}
Basamaklar (2.Yedi Basamak) 08.12.2001
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 103037


SOHBETİN ADI: İKİNCİ 7 BASAMAK
TARİHİ: 08.12.2001

Allah razı olsun B. Biz de hepinizin gözlerinden öperiz.


Esselâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berakâtuhu.

 

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.


Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allahû Tealâ bizleri bir zikir sohbetinde bir araya getirdi. 28 basamaktan ikinci 7 basamak; konumuz bu sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler.

İkinci 7 basamağın özetine baktığımız zaman bir evvelki 7 basamağın bir devamı olduğunu görüyoruz.

*1. basamakta; Allah kalbimize ulaşır.
*2. basamakta; kalbimizin nur kapısını Allah’a çevirir. Şeytana dönük konumda olan nur kapısını Allah’a çevirir.
*3. basamakta; Allah göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açar.
*4. basamakta; zikir yapmaya başlarız ve nefsimizin kalbine rahmet nurları sızmaya başlar.
*5. basamakta; huşû sahibi oluruz. Nefsimizin kalbindeki nurlar, sızan rahmet nurları %2’ye ulaşır. Böylece huşû sahibi oluruz.
*6. basamakta; Allah ulaşmamız lâzım gelen mürşidi gösterir. Mutlaka bulunduğumuz yere yakın bir yerde, ulaşabileceğimiz bir yerde Allah’ın bir mürşidi mutlaka vardır. Allahû Tealâ onu gösterir.
*Ve 7. basamakta mürşidimize ulaşırız; önünde diz çöküp tövbe ederiz ve tâbiiyetimizi gerçekleştiririz. Böylece 1. ve 2. basamaktaki ihsanlar 10 ihsana, 1. 7 basamakta ve 2. 7 basamaktaki ihsanlar 10 ihsana ulaşır. 10 ihsanla tâbiiyetimiz gerçekleşince Allah’tan 10 tane de ni’met alırız.

İşte bu ni’metlerden bir tanesi, ruhumuzun Allah’a doğru yola çıkmasıdır; hidayete başlamasıdır. Fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan (kurtulup) kurtulmaya, Allah’a kul olmaya başlamasıdır, fizik vücudumuzun hidayeti. Nefsimizin nefs tezkiyesine, nefsimizin de nefs tezkiyesi yoluyla temizlenmesi söz konusudur ve böylece 3 hidayete birden adım atarız. 3 ayrı hidayet birden böylece başlar.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, sizlerle bir aradayız, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz. 28 basamağın 7 tane basamaktan oluşan 2. kesimi; 8. basamaktan 14. basamağa kadar olan 7 basamaklık kesim şimdiki konumuz. Ne olmuştu? Olayları yaşamıştık 1. basamakta başlangıçta. Bu ikinci 7. basamaktan evvel birinci 7 basamağın birincisinde olayları yaşamıştık. İkincisinde olayları değerlendirmiştik.
Üçüncüsünde, bu değerlendirme sırasında ya kişinin Allahû Tealâ tarafından seçilmemesi söz konusu; o zaman bu iki basamakta olanların gideceği yer cehennem. Ama kişi seçilmişse o kişi 3. basamağa ulaşıp ulaşmayacağına göre ya cennete gider ya da cehenneme gider. Eğer 3. basamağa ulaşmışsa o kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen, bir Allahû Tealâ tarafından seçilmiş kişidir ve Allah’a ulaşmayı dilediği anda mutlaka Allah’ın cennetine ehil olur. Burası 3. basamak. Allah’a ulaşmayı dilediğimiz an Allah kalbimizdeki bu talebi işitir, bilir ve görür.
4. basamaktayız ve Rahîm esmasıyla tecelliye başlar.

4. basamakta; Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisi söz konusudur.

 

Bu tecelli;
5. basamakta; gözlerimizdeki hicab-ı mestureyi alır.
6. basamakta; kulaklarımızdaki vakrayı alır.
7. basamakta; kalbimizdeki ekinneti alır ve yerine ihbatı yerleştirir. Allah’ın Rahîm esmasıyla tecellisi, 5. 6. ve 7. basamakta işlemlere sebebiyet getirir. 5. basamakta gözlerimizdeki hicab-ı mesture alınır. İrşad makamına sadece bakmayız; onun irşad makamına lâyık olduğunu, o makamın sahibi olduğunu her olayla bir defa daha, bir defa daha, bir defa daha anlarız. Sonra irşad makamının söylediklerinin mânâsına varmaya başlarız, kulağımızdaki vakra alındığı zaman; 6. basamakta. Ve 7. basamakta Allah kalbimizdeki ekinneti alınca, irşad makamının söylediklerini ve Kur’ân-ı Kerim âyetlerini idrak etmeye başlarız. Yani kendimize mâl ederiz. İşitme, mânâya varma kulaktaki bir olgudur ama idrak kalpteki bir olgudur. İdrak eden kalptir. 

