SOHBETİN ADI: KALPLERİN NURLANMASI VE KARARMASI
TARİH: 05.01.2002
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah hepinizden razı olsun.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ muhakkak ki her şeyi en güzel dizaynda yerli yerine oturtmuştur. Unutmayın; fizik vücudunuzun bir kalbi var, nefsinizin bir kalbi var, ruhunuzun bir kalbi var. Evet, fizik vücudunuzun kalbi vücuda kan pompalayan, temizlenmiş olan kanı bütün vücuda pompalayan ve o kan vücudunuzda kirlendiği an ki hemen kirlenecektir, onu tekrar geriye toplayan, akciğerlere basan, akciğerlerde temizlendikten sonra onu gene bütün vücuda pompalayan bir özellik gösterir. Kalbinizin fonksiyonu budur. Kalbiniz çalışmassa ölürsünüz. Hiç bir kuvvet sizi kurtaramaz. Allahû Tealâ ölmenizi istemiyorsa zaten kalbinizi durdurmaz.
Sevgili öğrenciler izleyenler ve dinleyenler, ama nefsinizin kalbi öyle değildir. Nefsinizin kalbi başlangıçta sadece afetlerden oluşur. 19 çeşit afet, nefsinizin kalbinin bütün boyutlarını doldurur. Her tarafı kapkaranlıktır nefsinizin kalbi. Kalp, karanlıklarla doludur. Karanlıklarsa nefsin afetlerini temsil eder. Bunlara heva da denir. Nefsimizin kalbinin afetleri; kötü alışkanlıkları, kötü davranış biçimleri.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, ruhunuzun da kalbi var. Orada da nefsinizin tam zıddı olan bir durum söz konusu. Ruhunuzun kalbi baştan aşağı nurlarla dolu, Allah’ın güzellikleriyle dolu, hasletlerle doludur. Nefsinizde isyan var, ruhunuzda itaat. Nefsinizde nefret var, ruhunuzda sevgi. Nefsinizde cimrilik var, ruhunuzda cömertlik. Nefsinizdeki bütün negatif faktörlerin karşılığı pozitif olarak ruhumuzun hasletlerinde mevcut sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. İki zıt kuvvet bir arada eşitlikle kulvardasınız. Dikkat edin; muhteva açık. Nefsinizin kalbinde eğer 10’ar puan afet olsaydı, 19 tane afet 190 puan edecekti. 190 puanlık afet var. Ruhunuzun kalbinde de 190 puanlık haslet var. Böylece güzellikler çirkinlikler, doğrularla yalanlar, düşmanlıklarla dostluklar ayrı ayrı kaplarda size sunuluyor eşit standartlarda ve böyle başlıyorsunuz yarışa, hayat yarışına. Yapmanız lâzım gelen şey, nefsinizin o afetlerle kapkaranlık olan kalbini, ruhunuzun hasletlerle pırıl pırıl olan kalbine benzetmeye. Hedefiniz bu; nefsinizin kalbinin bütün afetlerlerini yok etmek, yerine ruhunuzun hasletlerini bütün olarak yerleştirmek, nefsinizi ruhunuzun bir eşidi yapmak. “Biz, nefsi bir ahsen-i takvim içinde yarattık.” diyor Allahû Tealâ. “Biz, nefsi en güzele (yani ruhun bütün özelliklerine) dönebilecek olan bir hüviyette yarattık.” diyor.
95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
İşte böyle bir yapınız var. En kötüden en güzele dönebilecek özellikte bir yapının sahibisiniz.
Öyleyse bu cümleden alarak olayınıza bir göz attığımızda nefsimizin kalbinin kararması veya nurlanması iki ayrı alternatifi işaret eder. Bütün insanların kalpleri Allah’ın yoluna girmedikçe %100 afetlerle kaplıdır. Düşmanlık, hırs, inat, nefret, kin, düşmanlık, haset, iptilâlar, isyan, cimrilik vs. vs. Tam 19 tane afet nefsinizin kalbini %100 kapkaranlık kılar.
Nefsinizin kalbi kapkaranlıktır sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Öyleyse nefsinizin kalbinin bu karanlık ortamında siz mutlu bir insan olamazsınız. Nefsinizin kalbi kapkaranlıktır. Peki, nefsin kalbini bu karanlıklardan kurtaracak olan bir ilaç var mıdır? Evet, bu ilaç “zikir” adını alır. Allah’ın İsmi bir panzehirdir. Allah’ın İsmi’ni “Allah, Allah, Allah, Allah,” diye tekrar etmek, nefsinizin kalbindeki zehirleri, karanlıkları, afetleri, kötülükleri oradan alacak olan bir ilaçtır. Zehirlenmiş olan bu kalplerin, düşmanlıklarla dolu bu zehirlenmiş kalplerin panzehiri zikirdir.
Zikir farzdır. Zikrullah, Allah’ın İsmi’nin “Allah, Allah, Allah,” diye tekrarı hepinizin üzerine farzdır. Ne kadar süre için farz? Daîmi zikir de farzdır. Öyleyse üç grup zikir var, üçü de farz.
