}
Allah’ın En Üstün Mahlûku, İnsan 20.04.2000
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 100799

SOHBETİN ADI: İNSAN
TARİHİ: 20.04.2000    


Sevgili izleyenler, dinleyenler ve özellikle sevgili öğrenciler! Fâtiha her konunun başlangıcıdır. Fetih kapısını açan sure. Gene her zamanki gibi hamd olsun ki Allahû Tealâ Fâtiha ile başlamayı nasip kıldı. Bitirirken gene inşaallah Fâtiha ile bitirmek istiyorum. Bugünkü konumuz: 6. 4 koduyla insan.

İnsan nedir? İnsan, Allah’ın en üst seviyede yarattığı mahlûkudur. Bütün kâinat yerleriyle gökleriyle insan için yaratılmış ve insan, Allah için yaratılmış. Öyleyse beraberce Kur’ân’ı Kerim’e bakıyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor, Câsiye Suresi 13. âyet-i kerime:

45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.


ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu: O Yüce Allah’tır ki; bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığı her şeyi katından insanın emrine musahhar kıldı. İnsan için yarattı ve insanın emrine musahhar kıldı.

İşte sevgili öğrenciler, sevgili izleyen ve dinleyenler! Bütün gökler, bütün yerler yaratılan her şey insan için yaratılmış ve insanın emrine musahhar kılınmış. Hasredilmiş, sihredilmiş. Öyleyse Allah’ın katındaki en değerli mahlûk insan. Çünkü Allahû Tealâ eğer başka bir mahlûku için insanı yaratmış olsaydı, bunu söyleyecekti ama öyle söylemiyor. İnsandan başka yarattığı bütün canlı ve cansız varlıkların hepsini insan için yarattığını söylüyor. İnsan bu sebeple Allah’ın en çok sevdiği, en çok değer verdiği mahlûktur, uğruna kâinatı yarattığı mahlûktur.
 
Öyleyse insan niçin yaratılmış? Allah için yaratılmış sevgili izleyenler ve dinleyenler. İnsan, Allah için yaratılmış. İşte Bakara Suresi 156 ve 157. âyetler, Allahû Tealâ buyuruyor:

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).

İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.


“Onlar, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman derler ki: ‘innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Biz Allah içiniz. Biz muhakkak ki Allah için yaratıldık ve mutlaka Allah’a ulaşacağız (ruhumuzu ölmeden evvel, mutlaka Allah’a ulaştıracağız).”
 
İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler! Böyle bir dizaynla her şey başlıyor. Bütün insanlar için söz konusu olan şey, bundan gerekli hisseyi çıkarmak. İnsan, üstündür. Kâinatın en üstün varlığıdır. Öyleyse bundan huzur duymalısınız, mutluluk duymalısınız; Allahû Tealâ sizi insan olarak yarattı diye. Bu açıdan meselemize baktığımız zaman insanın neden üstün olduğunun vasıflarını görmeliyiz. Bakıyoruz ki Allahû Tealâ Âdem (A.S)’ı yaratıyor, ilk insan olarak ve etrafındaki bütün meleklere, cinlere, şeytanlara diyor ki:

7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).

Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.


“Hepiniz Âdem (A.S)’ın önünde secde ediniz. Çünkü Ben ona ruhumdan üfürdüm.”

Âdem (A.S)’a bütün melekler, cinler secde ediyor yalnız iblis secde etmiyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuke, kâle ene hayrun minhu, halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).

(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.



“Ey İblis! Neden emrime rağmen Âdem (A.S)’a secde etmedin ve kâfirlerden oldun?”

İblis diyor ki: “Yarabbi! Beni dumansız ateşten yarattın, enerjiden yarattın, onu çamurdan yarattın. Çamur necistir, ben ondan üstünüm. Onun için onun önünde secde etmem.”

Allahû Tealâ buyurdu ki:  

7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).

(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.


“Seni sonsuza kadar cehennemde cezalandıracağım. Ve huzurumdan kovuldun defol!”

İblis cevap veriyor:

7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).

(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.


“Yarabbi! Beni kıyâmet gününe kadar yaşat. Ben bu Âdem (A.S)’dan intikâm almak istiyorum. Eğer böyle yaparsan beni kıyâmet gününe kadar yaşatırsan, bana kıyâmet gününe kadar hayat verirsen o zaman onların çoğunu kıyâmet günü Sana şükreder bulmayacaksın.”

Allahû Tealâ’da şeytana izin veriyor:

17/İSRÂ-64: Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve racilike ve şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûran).

“Ve onlardan güç yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir (cehenneme sevket). Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara (yalan şeyler) vaadet.” Şeytanın vaadettikleri gurur (aldatma)dan başka bir şey değildir.


“Atlılarınla, yayalarınla, bütün dostlarınla ne yapabileceğini zannediyorsan yap. Sen Benim ihlâs sahibi kullarımı yoldan çıkartamazsın.” diyor Allahû Tealâ.

İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler ve sevgili öğrenciler! Böyle başlıyor insanoğlunun hayatı. Âdem (A.S) ilk peygamber ve ilk insan olarak yaratılıyor. Son peygamber de Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V). Kıyâmete kadar, ondan sonra bir daha dünya üzerine Allahû Tealâ’nın peygamber göndermesi söz konusu değil.

