}
Sorular ve Cevaplar 14.07.2001
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 102379

 

SOHBETİN ADI: SORULAR VE CEVAPLAR

TARİHİ: 14.07.2001

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Son grup suallere hamd olsun ki; Allahû Tealâ bizleri bu akşam da ulaştırdı. Ankara’dan bir dinleyicimiz der ki:

SORU: “Bizlere zülmanî ilimlerin neler olduğunu ve nasıl meydana geldiklerini açıklar mısınız? Bu zülmanî ilmiler vasıtasıyla insanlara zulmedenlerin yaptıkları bu kötülüklere karşı, genel anlamda korunma yöntemleri nelerdir? Günümüzde birçok insanın, büyüden ve cin vakalarından kurtulmak için akıl almaz şeyler yaptıklarını ve bir sürü batıl yöntemler geliştirdiklerini, insanları da bu batıl yöntemlerle aldatıp onların paralarını aldıklarını görsel yayınlardan izlemekteyiz. Bu konuda açıklamalarınız nedir?” diyor kardeşimiz.

CEVAP: Evvela bir insanın büyüden mutlak olarak korunması, hüddamdan mutlak olarak korunması mümkün müdür? Kesinlikle mümkündür. Ne zaman bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi bir gün mürşidine ulaşacaktır. 14. basamakta tâbî olduğu an, devrin imamının ruhu mutlaka o kişinin, tâbî olan kişinin başının üzerine gelir, yerleşir. Bu olay o kişinin başının üzerinde bir muhafızın kesin şekilde var olduğunu gösterir. Hiçbir büyücünün büyüsü, hiçbir şeytan uşağının hüddamı bu kişi de bir tesir icra edemez.

Eğer bir kişi büyüye veya hüddama uğramışsa, bu büyüye veya hüddama uğramış olan kişi bir büyücüye gidip de o büyüyü bozdurmadan önce mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemelidir. Böylece 10 tane ihsanla bir mürşide, Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşmalıdır. Tâbiî olduğu an Devrin imamının ruhu başının üzerine gelir, yerleşir. Mânâsı nedir? O kişi o noktadan sonra bir cinci hocaya giderse ve bu cinci hocaların bir kısmı gerçekten cinleri yakarak veya onlarla pazarlık ederek onlardan insanları kurtarıyorlar. Böyle insanların varlığını biliyoruz. Bu, Allah’ın evliyaları ile alâkalı bir konu değil, cinlerle uğraşan insanlarla alâkalı, büyülerle uğraşanlarla alâkalı. Zülmanî ilimlerin mensupları bunları yapıyorlar.

Kardeşimizin söylediği gibi bunların arasında bir sürü sahtekâr var. Zaten zülmanî ilimle uğraşıyorsa kişi, bu işi para karşılığı yapıyor demektir. Bir taraftan insanlara büyü yaparak para kazanıyorlar öbür taraftan da o büyüleri bozarak. Ve o paraların kendilerine hayır getireceğini zannediyorlar. Zavallı büyücüler. Sevgili kardeşlerim, kendilerini mahva götürmüşler bu zavallı insanlar.

Öyleyse bir kişi büyüye uğramışsa o büyüden kurtulmadan önce mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemeli, mürşidine ulaşmalı, ulaştığı anda başının üzerinde devrin imamının ruhu oluşur. Ee oluşursa ne olur?  Bu kişi ondan sonra bir büyücüye giderse, eğer içinde cin varsa, hüddama uğramışsa, o büyücü o cinleri çıkartırsa cinler çıktıktan sonra bir daha o vücuda giremezler. O cinler giremediği gibi başka cinler de giremezler. Hiçbir cinin başının üzerinde devrin imamı bulunan bir vücuda girmesi mümkün değildir. Yetmez, o kişi bir büyüye uğradıysa büyücüye büyüyü bozdurmadan evvel mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemeli, Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşide ulaşmalı, aynı anda, tâbî olduğu anda devrin imamının ruhu başının üzerine geleceği için ondan sonra gidip büyüyü bozdurursa, yeniden kendisine büyü yapılması halinde o büyü asla tutmayacaktır.