*Ara sıra zikir etmek; 1.
*Günün yarısından daha fazla zikir etmek (çok zikir); 2.
*Ve daîmi zikir; 3.
Üçü de farz.
Muzzemmil-8:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).: Allah’ın İsmi ile zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a dön.”
Yani Allah’a dönüşümüz mutlaka zikre bağlı. Allah’a ulaşmamız, ruhumuzun Allah’a ulaşması, mutlaka Allah’ı zikrimize bağlı.
Sevgili öğrenciler izleyenler, dinleyenler, Allah’ı zikretme müessesesine dikkatle bakın. Bu bağlamda Allah’ı zikretmek farzsa acaba Allah’ı çok zikretmek de mi farz? Evet. Ahzâb Suresinin 41. âyet-i kerimesi:
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
“yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran): Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikir ile zikredin (yani günün yarısından daha çok zikredin).”
Farz olmamakla beraber Allahû Tealâ’nın bunu kullandığı bir mefhum olarak devreye soktuğunu görüyoruz ve diyor ki Allahû Tealâ Ahzâb Suresinin 21. âyet-i kerimesinde:
33/AHZÂB-21: Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).
Andolsun ki, sizin için ve Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen ve Allah’ı çok zikredenler için, Allah’ın Resûl’ünde güzel bir örnek vardır.
“Peygamberinizde Allah’ı çok zikredenler için ve Allah’a ulaşmayı dileyenler için ahsen bir örnek vardır.”
Öyleyse Allah’ı çok zikirden bahsediyor Allahû Tealâ ve Ahzâb-41’de görüyoruz ki çok zikir farz; günün yarısından fazla zikir farz.
Daîmi zikir de farz mı? Evet sevgili kardeşlerim, daîmi zikir de farz. Ne diyor Allahû Tealâ Teala? Diyor ki:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.
“fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: Öyleyse ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikret.” diyor Allahû Tealâ (Nisâ-103).
Öyleyse zikir yani nefsimizin kalbini nurlandıracak olan faktör farz kılınmış üzerimize. Hem de daîmi zikir de farz kılınmış. Allahû Tealâ herkesin ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslimini zaten farz kılmış insanların üzerine. Diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!
“yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî: Ey âmenû olanlar! Hakka tukâtihî takva ile takva sahibi olun (yani iradenizi de Allah’a teslim edin).”
Son teslimi Allah’ın farzları içeriyor. İşte böyle bir durum sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
Şimdi konunun başından başlıyorsak, 14. basamakta nefs tezkiyesi başlar. Beraberce hemen birkaç dakika içinde oraya ulaşalım:
Birinci basamak; olayları yaşıyorsunuz. Zaten değerlendirmeler genellikle yanlış. İkinci basamak; olayları değerlendiriyorsunuz. Bu olayları değerlendirmeniz hepiniz için birer imtihandır. Her olayda bir imtihan yaşarsınız. Bu imtihan dizaynı içerisinde Allahû Tealâ’nın sizi seçmesi veya seçmemesi söz konusudur. Böyle bir imtihan söz konusu. Kalbinizde zeyg yoksa, maraz yoksa, insanların Allah’a ulaşmasına engel olacak bir tavrın içinde değilseniz, özellikle Allah’a ulaşmayı dilemeyen biri değilseniz, bilip de dilemeyen biri değilseniz, kalbinizde hayır görmüşse Allah sizi seçecektir. Seçilenlerden büyük kısmı mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.
Allahû Tealâ buyuruyor ki Şûrâ-13’te:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Kullarımızdan dilediğimizi…”
“Allah, kullarından dilediğini Kendisine seçer ve kim Allah’a yönelirse onları Kendisine ulaştırır.”
İşte böyle bir ulaşma kalbin tezkiyesini içerir. Nefsin kalbinin tezkiyesi, karanlıklardan (afetlerden) temizlenmesi yarı yarıya olduğu noktayı geçtiğinde kişinin ruhu Allah’a ulaşır ve Allah’a teslim olur. Kalbin nurlanması burada yarı yarıyadır. Daîmi zikirde bu tamamlanır. İradenin Allah’a tesliminde ise müzeyyen olmak da tamamlanır.
Öyleyse kalbi karanlık olan kişi kimdir? Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişidir. Hiçbir zaman nefsinin kalbi karanlıktan kurtulmaz, kasiyet bağlayarak kalır. Allah’a ulaşmayı bir kişi… Seçilen kişilerden büyük kısmı Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Allah’a ulaşmayı diledi kişi, 3. basamakta. Allah Rahîm esması ile tecelliye başlar; 4. basamakta. Ve kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır; 5. basamakta. Kulaklarındaki vakrayı alır; 6. basamakta. Kişinin kalbindeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar; kişi 7. basamakta. Bu noktalarda zikir yaparsa kişinin hiçbir faydası olmaz. Zaten kişi de zikir yapmayı bu kademelerde çok bir arzu şeklinde hissetmez.