Öyleyse insanın üstünlüğüne dikkatle bakın sevgili izleyenler ve dinleyenler!  Bütün kâinat insan için yaratılıyor; canlılarıyla, cansızlarıyla ama insan Allah için yaratılıyor. Böyle bir muhteva bütün insanlar için geçerlidir ve Allahû Tealâ’nın bu istikamette insanı en ön plana aldığı kesindir. İşte insanoğlunun nefsinden yemin almış, “tezkiye olacağım” diye. Tezkiye olacağına dair ruhundan misak almış, ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşacağına dair ve  fizik vücudundan ahd almış, şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olacağına dair. Aslında yeminler, misakler ve ahdler bu açıdan baktığımız zaman bir bütünün üç ayrı dizaynı olarak düşünülebilir. Nefsimizden yemin alıyor Allahû Tealâ. Tezkiye olacak. Aslında bunun sonu tasfiyedir yani nefsimizin Allah’a teslimidir. Fizik vücudumuzdan ahd alıyor, şeytana kul olmaktan kurtulacak ama Allah’a kul olacak. Gene bir sona kadar ulaşıyoruz. İşlem; fizik vücudumuzun Allah’a teslimi. Ruhumuzdan misak alıyor, ruhumuz ölmeden evvel Allah’ın Zat’ına geri dönecek, ulaşacak ve Allah’a teslim olacak.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler! İnsan ve İslâm bir bütündür. İslâm, Allah’a teslim olmak demek. Kimdir teslim olan? İşte o, İslâm’dır. Kimdir teslim olan? Müslümandır. Kimdir teslim olan? Müslümdür. Öyleyse hepimiz Allah’a teslim olacak bütün vasıflara haiz olarak yaratıldık. İnsan, Allah’a ruhunu, fizik vücudunu, nefsini teslim edebilecek özelliklerle yaratıldı ve Allahû Tealâ üzerine teslimi farz kıldı. Zumer-54’de Allahû Tealâ buyuruyor:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).

Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu: üzerinize azap gelmeden önce Allah'a dönün, ruhunuzu Allah’a döndürün. (Ruhunuzu Allah’a döndürüp teslim etmeniz yetmez, Allah’a teslim olun. Fizik vücudunuzu da nefsinizi de Allah'a teslim edin.)

Öyleyse ruhunuzun, fizik vücudunuzun ve nefsinizin Allah'a teslimi söz konusu. İnsan, 3 vücuttan oluşuyor. Nefsi, ruhu,  fizik vücudu. Allahû Tealâ, nefsimizi dizayn etmiş, sevva etmiş. Şems Suresi 7. âyet-i kerime:

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.

Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).


“O nefse ve onu sevva edene, dizayn edene.”

Nefsimiz dizayn edilmiş, seva edilmiş.

Allahû Tealâ, ruhumuzu üfürdüğünü söylüyor, Secde Suresi 9. âyet-i kerime:
 

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).

Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


“summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî: onun içine (insanın içine) ruhumdan üfürdüm.” diyor Allahû Tealâ. Üfürme fiili, nefeha.

Ve sonra da bakıyoruz Allahû Tealâ diyor ki:

15/HİCR-26: Ve lekad halaknâl insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).

Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.


Fizik vücudumuzu Allahû Tealâ, salsalin adı verilen şekillenmiş ve kuru bir balçıktan yaratmış. İster salsalin deyin, ister tîn deyin iki kelime de geçiyor Kur’ân-ı Kerim’de. Her ikisi de toprak anlamına geliyor; balçık.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler ve öğrenciler! İşte insan böyle 3 tane vasıftan oluşuyor. 3 vücudu var. Ama her birine Allahû Tealâ ayrı bir fiil kullanarak vücuda getiriyor.

Öyleyse nereye ulaşıyoruz? 3 ayrı vücudumuzun fonksiyonlarının birbirine bir benzerliği olmadığı noktasına ulaşıyoruz. 3 tane yemin vermişiz ezelde Allahû Tealâ’ya. Nefsimizin yemini, ruhumuzun misaki ve fizik vücudumuzun ahdi. 3 vücudumuz 3 ayrı fiille oluşturuluyor, birbiriyle hiç alâkası olmayan hedeflere yönlendiriliyor. Nefsimiz için bakınız ne buyuruyor Allahû Tealâ Muddessir Suresinin 38, 39, 40. âyetlerinde:

74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun.

Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).


“Bütün nefsler, cehennemde rehinedirler. İktisap ettikleri derecelere karşılık olarak.

74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).

Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.

74/MUDDESSİR-40: Fî cennâtin, yetesâelûn(yetesâelûne).

Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.


“Ama yemin sahipleri (yeminlerini yerine getirerek, yemin sahibi ünvanını alanlar), onlar cennette olacaklardır.” diyor Allahû Tealâ.

Yemin sahipleri, yemin sahibi olan nefs.  Allahû Tealâ bu âyette bütün nefslerden bahsediyor. Onlardan yemin sahibi olanların cennette olacağını, yeminlerini yerine getirenlerin cennette olacağını söylüyor.

Öyleyse ne tür bir yemin? Bakıyoruz Şems Suresi 9. âyet-i kerime:

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.

Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.

 
“Kurtuluşa ulaşır, cennete ulaşır.” Kimler? Nefsini tezkiye edenler. Onu, nefslerini tezkiye edenler.

Öyleyse nefsimiz ezelde Allahû Tealâ’ya tezkiye olacağına dair yemin vermiş. Yani nefsinin kalbine Allah’ın nurlarını afetlerden daha fazla yerleştireceğine dair. Ruhumuz ezelde Allahû Tealâ’ya misak vermiş. Misakin ne olduğunu Allahû Tealâ Ra’d 20 ve 21’de şöyle anlatıyor:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).

Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


“ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk: onlar, 3 yeminlerini de ifa ederler ama özellikle misaklerini bozmazlar.”

Sevgili izleyenler, dinleyenler ve öğrenciler! Böylece görüyoruz ki Allah ile olan ilişkiler bir bütünü oluşturur her zaman. Ve ruhumuzdan bahseden Allahû Tealâ, fizik vücudumuzdan bahsediyor. Fizik vücudumuzdan bahseden Allah, nefsimizden bahsediyor. 3 ayrı vücudumuzun özelliklerini Kur’ân-ı Kerim’in muhtevası içinde donatıyor, bizlere bildiriyor ve ihsanda bulunuyor; bize o konular hakkında gerekli bilgileri bize ulaştırarak.

Öyleyse ruhunuza dikkatle bakın. Ne diyor Ra’d-20’de Allahû Tealâ?

