}
Yûsuf Suresi 71-80 (Âyetlerin Sırları) 18.03.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 103637

 


SOHBETİN ADI: YÛSUF SURESİ 71-80 (Âyetlerin Sırları)
TARİH: 18.03.2002


Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım gönül dostlarım, Allah’a sonsuz, hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetini yapmak için Kur’ân-ı Kerim Tefsiri konusunda bir araya gelmiş bulunuyoruz. Allahû Tealâ, bizleri bir defa daha beraber kıldı. Konumuz: Kur’ân-ı Kerim Tefsiri.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Yûsuf Suresi 71 âyet-i kerime ile inşaallah başlıyoruz.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-71: Kâlû ve akbelû aleyhim mâzâ tefkidûn(tefkidûne).

Onlara dönerek: “Kaybettiğiniz nedir?” dediler.


kâlû: Dediler (ki).
ve akbelû: Ve döndüler.
aleyhim: Onlara.
mâzâ: Ne, nedir.
tefkidûne: Kaybediyorsunuz (arıyorsunuz).

kâlû: Dediler.
ve akbelû aleyhim: Onlara dönerek.
mâzâ tefkidûn(tefkidûne): Kaybettiğiniz nedir (ne arıyorsunuz)?

Cümlecikler ve cümle: “Onlara dönerek: ‘Kaybettiğiniz nedir?’ dediler.”

Burada Hz. Yusuf’un bir hilesi var, kardeşini orada tutabilmek için. Ve kardeşi Bünyamin’in yükünün içine Hz. Yusuf, kıymetli bir altın tas koyuyor. Muradı, kardeşini orada tutabilmek. Şimdi bu olayı beraberce izliyoruz. 71. âyet-i kerimede bu var; haberciler münadiye bağırıyor: “Siz hırsızlarsınız muhakkak.” diyor. Ve yüklerinin aranması gerektiği kendilerine ima ediliyor. Onlar da soruyorlar: “Ne kaybettiniz, aradığınız şey nedir?” diye. Bundan sonrası 72. âyet-i kerimede.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-72: Kâlû nefkıdu suvâal meliki ve li men câe bihî hımlu beîrin ve ene bihî za’îm(za’îmun).

“Melik’in su kabını kaybettik.” dediler. Kim onu getirirse (ona) bir deve yükü (erzak) var. Ve ben, ona kefilim.


kâlû: Dediler (ki).
nefkıdu: Kaybediyoruz (kaybettiğimizi arıyoruz).
suvâa el meliki: Melikin (hükümdarın) su kabı.
ve li men câe bi-hi: Ve kim onu getirirse.
hımlu beîrin: Bir deve yükü (bir deve yükü mükâfat).
ve ene: Ve ben.
bihî: Ona.
za’îmun: Kefil.

Cümlecikleri:

“Melik’in su kabını kaybettik.” dediler. Kim onu getirirse (ona) bir deve yükü (erzak) var. Ve ben, ona kefilim.” (dediler).

İkinci adım atılıyor, Yusuf’un kardeşleri soruyorlar: “Kaybettiğiniz şey nedir, ne arıyorsunuz?” Onlar da diyorlar ki: “Melik’in (hükümdarın) su kabını arıyoruz. Ve onu getirene bir deve yükü erzak var. Ve ben buna kefilim.” diyor münadi.

Ve 73. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-73: Kâlû tallâhi lekad alimtum mâ ci’nâ li nufside fîl ardı ve mâ kunnâ sârikîn(sârikîne).

Allah’a andolsun ki; siz de biliyorsunuz biz burada fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz, hırsız değiliz (olmadık).


kâlû: Dediler (ki).
tallâhi: Allah.
lekad: Andolsun ki.
alimtum: Siz bildiniz.
mâ ci’nâ: Biz gelmedik.
li nufside: Bozgunculuk çıkarmak için.
fî el ardı: Bu yerde, yeryüzünde.
ve mâ kunnâ: Ve biz değiliz, olmadık.
sârikîne: Hırsızlar.