Sonra? Sonra bir başka dizayn söz konusu. Allahû Tealâ o kişinin kalbine ulaşır, kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir, göğsünden kalbine nur yolu açar. Sonra o kişi zikir yapınca, kalbine ulaşan rahmet, fazl ve salâvât, rahmetle fazl partikülleri (nurları) kalbe ulaşır ama kalpten içeriye giremezler. Çünkü kalp mühürlü ama rahmet kalbe sızar. İşte kişi, 11. basamakta zikir yapmaya başlar ve nefsinin kalbine rahmet sızmaya başlar. 12. basamakta bu rahmet %2’yi bulur, kişi huşû sahibi olur.
Allahû Tealâ burada buyuruyor ki; Hadîd-16:
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
“O kişinin kalbinde Allah’ın zikri ile ve bu zikrin Hakk’tan indirdiği nurla huşû oluşması zamanı daha gelmedi mi? Sakın onlar da aradan uzun zaman geçip de kalpleri Allah’ın zikrinden kasiyet bağlamış olanlar gibi olmasınlar.” diyor Allahû Tealâ.
Hacc Suresinin 53. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “O kalbinde maraz olanlar var ya,” diyor, “onların kalpleri kasiyet bağlamıştır.”
22/HACC-53: Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd(baîdin).
Kalplerinde maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara, şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm’den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).
Ne demek kalbin kasiyet bağlaması? Kaset olması, kasitün olması veya kasiyet bağlaması; karanlık ve sertleşmiş olmak diye iki vasfı birden var. Kalpler karardıkça katılaşır, katılaştıkça kararır.
Kimlerin kalbi kararır, kimlerin kalbi nurlanır? Huşûya ulaşan kişiye onun hacet namazını kılıp Allah’ı sorması üzerine Allah mutlaka mürşidini gösterecektir. Kişi mürşidine ulaşacaktır ve tâbî olacaktır. Allah’tan 10 tane ni’met alacaktır. Bunlardan üçü kalple alâkalı. Kalbin mührünü açar Allahû Tealâ, kalbin içindeki küfür kelimesini alır, kalbin içine îmânı yazar. Ne olur böyle yaparsa Allahû Tealâ? Böyle yaparsa kişi zikrettiği takdirde; “Allah, Allah, Allah, Allah,” diye zikrettiği takdirde Allah’tan gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurları o kişinin göğsüne gelir, göğsünden kalbinin içine girer. Kalbine ulaşan nurlar kalbin nur kapısını, nur kapısının üzerindeki mührü aşağı doğru sürer. Rahmet, fazl ve salâvât nurları ve bu mühür, zülmanî kapıya kadar iner ve zülmanî kapıyı mühürler. Artık zülmanî kapıdan içeriye karanlıkların girmesi mümkün değildir. Allah’ın nurları o kalbin içine girer ama karanlıklar o kalbin içine giremez.
Öyleyse böyle bir dizaynda bir kişinin zikir yaptığını düşünelim. Kalbin içine Allah’ın rahmeti, fazlı ve rahmeti, salâvâtı dolmaya başlayacaktır. Bu kişi mü’min olmuştur. Kalbin içine îmân yazılmıştır ve kalbe giren rahmetle fazl ve rahmetle salâvât partikülleri (nurları) o kişinin kalbindeki bütün karanlıkları kapı dışarı eder. Karanlıkların yerini nurlar almış, nefsin kalbi birkaç dakika içinde %100 nurla dolmuştur. Ama bu nurlar kalıcı değildir. Kalıcı olanlar hangileridir? Nefsin kalbindeki îmân kelimesinin çekim gücüne kapılarak gelen ve nefsin kalbindeki îmân kelimesinin üzerine yapışan faziletler (fazıllar) orada yerleşip kalır. Bunların miktarı giderek artar. %1, %2 %3 derken %7’ye ulaşırlar. Kişi Nefs-i Emmare’de. Bir daha %7; Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiye, Tezkiye kademelerinde nefsin kalbindeki nurlar giderek artar, artar, artar.
İşte Nûr Suresi 21. âyet-i kerime:
24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
“ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden: Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmasa (nefsinizin kalbinden içeriye giremese) içinizden hiçbiriniz ebediyyen nefsinizin kalbini tezkiye edemezsiniz (nefsinizi tezkiye edemezsiniz).” diyor Allahû Tealâ, “Nefsinizin kalbine yarı yarıya nur dolduramazsınız.” diyor.