“Onlar, Allah ile olan ahdlerini, yeminlerini, misaklerini; ahdlerini ifa ederler, yerine getirirler. Ve özellikle misaklerini, ruhlarının Allah’a verdiği; ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaştırılması lâzım geldiği konusundaki misaklerini bozmazlar.” diyor. Bozmazlar yani yerine getirirler. Ne yaparlarmış? Cevap veriyor Allahû Tealâ:

vellezîne: ve onlar.
yasılûne: vasıl ederler.
mâ: şeyi.
emerallâhu: Allah’ın emrettiği şeyi.
bihî: O’na, Allah’a.
en yûsale: ulaştırmayı.

“Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırmasını emrettiği ruhlarını, Allah’a ulaştırırlar.” buyuruyor Allahû Tealâ.

Öyleyse demek ki ruhumuz, Allahû Tealâ’ya ölmeden evvel ulaşacağına dair misak vermiş.

Peki, fizik vücudumuz ne yapmış? O da şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olacağına dair Allah’a ahd vermiş. İşte Yâsin Suresinin 60 ve 61. âyet-i kerimeleri, Allahû Tealâ buyuruyor:

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.


“Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden ahd almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben, sizden Bana kul olacağınıza dair ahd almadım mı?” diyor Allahû Tealâ. “İşte bu da Sıratı Mustakîm’dir.” diyor.

Öyleyse Allahû Tealâ fizik vücuttan ahd almış. Niçin? Şeytana kul olmaktan kurtulacak, Allah’a kul olacak. Nefsimizden yemin alıyor gördük. Ruhumuzdan misak alıyor, gördük. Fizik vücudumuzdan ahd alıyor, onu da gördük.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Kur’ân’a bakıyoruz; sahâbenin ruhlarını Allah’a ulaştırıp O’na teslim ettiklerini, fizik vücutlarını da teslim ettiklerini, nefslerini de Allah’a teslim ettiklerini görüyoruz.

Öyleyse Allahû Tealâ, Allaha teslim olmamızı emretmiş mi? Kesin. İşte Zumer Suresi 54. âyet-i kerime:  

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).

Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


“Üzerinize azap gelmeden önce Allah'a dönün, ruhunuzu Allah’a ulaştırın ve Allah’a teslim olun. Yoksa sonra yardım olunmazsınız.”

“Allah’a teslim olun.” diyor Allahû Tealâ. Yani ruhunuzu, fizik vücudunuzu ve nefsinizi Allah’a teslim edin. Allahû Tealâ 3 vücudumuzu da Allah’a teslim etmemizi emrediyor. İşte Allahû Tealâ buyuruyor, Nisâ-58:

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).

Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.


“innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah, emanetleri ehline, sahibine teslim etmenizi (tevdi etmenizi) emreder.” diyor.

Allah’ın emri bu. Emanet kelimesini çoğul kullanmış, “emanat” diyor ama onların sahibini tekil kullanmış “ehli” diyor (ehliha).  “Onların ehline teslim edin.”

Öyleyse insan Allah’a teslim olmak mecburiyetinde olan bir varlıktır. Ve bakıyoruz ki; bütün sahâbe ruhlarını Allah’a teslim etmişler. Zumer-18 onu söylüyor:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına, en güzel olanına, güzellerin en güzeli olanına tâbî olurlar.”

Kimdir bu ahsen sözlerin sahibi? Peygamber Efendimiz (S.A.V), sevgili izleyenler ve dinleyenler. Ve bu dizayn içerisinde Allah ile olan ilişkilerimizde bu muhtevayı görüyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler ve sevgili öğrenciler! Allah ile olan ilişkilerimizde 3 vücudumuzu da Allah’a teslim etmek mecburiyetindeyiz. Ve sahâbeye bakıyoruz, ne yapmışlar? Ruhlarını Allah’a teslim etmişler. İşte bu Zumer Suresinin 18’inci âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar sözün en güzeline yani Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sözlerine, ahsen olan söze tâbî olurlar.”

Niçin ahsen?

*Allahû Tealâ, Kur’ân’ı Kerim’ i onun kalbine yazdığı için ve ona: “Sen yürüyen apaçık bir Kur’ân’ı Kerim’sin.” demesi sebebiyle söylediği her şey Kur’ân’ı Kerim’den, bu sebepten ahsen.

*Öbür taraftan Allahû Tealâ diyor ki: “O kendiliğinden konuşmaz biz konuştururuz.”

53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.

Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.


Öyleyse bütün söyledikleri Allah’ın söylettirdikleri olduğu için ahsen.

İşte ahsen bir dizayn içerisinde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sözlerini işitiyorlar, ona tâbî oluyorlar. “Onların hepsi hidayete erdiler.” diyor Allahû Tealâ.

Hidayete ermek; ruhun Allah’a ulaşması. İşte Âli İmrân-73:   

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


“innel hudâ hudallâhi: muhakkak ki hidayet, Allah’a ulaşmaktır.”

Bakara-120:

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


“inne hudâllâhi huvel hudâ: muhakkak ki Allah'a ulaşmak var ya işte o, hidayettir.”
 
Öyleyse fizik vücudumuz Allah’a kul olacak, ruhumuz Allah’a teslim. Bakıyoruz ki; bütün sahâbe Allah’a teslim olmuşlar, ruhlarını Allah’a teslim etmişler. Ve zaten hidayette, hepsi hidayete ermişler, ruhlarını hepsi Allah’a ölmeden evvel teslim etmişler.

Fizik vücutlarını teslim etmişler mi? Onu da yapmışlar sevgili izleyenler ve dinleyenler! Allahû Tealâ, fizik vücudun da teslimini farz kılıyor üzerimize. Nisâ-58’de 3 emaneti de kendisine istediğine göre, teslim olmasını istediğine göre fizik vücudumuzun da Allah’a teslimi farz. Sahâbe, Allah’a teslim olmuş mu, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş mi? Etmiş. İşte Âli İmrân Suresi 20. âyet-i kerime:   

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).

Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.


“Habibim! O ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: ‘Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz vechimizi Allah’a teslim ettik.’ Sor bakalım o ümmîlere ve kitap sahiplerine, onlar da vechlerini Allah’a teslim etmişler mi? Eğer ettilerse mutlaka daha önce hidayete ermişlerdir.” diyor Allahû Tealâ.