Cümlecikler:

kâlû tallâhi lekad: Allah’a andolsun ki.
alimtum mâ ci’nâ li nufside fil ardı: Siz de biliyorsunuz ki; biz burada fesat çıkarmak için gelmedik (ifsat etmek için gelmedik).
ve mâ kunnâ sârikîn(sârikîne): Ve biz, hırsız değiliz.

Biliyorsunuz hırsızlık suçuna “sirkat” deniyor Arapçada. Sârik de hırsız oluyor, sirkat suçunun muhtevasına göre.

“Ve biz, hırsız değiliz.”

Cümlecikleri cümle hâline getirdiğimiz zaman şunu görüyoruz:

“Allah’a andolsun ki; siz de biliyorsunuz, biz burada fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz, hırsız değiliz (olmadık).”

Yusuf’un kardeşleri böyle söylüyor: “Bilin ki; siz de biliyorsunuz ki; biz buraya hırsızlık yapmak için, yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmedik.”

Allahû Tealâ, her türlü Allah’ın yasak ettiği fiilin işlenmesine “fesat” diyor, “insanların arasında fesat çıkarmak.” Mesela birtakım insanlar, başka insanları Allah’ın yolundan men ediyorlar, ona da Allahû Tealâ “fesat” kelimesini kullanıyor ve burada da “nufside” kelimesi geçiyor, gene fesat kökünden.

“Biz buraya fesat çıkarmak için gelmedik.”

Hırsızlık da bir fesat, katil de bir fesat. Allah’ın yasak ettiği her şey, fesat standartlarının içine giriyor. Ve diyorlar ki: “Biz buraya fesat çıkarmak için gelmedik, hırsızlık yapmak için gelmedik. Biz, hırsızlar değiliz.”

74. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-74: Kâlû fe mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn(kâzibîne).

“Eğer siz yalan söylüyorsanız, o taktirde onun cezası nedir?” dediler.


kâlû: Dediler (ki).
fe: Öyleyse, o takdirde.
mâ cezâu-hû: Onun cezası nedir?
in kuntum kâzibîne: Eğer siz yalan söylüyorsanız.

kâlû: Dediler.
fe mâ cezâuhû: O takdirde onun cezası nedir?
in kuntum kâzibîn(kâzibîne): Eğer siz yalan söylüyorsanız.

Cümlecikleri cümle hâline getiriyoruz:

“Eğer siz yalan söylüyorsanız, o takdirde onun cezası nedir, dediler.”

Şimdi bir taraf, diğerinin hırsız olduğunu iddia ediyor. İkinci taraf da “Hırsız değildir, hırsız değiliz.” diyorlar. Öyleyse hırsızlıkla itham eden taraf (öbür taraf yani) Yusuf’un kardeşlerine diyor ki: “Eğer siz yalan söylüyorsanız (bu kabı çalmışsanız), o takdirde onun cezası nedir?” diye soruyorlar.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

75. âyet-i kerime:

12/YÛSUF-75: Kâlû cezâuhu men vucide fî rahlihî fe huve cezâuhu, kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne).

“Onun cezası, o taktirde yükünde (kayıp eşya) bulunan kişinin kendisidir (kişinin kendisi ceza olarak bir yıl köle olur). Biz, zalimleri işte böyle cezalandırırız.” dediler.


kâlu: Dediler (ki).
cezâu-hu: Onun cezası.
men vucide: Kimde bulunursa (icat kelimesi, mucit kelimesi bu, “vucide” aynı kökten).
fî rahlihi: Onun yükünde, yükü içinde.
fe huve: O takdirde, artık odur, kendisidir.
cezâu-hu: Onun cezası.
kezâlike: İşte böyle.
neczî ez zâlimîne: Biz zalimleri cezalandırırız.

kâlu: Dediler (ki).
cezâuhu: Onun cezası.
men vucide fî rahlihî: Yükünde bulunan kişinin kendisidir (yükünde kayıp eşya bulunan kişi).
fe huve cezâuhu: O takdirde onun cezası kendisidir.
(Yani kişinin kendisi 1 yıl süreyle köle olur, ceza olarak.)
kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne): Biz, zâlimleri işte böyle cezalandırırız.