Öyleyse bir insanın ömrü boyunca büyüye uğramamak için kesin bir teminatı var mıdır? Vardır. Kim Allah’a ulaşmayı diler de mürşidine ulaşırsa, önünde diz çöküp tövbe ederse aynı anda devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine gelir. Bu noktadan itibaren o kişiye dünyanın hiçbir büyücüsü büyü yapamaz. Yaptığı büyüler hiçbir zaman ona tesir etmez, daha kötüsü kendisine zarar verebilir. Onun için bütün büyücüler şeytanın kendilerine öğrettiği bir metodu tatbik ederler; etraflarına bir daire çizlerler, şeytanın birtakım dualarını okurlar; kendileri geri tepecek olan o büyüden zarar görmesinler diye.

Sevgili kardeşlerim, bir tarafta her türlü pislik var; başka insanları huzursuz ederek, mutsuz ederek bunu bir geçim vasıtası yapmak. O paradan hayır görmeleri de mümkün değil. Birtakım büyücülerin de “Biz,” diyorlar, “Beyaz büyücüyüz. Sadece büyüleri bozarız.” Hiç değilse böyleleri de var. O işte bu beyaz büyücü diyenler kendilerine, büyüleri bozanlar, onlar bu işleri yapıyorlar.

Öyleyse bir insan henüz bir büyü olayıyla, henüz bir hüddam olayıyla karşılaşmamışsa, ömrü boyunca karşılaşmak istemiyorsa yapması lâzım gelen şey; Allah’a ulaşmayı dilemek. Bu, onu mutlaka mürşide ulaştıracaktır. Tâbî olduğu anda devrin imamının ruhu oradadır. Derhal o kişinin başının üzerine gelir, yerleşir. Yerleştiği andan itibaren ne büyü ne hüddam ne herhangi bir zülmanî ilim o kişiye tesir edemez. Mesela şeytanî ilimlerle meşgul olanlar hipnoz ederler insanları yani bir nevi hipnotize etmek suretiyle uyku haline getirebilirler. Ama başının üzerinde devrin imamının ruhu bulunan hiçbirisine bu hipnoz statüsü tesir etmez. Çünkü onların başında muhafız var. Ve onlara ulaştırılan o dalga boyları onları hiçbir zaman tesir altında bırakmaz.

Şimdi kardeşimiz soruyor: “Tavsiyeniz nedir?” diye soruyor.

Eğer insanlar hâlâ bir büyüyle karşılaşmamışlarsa, hâlâ bir cin olayıyla karşı karşıya değillerse bundan sonra olmayacakları konusunda hiçbir garanti yok insanlar için. Ve kesin olarak bir cinin saldırısına uğramamak, kesin olarak büyüden etkilenmemek, kesin olarak şeytanın bütün işlevlerinden etkilenmemek, kişinin Allah’a ulaşmayı dileyip mürşidine ulaşmasıyla noktalanır. Ve devrin imamının ruhu, her zaman şeytanın sahip olduğu negatif voltajtan daha yüksek pozitif voltaja sahip olduğu için hiçbir zaman iblisin hiçbir hilesi, onun başının üzerinde bulunduğu bir insana tesir edemez. O, sağlam bir muhafaza altındadır. Yetmez, bir de büyünün ve hüddamın geri dönmesi söz konusu olabilir. Ve o zaman büyücüler o istikamette hep birbirlerini alırlar yani böyle bir ihtimale karşı.

Peki, kişi zaten uğramış, kendisine büyü yapılmış büyük bir huzursuzluk içinde. Veya cinler devamlı kişiyi rahatsız ediyorlar. İşte böyle hastalar için bu noktaya ulaşmış olan, büyüye veya hüddama maruz kalmış olan kişiler cinci hocaya gitmeden önce mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemeliler. Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşıp tâbî oldukları anda başlarının üzerine devrin imamının ruhu mutlaka gelir, yerleşir. Yerleştikten sonra gidip büyüyü bozdururlarsa, gidip hüddamı bozdururlarsa demin söylediğim gibi bunları çözmekle meşgul olan birtakım insanlar da var; gene cinlerle hüddamla meşgul olan hocalar. Ama hiç değilse beyaz işler yaptıklarını söylüyorlar. Tâbî onları alâkadar eder, ne ölçüde doğrudur ne ölçüde yalandır. Ama böyleyse o insanlara gitmeden evvel mutlaka başınızın üzerinde bir muhafız sahibi olmalısınız; çünkü bu durumda ulaştığınız zaman vücudunuzdan çıkan cinlere karşı, oradan ayrıldığınız zaman başka cinlerin vücudunuza girmesi her zaman mümkündür. Buna mâni olmak için bu işlemi yapmalısınız. Önce başınızın üzerine muhafızı almalısınız, sonra gitmelisiniz.

