi geldiği zaman, 1 ayın sonunda eğer sadece faizini ödese devlet, aldığı paradan daha fazlasını faiz olarak ödeyecekti ki yeniden aldığı borçlarla bunu sağlamak mecburiyetinde. Böylece giderek bir açmazın içine giriyordu Türkiye ekonomisi. Dışarıdan alınan orta veya uzun vadeli bir borç ki uzun vadeli borç aldıkları söyleniyor, gazetelerdeki ifade %30. Çok güzel. Bu yüzde, bu dizayn içerisinde 30 yıl vadeli bir kredi, borcun faizlerinin 30 yıla yayılacağını gösterir. Türkiye belki 2000 yılında %50’li rakamlara inecektir. “10 yıl” dediklerine göre ciddi bir şekilde meseleyi tahlil etmiş olmalılar. 4 yıl içinde bu işi başaramayacaklarının hesabını yapmış olmaları gerekir ki 10 yıla dağıtmayı uygun görmüşler. Başka problemlerde var tabiî.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, ama Türkiye enflasyonu 10 yılda önleyecek yerde hemen önleyebilse ve bütün borçlarını, özellikle yüksek faizli kısa vadeli borçlarının hepsini uzun vadeli borç haline getirse, enflasyonu sıfırladığı zaman, %7 faizle borç alan Türkiye, her sene sadece borcunun %7’si kadar faiz ödeyecekti. %100’ü kadar ödeyen Türkiye, %7’si kadar faiz ödemeye başlayacaktı.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu hazine bonoları, ülkede bir rantiye sınıfı oluşturdu. Paralarının faiziyle geçinen insanlar türedi; çalışmayan insanlar. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bankalar da bankacılığı bıraktılar, hazine bonoları alışverişine başladılar. Yani bankacılık ikinci meslek oldu bankalar için. …. Zaten sevgili izleyenler ve dinleyenler, gene aynı şeyi söyleyelim ki; Türkiye’de bankalar sistemi, yatırımcı kuruluşlar olmadıkça bu ülkenin kendilerinden beklediği temel hedefleri sağlamış olamazlar sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse ülkenin kendisinden beklediği dediğimiz, bizlerin beklediği. Yoksa ülkede kimse bankaların mevcut işlerinden başka bir iş yapmasını istemiyor. Yani devletin kurtuluşunda, ekonominin düze çıkışında bankaların kendilerine düşen rolü oynamasını akıllarına bile getirmeyen insanlar. Böyle bir şeyin de zaten gerekli olduğu kanısında değiller. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, aradaki farkı görebiliyor musunuz?

Kardeşimiz soruyor: “Siz nasıl düşünürsünüz enflasyonu?”

Bizim düşüncemiz sevgili izleyenler ve dinleyenler, enflasyonu derhâl durdurmak. İşte o 10 yıllık devreyi onun için düşündük biz şimdi, sizlere açıkladığımız bu nesneyi. 10 yıllık bir devrede meseleyi çözmeyi düşünmüştük 1989 yılında. 10 yıl geçti sevgili izleyenler ve dinleyenler. O zamanlar böyle bir konuya el atılmış olsaydı, enflasyon hemen durdurulabilseydi -ki rahatlıkla bugün de mümkündür, o gün de mümkündü- devlet düze çıkmış olacaktı.

Altın karşılıklı bir para, enflasyon meselesini kökünden halletmeye yeterlidir. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, daha ilk yıl ülkedeki işletme sermayesi kanamasını durdurduğunuz için en az tedavüldeki para hacmi kadar ülkenin sermaye kanamasından kârı olacaktır. Ve teorilerle uğraşan iktisatçılarımız, bu aslî meselelere daha yeni yeni girmeye başladılar. Bu bakımdan Merkez Bankası’nı tebrik etmek istiyorum ki; çok akılcı bir siyaset takip ediyorlar. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu akılcı siyasetin bize göre tek eksik yönü, enflasyonu hemen çözmek konusunda harekete geçmemelidir. Ama teorisyenlerle pratisyenler arasında bu kadarcık farklılık olur. Onları başarılı bulduğumuzu tekrar söylemek istiyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ama daha güzel metotlar hamdolsun ki var. Ama gidiş güzel.

Bir defa bu uzun vadeli kredi, 30 yıl vadeli kredi, takdire şayan bir sonuç oluşturdu. Bütün borçlar bu standartlarda konsolide edilebildiği takdirde, söylediğimiz gibi %140’lardan %14’lere inmek mümkün sevgili izleyenler ve dinleyenler. Enflasyon kesilebilse %7’ye düşmek mümkün. Öyleyse akıl için yol birdir sevgili izleyenler ve dinleyenler. Çözüm mü? Her zaman vardır.

Allah razı olsun.

SORU: “Özelleştirmeyle ilgili düşünceleriniz nelerdir?” “diyor dinleyenimiz. “Ayrıca özelleştirmenin enflasyonla bir ilgisi var mıdır?” diye sormuşlar Sevgili Efendimiz.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, özelleştirme hangi sebeple gündeme geldi hiç düşündünüz mü? Özelleşmenin, özelleştirmenin gündeme gelmesinin arkasında, zarar eden KİT’ler var; Kamu İktisadî Teşebbüsleri.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, hiçbir zaman bu ülkede meselelerin çözümü için hareket halindeki fonlara müracaat etmek aklına gelmedi hiç kimsenin. Zaten gelmesi de mümkün değildi, çünkü hareket halindeki fonlar bilinmiyordu ve dünyanın büyük kısmında hâlâ bilinmiyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Hareket halindeki fonları devreden çıkartırsanız, Türkiye’yi az gelişmiş bir ülke olarak tanımlamanız hemen mümkündür. Az gelişmiş bir ülkenin perspektifleri, geleceğe doğru bir bakış içinde bakmasanız bile son yılları değerlendirdiğiniz zaman bir büyük tablo çıkartıyor ortaya.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, Türkiye, az gelişmiş bir ülke olarak kabul ediliyor. Az gelişmiş ülkelerin temel standardı şudur: Yetersiz sermaye, yetersiz yatırım, yetersiz üretim ve tabiatıyla halkın eline geçen az para. Halk, bu az parayla ancak mübrem ihtiyaçlarını karşıladığı için sermaye olarak kullanılabilecek olan, yatırıma dönüşebilecek olan bir tasarrufun oluşmaması. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, oysaki Türkiye’de her yıl büyük tasarruflar oluşuyor. Her ne kadar bu oluşan tasarruflar kâğıt üzerindeyse de aslında fizikî olarak yatırılan paraların geri çekilmemesi ve giderek büyümesi söz konusudur, mevduat hacimleri itibariyle. Ama Türkiye’nin problemlerini çözecek olan, bankalarda yatan kâğıt üzerindeki rakamlar değildir. Türkiye’nin problemini çözecek olan şey, hareket hâlindeki fonlardır; her gün bankalardan ekonomiye, ekonomiden tekrar bankalara akan iki tane para nehri. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, böyle bir bulgu, böyle bir teşhis, bir Türk tarafından sahneye konduğu için bizimkilerin gözünde bu bir değer değildir. Eğer bu işi bir Amerikalı yapmış olsaydı, bugün dünya üzerinde bir dinamit patlamış gibi, bir atom bombası patlamış gibi önemli bir sonuç oluştururdu. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bizim ülkemizde hiçbir tesiri olmadı tabiî. Ama elimizde o günlerin doneleri tam olarak duruyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, evvelâ şunu söyleyelim: Türkiye’de sermaye yetersizliği diye bir olay söz konusu değildir asla. Sadece hareket halindeki fonların yatırımlarda kullanılmaması gibi çok ciddi bir problem vardır. Hareket halindeki fonlar yatırımlarda kullanılamıyor, harcamalarda kullanılıyor. Yoksa bu ülkeyi ihya edebilecek olan yatırım hacminin potansiyeli, her an Türkiye’nin elinin altında hazırdır sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bu hareket halindeki fonların sadece %5’ini yatırımlara yönlendirdiğimiz zaman, o Türkiye’deki en büyük yatırımların yapıldığı yıllardaki gayrisafi millî hasılaya olan oranıyla devletin ve özel sektörün yaptığı toplam yatırımın 2,5 katı yatırım oluşturabiliyorsunuz.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bir hayalden bahsetmiyoruz. Bunlar hep ciddi ölçümlemelerin, kesin rakamların sonucunda hesap edilmiş bu ülkenin gerçekleridir. Bu ülkenin gerçeklerine sırtını çevirenler, onlar bize kızıyorlar sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu incelemeleri yaptık, bu ülkenin standartlarında bir kurtuluş reçetesini hamdolsun ki ortaya koyabildik diye.
Sevgili izleyenler ve dinleyenler, herkes, fikirlerinde serbesttir. Kim isterse herkese kızabilir. Bize de kızabilirler ama biz onlara kızmayız. Bir gün bu ülkede nelerin bu ülkeyi kurtarabileceği, düşünce platformundan fiili platforma geçecektir sevgili izleyenler ve dinleyenler. O zaman hareket halindeki fonların neleri vücuda getirebileceğini hepimiz birlikte göreceğiz inşaallah.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, işte konunun özelleştirmeyle ilgili yerine geldik. Birçok KİT, yani Kamu İktisadî Teşebbüsü, kâr eder. Ondan sonra bir tanesi öyle büyük bir zarar eder ki; o kârın yarısını bunun ettiği zarar yüzünden devlet kaybeder. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, devlet hiçbir zaman iyi bir tacir, devlet hiçbir zaman iyi bir sanayici olamaz. Özel sektörün para kazanması onların hedefidir. İşte bu para kazanma hedefini devletin menfaatlerine paralel hâle getirmek mecburiyetindesiniz.

Bir yere geliriz, hep orada tökezleriz, yanılırız. Faiz hadlerini alabildiğine yükseltiriz, vergi dilimlerinin, ödenecek vergilerin aralıklarını, yüzdeleri itibariyle 10’ar 10’ar çoğaltırız, %80’lere, 90’lara varan bir vergi politikası uygularız ve birçok insan da vergi kaçırır. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, onları vergi kaçırmaz hâle getirmek mümkün müdür? O adamlar bundan memnun mu olduklarını zannediyorsunuz? Sanayici ve ticaret adamı bakıyor; kazancının %80’ine, 90’ına devlet el koyuyor. “Ben” diyor, “bu paraları sokaktan toplamıyorum ve çalışıyorum. Bu büyük işletmenin sorumluluğu benim omuzlarımda.” diyor, “Ve ben parayı kazanıyorum, devlet bunun %80’ine, 90’ına el koyuyor. Bu bir haksızlık.” diyor adam. “Bu kadar büyük paraları benden almasına hakkı yok” diyor, “devletin.” Haklı mı? Haklı olduğu taraflar var sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ama siz bu parayı %25’e düşürdüğünüz gün, devletin eline geçen verginin şimdi eline geçenden çok daha fazla olduğunu göreceksiniz. Neden öyle? Çünkü hiç kimse vergi kaçırmaya tenezzül etmeyecek. O kendi içlerindeki; “Evet, sen bir sanayicisin, evet sen bir ticaret adamısın ama vergi kaçırıyorsun.” diye içindeki o onu zehirleyen, huzursuz eden, kendisine bir türlü yakıştıramadığı, sindiremediği bu olay, onu hep rahatsız etmiştir. Bunu yaptığınız gün, bu meseleyi kökünden çözersiniz. İşte burada, Amerika’da Reagan bunu devreye soktu ve büyük bir başarı kazandı. Şimdi cumhuriyetçiler devamlı olarak Clinton’ı, vergi dilimlerindeki, yükseldikçe artan dilimlerdeki rakamları aşağı çekmesini, %25’lere indirmesini istemekteler. Demokratlar da buna yanaşmak istemiyor. Böyle bir statü içerisinde burada da bir bocalama var. Ama devletin gelirleri, vergi dilimlerinin yükseltilmesinden sonra artmadı sevgili izleyenler ve dinleyenler. Başarısızlık söz konusu. Ama vergi dilimleri, yani yüksek, kazançlar yükseldikçe artan vergi dilimleri %25’le aralıklandığı zaman, büyük bir paranın devletin hazinesine girdiğini burada gördük. Böyle bir dizaynda vergi dilimlerinin adaletli olması, emeğin karşılığının emeğin sahibi tarafından alınması, adaletin gereğidir. Bu adaleti, adaletsizlik hâline getirdiğiniz zaman, insanların ellerinden hak etmediğiniz bir vergiyi aldığınız zaman ki %80 vergi, %70 vergi, %60 vergi hakkın ötesine taşıldığının işaretini taşır. Devlet bunu, devleti idare edenler böyle bir kafa yapısında değiller. Öyle olduğu için de bu iş hep böyle devam edecektir sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ve bunun neticesi, hep açık bütçelerdir. Daha birinci ay 1,7 trilyon bütçe açığı.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bütçe açıklarının arkasında yatan bir başka faktör de bu soruyla ilgili: Özelleştirme. Eğer bir Kamu İktisadî Kuruluşu, bir KİT zarar ediyorsa, onun zararını devletin yüklenmesi hiç de akılcı bir yöntem değildir. Böylece halktan aldığı vergilerini, vergilerinden bir kısmını bu zarar eden işletmenin zararlarını kapatmakta kullanmak mecburiyetindedir. Yani o kadar vergiyi eksik almış olacaktır sevgili izleyenler ve dinleyenler devlet. Çünkü onu o zararın karşılığını kapatmak üzere kullanmak mecburiyetindedir. Ya da birçok büyük ölçekli KİT’in kazandığı gerçek kârları, zarar edenler sebebiyle kullanmak ve sıfıra sıfır olmak, belki ondan da aşağı düşmek söz konusudur.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu yolun akılcısı acaba nedir? Derhâl, zarar eden bütün KİT’leri hiçbir karşılık almadan elden çıkarmak, güvenilir insanlara teslim etmek ve idareye hiç karışmamak. Onlar bilirler ne yapacaklarını sevgili izleyenler ve dinleyenler. Gizli işsizliğe hiçbir zaman müsaade etmezler. KİT’lerin hepsinde bugün açık ve kesin bir şekilde gizli işsizlik vardır. KİT’lerin hepsi 3 kat insan çalıştırmaktadır. Kalın çizgilerle realite bu. Öyleyse kadroları 3’te 1’e indirir, derhâl. Hangi özel sektöre bu KİT’leri teslim ederseniz, oradakiler 3’te 1’e inecektir ve o KİT mutlaka kâr etmeye başlayacaktır. Akılcı bir şey mi söylüyoruz? Bunun arkasında “İstihdam probleminden ne haber?” diyenler var. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, haklısınız tabiî. İstihdam, Türkiye’nin bugün başındaki en büyük derttir. İstihdam problemi, her gün işsizler ordusu Türkiye’nin, giderek büyümektedir. KİT’lerin özelleştirilmesi de eğer akılcı bir özelleştirme olursa bu, özel sektöre gerçekten teslim edilirse -ki derhal teslim etmelidir- o zaman işsizlerin sayısı süratle artacaktır. Böyle bir durum olduğunu kabul edelim sevgili izleyenler ve dinleyenler ama iki şey yapalım:

*1.’si: Hareket hâlindeki fonların %5’ini yatırımlara dönüştürelim.
*Ve 2.’si: Bankalar bu işletmelere kredi vermesinler, ortak olsunlar. Yatırım alanlarını, bankalardaki gelişmiş iktisatçılar seçsinler.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, hamdolsun ki bugün Türkiye’nin belirli bankaları, yani bankaların büyük bir kısmı hamdolsun ki ciddi fizibilite etütleri yapabilen, ciddi bir şekilde fizibilite etütlerini irdeleyebilen, doğruları yanlışlardan ayırabilen elemanlarla teçhiz edilmiştir. Sağlam bir ölçü üzerindeyiz. Öyleyse hangi saha rantabl ise ülkenin menfaatlerine olan bütün alanlarda, hareket halindeki fonların %5’ini yatırımlara sevk etmeliyiz. Bankalar, bu asil görevi üstlenmelidir. O zaman ne olur sevgili izleyenler ve dinleyenler? O zaman yeni yapılacak olan yatırımlar dolayısıyla istihdam açığının oluşması mümkün değildir. İstihdamdaki aralık kısa zaman sonra sıfırlanabilir. Ama şu içinde bulunduğumuz duruma bakarsanız, işsizler ordusunun her geçen gün biraz daha büyümesi gibi bir sonuçla karşılaşacaksınız sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Öyleyse muhtevaya dikkatle bakalım. KİT’ler, zarar eden KİT’ler elden çıkarılmalı mıdır? Süratle! Bu, istihdam problemine büyük bir darbe vurmak değil midir? Değildir sevgili izleyenler ve dinleyenler, bunun tedbirlerini alabiliyorsak. Eğer alamıyorsak, aynı zihniyetle hareket ediyorsak, gene KİT’leri özelleştirmek asıldır ve özelleştirdiğimiz zaman, hiç karşılıksız onları verdiğimiz zaman güvenilir iş adamlarına, belki onlardan işçilerin çıkarılmasını zaman aralıkları içinde gerçekleştirmesi diye bir şey isteyebiliriz. Rasyonel bir ibare. En azından zarar eden KİT’leri zarar etmez hale getiririz sevgili izleyenler ve dinleyenler.


Burada bu tedbirin mutlaka alınması lâzım geldiğini yeniden vurguluyorum. Devlet, zarar eden işletmelerin zararlarını kapatma müessesesi olmamalıdır. Devlet, ticaretten ve sanayiden adım adım çekilmelidir. Özel sektör görevini devralmalı, ülkeye faydalı olmak için her şeyi yapmalıdır.

Allah razı olsun.

Bu arada kardeşimiz: “Enflasyonun özelleştirmeyle bir ilgisi var mıdır?” diyor.

Enflasyonun özelleştirmeyle direkt bir ilişkisi yok sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Allah razı olsun.

SORU: “Bankalar şu günlerde basında, trilyonlarca lira kâr ettiklerini açıklamaktadırlar. Uzun bir süreden beri Türkiye ekonomisinde stagnasyon yaşanmasına rağmen bankaların bu kadar büyük kâr etmesi acaba neden kaynaklanıyor?” diye soruyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Ekonomide “stagnasyon” diye bir kelimeyi ilk defa duyuyorum. Bu kelime, yanlış bir kelime gibi geliyor bana. Başka bir kelimenin yanlışlıkla bu şekilde aktarılması gibi geliyor. Türkiye ekonomisi büyük problemlerle karşı karşıyadır, doğrudur. Bir taraftan ekonominin küçüldüğünü görüyoruz, kapanan işletmeler sebebiyle. Düşen toplam gelir seviyesi, giderek sayısı artan işsizler ordusu ve piyasadaki durgunluk, senetlerin, çeklerin, borçların ödenmemesi; bunlar hep bir krizi işaret eder. Belki yanlış kelimeyle bu anlatılmak isteniyor. Stagflasyon olmasın kelime? Her neyse. Biz muhtevaya bakalım. Bu muhtevada tarif edilen bir işlem, ülkenin belini bükmekte.

“Bankalar nasıl kâr ediyor?”

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu sualin cevabını biraz evvel vermiştik. Türkiye’deki bankalar bankacılık değil, Türkiye’deki bankalar, yakın geçmişe kadar ya da hatta bugünlere kadar hazine bonoları satın alıp onun faizlerinden faydalanmaktaydılar, bizim rantiye sınıfı gibi. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, ama artık olay bu değil. %35’lere, 40’lara iniverdi hazine bonolarının faizleri. Bankaların faizleri de %35’lere, 40’lara iniverdi. Tabiatıyla sizin bankaların, bilançolarını gördüğünüz bankaların bilançoları geçen yıla ait ve geçen yıl %140’lara kadar varan bir hazine bonoları trajedisi oynandı Türkiye’de. Bu konuyu açık açık söylemekten dilimizde tüy bitti. Ülkeye ne kadar büyük zararı olacağından uzun uzun bahsettik. Eğer devam etseydi, Türkiye “Bu sıcağa kar dayanmaz.” atalar sözünün gereği olarak hazinesi iflas etmiş bir duruma gelecekti. Ama tedbiri aldı hamdolsun Merkez Bankası. Güzel bir başlangıçtı. Eğer bütün borçlar, yani yüksek faizli bütün borçlar uzun vadeli borçlar haline getirilebilirse, gerçekten Türkiye için büyük bir çözüm olur.

Öyleyse bankalar bu kadar büyük kârları nerden aldılar? Sevgili izleyenler ve dinleyenler, eğer siz şu %140 faizi bir konuya paranızı yatırıyorsanız banka olarak, elbette trilyonlarca lira kâr edersiniz. Bundan da tabiî ne olur ki? Ama bu hayırlı bir para değil sevgili izleyenler ve dinleyenler. Neden? Çünkü gördüğünüz gibi bir defa durdu olay, artık devam etmiyor.


Öyleyse bankalar büyük ölçüde kâr etmiş midir kardeşimizin söylediği gibi? Evet. Sebebi de o söylediğimiz şey, yani başında bu konunun hazine bonoları var. Ama hazine bonoları artık %35-40 şeye düştü, faiz haddine düştü. E bundan sonra da belki enflasyonla beraber daha da çok daha aşağılara çekilecek inşaallah. Türkiye’nin başındaki bu büyük problem böylece inşaallah dizginlenecek ve kontrol altına alınacak.

Allah razı olsun.


SORU: “Türkiye’de kurulacak nükleer enerji santrali ihalesi sürekli ertelenmektedir. Enerji krizi yaşayan Türkiye’de bu konuyla ilgili çözümler nelerdir? Allah razı olsun.” diyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz inşaallah.

CEVAP: Sevgili izleyenler ve dinleyenler, kardeşimizin sorusunda: “Bu konuyla ilgili çözümler nelerdir?” diye soruluyor. Hangi konuyla? Elektrik enerjisi mi konu, enerji mi konu, yoksa sadece nükleer santraller mi? Ayrı ayrı cevaplar veriyorum.

Eğer konu nükleer santrallerse, Türkiye, süratle nükleer santraller devrine girmelidir.

Tekrar tekrar diyoruz ki: Dünyanın en büyük toryum madenleri Türkiye’dedir ve Türkiye bu madenleri hiçbir şekilde kullanamaz durumdadır. Hani; şekerimiz var, unumuz var, yağımız var, tavamız var, ateşimiz var, her şeyimiz var sevgili izleyenler ve dinleyenler ama helvayı yapamıyoruz.

Öyleyse Türkiye böylesine enerji açığı olan Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bile günde 6 defa elektrik kesintisi yapılan Türkiye, hâlâ bir nükleer santral kuramadıysa, burada büyük bir sorumluluk yatmıyor mu sevgili izleyenler ve dinleyenler? Kabahat samur kürk olsa kimse üstüne almazmış. Ama gözümüzün önünde bir trajedi oynanıyor. Bu servete, bu toryum potansiyeline sahip olan Türkiye, kandu tipi birçok santral yapabilecek, onu yüzyıllar boyu devam ettirebilecek olan kaynakların sahibiyken, bu imkâna bir türlü kavuşamıyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, siyasî açıdan Türkiye’nin bunu bir basamak yapıp, arkasından asrın bombasına sahip olması diye bir korkunun bazı ülkelerde mevcut olduğunu birtakım düşünürler düşünüyor. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, iyi de Pakistan’ın elinde bugün atom bombası var. Hindistan da ona sahip olduğunu söylüyor. Bir Rusya’nın, bir Kazakistan’ın, bir Kızıl Çin’in, bir Fransa’nın elinde atom bombası var. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, beklemekle bir şeyler kayboluyor gibi geliyor bize. Bu muhteva, enerjiye bu kadar ihtiyacımız olduğu bir devrede mutlaka ama mutlaka nükleer santrallerin, bir tane değil art arda birkaç tane nükleer santralin mutlaka devreye girmesi lâzım. Unutmayın, bugün Fransa’da enerjinin %50’den fazlası nükleer santrallerden faydalanıyor. Amerika’da da birçok nükleer santral, açık bir şekilde çalışıyor sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Öyleyse eğer konu, sual, nükleer santrallerse, çözüm nedir sualinin cevabı; süratle Türkiye bu toryum madenlerini kullanabileceğimiz, dışarıdan hammadde almayacağımız, almamamız gereken bir yöntem uygulamakla devreye girecek olan birçok nükleer santralin sahibi olmalıdır diye düşünüyoruz. Yüksek dağların bulunduğu yerlerdeki akarsulardan elde edilen enerjinin batıya ulaşabilmesi, uzun enerji nakil hatları problemini ortaya koymaktadır. Oysaki Uludağ batıdadır ve onun etrafına kurulacak olan birkaç tane nükleer santral, ihtiyaçların bulunduğu bölgelerin hemen yanında devreye girebilir. İstanbul’un ötesindeki sanayi tesislerinin ağırlık kazandığı bölümlere, onların şiddetle ihtiyaç duyduğu enerjiyi Bursa çevresinden, orada kurulacak olan bir veya birkaç nükleer santraliyle süratle …. üzerinden ulaştırılması mümkündür ve çok geçerli olacaktır. Böylece enerji nakil hatlarının uzunluğu, belki 10’da 1’e düşecektir sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bu da ayrı bir faydadır.

Nükleer santrallerin vücuda getirdiği elektrikte, hidrolik santrallerin vücuda getirdiği elektrikte nükleer santraller gene daha pahalı bir enerji türü olmaktadır. Ama enerji nakil hatları tesislerinin masraflarının kaynaklar batıda olduğu için çok az olması, bu konuda nükleer santralleri şanslı hale getirmektedir. Nükleer santraller süratle kurulmalıdır.