Öyleyse bir insanın nefsinin kalbi doğuşundan itibaren kapkaranlıktır. Bu kişi, Allah’a ulaşmayı dilemediği sürece zikir yapmadığı takdirde nefsinin kalbi zaten kapkaranlıktır. Ama zikir yaparsa bu karanlık değişmez. Geçen günler boyunca şeytan, nefsinin kalbine karanlıkları daha çok dolduracaktır. Bu kişi zikir yaptığı takdirde de nefsinin kalbinde nurlar oluşmaz. Zikir yapmasına rağmen Allah’ın zikri onun kalbini nurlandırmaz. Kalbin daha çok kararması söz konusu olur. Her geçen gün şeytan, o kişinin kalbine daha çok karanlık sokacağı için, karanlıkları konsantre edeceği için o kişinin nefsinin kalbinde, kişinin zikrine rağmen bu zikir ona hiçbir fayda sağlamadığı için kişi nefsinin kalbi giderek kararan bir hüviyete girer.
İşte Hadîd Suresinin 16. âyet-i kerimesinde Allah’ın kalpleri zikir ile kararan insanlardan bahsetmesi, aradan uzun zaman geçmesine rağmen onların mürşidlerine ulaşmaması, Allah’a ulaşmayı dilememesi sebebiyle. Zikirleri onların kalbini devamlı olarak daha çok, daha çok, daha çok karartmaktadır. Ama Allahû Tealâ’nın yoluna giren bir kişi için o kişinin nefsinin kalbi devamlı aydınlanacaktır, Allah’ın rahmetiyle, fazlıyla, salâvâtıyla.
Rahmetin görevi fazılları ve salâvâtı taşımaktır, karanlıkları kapı dışarı etmektir. Fazlın görevi îmân kelimesinin etrafında toplanarak nefsin kalbini doldurup, o nefsi faziletli bir nefs haline getirmektir. Salâvâtın görevi ise nefsin kalbindeki karanlıkların îmân kelimesinin çekim gücünü negatif etkilemesine mâni olmak. Böylece 3 ayrı türde 3 ayrı sonuç elde ediliyor sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler.
İşte böyle bir insanın Allah’ın yoluna girdiğini ve nefsinin kalbi giderek tezkiye olduğunu ve ruhunun Allah’a ulaştığını düşünelim. Ne olmuştur? O kişinin kalbi evvelâ huşûya ulaşmıştır, %2 rahmet birikimi olmuştur. Ondan sonra her ruhu gök katını yükseldikçe, bir gök katı yükseldikçe nefsin kalbinde %7, %7 nur birikimi olmuştur. 7 defa olmuştur bu iş. 49’a ulaşmıştır nefsin kalbindeki nurlar. %2 de huşûda kazandığı rahmet partikülleri (rahmet nurları), faziletler %49, rahmetler %2; %51 nur birikimi gerçekleşmiştir kişinin kalbinde. Kişi Allah’ın evliyası olmuştur. Ama ya bu noktadan sonra o kişi irşad makamından şüpheye düşerse, fıska düşerse? O zaman o kişinin 2. defa fıskta olması söz konusudur. Çünkü Âli İmrân Suresinin 82. âyet-i kerimesine göre: “Tâbî olmayan herkes fısktadır.” diyor Allahû Tealâ, “Resûle tâbî olmayan herkes fısktadır.”
3/ÂLİ İMRÂN-82: Fe men tevellâ ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).
Artık bundan sonra, kim yüz çevirirse (nebilerden sonra gelecek olan bu Resûl'ü inkâr ederse), işte onlar, onlar fâsıklardır.
Mürşide tâbî olmayanlar için de aynı şey söz konusu. Tâbî olmayan herkes fısktadır. Fıskta olan kişinin kalbi %100 kapkaranlıktadır ve şeytanın kapısı açık olduğu için şeytan karanlıkları, o kişinin ömrü boyunca kalbine giderek dolduracak, dolduracak, dolduracaktır ve kişinin kalbi zikirsizlikten kararacaktır.
Tâbî olmayan bir insanın zikir yaptığını düşünsek, bu kişi hep zikir yapsa sık sık zikir yapsa, günün yarısından çok zikir yapsa, Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insana bu zikirler ancak karanlık kazandırır. Nefsinin kalbi kişinin, o kişi zikir yapmasına rağmen giderek kararacaktır. İşte bu insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes, (bir kısmı zikretmesine rağmen) kalpleri zikir sebebiyle kararanlardır. Bir kısmı zikretmemesiyle, zikretmemesine, zikretmemek sebebiyle kalbi kararanlardır. Ama o, zikretmeyerek kalbi kararanlar, zikretseler bile kalpleri kararmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Onlar da zikir ile kalpleri kararanlardır. Zikir, onların kalplerini aydınlatmaz. Her geçen gün şeytan karanlıklarını onların kalbine doldurduğu için daha çok kararır. Bu kişiler başlangıçta fısktadırlar. Tâbiiyetleri anından itibaren hidayet yoluna girmişlerdir.