Bu cümlecikleri cümleler hâline getirdiğimiz zaman:

“Onun cezası, o takdirde yükünde kayıp eşya bulunan kişinin kendisidir (kişinin kendisi ceza olarak bir yıl köle olur; bu oradaki kanun). Biz, zâlimleri işte böyle cezalandırırız, dediler.”

Yusuf’un kardeşleri kendilerinden eminler. Çalmamışlar ve rahat konuşuyorlar. “Bu bulunanın, kimde bulunursa o bulunan kişi bir yıl köle olur.” diyorlar. Kanun öyle.

Ve 76. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-76: Fe bedee bi ev’ıyetihim kable viâi ahîhi, summestahracehâ min viâi ahîhi, kezâlike kidnâ li yûsuf(yûsufe), mâ kâne li ye’huze ehâhu fî dînil meliki, illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), nerfeu deracâtin men neşâu, ve fevka kulli zî ilmin alîm(alîmun).

Böylece (aramaya) kardeşinin heybesinden önce onların (diğer kardeşlerinin) heybeleri ile başladı. Sonra onu kardeşinin heybesinden çıkardı. Yusuf için işte böyle bir düzen hazırladık. Allah’ın dilemesi hariç Melik’in milletinde (kurallarında) kardeşini (tutmak, alıkoymak) olmazdı. Dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Ve bütün ilim sahiplerinin üstünde daha iyi bilen vardır.


Kelimeler:

fe: Böylece, o zaman.
bedee: Başladı.
(bidayet: Başlangıç demek, bedee: Başladı.)

bi ev’ıyeti-him: Onların heybeleri.
kable: Önce.
viâi: Kap, heybe.
ahî-hi: Kardeşinin.
summestahracehâ (summe-istahrace-hâ): Sonra onu çıkardı.
min viâi ahî-hi: Kardeşinin heybesinden.
kezâlike: İşte böylece.
kidnâ(keyd): Düzen hazırladık (diyor Allahû Tealâ).
“Biz hazırladık.”

keyd: Hile, düzen, tedbir demek.

li yûsufe: Yusuf için.
mâ kâne: Olmadı, olmazdı.
li ye’huze: Alıkoyması, tutması, ahzetmesi.
(Ahzetmek; tutmak. Ve burada ahz’dan geliyor; alıkoyması, tutması.)

ehâ-hu: Kardeşini
(ahi: Kardeş, ehâ-hu: Onun kardeşi.)

fî dîni el meliki: Melikin dîninde, milletinde, kurallarında (başka türlü tutması mümkün olmazdı).
illâ: Ancak, …’den başka, hariç.
en yeşâallâhu (yeşâu allâhu): Allah’ın dilemesi (hariç).
nerfeu: Yükseltiriz.
deracâtin: Dereceler(i).
men neşâu: Dilediğimiz kimseye.
ve fevka: Ve üstünde.
kulli: Bütün, her.
zî ilmin: İlim sahibi.
alîmun: Daha iyi bilen.

Şimdi cümleciklere geliyoruz:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

fe bedee: Böylece başladı.
(Neye başladı? Aramaya başladı.)

bi ev’ıyetihim: Onların (diğer kardeşlerinin) heybeleri ile.
kable viâi ahîhi: Kardeşinin heybesinden önce.
(viâi: Heybe, ev’ıye: Heybeler.)
summestahracehâ: Sonra onu çıkardı.
min viâi ahîhi: Kardeşinin heybesinden.

“kezâlike kidnâ li yûsuf(yûsufe): Yusuf için işte böyle bir düzen hazırladık (keyd hazırladık).” diyor Allahû Tealâ.

mâ kâne li ye’huze ehâhu fî dînil meliki: Melik’in milletinde (o milletin kurallarında, kanunlarında) kardeşini almak (tutmak) olmazdı (kardeşini tutmak olmazdı, alıkoymak olmazdı).
illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu): Allah’ın dilemesi hariç.
nerfeu deracâtin men neşâu: Dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz.
ve fevka kulli zî ilmin alîm(alîmun): Ve bütün ilim sahiplerinin üstünde daha iyi bilen vardır.