Eğer kardeşimiz “Enerji probleminin çözümü nedir?” diyorsa, biz bunun ötesinde asıl hidrolik santralleri öne süreriz. Her zaman da bunun müdafaasını yapmışızdır. Hidrolik santraller, dünyanın en ucuz enerjisini temin edebilen enerji santralleridir. Ve hiç de öyle parlak santraller yapmamıza gerek yok. Güzel yapılar yapalım, sosyal tesisler yapalım, şunu yapalım, bunu yapalımdan vazgeçmemiz lâzım sevgili izleyenler ve dinleyenler. Biz, günde 6 defa elektrik enerjisi kesilen bir ülkeyiz. Yapmamız lâzım gelen şey, en kısa sürede bu açığı kapatmaktır. Bunun da en üst seviyedeki, hemen oluşturulabilir enerji kaynakları, hidrolik tesislerden geçer. Öyleyse her 100 metreye bir küçücük enerji santrali kurmak ve binlerce elektrik santraliyle ülkemizi, elektrik enerjisinin ülkemize yettikten sonra dışarıya satılabileceği bir duruma tekrar getirmemiz lâzımdır diye düşünüyorum sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Eğer “Aynı zamanda hidrolik santrallerle beraber termik santralleri de devreye sokmak gerekmez mi?” diyorsa sevgili kardeşlerim, bu termik santrallerin ne doğal gazla ne de linyit kömürüyle veya bu tarzdaki şeylerle olması bizim için bir fayda değildir. Kaynakların, yakıt maddelerinin bulundukları yerden fabrikalara taşınması, buhar türbinleri vasıtasıyla buharın elde edilmesi, oradan elektrik enerjisinin elde edilmesi birçok işlemi bir araya getirmekte ve hidrolik santrallerden, santrallerin herhangi birinden üretilen bir elektrik enerjisinin 137 katı daha pahalı bir enerji ortaya çıkmaktadır. Eğer “Termik santraller yapalım.” diyorsak, bunu hemen nükleer termik santrallere dönüştürmeliyiz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Böyle bir tesisi de mutlaka kandu tipi bir tesis olarak yapmalıyız. Bu büyük kaynağı, Uludağ’daki bu dünyanın en büyük toryum kaynaklarını, rezervlerini mutlaka ülkenin menfaatinde kullanmalıyız.

Allah razı olsun.

SORU: “Sevgili Efendimiz, zulmanî ilimlerle ilişkileri belli olan kişiler, belki de âlemleri, fizik ötesini tarif ederken, ‘alt boyut’ ‘üst boyut’ ‘evrensel mekanizma’ gibi terimlerle olayı izah etmeye çalışıyorlar. Tabiî bir yandan da o kadar ağır bir dili var ki anlattıklarını anlamak mümkün değil. Bizlere âlemlerin hangi kuruluş içerisinde olduğunu ve birbirleriyle nasıl bir bağlantı içerisinde olduklarını izah eder misiniz? Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden öperiz.” diyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz inşaallah.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, Âlemler, her ilmin en büyük kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’de açık bir şekilde ifade ediliyor. Allahû Tealâ, zahirî âlemden bahsediyor Kur’ân-ı Kerim’de. Allahû Tealâ, berzah âleminden bahsediyor. Allahû Tealâ, emr âleminden bahsediyor. Allahû Tealâ, gayb âleminden bahsediyor. Ve bakıyoruz ki; 3 asıl, 3 de bunların karşıtı olmak üzere Allahû Tealâ 6 yevmde, 6 zaman parçasında 6 âlem yaratmış ve âlemleri yaratması burada sona ermiş sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Diyeceksiniz ki: “İyi de 7 âlem olduğundan bahsediyorsunuz.” Doğru. 7 tane âlem var. Bu 6 âlem, yaratık olan 6 âlem. Zahirî âlem; şu fizik vücudumuza ait olan âlem ve onun zıttı berzah âlemi; nefsimize ait olan âlem. Cinlerin yaşamakta olduğu… Aslında bütün, zahirî âlemin dışındaki bütün âlemler gayb âlemidir sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ama yaratık olan, canlı olarak yaşayan, aklı olan varlıkların var olduğu bir dizaynı anlatmak için gayb âlemini kullanıyorsak, gayb âlemine “cinlerin yaşamakta olduğu âlem” diyoruz; 3. âlem bu. Onların da gayb âlemi var, onların da berzah âlemi var affedersiniz. Gayb âleminin berzah âlemi, yani cinlerin ölenlerinin kıyâmete kadar yaşantılarını devam ettirecekleri âlem.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, böylece görüyoruz ki 4 âlem oldu:

*Fizik vücudumuzun âlemi; zahirî âlem,
*Bizden evvel ölenlerin yaşamakta olduğu, nefslerinin yaşamakta olduğu gayb âlemi,
*Cinlerin yaşamakta olduğu gayb âlemi,
*Onların ölenlerinin nefslerinin yaşamakta olduğu gayb âlemine ait olan berzah âlemi.

4 âlem oldu.

*Allah’a kadar uzanan bir gökler yolculuğunun 7 tane katı, Sıratı Mustakîm üzerindeki 7 katlı bir üst âlemler, gökler âlemi; buna “Emr âlemi” diyor Kur’ân-ı Kerim’imiz sevgili izleyenler ve dinleyenler; 5. âlem.
*Onun zıttı, yerden başlayan, aşağıya doğru inen 7 tane yer katı; zulmanî âlem.

Öyleyse:
*Zahirî âlem: Fizik vücudumuzun âlemi.
*Berzah âlemi: Nefsimizin âlemi.
*Emr âlemi: Ruhumuzun âlemi.
*Onun zıttı; şeytana tâbî olanların âlemi.
*Gayb âlemi: Cinlerin yaşamakta olduğu âlem.
*Onların berzah âlemi.

6 tane âlem. 3 asıl, 3 onların karşıtı sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ve asılları ve karşıtları Allahû Tealâ yaratıyor, diyor ki: “Biz her şeyi zıttıyla kaim kılarak çift yarattık.”

51/ZÂRİYÂT-49: Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.



Öyleyse Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Allah, 6 yevmde kâinatı yarattı.”

11/HÛD-7: Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin ve kâne arşuhu alâl mâi li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve le in kulte innekum meb’ûsûne min ba’dil mevti le yekûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).

“Hanginiz en güzel ameli yapacak?” diye sizi imtihan etmek için 6 günde (6 yevmde) semaları ve yeryüzünü yaratan O’dur. Ve O’nun arşı su üzerinde idi. Eğer sen: “Muhakkak ki siz, ölümden sonra beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” dersen, kâfir olan(inkâr eden, örten) kimseler mutlaka (şöyle) derler: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.”



6 yevm. Aslında yevm, gün anlamına da geliyor. Onun için “Allah, 6 günde kâinatı yarattı.” derler. Ama bunu belli olmayan zaman parçaları olarak anlatmak çok daha akılcı olur. Çünkü Allahû Tealâ, sadece insan adı verieln bu mahlûkunun, Allah’ın onu ilk defa yarattığı o çamurdan halinden ona can verileceği kadar geçen sürenin çok uzun bir süre olduğunu ifade ediyor, yüz binlerce yıl gibi.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, 6 yevm. Allahû Tealâ isterse 6 saniyede de bütün kâinatı, 6 âlemi yaratabilir. Ama fizik âlemler ve her birine göre fizik olmayan âlemler söz konusu olduğu için bu âlemler de bütün kâinatı oluşturduğu için 6 yevmi 6 zaman parçası olarak kabul etmek daha uygun.

İşte bu 6 yevmde Allahû Tealâ’nın 6 tane âlem yarattığını görüyoruz; 3’ü asıl, 3’ü zıt olmak üzere. 7. âlem mi? O, yokluk. Yokluk olduğu için tek. Eğer Allahû Tealâ onu da yaratmış olsaydı, yokluk bir yaratık olsaydı, 7. olmayacaktı, 8. de olacaktı. Onunda zıddının oluşması gerekiyordu. Ama yokluk mevcut olmadığı için, yokluk diye bir âlem söz konusu olduğu için 7. âlemi oluşturuyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, zahirî âlem için kimsenin bir problemi yok. Herkes aklında bunu canlandırabilir. Bu 1. âlem. İşte şu anda yaşamakta olduğunuz yer, zahirî âlemin bir parçası. Şu fizik vücutlarımız, zahirî âleme ait olan yaratıklar.

Berzah âlemine gelince, zahirî âlemin berzah âlemine gelince sevgili izleyenler ve dinleyenler, rüyanızda birçok defa ölmüş olanlarla beraber olursunuz. Onlarla oturur konuşursunuz, onlarla kucaklaşırsınız ve bakarsınız kollarınızın arasında gerçekten bir vücut var. Sizinle konuşan, dünyaya ait, geçmiş günlere ait birçok şeyi anlatan, beraber yemek yediğiniz, konuştuğunuz insanlar. Bardağı ellerine aldıkları zaman, onun içindekini içebiliyorlar. Öyleyse bu bardak fizik âlemde benim fizik vücuduma göre nasıl fizikse, bunu elimde tutabiliyorsam, berzah âleminde de nefsleriniz oradaki bardakları tutabilecektir. Kapıyı açmadan içeri giremeyeceklerdir. Üst kata ya merdivenlerden ya asansörle çıkacaklardır. Zaten berzah âlemini gördüğünüz zaman, onun berzah âlemi olduğunu nereden anlayacaksınız? Rüyanızı yaşayan nefsiniz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Nefsiniz, berzah âleminin varlığı. İşte o berzah âleminin varlığı, eğer fizikse şartlar, berzah âlemindedir. Rüyalarınızda bazen bir de bakarsınız, evlerin, duvarların içinden uçarak geçiyorsunuz, duvarlar size hiçbir tesir yapmıyor. İşte o zaman rüyanızda uçarak duvarların içinden geçmeniz söz konusuysa, burası, o bulunduğunuz yer zahirî âlemdir, yani fizik vücudunuzun âlemidir. O âlem nefsinize göre bir resimdir sadece, sadece bir görüntüdür sevgili izleyenler. Boşlukta hacim kaplayan ama size göre hiçbir varlığı olmayan bir görüntüdür. Bunu, rüyalarınızı düşünün; böyle rüyalarınız olduğunu göreceksiniz. Tayyi mekân yaptıktan sonra bunu daha çok, net olarak yaşayacaksınız sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bakacaksınız ki; binaların içinden geçiyorsunuz uçarak. Hiçbir şekilde binaların size tesir etmesi mümkün değil. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, işte o zaman rüyanızda yaşadığınız yer, berzah âlemi değildir, fizik değildir. Fizik olmayan bir görüntünün âleminde yaşıyorsunuz. Orası zahirî âlemdir. Oradaki insanların sizi görmediklerini farkedeceksiniz ve o zaman farklı bir âlemde olduğunuzu hemen yakalayacaksınız. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, çok hoş bir olaydır. Yaşayanlar bilirler. İnsanlar sizi göremez. Siz onların bütün konuşmalarını duyarsınız. Eğer henüz insan-ı kâmil olmadıysanız, yani sır saklamayı beceremeyecekseniz: 1, olayların etkisinde kalabilecekseniz; 2, gördüğünüz şeyler sebebiyle onları görmezlikten gelmeyi başaramayacaksanız, Allahû Tealâ size çevre şartlarındaki fizik âlemi göstermez, orada tayyi mekân yapmanıza izin vermez.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizaynda gayb âlemi, cinlerin yaşamakta olduğu âlemdir. Nefsiniz, orada da fizik değildir. Orada da evlerin içinden geçebilirsiniz. Orada da cinler genellikle sizi görmezler. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, cinlerin berzah âlemi, gene nefsinize göre zahirî âlem hüviyetinde olmayan bir âlemdir. Orada da hiçbir şey sizin için fizik değildir.

Emr âlemine gelince; o âleme nefsiniz zaten çıkamaz. Rüyada oraya ulaşmanız hiçbir zaman mümkün değildir. Ama sevgili izleyenler ve dinleyenler, kalp gözünüz açılınca, Allahû Tealâ size gök katlarını göstermeye başladığında, işte orası emr âlemidir. Zemin kattan yükselip de 1. kata ulaştığınız andan itibaren, göğün 1. katına ulaştınız demektir. 2. kattaki suvarılma havuzlarını gösterir Allahû Tealâ. 3. kattaki secde mahallini gösterir. 4. katta Beyt-ül Makdes’in, Mescid-i Aksa’nın aslı üzerinde, aslında secde edersiniz. 5. katta Beyt-ül Haram’ın, yani Mekke’deki hac bulunan yerde, yerin aslında namaz kılarsınız. … orada secde edersiniz. 6. katta suvarılma havuzları söz konusudur. 7. katta da 7. kat, 7 tane âlemden oluşur.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, zulmanî âlemi ise zaten hiç sevmeyeceksiniz. Sevmediğiniz insanların her türlü kötü dizaynları içinde yaşadıkları, her türlü kötülüğün duruma hâkim olduğu bir âlem. Ama sizin için fizik değildir.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, 6 âlemden bahsettik.