Böyle bir insanın ruhunu Allah’a ulaştırdığını, velâyet kademesine ulaştığını düşünelim. Allah’ın garantisindedir buraya kadar olan işlem. Bu kişi Allah’ın garantisindedir, bu hedefe ulaşmıştır. Ya sonra? Bundan sonra eğer o kişi sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, eğer bundan sonra (ruhunu Allah’a ulaştırdıktan sonra) o kişi irşad makamından şüpheye düşmüş ise tekrar fıska düşecektir. Bu noktadan itibaren o kişi alışkanlığını devam ettirse de bile, zikrini yapmaya devam etse bile kalbi sadece her geçen gün biraz daha kararacaktır. Zikrediyorsa, işte bunlar zikirleri ile kalpleri kararanlardır. Zikir yapmalarına rağmen kalpleri kararanlardır. Bunlar ikinci fısktalar ama bir defa daha Allahû Tealâ ona, o kişiye bir imkân sağlayacaktır ve Allah’ın sağladığı bu imkânı kişi kullanır da irşad makamına yeniden ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ onun hidayete ulaşma konusundaki talebini mutlaka kabul edecektir. Bir defa daha tâbî olacaktır kişi.
Ne oldu? Nefsinin kalbine yeniden Allah’ın nurları dolmaya, fazıllar birikmeye başladı. Bu fazıllar %51’e kadar o kişi yaşarsa mutlaka ulaşacaktır. Allahû Tealâ’ya o kişinin ruhu bir defa daha ulaşacaktır. Kalbine bir defa daha îmân yazılmıştır. Kişi bir defa daha hidayete erecektir. Ama bu hidayete ermeden sonra kişi, Allah’ın yolunda devam etmez de tekrar fıska düşerse artık o kişi için bir defa daha hidayete adım atmak mümkün değildir. Allahû Tealâ bu konuda açık hükmünü koymuş. Diyor ki:
4/NİSÂ-137: İnnellezîne âmenû, summe keferû, summe âmenû, summe keferû, summezdâdû kufran lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar âmenû oldular, sonra inkâr ettiler. Sonra yine âmenû oldular sonra inkâr ettiler. Daha sonra da küfürlerini artırdılar. Allah, onları mağfiret edecek değildir ve onları yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
“O kişiler ki Allah’ın yolunda âmenû olmuşlardır, sonra kâfir olmuşlardır. Sonra tekrar âmenû olmuşlardır, sonra tekrar kâfir olmuşladır. Onların kalplerindeki küfrü Allah artırır. Onları bir daha hidayete ulaştırmaz.” buyuruyor Allahû Tealâ.
Böylece sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bir surenin 137. âyet-i kerimesiydi zannediyorum olay. Nisâ Suresinin 137. âyet-i kerimesi; işte böyle olan bir kişi hidayetten sonra fıska düşmüş ve aradan da uzun zaman geçmiş, fıska düşmesinin arkasından da zikrine devam etmiş, fıskta da devam etmiş ama çektiği zikir kalbini aydınlatmak şöyle dursun, kişinin kalbi giderek kararmış, kararmış, kararmış. İşte o insanlar (hidayetten sonra fıska düşenler) veya baştan itibaren hep fıskta yaşayanlar (hiçbir zaman hidayete adım atamayanlar), onlar zikir yapsalar da kalpleri kararır, zikir yapmasalar da kalpleri kararır. İşte bu insanlardan birinci grup hasta kalpler.
Kimdir bu kalpleri maraz olanlar? Ne kadar zikir yaparlarsa yapsınlar kalpleri kararacak olanlardır. Hiçbir zaman aydınlanmayacak olanlardır. Yani hiçbir zaman Allah’ın yoluna girmeyecek olanlardır. Allah’a asi olanlar, yeryüzünde fesat çıkaranlar, kalplerinde zeyg olanlar, kalplerinde maraz olanlar; bunlar hiçbir standart içinde zikir yapsalar da yapmasalar da aradan geçen zaman parçası içinde kalpleri her geçen gün biraz daha kararacak, kararacak, kararacak olan insanlardır. Bu kararan grubun ikinci statüsünde başlangıçta fıskta olup da sonra hidayete ermiş ama hidayetten sonra tekrar fıska ulaşmış olanlar var. Bu insanlara Allahû Tealâ bir defa daha hidayete ulaşmak imkânı veriyor.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, böyle bir dizaynda bu insanların hidayete ulaşmaları, bu imkânı kullanmazlarsa bunlar hidayete erdikten sonra fıska düşünce bir daha hidayete adım atmayınca bunların da kalbi geçen zaman parçaları içinde giderek kararacaktır, kararacaktır, kararacaktır. Ve nihayet sevgili kardeşlerim, bir üçüncü faktör; ikinci defa hidayete eriyorlar. Ondan sonra üçüncü defa fıska düşüyorlar. Onların ömürleri ne kadar olursa olsun, alışkanlıklarını devam ettirip de zikirlerine devam etseler bile zaman geçtikçe kalplerine nur ulaşması mümkün değildir. Kalpleri her geçen gün kararacaktır, kararacaktır, kararacaktır. Öyleyse bir insanın kalbinin kararması boşuna bir faktör değildir. Kişisel sebebe bağlıdır. Kişi bir yanlışın kurbanı olmuştur, kalbinde zeyg vardır, kalbinde maraz vardır, kalbinde kasiyet oluşmuştur.