Kimdir O? Bütün ilim sahiplerinin en üst seviyede olanlarının da üstünde Allah vardır.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, ilim, çağımızda hızla ilerliyor. Artık gen kanunları ortaya çıktı, genetik mühendisliği var, hücre teknolojisi var. Artık kök hücrelerden istenilen hücre türü üretilebiliyor. Taşıyıcı virüslerle hastanın hasta olan bölümüne götürülüyor ve sağlam hücrelerle hasta hücreler değiştiriliyor. Ve kişinin iç dünyasında, hücre yapısında artık değişiklikler sağlanabiliyor. İnsanlar buraya ulaştılar. Peki, bu neyi ifade eder? Şunu ifade eder: Her yeni bulgu bize öyle şeyler getiriyor ki; biz, bu yeni gelenlerin; yeniden dağarcımıza girmesi lâzımgelen ilmin; dağarcımıza girmesi lâzımgelen bu yeni gelen ilmin en çok %5’ni algılayabiliyoruz, %95’i gene bilinmeyenlerin arasında. Ama her yeni bilinen %5, beraberinde %95 bilinmeyen getiriyor. Yani insanların bir tarafta ilmi artarken, bir taraftan Allah’ın ilmine göre ne kadar cahil olduğu da bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın bu söylemesi tam yerinde değil mi? “Bütün ilim sahiplerinin üstünde daha iyi bilen vardır.”

ve fevka: Üzerinde.
kulli zî ilmin: Bütün ilim sahiplerinin üzerinde.
alîm(alîmun): Âlim vardır; daha iyi bilen vardır.

alîm: Daha iyi bilen, alim: Bilen (ama alîm(alîmun): Daha iyi bilen).

Allah, her zaman daha iyi bilendir.

Ve 77. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

76. âyet-i kerimenin bu muhtevasına bir defa daha bakalım, ne diyor Allahû Tealâ burada? Diyor ki: “Biz, Yusuf için bir düzen hazırladık. Eğer Biz bu düzeni hazırlamasaydık,” diyor Allahû Tealâ, “Yusuf’un kardeşini orada tutması (alıkoyması) mümkün olmayacaktı.”

Orada Mısır’da kanunlar vardı. Bu kanunlara göre Yusuf, kardeşini kendisiyle beraber alıkoyamıyordu. Ama eğer onun hırsız olduğu ispat edilirse bir yıl kölelik etmesi gerekiyordu çaldığı yere. Ve Allahû Tealâ, Mısır’ın kanunlarına rağmen Hz. Yusuf’a kardeşini kendisiyle beraber (Bünyamin’i kendisiyle beraber) tutabilmesi için bir yardımda bulundu, böyle bir tuzak hazırladı. Yani Yusuf’un bütün yaptıkları, Allahû Tealâ’dan aldığı emirler gereğince. Yusuf, salâh makamındaydı ve Allah, devamlı ona emirlerini gönderiyordu.

Ve Yûsuf Suresinin 77. âyet-i kerimesi:

12/YÛSUF-77: Kâlû in yesrık fe kad seraka ahun lehu min kabl(kablu), fe eserrahâ yûsufu fî nefsihî ve lem yubdihâ lehum kâle entum şerrun mekânâ(mekânen), vallâhu a’lemu bimâ tasifûn(tasifûne).

Şöyle dediler: “Eğer o çalmışsa ondan önce onun kardeşi de çalmıştı.” Fakat Yusuf onu içinde gizledi, onlara açıklamadı. (İçinden dedi ki:) “Sizin durumunuz daha fena, Allah anlattıklarınızı çok iyi bilir.”


Kelimeler:

kâlû: Dediler.
in yesrık: Eğer çalmışsa (sirkati yapmışsa, çalma fiilini işlemişse).
fe kad: Olmuştu.
seraka: Çaldı.
ahun: Kardeşi.
lehu: Onun.
min kablu: Önceden, daha önce.
fe eserra-hâ: Ve onu saklı tuttu, gizledi.
yûsufu: Yusuf.
fî nefsi-hî: Nefsinde, kendi içinde.
ve lem yubdi-hâ: Ve onu açıklamadı.
lehum: Onlara.
kâle: Dedi.
entum: Siz.
şerrun: Şerr, kötü.
mekânen: Konum, yer.
vallâhu (ve allâhu): Ve Allah.
a’lemu: Daha iyi bilir.
bimâ: Dolayısıyla, o şey sebebiyle.
tasifûne: Anlatıyorsunuz.