*Zahirî âlem: Fizik vücudunuzun âlemi.
*Berzah âlemi: Nefsinizin âlemi.
*Emr âlemi: Allah’a kadar ulaşan, 7 katlı yolculuğu yapacağımız âlem; o da ruhumuzun âlemi.

3 âlemde insan Allahû Tealâ’nın İndinde ilişki içeresinde.

*Gayb âlemi: Cinlerin âlemi.
*Gayb âleminin berzah âlemi: Gene cinlerin ama onların nefslerinin âlemi.
*Zulmanî âlemse, anlattığımız gibi zulmanî istikamette yaşayan varlıkların âlemi.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler! İşte anlattığımız standartlarda 6 tane âlem var. Ama hepiniz, kalp gözünüz açık olmasa da zahirî âlemi bu dünyada gördünüz, berzah âlemini rüyalarınızda mutlaka gördünüz, birçok defa. Kalp gözünüz açılmadan emr âlemini göremezsiniz. Ama bir gün inşaallah açılırsa göreceksiniz.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bunlar fiziğin ötesinin standartları. Yani görgüye dayalı, Kur’ân-ı Kerim hükümlerine dayalı anlatım. Ama sevgili izleyenler ve dinleyenler, bir de konunun ilmî dizaynı var. Elektron yapısından bu bilgiyi sizlere aktarmak istiyorum.

Zahirî âlemin elektron yapısı:

*1. küre, zahirî âleme ait, yani bu dünyaya ait.
*2. küre, onun berzah âlemine ait.
*3. küre, cinlerin yaşamakta olduğu gayb âlemine ait.
*4. küre, cinlerin berzah âlemine ait.

Zahirî âlemdeki bütün elektronlar böyledir sevgili izleyenler ve dinleyenler, 4 küreden oluşur.

Berzah âleminin elektronlarındaki enerji kürelerine bakıyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler:

*1. küre, berzah âlemine ait.
*2. küre, bu içinde yaşadığımız zahirî âleme ait.
*3. küre, cinlerin berzah âlemine ait.
*4. küre, cinlerin yaşadığı gayb âlemine ait.

Böylece zahirî âlem ve onun karşıtı olan berzah âlemi, birbirinin tersi iki unsur olarak devreye giriyor.

Cinlerin yaşamakta olduğu gayb âlemindeki cinlerin elektronlarına baktığımız zaman:

*1. kürenin gayb âlemine ait olduğunu,
*2. kürenin, oranın berzah âlemine ait olduğunu görüyoruz.
*3. kürenin zahirî âleme ait olduğunu görüyoruz.
*4. kürenin de zahirî âlemin gayb âlemine ait olduğunu görüyoruz.

Cinlerin yaşamakta olduğu bu âlemin ötesinde, cinlerin nefslerinin yaşamakta olduğu onların berzah âleminin standartlarına bakıyoruz elektronlarda:


*1. küre, cinlerin berzah âlemine ait.
*2. küre, cinlerin gayb âlemine ait.
*3. küre, zahirî bu âlemdeki berzah âlemine ait.
*4. küre, bu âleme, yani zahirî âleme ait.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, 2 asıl, 2 karşıt olmak üzere 4 âlemi yapıları itibariyle açıkladık. Bu âlemler, zemin kattan itibaren yukarıya çıkan, 7 katın dışında kalan bütün yıldızlarıyla beraber sadece zemin katı içeren, iç içe 4 âlemdir: Zahirî âlem, onun berzah âlemi, gayb âlemi, onun berzah âlemi.

Bu dünya; zahirî âlemi, onun berzah âlemini, gayb âlemini ve onun berzah âlemini (gayb âleminin berzah âlemini) kapsayan zahirî kâinatın, kâinatın bir parçasıdır. Bu kâinat, yıldızlarıyla beraber sevgili izleyenler ve dinleyenler, sadece zemin katı teşkil ederler. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de: “Biz, yıldızları zemin katın tavanı yaptık.” diyor.

37/SÂFFÂT-6: İnnâ zeyyennes semâed dunyâ bi zîynetinil kevâkib(kevâkibi).

Muhakkak ki Biz; dünya semasını, yıldızları ziynet kılarak süsledik.



Öyleyse yıldızlar, zemin katın tavanını oluşturur.

Burada 4 tane âlem geçerli sevgili izleyenler ve dinleyenler. Sonra 5. âlem, emr âlemi.

Demin anlattığım, 7 kat gökyüzü. Orada ruhların elektronlarına baktığımız zaman farklı bir dizayn görüyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler:

*1. küre, emr âlemine ait.
*2. küre, onun karşıtı olan zemin katın altındaki zulmanî âleme ait.
*3. küre, zahirî âleme ait.
*4. küre, onun karşıtı olan berzah âlemine ait.
*5. küre, gayb âlemine ait.
*6. küre, onun karşıtı olan berzah âlemine ait.

Gördünüz ki o âlem (emr âlemi) ve ruhumuz, 6 enerji küresinden oluşuyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ruh ne kadar pozitifse (yani ruhun bünyesinde 19 tane haslet var sevgili izleyenler ve dinleyenler), o kadar negatiften oluşan zulmanî âlemin varlıkları var; şeytanlar. Bu varlıkların da muhtevasında gene Emr âleminin tersi bir yapı söz konusu. Zulmanî âlemin bütün varlıkları, adlarına ne denirse densin bütün varlıkları gene 6 enerji küresinden oluşuyor:

*1.’si: Zulmanî âlemin enerji küresi.
*2.’si: Zulmanî âlemin karşıtı olan emr âleminin enerji küresi.
*3.’sü: Zahirî âlemin berzah âleminin enerji küresi.
*4.’sü: Zahirî âlemin enerji küresi.
*5.’si: Gayb âlemine ait olan berzah âleminin küresi.
*6.’sı da: Gayb âlemine ait olan enerji küresi.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, biz aynı koordinatlarda hem berzah âlemiyle beraber (şu dünyada yaşayan insanlardan bahsediyorum), hem aynı koordinatlarda berzah âlemiyle beraber yaşıyoruz hem aynı koordinatlarda gayb âlemiyle beraber yaşıyoruz, gayb âleminin varlıklarıyla beraber yaşıyoruz, hem aynı koordinatlarda gayb âleminin berzah âleminde yaşayan cinlerin nefsleriyle beraber yaşıyoruz. Ama bütün bu varlıkların yapıları birbirinden ayrı olduğu için onları hiçbir âlemde, şuur sahibi olan bir varlık, baş gözüyle başka bir âleme ait olan özellikleri göremez. Ne zaman ikinci vücutlarına geçerlerse, meselâ nefslerine geçerlerse, nefsleri yaşamaya başlarsa o gece rüya adı verilen bir varlığı, o zaman başka âlemlere gidebilir. Meselâ bizim nefsimiz, biz insanların nefsi, berzah âlemine gidebilir.

*Çıkıp şu yaşadığımız zahirî âlemin dışında berzah âlemine gidebilir; 1.

*Cinlerin yaşamakta olduğu gayb âlemine gidebilir; 2.

*Cinlerin berzah âlemine gidebilir; 3.

*Bir de zulmanî âleme gidebilir; 4.

Ama yukarı çıkamaz sevgili izleyenler ve dinleyenler; emr âlemine gidemez. Bu müsaade nefslere verilmemiş.

İşte böyle bir yapı içerisinde yapılara baktığımız zaman sevgili izleyenler ve dinleyenler, aynı sistemleri görüyoruz. Bütün âlemlerde her şey elektronlardan oluşur. Elektronlarsa, söylediğimiz yapı taşlarıyla söylediğimiz standartlarda donatılmıştır.

Allah razı olsun.

SORU: “Değerli Efendimiz, gerek ülke içinde gerekse ülke dışında ekonomik krize maruz kalan insanların bu ekonomik krizlerin giderilmesinde yapabilecekleri şeyler nelerdir? Ekonomik kuruluşların yapacakları şeyler nelerdir? Ve ülkelerin kuruluşlarının yapacakları şeyler nelerdir? Ve ülkelerin yapacakları, beraberce el ele ortaya koyacakları atılımlar nelerdir? Bu arada ekonomik krizlerin oluşmasında genel anlamda sebep olan etkenleri de öğrenmek istiyoruz. Ve kriz öncesi krizi haber veren verilerin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini açıklayabilir misiniz? Allah razı olsun.” diyorlar Efendimiz.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, ekonomik kriz, muhtelif sebeplerin tesiri altında oluşabilir. Ve böyle bir krizin başlaması halinde dengeler alt üst olur. Aslında bir piyasanın normal çalışması nedir? Bütün alanlarda üretim yapılabilmesi, bu üretimin ihtiyaç sahiplerine gidip rahatlıkla ulaştırılabilmesi ve artmış nüfusun hepsine iş olması, yani tam istihdama ulaşılması. Ama her zaman bir kısım iş yerlerinde, bir kısım kapasiteler boş kalacaktır.

Öyleyse tam istihdama bir ülkenin ulaştığını nasıl anlayacağız o zaman? Şuradan anlayacağız: Diyelim ki; açıkta 100 kişi var ama 100 kişi için 100 tane de iş yeri boş olarak bekliyor. Öyleyse bu insanlar çalışmayı kabul ederlerse iş yerleri hazırdır. Bu ülke 100 tane (sayıyı özellikle çok az veriyorum dikkatinizi çeksin diye), 100 tane çalışmayan işçi olduğu halde bu ülke tam istihdama ulaşmıştır. Başka bir ülkede de 100 tane işçi çalışmaz durumda olsun ama onlar için hiç iş yeri olmasın. O zaman bu ülke tam istihdama ulaşmış değildir. Tam istihdama ulaşmış ülkelerde de işsiz var mıdır? Vardır ama aslında tam istihdam oluşmuştur. İşçiler, işi beğenmedikleri için açık kalırlar. Zaten o ülkelerde, tam istihdama ulaşmış ülkelerde sevgili izleyenler ve dinleyenler, sosyal sigortalar çalışmayan insanlara da tazminat ödedikleri için maaşlarının yarısını, bazen 3’te 1’ini para olarak ödedikleri için bu ülkelerde bazı insanlar özellikle çalışmamaktalar, çalışmadan para kazanma durumunda olabilmektedirler.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, öyleyse ekonomik krizlerin bir ülkeye en büyük zararı, işsiz sayısını süratle büyük ölçekli bir rakama çıkartmalarıdır. İşsiz sayısı süratle artan bir ülkenin, eğer ciddi bir kriz söz konusuysa o zaman başka bir tehlike yönü daha vardır; yatırımlar yapılamaz, bizim ülkemizde olduğu gibi. Yani ne demek istiyoruz sevgili izleyenler? Ülke krizde. Bu kriz, negatif ölçekleri beraberinde getiriyor.

*1- yerleri kapanıyor. Birçok iş yeri kapanıyor: madde-1. Art arda kapanmalar hâlâ devam ediyor.

*Her kapanan fabrikanın işçileri atılıyor işlerinden. Büyük kısmında da insanlar çıkarılıyor ve fabrika kapanmıyor ama asgari standartlarda çalışıyor, rölantide çalışıyor.