Cinlerden kurtulmanın bir başka yolu da bir takım Allahû Tealâ’nın evliyasının yattığı yerlerde iki gece, üç gece kalmakla mümkün oluyor. O evliyalara Allahû Tealâ özel bir yetki vermiş. Bu ölümlerinden sonra orada, onların bulundukları o dergâhta kalan insanlar birkaç gece kaldıkları takdirde üç geceden aşağı olmamak üzere onlarda iyileşme görülüyor. Cinler o vücudu terk ediyorlar. Böyle olanlar da gene oraya gitmeden önce başlarının üzerine mutlaka devrin imamının ruhunu almamlılar ki; kendileri için cinden kurtulduktan sonra, yeniden o cinin o vücuda dönmesi mümkün olmasın.

Sevgili kardeşlerim, bu konuda devrin imamını en çok sevecek olan, ona en çok muhtaç olanlar, onun kıymetini en iyi bilenler cinlerin saldırısına ve büyüye uğramış olanlardır. O saldırı geçtikten sonra bir daha cinlerin vücutlarına girmediğini, giremediğini gördükleri zaman onlar büyük bir mutluluğu yaşarlar. Böyle birçok insan hamd olsun ki tanıyoruz, sevgili kardeşlerim. Ötekiler bilmezler, ötekilere göre bir kıymeti yoktur onun. Ama bir cinin saldırısına uğramış olanlar, bir büyü olayıyla karşılaşmış olanlar, onların kendilerini ne kadar huzursuz ettiğini yaşadıkları için eğer vaktinde yapabilirlerse işlemi, başlarınin üzerine devrin imamının ruhu gelirse; ondan sonra büyüyü ve hüddamı bozdurmaları halinde cinlerin o vücuda bir daha girmesi hiçbir zaman mümkün değildir. O kişiye büyü yapılması da hiçbir şekilde mümkün değildir.

Allah razı olsun.

Ankara’dan M. Ünal kardeşimiz der ki:

SORU: İslâm’da evliliğin önemi ve uygulaması nedir?

CEVAP: Allahû Tealâ herkese normal standartlarda evlenme ruhsatı veriyor. Allahû Tealâ, Allah’ın mü’min kadınlarıyla mü’min erkeklerin evlenmesini emrettiği bir vaka. Aile, Allah’ın indinde mukaddestir. Öyleyse evlenmek isteyen Allah’ın yolunda olanlar, evlenmelidir. Böyle bir evlilik mutlaka gereklidir. Allahû Tealâ evlenmenizi istiyor. Gelecek nesiller evlenmelerle oluşabilir. Ve Allahû Tealâ aile yuvasına mukaddes bir yuva olarak bakar. Ve tabiatıyla iki grup insandan mürşidine tâbî olmuş olan insandan kurulan yuvalar başka yuvalara benzemez. O yuvalarda mutluluk vardır. İki taraf da Allahû Tealâ’nın yolundadır. Ve böyle bir dizanyda daima namazlar beraberce kılınır, erkeğin imam olduğu ve ailece kılınan namazlar. Çocukla rda daha küçüklüklerinden itibaren anne babalarıyla beraber bu güzelliği yaşamaya alıştırılmalıdır; namaz kılmanın, zikir yapmanın o müstesna güzelliklerine. Böyle bir aile tipi, Osmanlı aile tipidir. Ve giderek daha güzel, daha güzel, daha güzel bir aile yaşantısı, bir mutluluk dizaynı.


“Nasıl bir davranış biçimi uygulamamız lazım?” diyor. “Bir kısım insanların mürşidden haberi var, bir kısım insanların mürşidden haberi yok.” diyor. “Bir kısım insanlar tâbî olmuş, bir kısım insanlar tâbî olmamış. Bekâr kardeşlerimize evlilik hakkında ne gibi tavsiyeleriniz var?” diyor.

Evlenmelerini tavsiye ediyorum ve tasavvufta olan kardeşlerimiz tasavvufta olanlarla evlenmelidir. Tabiatıyla geleneklerimize uygun bir standartta, kim kimi beğeniyorsa ailesini gönderip onu istetecektir. Ve uygun görürse taraflar, evlilik vücut bulacaktır. Elbette iki tarafın da tasavvufta olması mutluluğu büyük ölçüde arttıran bir faktördür. Ve geleceğin teminatı olacaktır bu aileler. Allah razı olsun.