Ve Yûsuf Suresinin 77. âyet-i kerimesinin cümlecikleri:

kâlû in yesrık: Şöyle dediler: “Eğer o çalmışsa.”
(kâlû: Dediler, in: Eğer, yesrık: O çalmışsa.)

fe kad seraka: (O da) çalmıştı.
ahun lehu min kabl(kablu): Daha önce onun kardeşi.

ahu kelimesi, ahun kelimesi, ahi kelimesinden geliyor.)

(min kablu: …’den evvel, lehu: Onun, ahun: Kardeşi.)

fe eserrahâ yûsufu: Fakat Yusuf onu gizledi.
fî nefsihî: İçinde (nefsi içinde, kendi içinde).
ve lem yubdihâ lehum: Ve onlara açıklamadı.
kâle entum şerrun mekânâ(mekânen): Sizin durumunuz daha fena.
vallâhu a’lemu bimâ tasifûn(tasifûne): Ve anlattığınız şeyi Allah daha iyi bilir.

Ve bu cümleciklerden çıkan cümleler:

“Şöyle dediler: ‘Eğer o çalmışsa ondan önce onun kardeşi de çalmıştı.’ Fakat Yusuf onu içinde gizledi, onlara açıklamadı. Sizin durumunuz daha fena, Allah anlattıklarınızı çok iyi bilir’ (dedi).”

Rivayete göre halası, Yusuf’u çok sevdiği için yanında alıkoymak istemişti. Ve İbrâhîm (A.S)’ın mirasından kalan kuşağı, Yusuf’un beline sarmıştı. Sonradan da “Bu kuşak kayboldu.” demişti. Ve kuşak, Yusuf’un üzerinde çıktı. Birinci hırsızlık denilen olay bu. İkincisi; annesinin babasına ait bir putu, ona tapmasınlar diye çalıp kırmıştı. Tabiî annesinin babası putperestti. Hz. Yâkup’la evlenince Yusuf’un annesi, mü’min olmak şerefine ermişti. Ve Yusuf da annesinin babasına ait olan putu alıp kırmıştı. Bu da Yusuf’un ikinci sözde hırsızlığıydı. Başka bir gün de bir dilenciye kilerden yumurta çalarak vermiş. Bu da Yusuf’un bir başka hırsızlığı. Aslında Yusuf, hiçbirinde gerçek anlamda bir hırsızlık yapmamıştı.

Hırsızlık nedir sevgili kardeşlerim? Bir insanın, başkasına ait olan bir malı kendi menfaati için çalması. Yusuf kilerden yumurta çalıyor ama kendisi için değil. Açlıktan ölmek üzere olan bir fakire onun yiyebileceği bir şey verebilmek için yapıyor bunu. Öyleyse karar Allah’ındır. Allahû Tealâ’ya göre, bu konu bir hırsızlık kabul edilmemiş. Ama kardeşleri bu olayları biliyorlar. Ayrıca Yusuf’u da kıskanıyorlar, kıskandıkları için de Yusuf’un aleyhinde bir şeyler söylüyorlar. Ama Yusuf da aşağıdaki cümleyi söylemiyor kardeşlerine: “Sizin durumunuz daha fena. Allah anlattıklarınızı çok iyi bilir.”

“Açıklamadı, içinden dedi ki: ‘Sizin durumunuz daha fena.’ Fakat Allah anlattıklarınızı daha iyi bilir.” diyor Yusuf ama içinden, kardeşlerine söylemiyor.

Ve 78. âyete geliyoruz, 78. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-78: Kâlû yâ eyyuhâl azîzu inne lehû eben şeyhan kebîran fe huz ehadenâ mekânehu, innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne).

“Ey azîz (vezir)! Gerçekten onun çok yaşlı, büyük bir babası var. O sebeple onun yerine bizden birisini al (tut). Muhakkak ki; biz seni muhsinlerden görüyoruz.” dediler.