Anlıyoruz ki sevgili izleyenler ve  dinleyenler ve sevgili öğrenciler! Sahâbe önce hidayete ermişler, sonra da bu Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın buyurduğu gibi Allah’a fizik vücutlarını da teslim etmişler. Peki, ya nefsleri? Onu da teslim etmişler sevgili izleyenler ve dinleyenler. Âli İmrân Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Ne zaman onlar sizinle olan ahdlerini bozarlarsa, muayidelere riayet etmezlerse, onlara deyin ki: muhakkak ki biz Allah’a teslim olanlarız.”

3/ÂLİ İMRÂN-84: Kul âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ven nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum, ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).

“Allah'a ve bize indirilene ve İbrâhîm (A.S)'a, İsmâil (A.S)'a, İshâk (A.S)'a, Yâkub (A.S)'a ve Yâkub oğulları’na indirilenlere, Hz. Mûsâ'ya ve Hz. Îsâ'ya ve nebilere Rab'leri tarafından verilenlere îmân ettik. Onların arasından birini (diğerlerinden) ayırdetmeyiz. Ve biz O'na (Allah'a) teslim olanlarız.” de.


Bütün sahâbe, Allah’a ruhlarını, Allah’a fizik vücutlarını, Allah’a nefslerini teslim etmişler. 3 teslimi de tamamlamışlar. İnsan sadece fizik vücuttan ibaret bir mahlûk değildir. Ama fizik vücudumuza baktığımız zaman, onun birtakım özelliklerinin olduğunu görüyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Bir şeyler yapmaya çalışan insan veya canlı olanlardan herhangi bir şey bir yere kadar gidebilir ama hiç kimse bir sineği bile yaratamaz. Ama Allahû Tealâ, insanı yaratıyor fizik vücuduyla, insanı yaratıyor nefsiyle, insanı yaratıyor ruhuyla.

Şu fizik vücudumuza bakalım sevgili izleyenler ve dinleyenler! 200 trilyon hücreden oluşan bir fizik vücudunuz var. Her gün milyonlarca hücre vücudunuzda ölür ve aynı gün yerine yeni hücreler mutlaka gelir, yerleşir. Öyleyse devamlı hücre yenilenmesine tabisiniz. Bu yüzden insan doğar, büyür, ihtiyarlar ve ölür. Devamlı bir değişim söz konusu. Ama nefs vücudumuz bir enerji bedendir, onda değişiklik yok. Nefsimiz bir enerji bedendir, ruhumuz bir enerji bedendir. Onlarda bir değişiklik yok ama fizik vücudumuz bir fiziktir. Ve her gün milyonlarca hücre ölür ve aynı miktarda hücre yeniden hayata gelir ve böylece insan devamlı değişikliklerden ibaret bir hüviyet taşır.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Her bir saçınızın telinde yüz binlerce siz varsınız. Her hücreniz evvelâ elektronlardan, nötronlardan, protonlardan sonra atomlardan yaratılıyor ve kim bilir kaç milyon atomdan sadece bir hücreniz oluşuyor. Bütün insan hücrelerinde mitokondri adı verilen elektrik jenaratörleri var. Eğer o jeneratörler olmasa hiç biriniz yaşayamazsınız.  Vücudunuzun her hücresinde, 200 trilyon hücrenin her birinde mitokondiriler var; elektrik jenaratörleri. Onların ürettikleri elektrik enerjisiyle hareket edebiliyorsunuz, düşünebiliyorsunuz. Her şeyiniz, bütün hareketleriniz nefes almanız dahi o elektrik enerjisine bağımlı. Vücudunuzda otomatik çalışan kumanda merkezleri var. Hepsi o elektrik enerjisi ile çalışır. Şu anda ben konuşabiliyorsam, bu vücut henüz sağ olduğu için, elektrik enerjisi üretebildiği için. Nefes alabiliyorsam, sizleri görebiliyorsam, ellerimi hareket ettirebiliyorsam, her şey o enerjisinin üretilmesine bağlı.

Ölüm nedir sevgili öğrenciler, dinleyenler, izleyenler? Ölüm, vücudun elektrik enerjisinin sona ermesi halidir.

Allahû Tealâ buyuruyor ki:

32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).

De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”


“Ölüm melekleri gelecek sizi müteveffa kılacaklar, öldürecekler ondan sonra Allah’a döndürüleceksiniz.”  diyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Burada çok büyük bir yanlışın düzeltilmesi gerek. Birçok dîn âlimi zannediyor ki: “Azrail (A.S) gelir, ruhunuzu alır, ruhunuz alındığı için ölürsünüz. Yani ruhsuz bir hayat mümkün değildir. Ruh varsa o kişi hayattadır, ruhu gittiği anda o kişi ölmüştür.” Bu baştan aşağı bir safsata. Ruhun can vermekle, can almakla uzaktan yakından bir alâkası yoktur. Canı veren Allah’tır, alan da Allah’a götüren Azrail (A.S)’dır.

Öyleyse Allahû Tealâ, dizaynı açıkça söylüyor. 11 defa farz kılmış; “Ruhunuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaksınız” diye. sonra insanlar çıkmış demişler ki:  “İnsan vücuduna hayat veren ruhtur,  ruh vücuttan ayrıldığı anda insan ölür.” Hayır, sevgili izleyenler ve dinleyenler! Öyle değil tam aksi, insan öldüğü için ruh vücuttan ayrılmak mecburiyetinde kalır. Ne demek istiyoruz? Vücudunuzun bir manyetik alan sahibi olduğunu hiç unutmayacaksınız. Bu manyetik alanın bir kutbu ruhunuzu çeker; “N” kutbu, bir kutbu da nefsinizi çeker; “S” kutbu.