Denizli’den D. Çınar kardeşimiz der ki:

SORU: Nisâ Suresinin 148. âyet-i kerimesinde: “lâ yuhibbullâhul cehra bis sûi minel kavli illâ men zulim(zulime), ve kanallâhu semîan alîmâ(alîmen): Allah, zulme uğrayanlar dışında kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işiten ve bilendir.” diyor.

CEVAP: Burada: “cehra bis sûi minel kavli.” diyor.

 

4/NİSÂ-148: Lâ yuhibbullâhul cehra bis sûi minel kavli illâ men zulim(zulime). Ve kanallâhu semîan alîmâ(alîmen).

Allah fena sözün açıkça söylenmesini sevmez, kendisine zulüm yapılan kişinin (söylemesi) hariç. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.



cehra: Açıkça söylenmesi demek.
bis sûi: Kötü ile.
minel kavli: Sözden (kötü olanının açıkça söylenmesini).

“lâ yuhibbullâhul:
Allah sevmez.” diyor (lâ yuhibbullâhul cehra), “cehren söylenmesini.”

bis sûi: Kötü olanın.
minel kavli: Sözden (kötü olanın açıkça söylenmesini Allah sevmez).
illâ men zulim(zulime): Ama zulme uğrayanlar hariç.

illâ:
Hariç.
zulim(zulime): Zulme uğayan kişi.
men: O kişi (zulme uğramıştır).

ve kanallâhu semîan alîmâ(alîmen):
Allah işitir ve bilir.


“Buradaki kötü sözü açıklar mısınız?” diyor.

Zulme uğrayan bir kişinin küfür ettiğini düşünün. Bu başka birine hakaret sözlerinin, ister küfür olsun ister başka bir tarzda hakaret olsun; Allah bunları sevmez. Öyleyse Allahû Tealâ’nın sevmediği bir dizayn var; kötü sözün açıkça söylenmesi.

Ama birisi başka birisine öyle bir kötülükte bulunmuştur ki kişi o anda, o zulme uğradığı zaman kendini tutamamış ve küfretmiştir. Kötü bir sözle mukabele etmiştir. O zaman Allahû Tealâ bunu, o andaki kişinin haliyeti ruhiyetine veriyor ve o andaki düşünce sistemi kişinin kendine hâkim olamamak, onun yaptığı işlemin kötülüğünü Allahû Tealâ’ya sildiriyor. O duruma ait insanın ani bir şekilde bir başkasının hakaretine, düşmanlığına, saldırısına muhatap olması halinde, başına üzücü bir olay gelmesi halinde burada bir faktör var. Allah razı olsun.

Böyle bir dizaynda bir kişi, böyle yüksek sesle bir kötü söz söylerse o zaman Allahû Tealâ normal standartlarda bunun bir günah olduğunu ifade ediyor. Ama o andaki durum hariç, böyle bir küçükcük imkân vermiş zulme uğrayanlara.

İkinci suali:

SORU: “Fecr Suresinin 2., 3., 4,. 5. âyetlerini açıklar mısınız?” diyor.

CEVAP: “ve leyâlin aşrın, veş şef’ı vel vetri, vel leyli izâ yesr(yesri), hel fî zâlike kasemun li zî hicr(hicrin): On geceye, çifte ve teke akıp gittiği zaman geceye bunlarda akıl sahibi olan için bir yemin var, değil mi?”

 Fecr Suresinin 2., 3., 4., 5. âyetleri, şimdi burada evvela Allahû Tealâ, evvela 2’yle değil; 1’le başlıyor. 1. âyetinde diyor ki:

89/FECR-1: Vel fecri.

Fecr vaktine andolsun.



vel fecri: Fecre (tan yerinin ağırmasına) and olsun (yemin olsun).

Sonra diyor ki:

89/FECR-2: Ve leyâlin aşrın.

Ve on geceye.


“ve leyâlin aşrın:
On geceye.

Burada Zilhicce ayının ilk on gecesi kast ediliyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in özel önem verdiği on gece, Zilhicce’in ayının ilk on gecesi. Ay takvimini gösteren takvimler de o geceyi alır, o gecelerde çok ibadet edin, önemli on gece.

89/FECR-3: Veş şef’ı vel vetri.

Ve çift olana ve tek olana.


“veş şef’ı vel vetri:
Çifte de teke de and olsun.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynına bakın: Allahû Tealâ diyor ki:

51/ZÂRİYÂT-49: Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.



“Biz, her şeyi zıddıyla kaim kılarak çift yarattık.”