Kelimeler:

kâlû: Dediler (ki).
yâ eyyuhâ el azîzu: Ey azîz.
inne: Muhakkak (ki), gerçekten.
lehû: Onun var.
eben: Babası.
şeyhan: İhtiyar.
kebîran: Büyük, yaşlı.
fe: Artık, bu sebeple, bundan dolayı.
huz: Tut, al.
ehade-nâ: Bizden birisi (birini).
mekâne-hu: Onun yerine.
innâ: Muhakkak ki biz, gerçekten biz.
nerâ-ke: Seni görüyoruz.
min el muhsinîne: Muhsinlerden.

Cümlecikler:

kâlû yâ eyyuhâl azîzu: Ey azîz, dediler.
inne lehû eben: Gerçekten onun babası var.
şeyhan kebîran: Çok yaşlı, ihtiyar.
fe huz ehadenâ: Bu nedenle bizden birisini al (tut).
mekânehu: Onun yerine.
innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne): Muhakkak ki biz, seni muhsinlerden görüyoruz.

Cümlecikleri toparlayınca şu çıkıyor ortaya:

“Ey azîz (ey vezir, azîz; vezir demek)! Gerçekten onun çok yaşlı, ihtiyar bir babası var. O nedenle onun yerine bizden birisini al (tut). Muhakkak ki biz, seni muhsinlerden görüyoruz, dediler.”

Bu, Hz. Yusuf’un kıssası, rivayet olunan standartlarda şöyle: Kardeşleri, Bünyamin’in kendilerine verilmesine çok ısrar ettiler. Yusuf (A.S): “Veremem.” dedi. İçlerinden Rubin çok hiddetlenmiş. Rubin’in çok müthiş bir sesi varmış. İşiten, bu sesi işiten hamile bir kadının korkudan çocuğunu düşürmemesi imkânsızmış. Fakat hiddetlendiği zaman ailesinden birisi kendisine dokunursa o zaman hiddeti zail olurmuş Rubin’in. Rubin: “Ey Aziz! Eğer Bünyamin’i vermezsen, bir defa haykırırsam Mısır’da çocuğunu düşürmedik bir kadın kalmaz.” dedi.

Yusuf (A.S)’ın küçük bir oğlu vardı. Rubin’in yanına gidip ona dokunmasını emretti. Çocuk dokunur dokunmaz hiddeti teskin oldu, hiddeti geçti (Rubin’in hiddeti geçti). Ve hemen kardeşlerine döndü: “Bana hanginiz dokundu?” dedi. “Biz dokunmadık.” dediler. Rubin: “Allah hakkı için bu beldede âli Yâkub; Yâkub (A.S)’ın ailesinden birisi var.” dedi. Rubin ikinci defa hiddetlendi. Bu sefer Yusuf (A.S) tahtından inip, onu eliyle tutup diz üstü çöktürdü ve şöyle dedi: “Ey Yâkup oğulları! Kuvvetinize bu kadar mağrur musunuz? Size mukavemet edecek kimse bulunmaz mı sanıyorsunuz?” Bünyamin’i böyle kurtarmanın imkânı olmadığını görünce, ona yalvararak Bünyamin’in çok ihtiyar bir babası olduğunu, onu çok sevdiğini, ölen kardeşinin acısını onunla unutmaya çalıştığını söylemişler.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Yusuf (A.S)’ın kıssası çok ibretli bir muhteva taşıyor. Burada kardeşlerinin şöyle veya böyle söylemesi, Yusuf’u kandıramıyor. Kardeşi Bünyamin’i vermiyor onlara.

Ve 79. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-79: Kâle maâzallâhi en ne’huze illâ men vecednâ metâanâ indehû innâ izen le zâlimûn(zâlimûne).