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu muhtevada Allahû Tealâ’nın söylediklerine dikkatle bakın! Yüce Rabbimiz 7. basamakta kişinin kalbindeki ekinneti alıp ihbat koyuyor ki; o kişi anladığı şeyleri kalbine indirdiği zaman kalbiyle de derin anlayışa, kendine mâl etmeye ulaşsın. Kim bir fikri kendisine mâl ederse o kişi onu idrak etmiştir. Onun mamelekinden olmuştur o fikir artık. Başka birisi ona karşı bir şey söylediği zaman, müdafaa etmek ihtiyacı duyar kişi. İşte bu demektir ki o kişi onu idrak etmiştir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, böylece 7 basamak bitmiştir. İlk 7 basamak sona ermiştir. Şimdi Vel Asr Suresine beraberce bakalım: Vel Asr Suresi 28 basamaklık bir dizinin 28’ini de ihtiva eder. Ve birinci 7 basamak Vel Asr Suresinde şöyle anlatılıyor:

103/ASR-1: Vel asri.

Asra yemin olsun.



vel asri: Asra yemin olsun (zamana yemin olsun).”

103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).

Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.


innel insâne le fî husr(husrin): İnsanlar muhakkak ki hüsrandadırlar.”

103/ASR-3: İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabrı.

Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.



“illâllezîne âmenû: Ama âmenû olanlar hariç.”

Bu âmenû olma olayı 3. basamakta başlar, 7. basamakta tamamlanır. Kişi idrak eder hüviyete geldiği zaman âmenû olmuştur ve ilk 7 basamak tamamlanmıştır.

İkinci 7 basamak için Allahû Tealâ; “ve amilûs sâlihâti.” diyor, “Ve nefsi ıslah edici amel işleyenler.”

“ellezîne…”

“Onlar ki âmenû olmuşlardır ve amilüssalihat işlemeye başlamışlardır.”

amilüssalihat: Nefsi ıslah edici ameller demek.

7. basamakta âmenû olan kişi, aslında daha 3. basamakta âmenû olmuştur; Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Birkaç dakika içinde 7. basamağa otomatik olarak ulaşmıştır; iç dünyasında bu değişiklikler olarak, manevî alanda Allahû Tealâ onda bu değişiklikleri yaparak. Sonra mı ne oluyor? Sonra ikinci 7 basamak başlıyor ve kişi bu 7 basamağın, ikinci 7 basamağın sonunda nefs tezkiyesine başlıyor.

İşte ikinci 7 basamağın birincisi: Allah kalbimize ulaşıyor. Tegâbun Suresi 11. âyet-i kerime:

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh, vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).

Allah’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.



ve men yu'min billâhi...”

 

Kim Allah’a âmenû olursa Allah, onun kalbine hidayet koyar (kalbine ulaşır).”

ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh.” diyor Allahû Tealâ.

Onun kalbine hem ulaşırım anlamına geliyor; “yehdi: Ben ulaşırım.” Veya “yehdi: Ben hidayeti koyarım, hidayet oluştururum orada.”

 

 Böylece Allahû Tealâ’nın o kalbe ulaşıp oraya, orada hidayeti oluşturması söz konusu.

Peki, Allahû Tealâ kalbe ulaşınca kalpte ne yapar? Çok önemli bir işlem gerçekleştirir. Kalbin nur kapısını şeytana dönük konumdan Allah’a dönük konuma getirir. Hepinizin nefsinizin kalbinde bir nur kapısı var. Bu kapı Allah’a dönük değil. Bu kapı şeytana dönük. Şeytan karanlıklarını topraktan, ayaklarınızın içinden kalbinize ulaştırır; kalbinizin alt tarafında bulunan, nefsinizin kalbinin alt tarafında bulunan zülmanî kapıdan, karanlıklar kapısından, şeytanın kapısından ve karanlıklar nefsinizin kalbini %100 doldurur. Bu kapının üzerinde mühür filan yoktur ama Allah’ın kapısı mühürlüdür. Başlangıç noktasında şeytanın her kapısı insanlara açıktır, Allah’ın her kapısı kapalıdır.