İnsanlar kulvara girdikleri anda kalpleri %100 kasiyet bağlamış durumdadır. Doğumunuzdan itibaren kalbimiz %100 afetlerle dolu. Yani kasiyet bağlamış durumda. Hayatı yaşamaya başladıkça kasiyet artar. Hem kalbiniz kararır hem de kalbiniz sertleşir. İşte böyle bir fonksiyon içinde olur kalbiniz sevgili öğrenciler izleyenler ve dinleyenler.
Öyleyse muhteva açık. Başlangıçta herkesin kalbi zaten kasiyet bağlamış durumda, kalbi herkesin kapkaranlık. Her geçen gün karanlığın konsantrasyonu artıyor. Hayatta yaşadığınız devreler boyunca kalbiniz kararıyor, kararıyor, kararıyor. Allahû Tealâ’nın yoluna girip hidayete erdikten sonra tekrar fıska düşerseniz, tekrar kalbiniz kararıyor. Bu sefer daha büyük bir karanlık kaplıyor kalbinizi. Eğer bir defa daha hidayete erer de bir defa daha fıska düşerseniz, artık kurtuluşunuz mümkün olmayan bir şekilde Allahû Tealâ kalbinizi tabediyor. Artık karanlıkların nefsinizin kalbinden çıkması, hidayete ermeniz (ruhunuzun), kalbinizin nurlanması, nefsinizin kalbinin nurlanması hiçbir şekilde mümkün değil.
Şimdi hidayete erdiği noktaya kadarına bakmıştık. Kişinin kalbi %51 nura ulaşmıştı, ruhu da Allah ulaşmıştı ve kişinin kalbi %51 nurda iken bırakmıştık. Ne oldu? Kişinin kalbinin %50’den fazlası Allah’ın nurları ile doldu. Şeytanın hâkimiyeti o kişinin kalbinde %100’den %49’a düştü. Peki, bu kişi Allah’ın yolunda devam ederse ne olacak? Nefsinin kalbi fenâ makamında %61 nura ulaşacak. Allah’ın Zat’ında ifna olduktan sonra, beka makamında Allahû Tealâ bundan sonra ona bir taht ihsan edecek. Kişinin nefsinin kalbindeki nurlar %71’e yükselecek. Daha sonra kişinin zikri günün yarısını aşacak, nefsinin kalbindeki nurlar %81’e ulaşacak. Ve daha sonra mı ne olacak? Daha sonra o kişinin nefsinin kalbindeki nurlar irşad makamına ulaştığı zaman, muhsinler makamına ulaştığı zaman %91’e ulaşacak. Öyleyse her geçen gün Allah’ın yolun devam ederse kişi, her geçen gün nefsin kalbindeki nurlar artıyor, artıyor, artıyor. Ondan sonra kişi daîmi zikre ulaşıyor. Artık bir daha nefsinin kalbinin kararması mümkün değil. Mutlak nura ulaşmış. Artık o kişi ölene kadar, o kişi daîmi zikrin sahibi.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, nefsinizin kalbine dikkatle bakın. Bütün bu dizayn içerisinde nefsinizin kalbi Allah’ın güzellerini muhtevî. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, her şey en güzel standartlarda oluşuyor. Kalp, o kişi daîmi zikre ulaştığında %100 nurla dolar ve müzeyyen olmaya başlar. Ulûl’elbab kademesinde bir mertebe müzeyyen olur, îhlâs mertebesinde 7 mertebe müzeyyen olur, irşada ulaşma noktasında 4 mertebe müzeyyen olur. Hepsi 12 mertebe eder. Nefsin kalbi ulaşabileceği en yüksek nura ulaşmıştır. Müzeyyen olma kısmının da sonuna gelmiştir ve irade de Allah’a teslim olur.
Böyle olursa ne olur? O kişinin nefsinin kalbi, o kişi yaşadıkça pırıl pırıl bir nur deryasıdır. Öyleyse bir kişi eğer zikre ehilse o zaman nefsinin kalbindeki bütün güzellikler devreye adım adım girecektir ama ehilse. Nurlanmaya ehliyet, o kişinin kalbinde 7 tane şarta dayalıdır.
*Allah, o kişinin kalbindeki ekinneti almış olmalıdır; 1.
*Yerine ihbat koymuş olmalıdır; 2.
*Kişinin kalbinin nur kapısı Allah’a dönmüş olmalıdır; 3.
*Allah, o kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açmış ve böylece kişiyi huşûya ulaştırmış olmalıdır, 4.
*O kişi irşad makamına ulaştığı zaman Allah, o kişinin kalbinin mührünü açmış olmalıdır; 5.
*Kalbin içindeki küfür kelimesini dışarı almış olmalıdır; 6.
*Kalbin içine îmân kelimesini yazmış olmalıdır; 7.