Öyleyse bir kutbuyla nefsinizi, bir kutbuyla ruhunuzu çeken bu fizik vücudunuzun bir gün Azrail (A.S) ve onun beraberindeki melekler kontağını kapatıyorlar. Kontak kapanınca artık enerjisi, elektrik enerjileri üretilmiyor hiçbir mitokondrinizde ve beyine oksijen gitmiyor. Beyninizden başlayan bir ölüm bütün vücudunuza yayılmaya başlıyor sevgili izleyenler ve dinleyenler ve öğrenciler! Ve insanoğlu ölüyor. Öldüğü zaman manyetik alanların devam edilmesi mümkün değil. Çünkü elektrik enerjisi sona ermiş. Vücudunuzdaki bütün manyetik alanlar elektromanyetik alan. Elektrik enerjisi yoksa manyetik alan da yok. Manyetik alan artık mevcut olmadığı için bir kutbuyla ruhunuzu çeken, bir kutbuyla nefsinizi çeken bu fizik vücudunuzun artık o gücü kaybolmuş durumda ve nefs ve ruh sizi terk ederler, sigara dumanı gibi yükselirler. Eğer ruhunuz fizik vücudunuzdaysa o, vücudunuzdan yükselerek sağ tarafınıza yere paralel olarak yatay bir vaziyet alır. Nefsiniz de (solda) aynı şekilde yere paralel bir vaziyet alır. Öyleyse ruhunuz, nefsiniz ve siz fizik vücudunuz bir üçlüsünüz. Bütün insanlar böyle bir üçlü standartlarda yaratıldı sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Öyleyse hepiniz için, bütün insanlar için söz konusu olan şey, Allah’ın bu hakikatlerinden haberdar olmak. Nefsinizle ruhunuzla fizik vücudunuzla bir bütünsünüz. İnsanlar robotlar yapmayı denemişler. İşte Japonya’daki bir otomobil fabrikasında her 5 dakikada bir,her şeyiyle bütünlenmiş, çalışıyor vaziyette bir araba kapının önüne çıkıyor. Çalışanlar mı? İnsanlar değil robotlar. Japonya bu (32.21)… her noktasında ayrı bir robot türü, işlemleri ayrı ayrı işlemleri gerçekleştiriyor.

İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler! Böyle bir dizayn insanlar için söz konusu. Bu robotları yapabiliyorlar, merkezden bir computer odasından idare edilen bir fabrika. Şimdi insana bakalım. İnsan, Allahû Tealâ’nın kâinatta yarattığı en muhteşem makinadır. Bu insan adı verilen mahlûk; nefsiyle, ruhuyla, fizik vücuduyla bir bütün. İşte biz insanların tekâmülün bu çağımızın son safhasında yaptığı şey, 5 dakikada bir otomobil üreten bir fabrikayı kurabilmek. Nelerden kurmuşlar? Kullandıkları materyallerin hepsi dünya üzerinde var. Hiçbirisi yoktan gelmiyor, var olanları şekillendiriyorlar, robotlar vücuda getiriyorlar.

Şimdi Allah’ın yarattığı insanın fizik vücuduna bakalım. 200 trilyon hücre bu hücrelerin her birinde mitokondiriler; elektrik jeneratörleri. Bu hücrelerin her birinde 23 çift kromozom, bu kromozomlardan her birisi sizi ayak tırnaklarınızdan saçınızın ucuna kadar her şeyiyle yeniden yaratabilecek olan bütün özelliklerin sahibi.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Hani bir bilmece vardır; pireden küçük, deveden büyük; baldan tatlı, zehirden acı diye. Böyle bir bilmece olmaz dersiniz. Ama olur. Pireden küçük olan incirin çekirdekleri, deveden büyük olan incirin ağacı, baldan tatlı olan incirin tadı. Zehirden acıda ham inciri yemeğe kalkarsanız anlarsınız ne demek istediğimi.  

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Neden böyle söyledim, bunu söylememin gereği neydi? Çünkü o incirin içindeki pireden küçük çekirdekler var ya; her birisi vücuda getirecekleri ağacın bütünüyle fonksiyonlarını taşıyorlar içlerinde. Pireden daha küçük bir çekirdek, incir çekirdeği. Pireden daha küçük incir çekirdeği ağacı temsil ediyor. İncir ağacını temsil ediyor. İçinde incir ağacının hangi şekli alacağının özelliği var. O binlerce çekirdekten bir tanesi toprağın altında çatlarsa, açılırsa ağacı vücuda getirmek için harekete geçmiştir bir kuvvet. Sünnettullâh böyle bir dizaynda açıyor onu.

Öyleyse sizin de her bir hücrenizdeki bir tek kromozom 23 çift kromozomun sadece bir tanesi yalnız, sizi bütün özellikleriyle yeniden yaratabilecek olan bütün özelliklerin sahibi. Aynaya bakıyorsunuz sevgili izleyenler, dinleyenler, öğrenciler! Bir kişi görüyorsunuz;  oysaki orada siz 200 trilyon X 23 çift olduğuna göre 46. Öyleyse 9.2 katrilyon siz varsınız kendi içinizde. 9.2 katrilyon siz, bir tek fizik vücudu temsil ediyorsunuz. İşte Allahû Tealâ yaratıyorsa böyle yaratıyor sevgili izleyenler ve dinleyenler! Bu Allah’ın yaratılışı, ilâhi yaratış. Sayısı bile insana bir tuhaf geliyor. Bin üç sıfırdan oluşuyor. Milyon; altı sıfır, milyar; dokuz sıfır, trilyon; on iki sıfır, trilyar; 15 sıfır, katrilyon; 18 sıfır. 9 tane 18 sıfırlı bir nesnesiniz. Buna Kur’ân’ı Kerim: “Vahdetde kesret.” diyor. Bir tane görünüyorsunuz ama vücudunuzda 9.2 katrilyon siz varsınız.    

Sevgili izleyenler ve dinleyenler ve öğrenciler! Bu fizik vücudunuz. İşte böyle yaratıyor Allahû Tealâ. Hayran olmamanız mümkün değil. İnsanlar Allah’ın ilmine ulaşabilir mi? Sevgili izleyenler ve dinleyenler ve öğrenciler! Bunu hayal bile etmemelisiniz. Her yeni bulgu, o bulgunun çok daha büyüğü bilinmeyenleri getiriyor. İnsanların ufkuna her bir rahle açılması, bir ışık ulaşması arkasından gelen onun vücuda getirdiği o bilim dalıyla ilgili öğrendiğinizin kat kat fazlası bilinmeyeni beraberinde getiriyor.