Öyleyse söylediğim dizayna dikkatle bakın, krizin arkasındaki sebebe dikkatle bakın; İtimatsızlık ortamı. İnsanların senetlerini ödememeleri, bu itibarla bütün piyasanın birden titremeye geçmiş, titreşime geçmiş olması, tutanak olmayan bir aşağı doğru kayış söz konusu sevgili izleyenler ve dinleyenler. Burada eskilerin deyimiyle kurunun yanında yaş da yanar misali, borçlarını gerçekten ödemek isteyen dürüst insanlar da borçlarını ödeyemez hâle geliyorlar. Çünkü bizim ülkemizde piyasa, peşin parayı çoktan unutmuş. Her şey senetlere ve vadeli çeklere dayalı ödemelerin devrede olduğu bir sistemi oluşturuyor. Bütün devreler bu standartlarda sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ve eğer insanlardan bir kısmı özellikle borçlarını ödemek istemiyorlarsa, başkalarını soyarak piyasadan çekilmek istiyorlarsa onun gereğini yapıyorlar; borçlarını ödemiyorlar. Alacakları böyle insanlarda olan milyonlarca insan da kendi borçlarını ödeyemiyor. İşletme kendi borçlarını ödeyemiyor, alacaklarından alacaklarını tahsil edemediği için sevgili izleyenler ve dinleyenler. O zaman nasıl bir muhtevanın içine giriyoruz? Borçların ödenemediği bir statü içerisinde, zinciri oluşturan bütün parçaların aynı güçlükle karşı karşıya oldukları bir devre yaşanıyor ülkemizde, alacakların normal standartlarda tahsil edilemediği, piyasanın bir kısmının çalışabildiği bir ortam.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, konunun trajik yönü, çıkarılan, işten çıkarılan işçilere yeni iş yerleri temin etmenin mümkün olmayışı. En korkunç safha burası. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bir taraftan fabrikalar kapansa, bir taraftan onlardan daha çok iş yeri açılsa, fabrika açılsa, bir taraftan eski fabrikaların üretimleri devre dışı kalmışsa, öbür taraftan yeni üretim, yeniden devreye giren yeni işletmelerin üretimi onlarınkinden daha çok üretimi sağlarsa ve her yeni işletme yeniden insanı işe alacağı için bu şartların tahakkuk ettiği bir ülkede, bu tarzda bir krizin uzun süre yaşanması hiçbir zaman söz konusu değildir.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, kriz, yatırımsızlığı beraberinde getiriyor. Problem bunun arkasında saklı sevgili izleyenler ve dinleyenler. Kriz, yatırımın yapılmasını engelliyor ve tehlike burada başlıyor. İşten çıkarılan, işten alınan işçi, eve ekmek götüremez durumda ve yeni bir işe yerleşmesi ihtimali de sıfır. Çünkü yeni iş yerleri açılmıyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse böyle bir dizaynda krizin kalıcı ve kitleyi her geçen gün biraz daha uçuruma doğru yaklaştırdığı bir tehlikeli gidişi işaret ediyor. Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, Türkiye için en kısa sürede, süratle yatırımlara yönelmek söz konusu olmalıdır.

Bir ülkeyi krizden çıkaracak olan şey sevgili izleyenler ve dinleyenler, işten ayrılanların hepsine iş bulmak imkânının sağlanmasıdır. Eğer bu iş imkânını onlara sağlayabilirsek, yani işsizler ordusunu sıfırlayabilirsek sevgili izleyenler ve dinleyenler, sıfıra indirebilirsek, o zaman ne olur? O zaman krizden Türkiye daha çok işçiye, krizin başladığı noktadan daha çok işçiye iş temin ederek tam istihdama daha çok yaklaşmış bir biçimde krizi aşar.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, ekonomide bu parasal dizaynın ötesine taşmak söz konusu olmalı. Öyle bir işletme sistemi kurmalıyız ki ülkemizde, işletmelerin hepsi bankalarla iş birliği halinde olmalı. Bütün işlemler bankalar kanalıyla yapılmalı. Nakit para dönmemeli. Eğer bankalar kanalıyla yapılırsa, her ayın sonunda mutlaka bankadan size e ….. gelirse ve bütün işletmeler yaptıkları her işlemi böylece kesinlikle kâğıda dökmüş olurlarsa, insanların her açıdan kontrol altına alınması söz konusu olur sevgili izleyenler ve dinleyenler ve ekonomide paranın değil, çeklerin döndüğü ama ödenen çeklerin döndüğü özel bir durum söz konusu olur.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, gelişmiş bir ülkede işleyişe baktığınız zaman, çeklerin hareket halinde olduğunu görüyorsunuz. O gelişmiş ülkelerin her birinde, bütün insanlara, o ülkenin insanlarına sosyal güvenlik numarası veriliyor. Herkesin yaptığı her işlem bankadan geçeceği için o kişinin hayatı boyunca her para harcaması kontrol altına alınmış oluyor ve herkes için önemli bir kredi tarihi oluşmaya başlıyor. İnsanlar kredi tarihlerinin zedelenmesi halinde toplum tarafından itileceklerini bildikleri için çeklerini mutlaka zamanında ödüyorlar. Daha doğrusu çekler bankaya ulaştırıldığı zaman mutlaka karşılığı bulunuyor. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, böyle bir sistemde paranın çok az kullanıldığını veya hiç kullanılmadığını görürsünüz. Birçok alanlarda para hiç kullanılmadan bütün işletmeler işlemlerini sürdürüyorlar. Amerikan dolarları mı? Onlar da dış ülkelerde parasal, o ülkelerin paralarının görevini üstleniyorlar, sağlam paralar olarak.

Amerikan parası, ikinci cihan savaşı sırasındaki ya da …… zamanındaki deklarasyondan sonra artık ulusal bir para değil, international bir para olarak bütün dünya piyasalarında, özellikle enflasyon olan ülkelerin piyasalarında ciddi sorumluluklar almış durumda. Yüksek enflasyon devresinde olan bütün ülkeler, enflasyonsuz ülkelerin stabil paralarına çok değer veriyorlar, hele bu paralar uluslararası piyasalarda her yerde geçerli olan dövizi oluşturuyorsa.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, kriz devrelerinde bütün bankaların harekete geçmesi, yeni yatırımlar kurulmasında hareket halindeki fonları sermaye olarak, kuruluş sermayesi olarak atılımcılara, yatırımcılara en azından %50 hisse sahibi olarak vermeleri ve böylece her yeni yatırımın kriz sebebiyle işten ayrılan herkese iş bulmak üzere hemen devreye girmesi, ülkemizde ve başka ülkelerde krizlerin önlenmesi için önemli
bir fonksiyon eda eder.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, ekonomi sinyal vermeye başladığı zaman, çeklerin, senetlerin ödenmeme sinyali, bu önemli bir olgudur. Bu noktadan itibaren devletin üzerine vazifeler düşüyor: Süratle yatırımları arttırmak için tedbirler almak, özel sektörü bu konuda teçhiz etmek, yardımcı olmak ona ve süratle yeni yatırımları oluşturmak ve borçların ödendiği, senetlerin ve çeklerin panik yaratmadığı yeni bir düzeni süratle hemen oluşturmak. Böyle bir olay tahakkuk ettirilebildiği takdirde, o ülkedeki kriz neticede duracaktır sevgili izleyenler ve dinleyenler. Yeni yatırımlar, krizin önlenmesindeki en büyük amillerdir.

Allah razı olsun.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, demin duyduğunuz gibi burada ikindi namazının vakti girdi. Müsaadenizle bu namazı burada kılalım. Ya da siz kendi vaktinizi, biz de kendi vaktimizi ama aynı anda kılalım inşaallah. Allah razı olsun. Siz tâbî olmayacaksınız ama hep beraber kılacağız.

Allah razı olsun.

SORU: “Devamlı hisse senetleri alıp satarak, bunu bir geçim aracı yapmak ve böylece sürekli bir risk altında olmak doğru mudur? Değerli açıklamalarınızı bekliyoruz. Allah razı olsun.” diyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz inşaallah.


CEVAP: Allah razı olsun B.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

“Devamlı hisse senetleri alıp satarak bunu bir geçim aracı yapmak doğru bir şey midir?”

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, insanlar çeşitli işlerle uğraşıyorlar. Bunlardan bir tanesi de borsada böyle bir işi yapmak. Tabiî aslında insanların para kaybetmesi de söz konusu olduğu için stres altında bir iş kabul edilebilir bu.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, borsaların bugün yaptıkları şey, yaptıkları hizmet, insanlar için gerçekten büyük bir hizmettir. Öteden beri hep tahvillere değil de hisse senetlerine değer vermemizi, şirketlerin borç alarak-kredi alarak değil, sermaye alarak gelişmelerini sağlamaları asıldır diye düşünmüşüzdür. Ve borsaların hisse senedi bölümü, bu konunun tam 12’den vurulması halidir, bu hedefin tam 12’den vurulması halidir.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, neler söylüyoruz? Diyoruz ki: Bankalar sistemi, işletmelere ortak olmalıdır. Onlara kredi vermek yerine onların ortağı olmalıdır. Böylece hem bankalar daha çok kazanır, hem de yüksek enflasyon devrelerinde de yatırım yapılabilir. Ve bankalar eğer işletmelere yatırım yapan, ortak olan, bunun karşılığında onlardan aldıkları kâr paylarını dağıtan bankalar olursa, o zaman ülkeye asıl hizmet gerçekleşmiş olur.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bugün tatbik edilen sistemlerin dışında bir şeyler söylüyoruz diye, insanların kafaları normal standartlarda bu söylediklerimize yatmıyor. Ama sevgili izleyenler ve dinleyenler, gerçekte eğer bütün insanlar için söz konusu olan şey bunu incelemekse, sonucun doğru olanının bizim söylediğimiz hedef olduğu ortaya çıkacaktır. Akıl için yol birdir.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, işte böyle bir dizayn söz konusu. Öyleyse muhtevaya dikkatle bakalım sevgili izleyenler, dinleyenler. Muhtevada ne görüyorsunuz? Neyin hangi istikamette nasıl yapılması lâzım geldiği. Öyleyse diyoruz ki: Bankalar sistemi, hâlâ kredi veren kuruluşlar. Bu kredi veren kuruluşları bir başka hedefe yönlendirmeliyiz; sermaye vermeliler. İşte borsalarda hisse senetlerinin devamlı alıp satılması, borsada kotaya girdikten sonra bu işlemi otomatik olarak gerçekleştiriyor. O şirketler, hisse senetlerinin satılmalarıyla sermaye temin ediyorlar ve işletmeye açılıyorlar sevgili izleyenler ve dinleyenler. Kim daha güzel idare edilirse, onun hisseleri daha çok değer kazanıyor. Öyleyse böyle bir rekabet müessesesinin oluştuğu ortamda şirketlerin de kendilerine düşen vazifeyi en iyi şekilde yapabilmeleri, çalışmalarının verimiyle alâkalıdır. Her şirket daha verimli oldukça, daha  yüksek rantabiliteye ulaştıkça, daha rasyonel standartlar vücuda getirdikçe o şirketlere talep artacaktır. Böylece şirketlerin hisse senetleri daha yüksek seviyelere çıkacaktır sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse borsalar, borsada kotaya girmiş olan hisse senetlerinin sahipleri olan şirketleri çok daha rasyonel çalışmaya itecek birer itiş gücüne sahiptir. Öbür taraftan borsada kazanılan para yüzde belli bir miktarın üzerinde olsa da o, günah işlemini oluşturmaz. Dînin yasak kıldığı faiz gibi bir müessese değildir. Bu açıdan da süratle daha çok geliştirilmesi lâzım gelen bir düzen olarak bakıyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler, borsa dizaynına.

Evet, böyle bir kişinin risk altında olması da tabiî tavsiye edilmez. Ama sadece bir tek firmanın değil, birçok firmalardan parça parça hisse alarak iyi bir bilanço analizi yapabilen kişinin geçmiş seneleri de nazar-ı itibara alması kaydıyla başarılı olmaması için bir sebep yoktur. Ama mutlaka A firmasının, mutlaka B firmasının değil, bir ortak portföy vücuda getirerek çok yönlü çalışan bir kişi risk ihtimalini de azaltmış olur. Gerçi kazancın da daha aşağılara inmesi söz konusudur ama daha sigortalı bir uygulama alanı içerisinde kişi daha kârlı olabilir ve böylece borsalar da kendilerine düşen görevi yaparlar. Gerçek yatırımcılara, yani piyasa da adı geçen ve başarılı olan bütün dürüst çalışanlara sahalar açıktır, daha iyiye ulaşmamaları için de bir sebep yoktur diye düşünüyoruz.

Allah razı olsun.

SORU: “Bankacılık sektöründe nasıl bir işletim söz konusu olmalıdır? Bankalar, yaptıkları hizmet sebebiyle ülkeye ne gibi bir fayda sağlarlar? Allah razı olsun.” diyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz inşaallah.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bankalar şu anda ne yapıyorlar? Şu anda bankalar para topluyorlar piyasadan, mevduat adı altında, bu mevduata belli miktarda bir, “faiz” adını verdikleri bir para ödüyorlar. Aslında bu faiz adını verdikleri şey, ülkedeki enflasyon haddine kadar faiz değildir. Faiz vermiş olmazlar, ancak bir tazminat veriyorlar paranın gerçek değerine ulaşabilmesi için. Yani bir paranın bankaya yatırıldığı tarihten itibaren 1 yıl sonra geriye alındığını düşünün. Ülkede %50 enflasyon olsa, 10 altın alabilen bir parayı bankaya yatıran kişi, 1 yıl sonra aynı miktardaki Türk lirasını bankadan çekmesine rağmen bakar ki; 10 altının 5 altını yok olmuş. 10 altınlık bir para yatırmış bankaya. 1 yıl sonra: “Ben Müslüman’ım. Faiz istemiyorum.” diyen, bu konuda yazıyla talimat veren kişi, 1 yıl sonra 10 altınının sadece 5 altınını yeniden alabilecek kadar bir paranın sahibi oluyor. Yani 5 altın tutarında bir parayı bankaya faiz olarak o vermiş oluyor.

İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler, bankaların fonksiyonlarına baktığımız zaman ne görüyoruz? Bankalar paraları topluyorlar, karşılığında bir bedel ödeyerek. Sonra bu paraları kredi olarak veriyorlar. Krediden sağladıkları para mevduata verdiklerinden daha fazla olduğu için muhakkak, aradaki farktan da bankalar kendi masraflarını karşılıyor ve kârlarını temin ediyorlar sevgili izleyenler ve dinleyenler. İşte bankaların bugünkü fonksiyonu bu. Faizle para almak ve faizle para vermek. Enflasyon haddine eşit bir para ise verdikleri para, enflasyon haddine kadar kimseye aslında faiz vermiş olamazlar, bir tazminat vermiş olurlar paranın gerçek değerine ulaşılabilmesi için ve enflasyon haddinden aşağıdaysa faiz adı altında ödedikleri şey, aslında bankanın faiz vermediği, aksine faiz aldığı bir ortam var demektir. İşte bankaların fonksiyonu bu sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ya banka faiz alıyor ya da banka faiz veriyor. Mevduat aldığı kişiye banka faiz veriyor enflasyon haddinden daha yüksek bir parayı ona ödüyorsa, artık böyle bir şey Türkiye’de söz konusu değil. Enflasyonun %60 çevresinde olduğu gibi bir yerde mevduat faizleri %35-40’a düşmüşse, burada açık bir şekilde banka insanlardan faiz alıyor demektir. Yetmez, bir de bunu kredi olarak kullandırdığı zaman, krediden aldığı faizi de buna ekleyin sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Öyleyse bankalar böyle yaptıkları takdirde ne olur? Böyle yaptıkları takdirde, yüksek enflasyon devrelerinde yatırım yapılamaz, çünkü kredinin ağır bir faizi olacaktır enflasyona paralel, onun belki biraz altında seyreden bir faiz. Bu faizi de kişilerin ödemesi mümkün olabildiği noktaya kadar insanlar bankalardan yatırım için kredi alamayacaklardır, alınan kredi de işletme kredisi hüviyetinde olacaktır. Bunun anlamı, yatırımların yapılamaması hâlidir

Hani hep basit bir misal veririz; masraflarıyla beraber %100’e ulaşan 1 yıllık kredi sistemi içerisinde, yüksek enflasyon devrelerinde yatırım yapılamaz diyoruz. Neden yapılamaz? Çünkü kişi bankadan aldığı parayı, 1 yıl sonra işletmeye açacağı bir işletme için, bir yatırım için kullanacaktır. Binalarda kullanacaktır, makinelerde kullanacaktır, sabit tesislerde kullanacaktır, işletme sermayesi olarak kullanacaktır ama 1 yıl içinde 4 taksitte banka verdiği parayı geri isteyecektir. Ama kişi 1 yıl sonra üretime geçeceğine göre, o paranın hepsini yatırımına kullanmıştır. E işletmeye geçmediği için de bankaya para ödemesi hiçbir zaman mümkün değildir. Eğer yatırımlarda parayı kullanmışsa bankaya borcunu ödeyemez. O zaman böyle bir iş, …. için bankadan kredi alıp da işletmeyi kurmak, yatırımı kurmak mümkün görünmüyor.

Öyleyse yüksek enflasyon devrelerinde bankadan kredi alınarak yatırım yapılamaz. Bu büyük bir handikaptır. Özellikle kalkınmakta olan ülkeler için büyük bir handikap var.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizaynda en güzeli ne olabilir diye bakıyoruz. Onu bir dizayn içerisinde sağlayacak olan sistemi ne olarak telakki etmek lâzım? Bizim düşüncemiz tek şu sevgili izleyenler ve dinleyenler: Bankalar sistemi, likit mekanizmanın sahibidir. Yani her gün ekonomiye giren ve ekonomiden geri dönen bir şeyler var sevgili izleyenler ve dinleyenler. Her zaman böyle bir dizayn söz konusu. 1 günde bankalardan ekonomiye akan parayla ekonomiden tekrar bankalara dönen para aynı miktarda. Bu paranın %5’ini bankalar sistemi eliyle yatırımlara kanalize edebildiğimiz takdirde, yatırımlara yönlendirebildiğimiz takdirde şöyle bir sonuçla karşılaşıyoruz: Ülkede en çok yatırım yapılan yıllarda yapılan yatırımın gayrisafi millî hasılaya göre bir oranı var, o oranın 2 buçuk katı, özel sektör ve devlet sektörü yatırımının 2 buçuk katı bir yatırım gerçekleştirilebiliyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse bankalar sisteminin böyle bir dizaynda yapması lâzım gelen şey, işte bu muhtevayı içeriyor.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu muhtevaya dikkatle bakın. Bankalar sistemi ekonomiye nasıl girmelidir? Nasıl girerse, ekonomiye şimdikinin çok katlı bir katkısı olabilir, bankalar da daha çok kazanabilir? Şöyle yaparlarsa olabilir sevgili dinleyenler ve izleyenler: Eğer bankalar ekonomiden kendilerine yatırılan paralara kâr payları öderlerse, kendileri de ellerindeki paraları yatırımcı kuruluşlara sermaye olarak verirlerse ve her birinin idare meclisinde bankadan birileri de söz sahibi olursa ve eğer bu kuruluşların satıcı firmalarına da banka ortak olursa. Yani sevgili izleyenler ve dinleyenler, şöyle bir müessese görmüştük:
Türkiye’de bu tarzda bir banka kuruldu; “Devlet İşçi Yatırım Bankası” adıyla. Faaliyete de geçti. Ve gerçekten birçok kuruluşun bu bankadan aldığı sermayeyle kurulması mümkün oldu. Ama sonra bir de baktık ki; banka zarar ediyor. Araştırdığımız zaman şunu gördük sevgili izleyenler ve dinleyenler, şirketleri kuranlar, götürücü elemanlar (bunlar her zaman 3-4 kişidir) paranın toplanmasında büyük rol oynayan ve gerçekten çalışan insanlar. Bu insanlar 3-4 kişiyi geçmiyor genellikle bu lokomotif öğe, kurucu öğe. Bunlar, işletme daha kuruluşa geçmeden bir şirket kuruyorlar. Bu şirket, sanayi kuruluşunun ürünlerini pazarlamak üzere kuruluyor; distribütör firma olarak kuruluyor (dağıtım firması) ve şirketin de idarî meclisinde aynı kişiler olduğu için şirketten mümkün olan ölçüde ucuz fiyatla malı almaya çalışıyorlar ve bu malı da belki daha büyük kârlarla pazarlıyorlar. Bu firma, küçücük bir sermayeyle çalışıyor. Çünkü yalnız satıcılara ihtiyacı var, onları da primle çalıştırıyorlar. Kuruluyor ama pastayı bu şirket topluyor. Bu sistemin akılcı bir sistem olduğu kesin ama haksız olduğu da kesin. O zaman ne yapması lâzım bankaların? Böyle bir distribütör firma kurulmadan evvel bankanın bir distribütör firma kurması uygun olabilir, bu yatırımcılarla birlikte. O zaman bankanın zarar etmesi söz konusu değildir. Nitekim onlar uygun gördükten sonra bankadaki yetkililere: “Eğer distribütör firmaya siz de iştirak ederseniz, bu mesele biter.” demiştik. Bunu yaptıkları zaman gördük ki gerçekten banka zarardan kurtuldu.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, en güzel niyetlerin bile insanların elinde negatife dönüşmesi her zaman mümkündür. İşte böyle bir dizayn söz konusu.

Öyleyse insanlar hangi istikamette ne yapmalılar? Bankalar ne yapmalı? Bankaların fonksiyonunu unutmayın; insanların ellerinde bulunan küçük küçük paraları bir havuzda toplayıp büyük sermayeler haline getiren, bankalardır. Bu bakımdan oynadıkları rol, bir ülkenin ekonomisindeki en önemli rollerden biridir. Banka sistemi aslında bu açıdan, yani yatırıma gitmesi mümkün olmayan küçücük sermayeleri bir araya getirerek, küçücük paraları bir araya getirerek, küçücük derelerden nehirleri oluşturan, yatırım nehirlerini oluşturan, firmalardır. Bu firmalar eliyle yatırımı gerçekleştirmek mümkün sevgili izleyenler ve dinleyenler. Üstelik de yatırımı oluşturacak olan bu sistem, bitmek tükenmek bilmeyen bir hazineyi oluşturur. Her gün ekonomiden bankalar sistemine para akar, bankalar sisteminden de ekonomiye. Sabahtan akşama kadar geçen devrede paraları harcamak isteyenler bankadan çekerler, ekonomide harcarlar. Harcamalar yapıldığı zaman, harcamalar ellerine geçen insanlarsa akşama kadar bu paraları tekrar bankaya yatırırlar. Böylece bir taraftan ekonomiye akan, talep sahipleriyle, talep sahipleri eliyle ekonomiye akan, bir taraftan da satışını yaptıktan sonra elinde kalan parayı bankaya yatırmak mecburiyetinde kalanların eliyle tekrar bankaya ödenen paralar söz konusudur. Türkiye’nin en büyük handikapı buradadır. Bu paralar hep harcamalarda kullanılır sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bu, ülkenin nabız atışıdır, yatırımlarda ülkeyi en büyük hedeflere götürecek olan bir imkândır. Bu imkânı eğer bankalar sistemi kullanabilirse, para bankadan çıkarken bunun %5’inin gönüllü yatırımcılar eliyle yatırıma gitmesi halinde banka bu görevi üstlenirse, banka eliyle yatırıma gitmesi halinde, bankanın müşterilerine artık faiz değil kâr payı dağıtması söz konusu olabilir sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ayrıca bankanın her kurduğu şirketin parası da otomatik olarak onu kuran bankaya gelecektir. Banka bir taşla bir kuş değil, birkaç tane kuş vuracaktır. İki kuş değil, birçok kuş vuracaktır.

1- Banka daha çok kâr ediyor.

Gerçekten sevgili izleyenler ve dinleyenler, bizim ülkemizde yaptığımız incelemeler, şu 500 büyük firmanın analizinden çıkardığımız neticeler o dur ki; sermayelerinden daha fazla kredi alan firmalar var. Bu firmalar bankaya 1 yıl içinde aldıkları kredinin faizlerini ödemişler, banka bu faizi almış. Ama bu faizin ötesinde de o insanlar gene büyük ölçüde kâr ediyorlar. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu sonradan elde edilen, bütün bu faizler ödendikten sonra elde edilen kârın yarısı aslında gene bankalarındır. Öyleyse bankaya faizler ödendiğine göre, bankanın kazancı faizle orantılıdır. Ama sermaye olarak yatırmış olsaydı banka o firmaya, geri kalan paranın da, eğer %50 sermaye yatırmışsa %50’si bankanın olacaktı sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse bankalar sistemi bu işten kazançlı çıkacaktır. Öbür taraftan, ülke kazanacaktır. Neden kazanacaktır? Her gün yeni bir yatırımın oluşması söz konusudur. Böyle bir işlemin yapılması ise ülkenin ekonomisine büyük faydalar sağlar; istihdam açısından, yatırım açısından, yatırımın vücuda getirdiği katma değer açısından, işletmeye alınan herkesin gelirler seviyesinin yükselmesini oluşturacağı cihetle.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, burada farklı bir yöntemin oluştuğunu görüyoruz. Bankalar artık “Kredi verelim de bundan faiz alalım.” diye çalışmayacak. Bankalar, en rantabl işletmeleri kurmakla vazifeli sayacaklar kendilerini ve bu rantabl işletmelerin, kârlı işletmelerin kendi kredi faizlerinden çok daha ötede olan kârlarının yarısını alacaklar, eğer %50 hisseyle onlara ortak oluyorlarsa.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizaynda bankaların fonksiyonunu görebiliyor musunuz? Yatırımda kullanılması mümkün olmayan, insanlardaki küçük küçük paraların toplamı, bir sel gibi yeni yatırımlar oluşturabilecek büyük değerler taşıyor. İşte bütün bu büyük değerleri oluşturan, insanlara faydalı olabilecek olan bu dizayndır sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bankalar, işletmelere faiz ve kredi veren değil, özellikle üretim işletmelerine ortak olan, onları destekleyen ve böylece hisse senetlerinin piyasada satılmasına da neden olacak olan firmalar olmalıdır. Arkalarında büyük bankaların ortak olduğu sanayi kuruluşları, borsada da daha yüksek bir hisse senedi fiyatına sahip olurlar. Çünkü arkalarında büyük bir banka bir teminat olarak yatmaktadır. Böylece yükselen hisse senedi fiyatları ekonomide olumlu bir gidişi işaret etmektedir. Enflasyon olmadan yükselen fiyatlardan bahsediyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler.