Bu 7 tane şart varsa kişinin kalbi aydınlanmak imkânının sahibidir. Yoksa o kişi hiçbir şekilde nefsinin kalbi aydınlanan bir insan olmaz. Öyleyse Allahû Tealâ’nın kalbin aydınlaması konusundaki muhtevasına, kararması konusundaki muhtevasına bir göz attığımız zaman Nisâ-137’de bakınız Allahû Tealâ kalbin kararması konusunda hükmünü nasıl ifade ediyor, diyor ki:
4/NİSÂ-137: İnnellezîne âmenû, summe keferû, summe âmenû, summe keferû, summezdâdû kufran lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar âmenû oldular, sonra inkâr ettiler. Sonra yine âmenû oldular sonra inkâr ettiler. Daha sonra da küfürlerini artırdılar. Allah, onları mağfiret edecek değildir ve onları yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
“innellezîne âmenû: Onlar ki âmenû olmuşladır.”
“summe keferû: Sonra kâfir olmuşlardır.”
“summe âmenû: Sonra âmenû olmuşlardır.”
“summe keferû: Sonra da gene keferû olmuşlardır.”
“O zaman…” diyor.
“summe: Sonra.”
“ezdâdû kufran: Kalplerindeki küfür artmıştır (ziyade olmuştur).”
“lem yekunillâhu li yagfirâ lehum: Allah, onları (onlara) mağfiret etmez.”
“ve lâ li yehdiyehum sebîlâ(sebîlen): Allah, onları sebîle ulaştırmaz.”
Demek ki bu kişi önce âmenû olmuş, sonra âmenû olduktan sonra kâfir olmuş. Yani ruhu Allah’a ulaşmış ama ondan sonra tekrar irşad makamından şüpheye düşmüş ve küfre geri dönmüş.
“summe âmenû.”
Sonra tekrar âmenû olmuş.”
“summe keferû.”
Sonra tekrar o kişi kâfir olmuş.
“summezdâdû kufran.”
Bu ikinci defa kişi küfre düştüğü zaman ki aslında baştan küfürdedir, âmenû olup hidayete erdiği zaman küfürden kurtulmuştur. Ama hidayetten düştüğü zaman tekrar küfre düşmüştür. Hidayetten evvelki gibi kişi ikinci defa küfürdedir. Hidayete erdikten sonra küfre düşmüştür. Başlangıçta küfürdedir hidayetten evvel. Hidayete ermiştir, hidayetten sonra ikinci defa tekrar küfre düşmüştür. Tekrar hidayete ermeyi dilerse Allahû Tealâ kabul eder, bir defa daha hidayete erdirir onu. Ama o hidayetten sonra tekrar kişi küfre düşerse, artık Allahû Tealâ onun kalbini tabeder (mühürler). Bu öyle bir tabetmektir ki; bir daha o kişinin kalbi açılmaz. “Asla Allahû Tealâ, onları artık bir defa daha hidayete erdirmez” diyor Nisâ-137. Öyleyse işte bu kişiler, artık hidayete erme imkânları hiçbir zaman olmayan ve devamlı sıkıntı içinde yaşamaya mahkûm edilen insanlardır onu hak ettikleri için. Hidayete artık ulaşmalarına Allahû Tealâ müsaade etmiyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, işte bu insanların kalpleri kararacak, kararacak ve kararacaktır ve artık aydınlanması mümkün olmayan insanlardır bunlar. Bundan evvelki bütün kademelerdeki insanlar, her zaman hidayete ulaşma imkânının sahibidirler. Akıllarını başlarına toplayabildikleri takdirde, ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı diledikleri anda hangi günahların sahibi olurlarsa olsunlar mutlaka kurtuluşa ulaşırlar. Onun için Mevlâna diyor ki: “Tövbeni yüz defa, bin defa bozsan da gene gel.” diyor, “Bu dergâh, ümitsizler dergâhı değildir.” Neye dayanarak söylüyor? Çünkü kişi Allah’a ulaşmayı diler de -anlatacak Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzım geldiğini Mevlâna ona- tâbî olduğu anda o güne kadar işlediği bütün günahları sevaba çevrilecek. Öyleyse kişi hangi şartların içinden gelirse gelsin, ne kadar büyük günahların sahibi olursa olsun, o günahlarla beraber gelsin; netice değişmez.
Allahû Tealâ Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre, o kişinin bütün seyyiatini hasenata kaydedecek, değiştirecek.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
Öyleyse sevgili kardeşlerim, kalbinizin yapısına dikkatle bakın. Nefsinizin kalbi Allah’ın rahmetiyle, fazlıyla ve salâvâtıyla nurlanır. Nurlanmayı asıl temin eden faktör, %2 ile rahmet ama asıl temin eden faktör %98 ile fazıllardır. Öyleyse nefsinizin kalbindeki fazıllara dikkatle bakın. Onun için “faziletli insan” denir. Kimdir o faziletli insan? Nefsinin kalbindeki afetler yok olmuş, faziletler nefsin kalbini tamamen doldurmuş. “İnsan-ı kâmil” derler; kemâle ermiş insan, kemâlâtı kendisine mâl etmiş olan insan.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, görüyorsunuz ki Allah 7 tane kademeyi de üzerinize farz kılmış.