İnsanların gözleri hicab-ı mestureyle örtülü. İnsanların kulakları vakra ile kapalı. İnsanların kalpleri ekinnete sahip, idraki önleyen bir müessese. Sonra? Sonra kalbin nur kapısı şeytana dönük. Üstelik kalp mühürlü. Kalbin de içinde daha bunlara ilâveten küfür yazıyor.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah kalbinize hidayet koyana kadar, Allah kalbinize ulaşıp da kalbinize hidayeti vasıl ettiği zaman bu hidayet, nefsinizin kalbinin nur  kapısını Allah’a çevirir. İşte Allahû Tealâ bu kalbinizin Allah’a çevrilmesi olayına Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesinde temas ediyor, diyor ki: 

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.

Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).



“Onlar ki gaybda Rahmân’a huşû duyarlar. Onların kalpleri Allah’a çevrilir.” diyor Allahû Tealâ. 

İşte gaybda Rahmân’a huşû duyan insanlar bu seviyede huşû duyarlar. Yani 8. basamakta Allah, hidayetini ulaştırır o kişinin kalbine ve kişi bu noktadan sonra huşû duyar. Ve bu huşû sebebiyle de Allah, onun kalbini Allah’a döndürür. Artık o kişi kalbi, kalbinin nur kapısı şeytana değil; Allah’a dönük bir insandır. Yani bundan sonra art arda Allah’ın değiştirmeleri geliyor. Bütün negatifler pozitife çevrilecek adım adım. Önce gözlerdeki hicab-ı mesture, sonra kulaklardaki vakra, sonra kalpteki ekinnet, sonra kalbe Allah’ın hidayet koyması. Bu, hidayetin Rabbanî kapıyı şeytana dönük iken Allah’a döndürmesi.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, görüyorsunuz ki Allah’ın bütün kapıları kapalı. Birer birer Allahû Tealâ açıyor, sizin iradeniz hangi ölçüde meselelere giriyorsa oraya kadar. Hangi ölçüde istekliyse oraya kadar. Öyleyse böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın kalbimizin nur kapısını Allah’a çevirdiği noktada ikinci 7 basamağın, ikincisindesiniz. Birincisi 8. basamaktı, ikincisi 9. basamak; kalbinizin nur kapısı Allah’a döndürüldü. Bu noktada zikir yapsanız ne olur? “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah,” diye zikir yapıyorsunuz. Kim zikir yaparsa Allah’ın katından mutlaka rahmet ve fazl isimli 2 tane nur, o kişinin göğsüne ulaşır. Ve bu nurlar bir yol ararlar kendilerine, kalbe girmek için gelirler ama yol yoksa o zaman Allah’ın katına geri dönerler. İşte bu 9. basamak da dâhil, buraya kadar bütün basamaklarda kişi zikir yapsa da Allah’tan gelen rahmet ve fazl o kişinin kalbine ulaşamaz. Göğsüne kadar gelir, kalbe yol olmadığı için tekrar Allah’a geri döner. Kişinin iç dünyasında hiçbir değişiklik yapamaz.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, peki, bundan sonra ne olur? Bundan sonra Allahû Tealâ o kişinin kalbine Allah’ın nurlarının girebilmesi için kişinin göğsünden kalbine nur yolu açar. En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.



“Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse onların göğsünü şerh eder ve İslâm’a (Allah’a teslim olmaya) açar.”

 

Arapçası: “fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi).”

Öyleyse Allah’ın göğüslerini teslime açtığı insanlar var. Allah ne yapıyor? O kişinin göğsünü şerh ediyor (yarıyor, açıyor) Allah’a teslim olması için. O kişinin Allah’a teslim olması için onun göğsünü yarıyor. Kişi başka türlü İslâm olabilir mi, Allah’a teslim olabilir mi? Olamaz. Mutlaka o kişinin kalbine bir nur yolunun ulaşması ve kişinin nefsinin kalbine Allah’ın fazıllarının girip kalbi işgal etmeleri lâzım ki, o kişi mü’min olabilsin ve İslâm olabilsin. Mü’min olmak, 14. basamaktaki olaydır. İslâm olmak, 27. basamaktaki olaydır. Hatta 28. basamaktaki olaydır. Basamakların sonundaki olaydır. Öyleyse Allahû Tealâ o kişinin göğsünü şerh ediyor ve İslâm’a açıyor. Açtı yani göğsünden kalbine nur yolunu açtı. Neden nur yolu diyoruz? Şunun için diyoruz: Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

39/ZUMER-22: E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).

Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.



“Sadece Allah’ın göğüslerini şerh ettiği ve İslâm’a açtığı (teslime açtığı) kişilerin kalbine Allah’ın nuru ulaşabilir.”

Öyleyse Allah’ın nuru sadece Allah’ın göğüslerini teslime açtığı kişilerin kalbine ulaşıyor. Öyleyse Allah, o kişinin göğsünden kalbine bir yol açıyor; Allah’ın nurları o yolu takip etsinler de nefsin kalbine ulaşsınlar, kalpten içeri girsinler diye. 10. basamakta yani ikinci 7 basamağın üçüncüsünde o kişinin göğsünden kalbine Allahû Tealâ nur yolunu açıyor. En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesi ilginç bir açıklama getiriyor: “Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse (kimin ruhunu Allah Kendi Zat’ına ulaştırmayı dilerse) onun göğsünü şerh eder (yarar) ve İslâm’a (teslimlere) açar (kimi hidayete erdirmeyi dilerse).”

Öyleyse Allahû Tealâ’nın burada bir olgusu var, kişinin kalbine bir nur yolu açıyor Allahû Tealâ; o kişiyi İslâm yapmak üzere ve Allah’a ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini teslim etmek üzere. Peki, sonra ne olur? 10. basamakta Allah bu yolu açar. Bundan sonra o kişinin biraz zikretmesi gerekir ki; o kişinin kalbinde huşû oluşsun. 11. basamakta kişi zikir yapmaya başlar ve nefsinin kalbinde rahmet birikimi başlayacağını zanneder, rahmetle fazlın kalbine gireceğini zanneder. Ama rahmetle fazl nurları kalbe ulaştıkları zaman görürler ki o kalp mühürlü.

Bütün kalpler başlangıçta mühürlüdür. Bu mühürlü kalpler sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, mühürlü oldukları cihetle o kalbin içine Allah’ın nurları giremez. Mühür hâlâ yerinde duruyor. Öbür taraftan da rahmetin bir başlangıç olarak o kişinin kalbine mutlaka girmesi lâzım. İşte bunun için kişi zikir yapar, Allah’tan gelen rahmetle fazl partikülleri göğsüne gelir, göğüsten Allah’ın açtığı yolu takip ederek kalbe ulaşır. Ne yazık ki bakar ki kalbin kapısı mühürlü. Ve ne rahmet ne de fazl kalpten içeriye giremez ama sızar. Fazl sızamaz da ama rahmet partikülleri kalpten içeriye sızar. Rahmet partikülleri kalpten içeriye sızar. Bu sızma engelli bir sızmadır. Evet, kalbin mührü kapalıdır. Hiç girmemesi lâzım. Zaten giremiyor rahmet partikülleri de fazl partikülleri de. Rahmet nurları da fazl nurları da giremiyor. Fazıllar sızamazlar da ama rahmet partükülleri kalbe sızabilir. Rahmet nurları kalbe sızabilir. İşte bu sızma sebebiyle o kişinin nefsinin kalbinde %1, derken %2 nur birikimi gerçekleşir. Bu aşamada yani 11. basamakta yani ikinci 7 basamağın dördüncüsünde kişinin kalbine sadece bu kadar nur girebilir, en çok %2. Neden? Daha sonra gelen nurlar, fazıllar o kalbi %50’den fazla işgal edecekler. Daha sonra da %100 işgal edecekler. Böyle bir şey söz konusu olabilecekse neden burada olmuyor? Bu aşamada neden nefsin kalbi %2’den daha fazla nur kabul etmiyor, neden giremiyor nurlar oraya? Çünkü nefsin kalbinde küfür kelimesi yazılı.