Öyleyse ilim ilerledikçe bilinmeyenlerin sayısı daha da çoğalıyor. Ve onların her birinin çözülebilmesi için insanın hayatı, insanlar trilyonlarca sene yaşasalar, her gün ilimleri geometrik düzey olarak artsa; ikiyken dört olsa, ertesi gün dörtken sekiz olsa, sekizken on altı olsa bir sonraki gün gene de insanların ulaşabileceği ilim hiçbir zaman Allah’ın ilmini kuşatamaz.

İnsan, kâinattaki en üst mahlûk. Fizik vücuttan bahsettik sadece. Ya ruhu? Fizik vücutların 4 enerji küresinden oluşmasına karşılık, ruhlar 6 enerji küresinden oluşuyor. 4 enerji küresine Emr âleminin ve zulmâni âlemin enerji küreleri de ilâve ediliyor.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! En küçüğü de girseniz, atom yapısına girseniz insanoğlunun, en büyüğüne gitseniz insan vücudu şeklinde bir kâinat gösterecek Allahû Tealâ size. Ne zaman ademe geçerseniz, yokluğa ve yokluktan Allahû Tealâ geriye bakmanızı isterse, yokluktan insan vücudu şeklinde bir kâinat göreceksiniz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Tıpkı insan vücudu.

Öyleyse her şeyi sır olan Allahû Tealâ, özenerek bezenerek bir varlık yaratıyor; insan, torpilli. Allahû Tealâ diyor ki: “Bütün günahlarınızı ne kadar kazanırsanız o kadar yazdırırım, ne kadar günah kazanırsanız, o kadar günah hayat defterinize aynen yazılır, arttırma yapılmaz. Ama bir derecelik sevap kazanın. Ben hepinize, kim olursanız olun Bana inanın, Bana inanmayın, kâfir olun, putperest olun; ne olursanız olun. Bir tek derece kazandığınız zaman 10 katını Ben size mutlaka yazdırırım. Bir derece kaybettiğiniz zaman da amel defterinize sadece bir tek derece yazılır.” diyor Allahû Tealâ.

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).

Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.


6/EN'ÂM-160: Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).

Kim (Allah’ın huzuruna) bir hasene ile gelirse, artık onun on misli, onundur. Ve kim bir seyyie ile gelirse, o zaman onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Ve onlar zulmolunmazlar.


Bu kadarla kalıyor mu? İnsanın torpiline bakın. Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbetin, vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.


“Kim Allah’ın yolunda infâk ederse, Allah’ın yolunda olup da infâk ederse Allah’ın kendisine verdiği rızıktan, ni’metten infâk ederse, başkalarını da faydalandırırsa, onlara bir başağında 100 dane bulunan 7 başaklı bir nebat grubu kadar ihsanda bulunuruz.” diyor Allahû Tealâ.

Yani birinci etapta Nefs-i Emmare’ye ulaştığı zaman kişi, bire yüz veriyor Allahû Tealâ. İkinci etapta nefsinin kalbinde iki defa %7 nur birikimi; Nefs-i Levvame, 200 kat. Üçüncü %7 nur birikimi; Nefs-i Mülhime, 300 kat. Dördüncü %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmainne, 400 kat. Nefs-i Radiyye 500 kat Allah’tan razı oluyor kişi. Nefs- Mardiye, Allah da ondan razı oluyor; 600 kat. Nefs-i Tezkiye, 700 kat sevgili izleyenler ve dinleyenler.

Öyleyse insanoğlunun Allahû Tealâ tarafından bu kadar değerli kılındığı buradan anlaşılıyor. İnsanoğlu, yaptığı günahlar için bir derecesine karşılık bir derece kazanıyor veya kaybediyor demek daha doğru. Ama bir derecelik sevap kazandığı zaman 700 derecat kazanıyor. İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler! İnsan o kadar çok seviliyor ki Allahû Tealâ tarafından. Allahû Tealâ adeta onu cehenneme gitmekten men edecek olan kesin bir kanun koymuş. Ne yapmış? “Kim mürşidine ulaşırsa onun bütün günahlarını sevaba çeviririz.” diyor.

<<<25~70>>>
Sevgili kardeşlerim! Annenizden doğduğunuz zaman sadece ve sadece hayata başlarsınız. Ne günahınız vardır ne de sevabınız vardır; ikisi de sıfırdır. Ama mürşidinize ulaştığınız gün, o güne kadar işlediğiniz bütün sevaplar 10 kat olarak orada duruyor, hazır. Yetmez! Bir de bütün günahlarınızı Allah sevaba çeviriyor yani sıfır günahla ama bütün günahlarınız da sevaba çevrilmiş olarak, onlar sevap. Bir de hayatınızda kazandığınız dereceler, onlarda sevap hanesinde. İşte böyle bir dizayn söz konusu sevgili izleyenler ve dinleyenler!

Öyleyse Allahû Tealâ’nın indinde torpillisiniz. Ve Allahû Tealâ sizden, size verdiği ihsanları geriye almaz. Siz onları kaybetmek için gerekli olan şeyleri yapmadıkça. Öyleyse hepiniz için Allah ile olan ilişkilerinizde bir kurtuluş var. Mürşidinize ulaştığınız gün yeni bir ufuk açılıyor önünüzde ve günahlarınız sıfır, sevaplarınıza günahlarınız da sevap olarak eklenmiş. Peki, bundan sonra cehenneme gidebilir misiniz? Bu özelliği devam ettirdiğinizi düşünelim, gitmeniz mümkün değil sevgili izleyenler ve dinleyenler ve sevgili öğrenciler. Neden? Çünkü bir insanın cehenneme gidebilmesi için günahlarının sevabından daha fazla olması lâzım; Mu’minûn-103. Bir insanın mürşidine ulaşıp da bütün günahları sevaba çevrildikten sonra bu çevrilen sevaplara, o kişinin eskiden işlediği sevapları da ekleyin. Günahlarının da sıfır olduğunu düşünün. Ne diyor Allahû Tealâ? “Bir sevabınıza 700 katını vereceğim o noktada.” diyor.