Öyleyse her şey zıddıyla kaim kılınarak dengeye getirilmiş, çift yaratılmış. Öyleyse Allah’ın yaratma sistemine bakın. Zahirî âlemi yaratmış, onun zıddı olan berzah âlemini de yaratmış. Cinlerin yaşamakta olduğu gayb âlemini yaratmış, onun zıddı olarak onların berzah âlemini yaratmış. Emr âlemini yaratmış; 7 kat göklerden oluşan ve 7 kat yerlerden oluşan, onun karşıtı olan zülmanî âlemi yaratmış. Bir insan vücudu şeklinde yaratmış ama altı âlemi de iç içe oturtmuş. Öyleyse her şey çift yaratılmış. Her çift ise teklerden oluşmuş. Ve her çift iki tane teki oluşturur. Bir sağ bir sol ayakkabı, bir çift ayakkabıyı teşkil eder ama tek başına sol ayakkabı tektir, tek başına sağ ayakkabı gene tektir. Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynında, “Her şeyin çiftine de tekine de yemin olsun.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse bir yaprağı alırsınız, dersiniz ki: “Bu bir tekli yapraktır.” Hayır çifttir. Eğer Kirlian metodunu uygulayabilirseniz fotoğraf çekerken o yaparağa; çekersiniz, önce kırmızı bir yaprak görürsünüz. Dersiniz ki: “Bu yeşil yaprak da yaprak, benim gördüğüm bu Kirlian metoduyla çekilen bu fotoğrafta gördüğüm yaprak da yaprak ama ikisi de bir tane.” Öyle diyorsunuz değil mi? Şimdi yaprağın ucunu kesin bakalım, kestiniz. Dileyim, iki üç santimlik bir yeri kestiniz, attınız. Ne oldu? Yaprağın o kadarı eksildi. Şimdi Kirlian fotoğraf metoduyla tekrar çekin, gene kırmızı bir yaprak göreceksiniz ama hayret edeceksiniz ki yaprak bir bütün. “Olamaz.” diyeceksiniz. Biraz daha kırpacaksınız, iki santim daha. On santim uzunluktaki bir yapraktan bir santimi kestiniz, iki santim daha kestiniz, tekrar Kirlian metoduyla çektiğiniz fotoğrafı yaprak gene bütün. Yeşil yaprak kırmızı olmuş. Hadi farklı görüş normaldir. Ama o zaman yaprak bütün çıkıyor. Ne zaman ki yaprağın yarısından daha fazlasını makaslarsanız, o zaman yaprak bütün çıkmaz. İşte yaprağın fizik standarlardaki kesintisi çok bir şey ifade etmiyor. O kesintiye rağmen yaprağın uzantısı var.

Öyleyse yaprak, sadece bu gözlerle gördüğümüz, bu zahirî âleme ait olan bir yönüyle bir yaprak değil, içinde onun karşıtını da taşıyor. İşte Allahû Tealâ burada: “Her şeyin çiftine de tekine de.” diyor, “yemin olsun.” Ben size bunu söylemeden evvel, bir yaprağın aslında iki tane yapraktan oluştuğunu hiç düşünmemiştiniz öyle değil mi? Her şey böyledir, her şey çift yaratılmış durumda.

Sizin bir ruhunuz var, bir nefsiniz var, bir fizik vücudunuz var. Fizik vücudunuz, zahirî âlemin bir parçası. Nefsiniz, onun karşıtı olan gayb âleminin bir parçası. Ama ruhunuz, emr âleminin bir parçası. Ve üç âlemin de zıtları var. İki zıt bir araya gelmiş sizde; nefsiniz ruhunuz bir bütün oluşturmuş. Üçüncüsü zülmanî âlemin temsilcisi ve âlemin karşıtı ta 7 kat aşağıya kadar ulaşıyor. Öyleyse dizayn, Allahû Tealâ’nın dizaynı yaratma sistemini dilediği gibi yaratır. Nasıl Allahû Tealâ ruhları yaratmışsa onun zıddı olan şeytanlar da var; zülmanî âlemin varlıkları. Öyleyse her şeyin çift dizayn edildiği bir ortamda yaşıyoruz. Ama her çift birer tekten oluşur. Allah razı olsun.

Ve 4. âyet:

89/FECR-4: Vel leyli izâ yesr(yesri).

Ve geçip gideceği zaman geceye (andolsun).



vel leyli izâ yesri: Geçip geçerken geceye.