Bu küfür kelimesi nefsin kalbindeki afetleri kendisine çeker. İşte bu afetlerin çekilmesi sebebiyle, îmân kelimesi tarafından afetlerin kapı dışarı atılıp da rahmetin orada yerleşmesi kolay değildir. Çünkü nurların kalpte yerleşebilmesi için kalpte îmân kelimesinin yazılı olması lâzım. Bu kalpte yazılı değil henüz. Allahû Tealâ kalpte îmânı yazmamış. Kişi henüz küfür kisvesi altında. Kalbinde küfür yazılı bütün insanların. Ve bu küfür karanlıkları, zulmeti, nefsin afetlerini yani kişinin hevasını orada tutuyor, çekiyor o afetleri kendisine. Ve nefsin kalbinin içinde afetlerin yuvalanmasına, afetlerin daha çoğalmasına, daha konsantre olmasına zemin hazırlıyor. Ney hazırlıyor bu zemini?  Kalpte doğuştan itibaren yazılı olan küfür kelimesi. Bütün insanlar kalplerinde küfür kelimesi yazılı olarak doğarlar. Herkes fıtrat olarak hanif fıtratıyla doğar. Ama bütün hanif fıtratıyla doğan insanların kalplerinde, hepsinde mutlaka küfür kelimesi yazılıdır. Ne zaman ki bir insan aklı başına gelir, nefs tezkiyesi yapar, nefsinin kalbi %50’den fazla afetlerden kurtulur, 21. basamakta. 27. basamakta ise afetlerden tamamen kurtulur. Öyleyse bu noktada 11. basamakta kişi zikir yapıyor. Allah’tan gelen rahmet partikülleri, rahmet nurları kişinin kalbinin mührünü aşıyor ve mührün kenarlarından içeriye sızıyor. Bu sızıntı %1 ve biraz daha fazla, %2 olabilir. Daha ötesi olmuyor. Nefsin kalbine rahmetin yerleşebileceği başka bir alan yok. Nefsin kalbinde Allah’ın nurlarının daha fazla yerleşmesi, o kalpte küfür yazıyorsa mümkün değildir. İşte bu nurlar kimin nefsinin kalbinde yerleşmişse %1, %2; o kişi huşû sahibi olur. Hadîd Suresinin 16. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).

Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.



“O kişinin kalbinde Allah’ın zikriyle ve bu zikrin Hakk’tan indirdiği nurla huşû oluşması zamanı daha gelmedi mi? Sakın siz de zikri unutup da kalbinde kasiyet bağlamış, kalpleri sertleşmiş ve kararmış olan kişiler gibi olmayın.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse demek ki nefsin kalbinde bir miktar nur birikimi söz konusu. İşte bu nur birikimi kimin kalbinde oluşuyorsa o kişinin kalbini evvelâ %1, arkasından bir daha %1 rahmet birikimi tesiri altında bulundurur. Ve rahmet birikimi o kişinin nefsinin kalbinde 2’nin ötesine geçmez. Sebebi kalpte yazılı olan küfür kelimesidir. Bu kelime en çok bu kadar esneklik gösterebilir. Çekim alanının ancak %2’sini rahmet partiküllerinin içeri sızmasına müsaade edecek kadar açık tutabilir. Ve %2 nur birikimi olduğu zaman artık nefsin kalbindeki karanlıkların daha çok dışarıya kaçması, o kalpte küfür kelimesi olduğu sürece mümkün değil.

Öyleyse kişi 12. basamakta huşû sahibi olur; nefsinin kalbinde %2 nur birikimi gerçekleştirdiği için. Huşû sahibi olan kişi kimdir? Gaybda Rahmân’a huşû duyanlardır. Huşû sahibi olan kişi kimdir? Allah’ın nurları nefsinin kalbinde yerleşen kişidir.

Allahû Tealâ bu yerleşmeyi Hadîd Suresinin 16. âyet-i kerimesinde söylüyor ve kişinin nasıl huşû sahibi olduğunu ifade ediyor. Ama Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde: “Sadece onların kalbine Allah’ın nurları girebilir.” diyor Allahû Tealâ. Kimler onlar? Huşû sahiplerinin. Öyleyse huşû sahibi olan kişinin kalbine Allah’ın nuru giriyor ve kişi huşû sahibi oluyor. Allahû Tealâ huşû sahiplerini Hadîd-16’da tarif ediyor. Bu tarzda bir tarif; nefslerinin kalbine Allah’ın nurları girenler ve orada yerleşenler. Huşû sahiplerini Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetlerinin bütününde bir defa daha gözden geçirelim. Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.



“vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).”

“Allah’tan sabırla ve hacet namazıyla istianeyi (sizi hidayete ulaştırmaya vesile olacak mürşidi) isteyin.” Allah’a ulaştırmaya vesile olacak kişi. “İsteyin.” diyor Allahû Tealâ. Ve “Allah’tan isteyin,” diyor, “sadece Allah’tan.”

Burada da Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ, Kendisine ulaşan nurların kalpten içeri girmesi konusunda, sadece rahmet için %2’lik bir dizayn ayarlamış, mürşide ulaşmadan evvelki kademede. Daha sonra durum ne? Daha sonra durum daha değişik.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.



Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde o kişi nefsinin kalbine daha çok nurları doldurmak durumunda. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi ise şekle bağlı.

İşte Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesi bu nurların tek tek gelirken, çift olarak gelmesi halinde neler olacağını söylüyor Zumer-23’de. Evvelâ Zumer-22’den başlamak lâzım. Ne diyordu Allahû Tealâ?

39/ZUMER-22: E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).

Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.



“O kişinin; sadece Allah’ın (kalbini) göğsünü şerh edip de kalbine yol açtığı kişilerin kalbine Allah’ın nuru ulaşabilir.” diyor Allahû Tealâ.

Önce kişinin kalbine Allah’ın nurlarının ulaşması söz konusu. Allah’ın nuru kişinin kalbine ulaşıyor.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allah’ın nuru kişinin kalbine ulaşıyor. Bu, kişiyi huşû sahibi yapar. Ama daha ötede de daha büyük bir huşû var. Hidayete doğru yaklaşan kişinin muhtevasında bu var. Allahû Tealâ buyuruyor Zumer-22’de: “Sadece Allah’ın göğüslerini şerh edip de teslime açtığı kişilerin kalbine Allah’ın nurları ulaşabilir.” diyen Allahû Tealâ Zumer-22’de, Zumer-23’te diyor ki:

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).

Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-rahmet ve salâvât-fazl), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.



“allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).”

 

Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Allah kitaba, Kur'ân-ı Kerim’e ve onun içindeki sözlere benzer şekilde müteşabih olarak, ikişer ikişer indirir ihdas ettiklerini.”

Bu Allah’ın ihdas ettikleri nurlar;  rahmetle fazl birinci ikiliyi ifade eder. Rahmetle salâvât, ikinci ikiliyi ifade eder. Ne yaparmış bunlar? Bunlar kişiyi huşû sahibi kılarmış. Sonra kişinin kalbi de derisi de Allah’ın zikriyle yumuşarmış ve karanlıklardan da kurtulurmuş.

Öyleyse bu inenlerin nur olduğu kesinlik kazanıyor âyet-i kerimenin içinde. Çünkü bir evvelki âyet; Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesi: Allah’ın nurlarının göğüslerini Allah’ın şerh ettiği kişilerin kalbine ulaştığı kesinleşiyor ve bunların ikişer ikişer ulaştığı, sonra kişiyi huşû sahibi kıldığı, sonra kişinin derileri ve tüyleri ve cildi ürpererek bu hedefe ulaştığı, kişinin huşû sahibi olduğu ve sonra da o kişinin kalbinin yumuşaması ve arınması söz konusu olduğu ifade ediliyor. Ve bunun da adına “hidayet” diyor Allahû Tealâ. Demek ki nefsin hidayeti, ruhun hidayeti, fizik vücudun hidayeti; üç ayrı hidayet.

 

Zumer-23’te Allahû Tealâ diyor ki: “İşte bu Allah’ın hidayetidir. Allah kullarından dilediğini hidayete erdirir. Kim de dalâletteyse (ben hidayete ermek istemiyorum diyorsa, böyle bir talebin sahibiyse) onlar dalâlette olacaklardır.” diyor Allahû Tealâ. “Onlar için bir hidayetçi yoktur, olmayacaktır.” diyor.

 

İşte Allah’ın o kişinin göğsünden kalbine bir nur yolu açması ve sonuç: O kişinin kalbinde Allah’ın nurlarının kalbine ulaşması.

Şimdi Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesi huşû için geçerli. Zumer Suresinin 23. âyet-i kerimesi çift nurlardan bahsediyor, daha ötede bir olguyu ifade ediyor.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bütün bunlar o kişinin 11. basamaktaki nefs temizliği için kişinin zikretmesinin sonunda, kalbine Allah’ın nurlarının; bir tek nurun ulaşması ve kişiyi huşû sahibi yapmasıyla noktalanıyor. Daha ilerde de daha üst seviyede huşûlar söz konusu. Çünkü bir, tek başına bir nur gelip sadece rahmet partiküllerinin kalpte %2 yerleşmesiyle kişiyi huşûya Allah’ın ulaştırdığını görüyoruz. Mürşide ulaşmadan evvelki huşûnun bir başka standardı, Bakara-46’da veriliyor.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.