*Allah’a ulaşmayı dilemek; 1.
*Mürşide ulaşıp tâbî olmak; 2.
*Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim etmek; 3.
*Fizik vücudu Allah’a teslim etmek; 4.
*Nefsi Allah’a teslim etmek; 5.
*İrşada ulaşmak; 6.
*İradeyi Allah’a teslim etmek; 7.
7 tane kademede nefsimizin sonsuz bir nur ile ve müzeyyen olmanın son noktasında ışıması, Allah’ın nurlarını etrafa yayar olması, Allah’ın nurları ile pırıl pırıl parlaması hali. Ama insanlar Allah’a ulaşmayı dilemiyorlarsa onlar zikir yapmasalar da nefsleri kararır ama zikir yapıp da nefsleri kararanlar da gene bunların içinde.
Bir insanın kalbinde 7 tane kalp şartı oluşmamışsa yani o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiş ise, Allah onu 10 tane ihsan ile mürşidine ulaştırmamışsa, o kişi zikir yaptığı takdirde kalbi giderek kararacaktır. Zikir yapması onun kalbini hiçbir aydınlığı ulaştırmaz. Öyleyse aynı zamanda kimlerin kalbi kararacaktır? Hidayete erdikten sonra dalâlete düşenlerin kalbi kararacaktır. Kimlerin kalbi kararacaktır? İkinci defa hidayete erdikten sonra ikinci defa, üçüncü defa dalâlete düşenlerin kalbi kararacaktır.
Başlangıçta bütün insanlar dalâlette. Dalâlette olan insanlar akılları başlarına gelirlerse, Allah’a ulaşmayı dilerlerse kurtuluşa ulaşacaklar. Öyleyse kimlerin kalbi kararır? Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri kalbi kararır. O kişiler Allah’ı zikretse de ne kadar çok zikrederlerse zikretsinler, onların kalpleri Allah’ı zikretmelerine rağmen kararacaktır, kararacaktır kararacaktır. Aradan geçen zaman parçası ne kadar büyük olursa o kadar fazla kararacaktır. Çünkü yaptıkları zikir onlara hiçbir fayda sağlamaz.
Sevgili öğrenciler izleyenler dinleyenler, bir insanın kalbinin kararmasına Allahû Tealâ “kasiyet bağlamak” diyor. Kalpleri kasiyet bağlayanların, Allah’a asi olanlar olduğunu görüyoruz, yeryüzünde fesat çıkaranlar olduğunu görüyoruz. Başka insanların dalâletine sebebiyet veren, kalpleri zeyg içinde olanlar, kalplerinde zeyg olanlar olduğunu görüyoruz, kalplerinde maraz olanlar olduğunu görüyoruz. Bu insanların kurtuluşları hiç mümkün değil sevgili kardeşlerim. Öğrenmişler hakikati ve bilerek karşı çıkıyorlar Allah’ın emirlerine. Yetmez, kendileri cehenneme gidecekler tamam ama başka insanların da kalplerinin kararmasına sebebiyet veriyorlar. Öyleyse kalplerinde maraz olanlar (kalplerinde zeyg olanlar) Allah’ın şifasından faydalanmak istemedikleri sürece ki kalplerinde maraz olduğuna göre mutlaka bu hüviyetteler, hiç kurtulmak istemeyecekler. Onlar zikir yaptıkları takdirde zikirlerinin artmasına paralel olarak kalbindeki karanlıklar da her gün artacaktır. Ama kalplerindeki karanlığın artması, şeytanın kalplerindeki konsantrasyonuna paraleldir asli unsurlar itibarıyla. Zaman ile bir paralellik var nefslerinin kalbindeki karanlıkların artışı açısından. Bir de şeytanın kalplerindeki arttırdığı konsantrasyonla oranlı bir kararma ve sertleşme söz konusu.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, öyleyse nefslerinizin kalbine dikkatle bakın ve Allah’a çok şükür edin, hamd edin ki; sizler Allah’ın yolundasınız yani zikrettikçe nefsinizin kalbi giderek artar, kalbindeki nurlar giderek artar, artar, artar. Kalplerinizin kasiyet bağlamasına müsaade etmeyin. Allah’ı zikredin! Her geçen gün daha çok zikredin, her geçen gün zikriniz artsın.
Sevgili öğrenciler izleyenler ve dinleyenler, unutmayın; Allahû Tealâ hep kalbinize bakar. Allah’a ulaşmayı diliyor musunuz; orada kalbinizde belli olur ve Allah’ın zikri Allah’a ulaşmayı dilediğiniz takdirde kalbinizdeki zeyge, kalbinizdeki maraza yani hastalıklara şifadır. O şifayı en güzel standartlarda kullanmanızı ve kalbinizi nurlandırmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını dileyerek, zülcenahayn kılmasını dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R