Gece başlar, sabaha kadar devam eder. Bu gece boyunca aydınlığın zıddı olan bir hüviyet gerçekleşir. Aydınlığın yerine karanlık hâkim olur. Ve büyülerin, zülmanî ilimlerin daha çok tesir altına alabildiği bir zaman parçasıdır gece. Özellikle gecenin 12’den sonraki şafaktan yarım saat evveline kadar olan devre zülmanîlerin sevdiği zaman parçasıdır.

Allahû Tealâ diyor ki 5. âyet-i kerimesinde:

89/FECR-5: Hel fî zâlike kasemun li zî hicr(hicrin).

Bunlarda akıl sahipleri için bir kasem yok mu?

 
hel fî zâlike kasemun li zî hicr: Şüpesiz bu (bu geçen 4 tane âyette), akıl sahibi bir kimse için gerçek bir yemin var değil mi?”

Akıl sahibi kişi herbirini ayrı ayrı düşünendir. Her gece gündüzü davet eder, her gündüz geceyi davet eder. Allahû Tealâ diyor ki: “Biz geceyi gündüzle örteriz, gündüzü de geceyle örteriz.” diyor.

13/RA'D-3: Ve huvellezî meddel arda ve ceale fîhâ ravâsiye ve enhârâ(enhâren), ve min kullis semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşil leylen nehâr(nehâre), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Yeryüzünü uzatıp, yayan O'dur. Orada dağlar ve nehirler kıldı (yarattı, oluşturdu). Orada bütün ürünlerden ikili çiftler (zıt cinsli eşler) yarattı (oluşturdu). Geceyi, gündüze örter. Muhakkak ki; bunda tefekkür eden kavim için elbette âyetler (deliller) vardır.



Her birinin Allahû Tealâ’nın katında bir dizaynı var. Allahû Tealâ bu âyetlerle bunları anlatıyor. Ama Allahû Tealâ’nın bu safhi ifadelerimizle O’nun söylemek istediği arasında mutlaka çok derin mânâ farklılıkları var. O Allah, neyi nasıl söylemek istiyorsa öyle söyler. O’na yakın olanlar bilmek istediklerini daha derin anlamlarda sorarlar. O da adım adım açıklamalarda bulunur. Kalın çizgilerle bu âyetlerdeki açıklanmak istenen husus bunlar. Allah razı olsun.

SORU: “Târık Suresi 15., 16. ve 17.  âyetlerini açıklar mısınız?” diyor kardeşimiz.

CEVAP: Târık-15, 16, 17:

86/TÂRIK-15: İnnehum yekîdûne keydâ(keyden).

Muhakkak ki onlar, hile yaparak tuzak kuruyorlar.

86/TÂRIK-16: Ve ekîdu keydâ(keyden).

Ve Ben de hile yaparak tuzak kurarım.

86/TÂRIK-17: Fe mehhilil kâfirîne emhilhum ruveydâ(ruveyden).

Artık kâfirlere mühlet ver, onlara biraz süre tanı.


“Muhakkak ki onlar, hileli bir düzen planlayıp kuruyorlar. Ben de bir düzen kurup hazırlıyorum. Sen kâfirlere bir mühlet ver. Az bir süre tanı.”

Allahû Tealâ burada: “Kâfirler planlar yapıyor.” diyor, “Senin için de. Sana bir zarar vermeyi düşünüyorlar ama” diyor, “Biz de onlar için hile yapıyoruz.”

Ve bir başka ifadeyle Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Onların yaptıkları bu hileli düzenler sana tesir etmez.” diyor. “Onlar Bize hile yaparlar, Biz de onlara hile yaparız.” diyor. “Ve Allahû Tealâ’nın mekri her zaman onların mekrinden üstündür.” diyor Allahû Tealâ. “Onlara az bir süre tanı.” Yani: “Siz, bize bir zarar vermeye uğraşıyorsunuz ama Allahû Tealâ’nın bizimle beraber olduğunu unutmayın. Allahû Tealâ size bir süre için mühlet verdi. Bu zamanın sonunda hileleriniz size geri dönecektir.” tarzında bir açıklama anlamı çıkıyor. Allah razı olsun.