“O huşû sahipleri ki,” diyor Allahû Tealâ, “Onlar yakîn hâsıl ederek inanırlar ki ruhlarını mutlaka Allah’ı ulaştıracaklardır ve mutlaka ölümden sonra ruhları tekrar Allah’a geri döndürülecektir (rücû ettirilecektir yani Allah’a tekrar ulaştırılacaktır).”

Öyleyse muhtevaya dikkatle bakın, bu muhteva içerisinde Allahû Tealâ’nın dizaynı kişiyi huşû sahibi yapıyor. Nasıl bir huşû sahibi? İnanç açısından huşû sahibi. Kesinlikle inanıyor ki; ruhu ölmeden evvel Allah’a mutlaka ulaşacaktır. Kendisi ulaştıracaktır, bu konuda gayret edecektir. Bunu mutlaka yapacaktır. Buna kesin şekilde inanıyor. Ölümden sonra da ruhu tekrar Allah’a ulaştırılacaktır. Yani bir tanesi kendi iradesiyle ulaşabileceği bir yer, ikincisi kendi iradesiyle değil.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, böyle bir konuda Allahû Tealâ’nın bütün güzelliğini yaşamak söz konusu. İşte kişi 12. basamakta huşûya ulaşıyor. Bu kişi gaybda Rahmân’a huşû duyan bir kişi, Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi gereğince. Bu kişi ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmaya mutlaka kararlı olan bir kişi, Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesi gereğince. Bu kişinin kalbinde nur birikimi başlamış, rahmet birikimi başlamış. Hadîd Suresinin 16. âyet-i kerimesi gereğince üç ayrı cepheden de kişi huşû sahibi.

İşte Allahû Tealâ Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesinde sadece huşû sahiplerine mürşidlerini göstereceğini söylüyor Allahû Tealâ. Diyor ki: “vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun.”

 


“Hacet namazıyla (namaz kılarak) Allah’tan mürşidinizi isteyin (istianeyi isteyin).”

vesteînû: İstianeyi isteyin.
bis sabri:
Sabırla.
ves salât(salâti):
Ve salâtla.

Hacet namazıyla ve sabırla Allah’tan istianeyi isteyin.”

“innehâ le kebîratun.”

“Muhakkak ki bu, (kebîratun) büyük bir iştir.”

Böyle bir talepte bulunan insan büyük bir işe girmiştir.

Sonra ne diyor Allahû Tealâ? “Ama huşû sahipleri için zor değildir.” diyor.

 

İşte kişi huşû sahibi oldu; Allah’tan istedi mürşidini. Allah ona mutlaka gösterir.

16/NAHL-9: Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câirun, ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).

Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.



“alâllâhi kasdus sebîli.” diyor Allahû Tealâ, “Sebîllerin tayini (tespiti) Allah’a aittir.”

İşte Allah böylece o kişiye mürşidini gösterir. Hangi çeşmeden su içeceğini kararlaştırır Allahû Tealâ ve kişiye hacet namazı kıldığında gösterir. Burası 13. basamaktır. Allah’ın huşû sahiplerine mürşidlerini göstermesi. Ve kişi böylece 10 tane ihsanla mürşidine ulaşır, önünde diz çöker, tövbe eder. Ne olur, diz çöküp tövbe ettiği zaman?

*Allahû Tealâ o kişinin başının üzerine devrin imamının ruhunu ulaştırır; 1. ni’meti Allah’ın.

*O kişinin kalbinin mührünü açar, 2. ni’meti.

*Kalbin içindeki küfür kelimesini dışarı alır, 3. ni’meti.
*Kalbin içine îmânı yazar; Allah’ın 4. ni’meti.

Mucâdele Suresi 22. âyet-i kerime:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?



Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesine göre kişinin başının üzerine devrin imanının ruhu geliyor.

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.



“Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından lâyık olanların üzerine (başlarının üzerine) emrinden ruh gönderir (devrin imamının ruhunu); o kişiye yevm’et telâkın (Allah’a ulaşmayı, Allah’a ulaşma gününün) geldiğini haber vermek üzere.”

“Sen bu vücudu terk et.” diyor,  “Artık ben geldim. Bu vücudun üzerinde ben olacağım, o kişi beni hak etti.” diyor.

Ve ruh vücuttan ayrılıyor. Devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelince ne olur? Mucâdele-22 diyor ki: “Onların başlarının üzerine Allah’ın katından ruh gönderilir ve onların kalbinin içine îmân yazılır.” diyor.