Kişinin cehenneme gidebilmesi için ne olması lâzım? Her gün kazandığı derecelerin 700 katından daha fazla, en az 701 kat daha fazla günah işlemesi lâzım. Bu ise gördüğünüz gibi mümkün değil sevgili izleyenler ve dinleyenler! İnsan her gün o kadar günah işleyebilecek olan bir ortamda zaten yaşamaz. Öyleyse hiç kimse mürşidine ulaştıktan sonra cehenneme giremez, o irşad makamından şüpheye düşüp de fıska düşmedikçe. Öyleyse Allah’ın çözümünü gördünüz mü sevgili öğrenciler?

Bütün günahlarınız sevaba çevriliyor. Ondan sonra Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Raziye, Mardiye ve Tezkiye kademelerinde bire yüz arttırıyor size verdiği ihsanları. Bir tek derecelik kazancınıza karşılık başlangıçta 10 katını alıyordunuz Allah’ın yoluna girmeden önce. Girdiniz; 100 katını almaya başladınız, Nefs-i Emmare’desiniz. 200 kat; Nefs-i Levvame, 300 kat; Nefs-i Mülhime, 400 kat; Nefs-i Mutmainne, 500 kat; Nefs-i Radiyye, 600 kat; Nefs-i Mardiyye, 700 kat; Nefs-i Tezkiye.

İşte sevgili izleyenler ve dinleyenler! Olay bu. Allah’ın ihsanlarının 700 katını kazanıyorsunuz. 700 kat. Ve her gün o 700 kattan daha fazla günah işlemeniz çünkü bire bir verecek günahlarınız mümkün olmadığı için gideceğiniz yer mutlak olarak Allah’ın cenneti.

İşte Allahû Tealâ, insanı bu kadar çok seviyor sevgili izleyenler ve dinleyenler. Böyle bir dizaynda yaratıldınız, böyle bir standartlarda yaşayacaksınız. Ve Allah’ın dediklerini yerine getirirseniz mutlaka cennete gireceksiniz.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: “ Cennete girmek isteyen, cennete muhakkak girer.”
 
Ebû Hureyre de diyor ki:” Ey Allah’ın Resûl’ü! Kim cennete girmek istemez?” O da diyor ki: “Bana ulaşmayan.” İşte bunu demek istiyor. Ulaşmadığı için günahları sevaba çevrilmez, ulaşmadığı için Allahû Tealâ ona bire 700 ihsanda bulunmaz. İkisi de geçerli olmadığı için o kişinin gideceği yer cehennemdir; yozlaşma tabiatının gereği olarak. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın kaybettiği dereceleri, mutlaka kazandığı derecelerden fazla çıkıyor. Matematik hesap bunu gösteriyor.

İnsanoğlu Allahû Tealâ’nın bütün ihsanlarıyla donatılmış bir muhteşem varlıktır. Kâinatın en üstün mahlûku. Öyleyse devamlı şikâyet edeceğinize Allah’ın size verdiği şu ni’metlere bakın; sağsınız, gözleriniz görüyor, ayaklarınız tutuyor, yediğiniz yemeklerden zevk alıyorsunuz, mideniz, bağırsaklarınız, böbrekleriniz her şeyiniz normal standartlarda çalışıyor. Bundan büyük ni’met olur mu sevgili izleyenler ve dinleyenler?

Allah’ın ni’metleri dört dörtlük olarak verilmiş. Hepiniz birer trilyonersiniz, trilyardersiniz. Neden böyle söylüyorum? Düşünün; bir kişinin gözleri görmüyor. Bir trilyon lirası var, gözlerini birisi ona tekrar geri verebilse o bir trilyon lirayı ona vermeye hazırdır. Böbrekleri çalışmadığı için diyaliz makinasına bağlanan bir insan bütün servetini, bir insan ona sağlam böbreği sağlayabilse ona vermeye hazırdır. Öyleyse insansınız; Allah’ın kâinattaki en torpilli mahlûklarısınız. İnsan olarak Allah’a verdiğiniz yemini, misaki, ahdi mutlaka yerine getirmelisiniz. Yemininizi yerine getirdiğiniz zaman cennet saadeti sizin, aslında misakinizi demek daha doğru olacaktı. Yani ruhunuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırdığınız anda cennet saadetinin sahibisiniz ama cennet sahibi aslında bu noktadan yani 22. basamaktan çok daha aşağılarda elde edilir. 3. basamakta cennet saadeti sizindir; Allah’a ulaşmayı dilediğiniz için.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Bu da insanoğlunun Allahû Tealâ tarafından verilmiş en büyük mükâfatı. “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişiyi mutlaka Biz Kendimize ulaştırırız ve mutlaka onu cennetimize alırız.”

İnsan olmak; bir nev’î bedava cennete gitmek anlamını taşıyor. Şimdi soruyorum size sevgili izleyenler ve dinleyenler ve sevgili öğrenciler! Cennete gitmek isteyen hakikaten gider mi? Muhakkak gider. Nasıl gider? Allah’a ulaşmayı dileyecek sadece. Allahû Tealâ onun yerine getirilmesini o kişiden istemiyor. Allah’a ulaşmayı dileyenin, Allah’a ulaşma mükellefiyeti karşı karşıya olmadığını düşünün çünkü Allah’ın sözü var: “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, ben onu Kendime ulaştırırım.” diyor.