Almanya’dan Heilbronn’dan E. Himer kardeşimiz diyor ki:  

SORU: “Yeni duyduğum bir fıkrayı anlatayım.” diyor. “Konu hac. ‘Ne zaman hacca gideceksin?’ diye sormuşlar adama.” diyor. “Adam başlamış anlatmaya: ‘Büyük oğlan askerliğini bitirince, küçük oğlan okulu bitirince, büyük kız doğum yaptıktan sonra, küçük kız evlendikten sonra.’ saymaya başlamış. Ve uzun zaman sürelerini kaplayan bir olay.”

CEVAP: Böyle bir dizaynda bir insanın hedefe ulaşması, birtakım şartlara bağımlı olduğu sürece, hele şartlar bir tane değilse arka arkaya geliyorsa, kişinin hedefe hiçbir zaman gidememesine sebebiyet verir.  

Ve kardeşimiz buradan şuna ulaşıyor: “İslâm’ı yaşamanın yaşı ve zamanı olamayacağını anlatır mısınız?” diyor.

Sevgili öğrenciler, “Hele şu iş de bitsin, ben ondan sonra bunu inşaallah gerçekleştiririm.” Hep bana eski bir tarihi hatırlatıyor; bu kardeşimiz hep aynı şeyi söylemişti, yıllar evvel, 15-20 yıl evvel. “Ben önce tasavvufu öğrenirim, sonra yaşarım.” Ama ne öğrenebildi ne de yaşayabildi.

Sevgili kardeşlerim, tasavvuf, kitaplardan öğrenilmez. İslâm bir ilimdir. Hem cehrî ilimdir hem batınî ilimdir. Hem zahirî ilimdir hem batınî ilimdir. Yani hem açık ilimdir hem de gizli ilimdir. Öyleyse kitaplardan öğrenemezsiniz, yaşarsınız. Eğer o kardeşimiz de yaşayabilseydi, bugün çok mutlu insanlardan birisi olacaktı, ama olmadı, yaşayamadı. Böyle söyleyen birçok insanı hatırlıyorum. Hep öldüler. Güzellikleri şu dünyada hiç yaşayamadan, “Hele şunu da yapayım ondan sonra gerekeni yaparım. Hele bunu da yapayım ondan sonra gerekeni yaparım.” diye kendilerini avutan zavallı birçok insan, birer birer öldü. Ve mutluluğu hiç yaşamayadan öldüler.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah son olarak son peygamberine Kur’ân-ı Kerim’i yazdırmış, indirmiş; mutluluk reçetesi, saadet reçetesi, saadet davetiyesi, saadet garantisi. Kur’ân-ı yaşamak, tasavvufu yaşamaktır. Kur’ân-ı yaşamak, İslâm’ı yaşamaktır. Ve Kur’ân’ı yaşamak bunların ikisinin de eşiti olan mutluluğu yaşamaktır. Tasavvuf eşittir İslâm, o da eşittir mutluluk. “Ben öğrenirim, ondan sonra yaşarım.” derseniz hava alırsınız. 20 sene geçer aradan hâlâ yaşayamazsınız. Allahû Tealâ sizin için de mutluluğu önermiş. Kim tasavvufu yaşarsa o kişi mutluluğu yaşar.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın, sadece bir tek şey dileyeceksiniz: Allah’a ulaşmak, bitti.  Böyle bir dileği yerli yerine oturttuğunuz gün yani dilediğiniz gün Allah’ın cennetini bir defa mutlaka elde edersiniz. Böyle bir dileği dilemeniz, Allah’a ulaşmayı dilemeniz sadece bununla kalmaz, cennet saadetini elde etmenizle kalmaz; Allahû Tealâ size birçok ihsanda bulunacaktır. 10 tane ihsan. Bu 10 tane ihsanla mürşidinize ulaşacaksınız. Tâbî olduğunuz gün, 10 tane de ni’met alacaksınız. 2. kat cennetin sahibi olacaksınız. Nefs tezkiyesine başlayacaksınız, ruhunuz Allah’a doğru yola çıkacak. Fizik vücudunuz şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlayacak. Önce ruhunuzu, sonra fizik vücudunuzu, sonra nefsinizi, en sonra da iradenizi Allah’a teslim edeceksiniz. Her safha daha büyük bir mutluluğa sizi mutlaka ulaştıracak. Saadeti yaşacaksınız; Allah’ın sizin için de mutlaka yaşanması gereken mutluluğunu. Herkesin mutlu olmasını istiyor. Onun için mukaddes kitaplar indirmiş. Onun için dîn var.