Ve işte gelen ruh; devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelip yerleşince, Allah kalbine îmânı böyle yazıyor. Kişinin kalbi mühürlü; açıyor 2. ni’met. Kalbinin içindeki küfrü dışarıya alıyor, 3. ni’met. Kalbin içine îmânı yazıyor, 4. ni’met. Kişi böylece mü’min olmak şerefine eriyor.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, kişi mü'min olmak şerefine eriyor.

Sonra Allah, onun bütün günahlarını sevaba çeviriyor.

 

“Tövbe eden,” diyor, “mürşidin önünde tövbe eden kişi hariç, onlar cehenneme gitmeyeceklerdir. Ve onlar mü'min olurlar.” diyor. “Ve onlar, nefs tezkiyesine başlarlar.” diyor.

 

Mu’min Suresinin 40. âyet-i kerimesine göre amilüssalihat yapan, nefs tezkiyesi yapan herkes mü'mindir. Ve Allahû Tealâ diyor ki: “Onların bütün günahlarını sevaba çeviririz.”

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).

Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.


25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).




Allah’ın 5. ni'meti; kişinin günahlarının sevaba çevrilmesi.

6. ni'met; o kişinin ruhu Allah’a doğru yola çıkıyor.

 

Nebe-39:

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).

İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.



“zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben): İşte o gün Hakk günüdür. O gün dileyen kişi kendisini Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’i (Allah’a ulaştıran yolu) yol ittihaz eder ve ruhu Allah’a varır, Allah onun ruhuna meab olur.” diyor Allahû Tealâ.

Ruh Allah’a doğru yeni yola çıkıyor, hidayete başlıyor; Allah’ın 6. ni'meti. Nefs, nefs tezkiyesine başlıyor. Kişi bu noktadan sonra zikir yaparsa, Allah’ın katından gelen rahmet ve fazl o kişinin göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır. Kalbin mührünün üzerine baskı yapıp kalbi mührün alt boyutuna indirir, zülmanî kapıyı kilitler. Rabbanî kapı bu sebeple mühür ayrıldığı için, açıldığından Allah’ın bütün rahmeti, fazlı, salâvâtı o kişinin kalbini %100 doldurur. Rahmetle fazl,  rahmetle salâvâtla beraber gelir; kalp %100 onlarla dolar. Ve îmân kelimesinin çekim gücü, fazılları etrafında yavaş, yavaş, yavaş toplamaya başlar. Fazıllar, adım adım yaklaşırlar, çekim kuvvetine tâbî olarak îmân kelimesinin. Fazıllar, îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlarlar. %1, %2 derken nur birikimi başlar. %7 Nefs-i Emmare, sonra Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye, Tezkiye kademelerinde nefs tezkiyesi devam edecektir.

Fizik vücutsa nefsteki temizlenme oranında şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmaya başlar; %7 nur birikiminde nefsin kalbinde. Nefsin kalbinde artık %7 Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri işlemeyen bir özellik kazanır. İşte bu nefsin kalbindeki öncülerdir. Nefsin kalbinde sulh ve sükûnun başlangıcıdır. %7 fazilet birikimi Nefs-i Emmare ve böylece başka kademeler de oluşur. %7 oranında kişinin fizik vücudu şeytana kul olmaktan kurtulmuştur. Daha sonra 14, 21, 28 diye devam edecektir bunlar; Allah’ın 8. ni'meti. 

9’uncusu: Allah o kişiye1’e 10 verirken 1 tek derece, kazandığı 1 tek derece için; o günden itibaren 1’e 100 vermeye başlar. Ve 1’e 700’e kadar yükselir; Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesi gereğince.

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbetin, vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.



Sonra da Allahû Tealâ o kişiye rahmetle fazl gönderirken, bu noktadan itibaren rahmetle salâvâtla da göndermeye başlar. Böylece kişinin kalbinin içine îmân yazılarak, mü'min olmasından başlayarak 10 tane ni'met verir Allahû Tealâ o kişiye. Ve ruh Allah’a teslim olmak üzere yola çıkar. İşte burası 14. basamaktır.

 

İkinci 7 basamak da inşaallah burada tamamlanıyor sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım.

Allah hepinizden razı olsun.  Allahû Tealâ’nın hepinizi mutlak saadetlere ulaştırması dileklerimizle. Sizlere bütün güzellikleri Allah’ın nasip etmesini Yüce Rabbimizden dileyerek, sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.


Esselâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berakâtuhu.

 

Allah razı olsun B. Biz de hepinizin gözlerinden öperiz.


İmam İskender Ali  M İ H R