İşte bankalar sistemi eğer ekonomiden paraları mevduat olarak toplayıp onları kredi olarak veren kuruluşlar olmak yerine, kâr payı vererek para toplayan, işletmelere ortak olan, işletmelerden aldıkları paraları, belli bir miktarını bankaya hasrederek geri kalan kısmını sermaye sahiplerine kâr payı olarak dağıtan kuruluşlar olmalıdır diye düşünüyoruz. Böyle bir dönem dünya üzerinde örnek bir dönem olacaktır diye düşünüyoruz.

Allah razı olsun.

SORU: İnsanlar arasında aktif ticaretin durduğu, mal alım-satımının yavaşladığı dönemlerde, o ekonominin tekrar bir hareket kazanması için neler düşünülebilir, neler yapılabilir?” diye sormuş dinleyenimiz, “Allah razı olsun.” diyorlar Sevgili Efendimiz.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, aslında mal alımının yavaşlaması, mal satımının yavaşlaması demektir. Hangi sebepten kaynaklanır acaba? Talebin büyük ölçüde azalmasından kaynaklanır. Talebin büyük ölçüde azalması nereden oluşuyor kriz devrelerinde? İşletmelerin kapanması ve toplam talebi oluşturan gelirler seviyesinin, işten çıkarılan işçilerin gelirden payları yok olacağı için.

Devamlı kapanan, fabrikalardan çıkan insanların işsiz kalması, ülkenin toplam gelirler seviyesini işsiz kalan işçilerin ücretleri oranında düşürür. Bunun mânâsı, talebin o kadar düşmesidir sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ve talebin düşmesinin yanı başında, daha küçük oranda üretimin de düşmesi söz konusudur. Neden öyle söylüyoruz? Çünkü her zaman sevgili izleyenler ve dinleyenler, bir talep söz konusudur. Gelirler seviyesi düşünce talep azalacaktır. Ama aynı zamanda gelirler seviyesinin düşmesi, işten ayrılan insanları ihtiva etmektedir. Böyle bir işlemde bir anda işletmeler kapatılmamakta, evvelâ işçilerin bir kısmı, sonra daha büyük daha bir kısmı, daha bir kısmı çıkarılarak yavaş yavaş sonuca doğru gidilmektedir. Belki vaziyeti kurtarabilirim diyen işletmenin sahipleri, bir kısım işçiyi çıkarmakta ve üretimlerini azaltarak devam ettirmektedirler. Ama bir gün çaresiz kaldıklarında, işletmelerini kapatmaktadırlar. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, düşen talep, üretimi otomatik olarak kısıtlar zaten. İşletmelerin kapanması da üretimi daha aşağıya düşürür. Düşen üretim, ihtiyaçların karşılanamaması demektir. Yani insanların ihtiyacı vardır ama onları satın alabilecek olan para artık insanların bir kısmında, işsiz kalanlarda mevcut değildir. Böylece işten insanlar ayrılıp fabrikalar kapandıkça, fabrikaların kapandığı güne kadar, işten insanlar ayrıldığı için gelirler seviyesindeki düşme sebebiyle malın bir kısmının satılamaması söz konusu olur. Bu da ayrı bir kriz işareti taşır; biriken stoklar.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, eğer işçilerin toptan ayrılması halinde fabrika kapatılırsa, ülkenin toplam katma değerinde düşme olacaktır, bunu satın alabilecek olan satın alma gücü de düşecektir. Her açıdan meseleye dikkatle bakmak gerekiyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Burada piyasanın kan kaybetmesinin arkasında bir ahlâk müessesesinin yattığını görüyoruz. Ahlâka değer vermeyen bir ekonomik sistemde, insanların birbirini aldatması tabiî bir olgu hâline gelir. İnsanların birbirine itimadı kalmaz ve itimat üzerine çalışan bir çek ve senet sisteminde, çeklerin ve senetlerin ödenememesi sorunuyla karşılaşırız. Bir taraftan düşen, işten ayrılan insanlar sebebiyle düşen gelirler seviyesi üretime ket vururken, diğer taraftan ayrılan işçiler sebebiyle daha az üretim yapabilen işletmelerin mal azlığı da devreye girecektir. Böylece küçülen bir ekonomi, aynı miktardaki insanı beslemek mecburiyetinde olacağı için fert başına düşen millî gelir de ülkenin toplam gayrisafi millî hasılada da azalacaktır. İşte bunun adı krizdir sevgili izleyenler ve dinleyenler. O zaman ekonominin tekrar harekete geçmesi için mutlaka yeni işletmelerin açılması ve insanlarda ahlâkî değerlerin, moral değerlerin yeniden restore edilmesi gerekir.

Öyleye sevgili izleyenler ve dinleyenler, iki ayrı kıtada iki ayrı, iki büyük görev söz konusu. Ahlâkî değerler, borca karşı sadakat müessesesi mutlaka toplumun bir parçası olmalıdır.
İnsanlar, hiç yürekleri acımadan başka insanları aldatabiliyorlarsa, başka insanların iflas etmesine sebebiyet verebiliyorlarsa, burada önemli bir olgu vardır sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ülkenin içinde bulunduğu krizdeki durumu budur. Bu statü içinde insan faktörünün çok kan kaybettiğini görüyoruz. Güvenilirlilik kanı, devamlı bir kanama olarak kaybediliyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse bu da bir faktör olarak ekonominin içinde mutlaka hesaba katılmalıdır. Sözüne güvenilir, borcuna sadık insanlar yetiştirmek mecburiyetindedir bizim ülkemiz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Krizin arkasında yatan en büyük sebep, borçların ödenememesidir. Borçların ödenememesi, senetlerin ve çeklerin çakmasından kaynaklanıyor, geri tepmesinden kaynaklanıyor ve geri doğru dönen bir mekanizma başlıyor. Birisi aldığı senedi tahsil edemezse, senedi aldığı kişiden istiyor parayı. O da kendi senetlerinin tahsil edilmemesi olayıyla karşı karşıya. O da çeki kendisinin aldığı yere başvuruyor. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu zincir içerisinde bir tek kişinin borcunu ödeyememesi halinde, art arda birçok insan borcunu ödeyemez duruma giriyor. Zincirin kuvveti, onun en zayıf halkasının kuvveti kadardır. İşte böyle bir, ahlâk açısından bir yere varmış olan Türkiye’de, ödenmeyen, kasten ödenmeyen bonolar ve çekler, kastî olmayan ödemesizlikleri de ödeme imkânsızlıklarını da beraberinde getirir. Böyle bir olaysa krizin ta kendisidir sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Allah razı olsun.

SORU: “Likit mekanizma ne demektir? Likit mekanizmanın iyi işlemesi ve bu mekanizmada yer alacak şartların doğru şekilde verebilmesi ve istenilen hedefe ulaşılması nasıl gerçekleşir? Ekonomimizdeki likit mekanizmanın diğer ekonomi birimlerine getirisi ne olabilir? Değerli açıklamalarınızla bizi aydınlatmanızı diliyoruz. Allah razı olsun.” diyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz inşaallah.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyiciler ve dinleyenler, bir evvelki sualde “Ekonominin tekrar hareket kazanması için neler düşünülebilir, neler yapılabilir?” diye bir suali daha varmış kardeşimizin, şimdi gözüme çarptı.

Burada sevgili izleyenler ve dinleyenler, bir ekonominin refahlı bir ekonomi olabilmesi için refahı oluşturacak olan üretim hacminin giderek büyümesi lâzım. Ne kadar büyük üretim gerçekleşirse, o üretimi mas edebilecek, karşılayabilecek olan talep mevcut olduğu takdirde ekonomi büyür, hiçbir tıkanıklık olmaz. Ama buradan itibaren her iki istikamette de hatalar başlayabilir.


Sevgili izleyenler ve dinleyenler, üretimin çok olması ama onu satın alabilecek olan kuvvetin, satın alma gücünün mevcut olmaması halinde stoka çalışırsınız, ekonomiyi düzeltemezsiniz. Toplam efektif talebin yüksek olması ama üretimin olmaması halinde bu sefer de ekonomi küçülmüş olur. Toplam efektif talep hangi açıdan büyümüştür? Enflasyon sebebiyle piyasadaki para miktarı büyümüştür. Ama ne var ki çıkarılan işçiler sebebiyle satın alma gücü bu enflasyon tarafından yükselirken, satın almayı temsil eden gelirler seviyesi düşmüştür. O düştüğü için üretilen malı satın alabilecek olan bir kuvvet oluşmaz. Böyle bir olay birinci söylediğimiz olaydır; stoka çalışılır ve tabiî bu bir büyük bir zarardır. Çünkü işletmelerimiz genellikle krediyle çalışıyor. Stoka çalışmak demek, o satılamayan malın faizini, kredisinin faizini devamlı ödemek demektir. İşletmeler bu sebeple iflasa doğru yürürler.

İkinci açıdan, gelirler seviyesi, yükselen enflasyon sebebiyle devam eder ama üretim düşüktür. O zaman da enflasyon, düşük üretimi satın alabilecek olan bir para arzını ortaya koyar. Ama düşük üretim sebebiyle ekonomi giderek küçülmeye başlar. Şu anda Türkiye’nin yaşadığı durum da budur. Devamlı üretim küçülüyor. Bir taraftan gelirler seviyesi düşüyor, yani toplam efektif talep düşüyor, bir taraftan üretim seviyesi düşüyor, yani toplam arz düşüyor. Hem arzın hem de talebin küçülmesi olayıyla karşı karşıyayız. Burada iki taraflı bir kayıp söz konusu sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ekonomimiz giderek küçülüyor. İşsiz sayısı her geçen gün artıyor ve bu işsizlerin iş bulması ihtimali de çok zayıf bir ihtimal. Çünkü yeni yatırım yapılmıyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse bu, krizin tehlikeli bir yokuştan aşağı doğru yürüdüğünü gösteriyor. Bir an evvel tedbirler alınmalıdır, ekonomi işler hale getirilmelidir, itimada dayalı bir nakit hareketleri sistemi piyasaya oturtulmalıdır. Böyle bir şey için çok çalışmak gerekir.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, likit mekanizma (yeni suale geçiyorum), bankalarla ekonomi arasındaki para nehirlerinin adıdır. Bir akışkan mekanizma bu para nehirleri. Nehirler nasıl akarsa, su akıntısı da belli bir debisi varsa ekonomiden bankalara bir para akımı her gün olmaktadır, bankalardan da ekonomiye bu para akımı tekrar geriye akmaktadır. Paraya ihtiyacı olanlar bankalardan paraları çekerler ve harcarlar. Harcanan paraları alanlar da bu paraları tekrar bankalara geri getirirler ve her gün o günün çıkan parasıyla o gün tekrar bankalara dönen paralar arasında en çok %1 fark oluşmuştur. Böyle bir şeyi yerli yerine oturttuğumuz zaman, Türkiye’nin elinde yatırımlara gidebilecek sağlam fonlar var demektir. Ülkeyi kalkındırabilecek olan bir imkân bu sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Bu ölçümleme yapıldığı zaman şu sonuçlarla karşılaştık. Likit mekanizmanın bankalardan çıkışı %80 çevresinde mevduat çıkışıdır, %10 çevresinde kredi çıkışıdır, %4 çevresinde bankaların masraflarıdır, %6 da bankaların harcadığı, kendilerine bir gelir getirmeyen para vermeler ve alacak kalemlerinin (bankanın alacak kalemlerinin) kendisine fayda getirmeden artışıdır. İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu paralardan sadece %5’inin yatırımlara verildiğini görelim, düşünelim. Bu paralar ekonomiye giriyor ve hepsi harcama kaleminde kullanılıyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Yatırımlarda kullanıldığını düşünelim; yatırımlarda kullanılan bu para aynı gün tekrar bankaya geri dönecektir. Hangi gün yatırım yaparsanız yapın, aynı gün para tekrar bankaya geri dönecektir sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Öyleyse o dizayn içerisinde meseleyi düşünün, gerçekleştirin. Böyle bir açıdan meseleye bakıyorsanız, sadece harcanan bu paraların sadece %5’inin yatırımlara gitmesi halinde sevgili izleyenler ve dinleyenler, Türkiye’de gayrisafi millî hasılaya göre en çok yatırım yapıldığı devreler olan, yatırım patlamasının bulunduğu yıllardaki devreler olan o devrelerin gayrisafi millî hasılaya göre oranlı olan yatırımlarının 2,5 katı yatırım yapmak mümkündür sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse Türkiye likit mekanizma adı verilen büyük bir potansiyelin sahibidir. Ekonominin normal işlemesi bir mekanizma gibi. Bir bankalardan ekonomiye geliyor, bir de tekrar ekonomiden bankalara geri dönüyor. Bir gidip gelme işlemi sevgili izleyiciler ve dinleyiciler. Her iş günü bu konu tekrarlanıyor. İşte böyle bir sistem. Eğer bu paraların sadece %5’i yatırımlara sevk edilebilirse ki hiç de güç bir şey değildir, tatbikatın nasıl olacağı bu işi yapabilecek olanlarla beraber ortaya konacaktır. Öyleyse ne yatırımların tayini ve tespitinde bir probleminiz var, neden yok? Çünkü bankalar sisteminde artık ekonomiye hâkim olmuş, ekonominin yatırımlarını hem fizibilite etüdü şeklinde yapabilecek olan hem çok isabetli pazar araştırması yapabilecek olan kadrolar, bankalar sisteminde yerini almıştır. Yatırım projelerini, fizibilite etütlerini değerlendirebilenler:

1- Fizibilite etütlerini gerçek ölçekle yapabilenler, bütün detaylarıyla,
2- Pazar etütlerini çok iyi standartlarda yapabilenler ve bunların ışığında seçimi yapabilenler.