Dîn; bir saadet davetiyesidir, bir saadet reçetesidir ve bir saadet garantisidir. Allahû Tealâ hepinizin mutluluğunu garanti ediyor. Eğer siz derseniz ki: “Ben önce öğrenirim, sonra yaşarım.” Ömrünüzün sizi o günlere ulaştırabileceğinden emin misiniz? 5 dakika sonranızı hanginiz garanti edebilir? O, Allah’ın elinde.

Öyleyse bizim tavsiyemi odur ki tasavvufu, Allah’ın dînini, kâinattaki yegâne dînini, teslim dînini yaşamaya başlayın. Mutlu olmanızın kökeninde bu var. Allah razı olsun.

İkinci suali kardeşimizin:

SORU: “Can dostu, gönül dostu nasıl olunur? Bu durumda ruh ve nefs nasıldır?” diyor.

CEVAP: Can dostu olmak, gönül dostu olmak insanlar arasında bir vetire olduğu gibi, insanla Allah aradında da bir vetiredir. Gönül dostu olmak, Allah ile yakîn olmayı gönülden arzulayanların kalp beraberliği. Bir gün kalbinizdeki gözle bu âlemin ötesini göreceksiniz. Bir gün kalbinizdeki kulakla Allah’ın size seslendiğini işiteceksiniz. Fiziğin ötesini yaşamaya başlayacaksınız. Fiziğin ötesi Allah ile can dostu olduğunuz, gönül dostu olduğunuz bir dizaynı içerir. Allah’a ulaşmayı dileyen bir insan, Allah ile gönül dostu olmak için, can dostu olmak için harekete geçmiştir. Kalp gözü açıldığı zaman, kalp kulağı açıldığı zaman can dostluğu şekillenir. Artık kişi Rabbini işitmeye başlar. Rabbinin gösterdiklerini görmeye başlar. Ama birgün öyle bir noktaya ulaşacaksınız ki; o zaman gerçek can dostu, gönül dostu olacaksınız. Rabbinizi de göreceksiniz. Ne zaman salâhın 5. mertebesine ulaşırsanız, bihakkın takvanın sahibi olursanız, o gün Rabbinizi göreceksiniz. Yetmez, size cezbe verdiği zaman Kendini gösterecek, O’nda ne olduğunu göreceksiniz. Sizi cezbe sahibi kılarken, sizin vücudunuzu şiddetle titretirken O’nda ne olduğunu göreceksiniz.

Cezbe, başlı başına Allah’ın varlığını kişiye tahikikî olarak ispat eden bir olgudur. Sizin dışınızdaki bir kuvvetin sizi nasıl fena halde sarstığını yaşarsınız. Ve büyük bir zevki yaşamış olursunuz. Rabbinden emin olanların o statüsüne girersiniz. Artık siz gaybî îmânı aşmışsınızdır, tahkikî îmânın sahibisiniz. Cezbe kalp gözünden, kalp kulağından evvel gelen bir işarettir. Arkası Allahû Tealâ bir gün kalp kulağınızı açacak, Allah’ı işitmeye başlayacaksınız. Büyük mutluluk duyacaksınız. Sonra da gösterdiklerini görmeye başlayacaksınız, kalp gözünüz açılacak. En güzel renkli filmlerden daha güzel renklerle size dilediği şeyleri gösterir.

Sevgili kardeşlerim, her şey öylesine güzel ki! O’na ve O’nun sizin için yaptıklarına sadece hayran olacaksınız zamanın birisinde. Önce Allah’tan hoşlanacaksınız, sonra O’nu seveceksiniz, sonra Allah’a âşık olacaksınız. Sonra da son noktaya ulaşacaksınız; O’na hayran olacaksınız. Kendinizin bir hiç olduğunu, bir sıfır olduğunu o zaman idrak edeceksiniz. O’nun sizin sahibiniz olduğunu idrak edeceksiniz. O’na köle olmaya can atacaksınız, O’nun emrinden çıkmayan bir köle olacaksınız. Ve asıl hürriyetin kölelikte olduğunu yaşayacaksınız. Bütün kâinat dilim dilim açılacak, göreceksiniz, oralarda olacaksınız. İnsan olmanın o büyük şerefini yaşayacaksınız. Öyleyse can dostu, gönül dostu olacaksınız Allah ile. Can dostu, gönül dostu olacaksınız insanlarla.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, hepinizin Allah’ın can dostu ve gönül dostu olmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada bitiriyoruz. Allah hepinizden razı olsun. Hepinizi zülcenahayn kılsın. Bu dualarla suallerimizin sonuna ulaştık.

Allah razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R