<<<42-13>>>
Öyleyse üzerimize Allahû Tealâ’nın 11 defa farz kıldığı, ruhumuzu Allah’a ulaştırmakta biz hiçbir şey yapmıyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler ve öğrenciler! Sadece bir niyetin, bir dileğin sahibiyiz. Kim bunu dilerse, mutlaka Allah’ın cennetine girer. Öyleyse cennete ulaşmayı dileyen bir kişi cennete mutlaka ulaşır mı? Mutlaka ulaşır. Cennete ulaşmayı dileyen bir insan nasıl cennete ulaşmayı diliyorsa, aynı şekilde sadece Allah’a ulaşmayı dileyecek. Allah’a ulaşma dileğinin kendisini mutlaka Allah’ın cennetine götüreceğini bilen bir insan, Allah’a ulaşmayı mutlaka diler. Öyleyse kimdir bu insan? Cennete ulaşmayı dileyen insan. Ne yapmıştır?  Allah’a ulaşmayı dilemiştir, mutlaka cennete ulaşacaktır.

Şimdi sevgili izleyenler ve dinleyenler! 37 yıldır bunları sizlere anlatıyoruz. Böyle bir dizaynda her gün artan ilim daha büyük sahalar işgal ettikçe insanlar, Allah’ın söylediklerinden sadece daha çok kaçar oldular.

Allahû Tealâ diyor ki: “Bana ulaşmayı dileyin yeter. Sizi mutlaka cennetime ulaştırırım.” Onlar da Allah’a ulaşmayı dilemek şöyle dursun, Allah’a ulaşmayı dilemenin insanları kurtaracağını ifade edenlere, onu yapmadıkları gibi bunun gereğini yerine getirmedikleri gibi, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi bunları söyleyen, mutlaka cennete ulaşmasına sebebiyet verecek olan o insanları düşman ilân ediyorlar. Onlara düşman oluyorlar.

Sevgili izleyenler ve dinleyenler! Öyleyse ne diyordu Peygamber Efendimiz (S.A.V)? “Cennete girmek isteyen mutlaka Allah’ın cennetine girer.” Neden? Çünkü uygulaması lâzım gelen bir olayla karşı karşıya değil, sadece bir dileğin sahibi olmasını Allahû Tealâ yeterli görüyor. Kişi Allah’a ulaşmayı dileyecek ve emin olacak ki; Allahû Tealâ ulaştıracağına göre kendisinin ruhunu Allah’a, mutlaka ruhu Allah’a ulaşacak; bu kadar. Bu dersi dinleyen kardeşlerim! Eğer böyleyseniz; Allah’a ulaşmayı diliyorsanız mutlaka ama mutlaka cennete, Allah’ın cennetine girersiniz. Geri kalanları mı? Siz yapmayacaksınız, Allah yaptıracak. Allah size îmânı sevdirecek fıskı, küfrü, isyânı kerih gösterecek, Allah sizi Kendi Zat’ına ulaştıracak. Evvelâ mürşidinize ulaştıracak, sonra Kendi Zat’ına ulaştıracak ve Allah’ın evliyası olacaksınız. Hidayete ereceksiniz. Eğer yolunuza sabitkadem olursanız, o zaman Allahû Tealâ ruhunuzu Allah’a teslimin ötesine geçecek fizik vücudunuzu da nefsinizi de Allah’a teslim etmenizi sağlayacak. Kim sağlayacak? Allah.

Öyleyse sevgili izleyenler ve dinleyenler! Paylaşıma, inkisaba dikkatle bakalım! Siz Allah’a ulaşmayı diliyorsunuz o kadar. Geri kalan her şey O’na ait. Cennetiniz O’na ait, garanti ediyor: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, onu mutlaka cennetime sokarım.” diyor Allahû Tealâ. “Mutlaka Benim cennetime girer.” diyor.

Öyleyse bütün güzellikler, hepsi sizin için sevgili kardeşlerim! Şu Allah’ın size emanet ettiği fizik vücudunuzu, nefsinizi, ruhunuzu en güzel şekilde kullanmak için Allah’tan yardım isteyin. Allah’a ulaşmayı dileyin, geri kalanı size Allah ihsan eder. Mutlaka kurtulursunuz sevgili izleyenler ve dinleyenler. Mutlaka kurtulursunuz. Öyleyse kurtuluş bu kadar basit mi? Bu kadar kolay mı? Sadece böyle bir dileğe mi bağımlı? Evet, hepsi yerli yerine oturuyor; sadece böyle bir dileğe bağımlı.

Şu kâinatta Allah’ın en üstün mahlûku olan insan olarak yaratıldığınız için büyük bir mutluluk duymalısınız ve emin olmalısınız ki, siz Allah’ın cennetine girmek istiyorsanız, hiçbir kuvvet sizi o cennete girmekten engelleyemez, size mâni olamaz. Ve cennete girmek isteyen kişi kimdir? Allah’a ruhunu ulaştırmak isteyen kişidir. İkisi de bir dilek. Cennete girmeyi diliyor musunuz? Hepiniz kesinlikle “diliyoruz” diyeceksiniz.  Öyleyse neden Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz? Onu dilediğiniz an Allahû Tealâ mutlaka onu kalbinizde işitecek, bilecek ve görecektir. Ve derhâl Rahmân esmasıyla tecelliye başlayıp sizi mutlaka Kendi Zat’ına ruhen ulaştıracaktır.

Kurtuluşunuz orada. Neye dayalı? Bir dileğe dayalı. Allah’ın kâinatta yarattığı en üstün mahlûk olan insan, o zaman Allah’ın Kendisi için neler ifade ettiğini anlayacaktır. Cennet saadetini, dünya saadetini yaşamak insanın gerçekten elindedir ve görüyorsunuz ki; dileği yerine getirmeye değil, dilemenin varlığına bağlı sonuç.

Öyleyse hepinizin Allah’a ulaşmayı dilemenizi, hepinizin mürşidinize ulaşmanızı, ruhunuzu Allah’a ulaştırmanızı ve teslim etmenizi, fizik vücudunuzu ve nefsinizi Allah’a teslim etmenizi, böylece iki kanatlı (zülcenehayn) olmanızı. Hem cennet saadetinin hem dünya saadetinin sahibi olmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi, bugünkü dersimizi inşaallah burada tamamlıyoruz sevgili izleyenler ve dinleyenler.

İmam İskender Ali  M İ H R