Hangi yatırımı yapmalı seçiminin sahipleri, hepsi bankaların elindeki potansiyelde var sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ve Türkiye artık bir profesyonel çalışanlar statüsünün sahibidir. Birçok büyük işletme çok iyi işler yapabiliyor, profesyonel elemanların eliyle. Öyleyse yüksek ücretli olan bu elemanlar, aldıklarından çok daha fazla getiriyi işletmeye kazandırabilecek olan evsafın sahipleri.

Öyleyse paramız var sevgili izleyenler ve dinleyenler, her gün oluk gibi para akıyor ekonomilerden bankalara, bankalardan ekonomilere. Mesele, bu bankalardan akan paranın harcamalarda kullanılan %100’ünün sadece %5’inin yatırımlarda kullanılması hali. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bunları daha da çok arttırmak mümkün. 5’ken 10 yapmak, daha büyük yatırımlarla ülkeyi beslemek.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, her yatırım, hem üretimi sağlar hem de bu üretimi mas edebilecek olan, satın alabilecek olan satın alma gücünü sağlar. Çünkü her üretim, her yeni yatırım, yeni üretimin başlangıcıdır ama hepsi de işçiye ihtiyaç gösterir. İşçiye ödenen para ise gelirler seviyesinin yani toplam efektif talebin yükselmesidir. Öbür taraftan patronlar da para kazanacaktır, onlar da ekonominin içinde talep sahipleri olarak bulunacaklardır. Her zaman maliyet fiyatıyla satış fiyatı farklı olacağı için normal standartlarda hep satış fiyatı yüksek olacağı için bu satın alma gücü bu işletmenin ötesinde devreye giren, başka işletmelerin de malının bir kısmına daha yeni müşteri çıkıyor anlamına gelir.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler, her yeni yatırım, yeni üretim demektir. Her yeni üretim, yeni katma değer demektir. Her yeni yatırım devlete, hem işçilerden kesilen stopajları vergi olarak verecek olan, hem de yıl sonunda kurumlar vergisi ödeyecek olan, devlete büyük hizmeti olan bir kurulun yeniden ortaya çıkması demektir. Bunlar arttıkça, devletin vergi geliri yükselecektir, işçilerin eline geçen ücretler artacak, gelirler seviyesi yükselecektir, katma değer yükselecektir, gayrisafi millî hasıla artacaktır. Böyle bir dizaynda ne kadar çok işletme kurulursa, yatırımla alâkalı işletme ne kadar çok kurulursa o kadar çok büyük mal hacmi ve onu satın alabilecek olan kuvvet oluşur. Bu ise ekonominin hem arz kalemini hem de talep kalemini yükselten, ekonomiyi expande eden, büyük ölçüde büyümelere sebebiyet veren sonuçlara ulaşır.

Öyleyse likit mekanizma bugüne kadar kullanılmayan ama işlemeye devam eden, ne yazık ki yatırımlar yerine hep harcamalarda kullanılan değerleri temsil eden bir hüviyettedir henüz ülkemizde.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bunların keşfedilmesinin ötesinde tatbikata geçirilmesi en az o kadar önem taşır. Henüz ülkemizde böyle bir tatbikat düşünülmemiştir. İnşaallah bir gün olur diye düşünüyoruz. Allah, her şeye kaadirdir.

Allah razı olsun.

SORU: “Sevgili Efendimiz, şu anda ülkemizde her kurumda patates üreticisinin büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Ellerindeki patates stoku o kadar çok miktarda ki bu kadar çok patatesi ne yapabilirler? Eğer bir çözüm yoluna gidilmezse, bunların hepsi yok olacağı ve böylelikle bu üreticinin gerçekten çok büyük kayıplar taşıyacağı aşikârdır. Hem patates üreticisinin hem de diğer konulardaki üreticilerin nasıl bir şekilde kontrol altına alınması ve ….. gerekmektedir? Değerli açıklamalarınızı bekliyor, hürmetle ellerinizden öpüyorum.” diyor dinleyenimiz Sevgili Efendimiz inşaallah.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, bu patates konusu, gerçekten önemli bir konu. Bu, bir talihsizlik olarak çıkıyor karşımıza. Yani patates üreticisi böyle bir problemle karşılaşacağını bilseydi zaten patates ekmezdi, başka bir şey ekerdi. Ama artık ekilmiş ve mahsul alınmış sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyle bir, çok miktarda patatesin kullanılma alanı neler olabilir diye düşünülüyor. Belki ekmeklerin içine patates karıştırmak söz konusu olabilir. Yani un haline getirilen patates unu ekmeğin içerisine karıştırılabilir, bir mix sistem oluşturulabilir. Belki patatesli bir ekmek normal ekmekten daha lezzetli olabilir. Başka ülkelere ihracat için ihracatçılarla işbirliği bir, ani bir şekilde harekete geçebilir. Dünya piyasalarından daha ucuz fiyatla ürettiğimiz bir patates, dünya piyasalarına çok daha ucuz bir şartla dağıtılabilir. Ama bu fiyat, gerçek anlamda üreticiyi tatmin etmeyebilir. Etmese de %100 zarar yerine, daha az bir miktarda zararla bir kısım para elde edilir. Bunun en az olması için (zararın en az olması için) de gerekli gayret gösterilir. Elbette başka ülkelere bu patatesler satılırsa bedava satılmayacaktır. O ülkelerde de patates ekildiği için ücretin aşağıda bir ücret olması asıldır. Patates de fiyatı azalan, ağırlığı da çok olan bir meta olarak çıkıyor karşımıza. Nakliye sorunu da maliyetin içinde önemli bir faktör olarak devreye girecektir. Bütün bunlar nazara alınmasına rağmen gene de biraz zarar edilse de %100 zarar edip patatesleri yok etmek yerine, bunları ihraç etmek daha uygun bir çözüm gibi görünüyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Belki ekmeğin dışında başka faktörlerde de karışma temin edilir. Belki hayvan yemlerinin içine patates karıştırılabilir ve böyle bir sistem her zaman geçerli.

Allah razı olsun.

SORU: “Hangi kolda olursa olsun ülke sanayiinin güçlendirilmesi veya bu istikamette kararlar alınması hangi steplerle yapılabilir? Yani kısacası sanayicinin güçlendirilmesi düşünüldüğü zaman madde madde atılacak adımlar nelerdir, nasıl bir şema oluşturulmalıdır?” diyor dinleyenimiz, “Allah razı olsun.” demişler.

CEVAP: Allah razı olsun. Sevgili izleyenler ve dinleyenler, ülke sanayiinin geliştirilmesi, tabiatıyla gidişimiz gibi değil, bunun tam tersine bir olguyu getirmeli. Yani kapatılan iş yerleri, işten atılan işçiler değil, açılan iş yerleri, işe alınan işçiler söz konusu olmalıdır. Böyle bir durumun neler sağlayabileceğini biz defalarca söyledik. Bir defa her yeni yatırım, yeni üretim demektir. Bu, katma değerin büyümesidir, gayrisafi millî hasılanın artmasıdır. Her yeni yatırım, yeni istihdam demektir. Yeniden istihdama alınan, işe alınan işçiler sebebiyle personel sebebiyle gelirler seviyesi mutlaka yükselecektir. Devlet daha çok vergi alacaktır; hem her yeni işe girenden onlara ödenen ücret sebebiyle alacağı stopaj vergisi, hem de devre sonlarında eğer işletme şirketse kurumlar vergisi, değilse kâr eden, kârdan alınan gelir vergisi, patronların ödeyeceği gelir vergisi, hepsi sevgili izleyenler ve dinleyenler, aslında devletin ve ekonominin ihtiyacını sağlar. Ama böyle bir hedefe ulaşmak, ülkenin sanayiinin güçlendirilmesi söz konusuysa mutlaka yatırımdan geçer. Yatırım, yatırım, yatırım sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Öyleyse böyle bir yatırım alanında yapılabilecek olan şeyleri beraberce düşünelim sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ülkenin ekonomisinin güçlenmesini istiyoruz; ne yapmalıyız? Daha çok insanı işe almalıyız. Yani tam istihdama Türkiye’yi ulaştırmalıyız. Bunun için ülkenin ihtiyacı olan alanlarda yeni yatırımlar mutlaka yapılmalıdır; evvelâ ülke ihtiyacı için. Sonra sevgili izleyenler ve dinleyenler, dış pazar etütleri yapılmalıdır; hangi pazarlara, Türkiye hangi malları gönderebilir? Türkiye ne üretmelidir? Türkiye’de çok miktarda dünya fiyatlarına göre az ücret alan işçi var sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bu da aslında önemli bir potansiyel. Türkiye’nin dış ülkelere ihracatında maliyeti düşürücü önemli bir etken bu; düşük işçilik.

Öyleyse Türkiye bu konumunu dikkatle ve ihtimamla kullanmalı, daha ucuza ürettiği malları dış piyasalara satabilecek olan imkânları mutlaka araştırmalıdır sevgili izleyenler ve dinleyenler. Dış piyasalarla iş yapmak kolay bir iş değildir, bu doğru. Ama imkânsız da değildir. Evvelâ bizim ihracatçımızın dış pazarlarda yeniden itibar kazanması gerekiyor. Dış pazarın güvenini Türkiye yeniden kazanmalıdır sevgili izleyenler ve dinleyenler.

İşte Türkiye’ye baktığımız zaman, kendisine yetecek olan üretimi aşıp dış pazarlara yönelmelidir. Bunun bir zaruret olduğunu görüyoruz. Neden? Çünkü Türkiye şu anda, ihracatı ithalatını büyük ölçüde aşmış yanlış bir tatbikatın içindedir. Bu yanlış tatbikatı mutlaka değiştirmeliyiz, düzeltmeliyiz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Üretimimizle daha doğrusu ithalatımızla ihracatımızı at başı götürebilmeliyiz. Bu, ihracatın arttırılmasına bağımlı bir şeydir. İthalatın kısılması yerine ihracatı arttırmak, her zaman en güzel çözüm olur, yapabilirsek.

İşte biraz zor gibi görünse de bu yolu seçmeliyiz. Bir tarafta devlet, öbür tarafta Eximbank, bir tarafta da ihracatçılar, neyi, nasıl üretilecek diye bir planlamaya girmelidirler. Türkiye, üretilecek olan hedeflere, ihracatı ana faktör olarak girmelidir. İhracat, büyük ölçüde ülkeyi kalkındıran, döviz girişini sağlayan ve bizim ülkemiz için son derece önem taşıyan ihracatla ithalatı dengeye getirme gayretlerini sonuçlandıracak olan tek çözüm yoludur. Öyleyse ülkemize yettikten başka, dışarıya da ihraç edilecek olan malları üretmek; Türkiye’nin hedefi bu olmalıdır sevgili izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse böyle bir şey için her işin başında olduğu gibi bu işin başında da finans probleminin çözülmesi gerekir. Bu da büyük ölçüde bankalarımızın yatırımcı kuruluşlara ortak olmasıyla çözülebilir kanısındayız.

Öyleyse her problemin bir çözümü olduğunu hiç unutmayın sevgili izleyenler ve dinleyenler. Her problemin mutlaka bir çözümü vardır. Ve çözümün elde edilebilmesi için adım adım ilerleme kaydedilecektir. Her adım, sonucunu hemen belli eder. O sonuca göre yeni hareket planları tespit edilip daha güzele ulaşmak söz konusudur. Üretimi arttırmak, ihracatı arttırmak, işçi sayısını arttırmak, toplam efektif talebi arttırmak ve büyüyen bir ekonomi modeliyle enflasyonu sıfırlamış bir ülke olarak devreye girmek, Türkiye için bir kurtuluştur diye düşünüyoruz.

Hepinizin daha müreffeh, daha büyük bir refah sahibi bir ülkede büyük mutluluklara ulaşmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada noktalıyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Biliyorsunuz ki sizlerle beraber olmak, bizi her zaman mutlulukların en üstüne çıkartır. Bugün de güzel bir günü, sizin orada geceyi gene beraber geçirdik sevgili izleyenler ve dinleyenler. Allah’a bunun için sonsuz hamd ve şükrederiz.

Hepinizin sonsuz mutluluklara ulaşmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R