“Eşyamızı yanında bulduğumuz kişiden başkasını almaktan (tutmaktan) Allah’a sığınırım. Eğer biz (bunu) yaparsak, o zaman elbette zalimlerden oluruz.” dedi.


kâle: Dedi(ler ki).
maâza allâhi: Allah’a sığınırım.
(âze: Sığındı).
en ne’huze: Alıkoymamız, onu almamız, tutmamız, alıkoymamız.
illâ: ...’den başka.
men vecednâ: Bulduğumuz kimse.
metâa-nâ: Bizim eşyamız.
inde-hû: Onun yanında.
innâ (in-nâ): Eğer biz yaparsak.
izen: O zaman.
le zâlimûne: Mutlaka zâlimler oluruz.

Cümlecikler:

kâle maâzâllâhi: Allah’a sığınırım, dedi.
en ne’huze: (Bizim) almamız.
illâ men vecednâ: (Eşyamızı onun yanında) bulduğumuz kişiden başka.
metâanâ indehû: Onun yanında eşyamızı.
“Eşyamızı onun yanında bulduğumuz kişiden başka).
innâ izen le zâlimûn(zâlimûne): Eğer biz bunu yaparsak, o zaman elbette zâlimlerden oluruz.

Hz. Yusuf diyor ki: “Eşyamızı cebinde bulduğumuz kişiden başkasını almaktan (tutmaktan) Allah’a sığınırım. Eğer biz yaparsak (bunu yaparsak; onun yerine başka birini ahzedersek; tutarsak), o zaman elbette zâlimlerden oluruz.”

Ayrıca Hz. Yusuf’un buradaki ifadesi dikkat çekici. Hz. Yusuf demiyor ki: “Eşyamızı çalan kişiden başkasını tutmaktan Allah’a sığınırım.” “Eşyamızı yanında bulduğumuz kişiden başkasını tutarsam, alıkoyarsam Allah’a sığınırım.” diyor. Kardeşinin eşyasını çalmadığını ve eşyayı kendisinin koyduğunu bir bakıma Allah’ın huzurunda söylemiş oluyor. Kardeşleri bunu anlayabilecek durumda değiller. “Eşyamızı yanında bulduğumuz kişi.” diyor, “Onu alıkoyabiliriz.” diyor sadece. Yani hangi sebeple olursa olsun, eşya onun yanında bulunmuşsa, onun üzerinde bulunmuşsa o zaman onun alıkonması lâzım.

Hz. Yusuf, Bünyamin’i tutmakta kararlı. Kardeşleri de onu almak için her türlü yola gördüğünüz gibi başvuruyorlar. Ve Yusuf’un bu konuda haklı bir sebebi var, kanunlar öyle. Eşyasını yanında bulduğu kişiyi bir yıl köle olarak tutmak yetkisinde. “Başka birini buradaki kanunlara göre tutamam.” diyor.

Öyleyse 80. âyet-i kerimeye geliyoruz:


Bismillâhirrahmânirrahîm.

12/YÛSUF-80: Fe lemmâstey’esû minhu halasû neciyyâ(neciyyen), kâle kebîruhum e lem ta’lemû enne ebâkum kad ehaze aleykum mevsikan minallâhi ve min kablu mâ ferrattum fî yûsuf(yûsufe), fe len ebrahal arda hattâ ye’zene lî ebî ev yahkumallâhu lî ve huve hayrul hâkimîn(hâkimîne).

Artık ondan ümitlerini kestikleri zaman bir kenara çekildiler. Onların en büyüğü gizlice konuşarak şöyle dedi: “Babamızın sizden, Allah adına misak aldığını ve daha önce Yusuf’a yaptığınız kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye kadar veya Allah benim hakkımda hüküm verinceye kadar, artık buradan asla ayrılmayacağım. Ve o hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”


fe lemmâstey’esû: Artık umutlarını kestikleri zaman.
min-hu: Ondan.
halasû: Ayrıldılar, bir kenara çekildiler.
neciyyan: Fısıldaşarak, gizli konuşarak.
kâle: Dedi.
kebîru-hum: Onların büyüğü.
e lem ta’lemû: Bilmiyor musunuz?
enne: Olduğunu.
ebâ-kum: Sizin babanız.
kad: Olmuştu.
ehaze: Aldı.
aleykum: Sizden.
mevsikan: Misak.
min allâhi: Allah’tan.
ve min kablu: Ve daha önceden.
mâ ferrattum: Yaptığınız kusur.
fî yûsufe: Yusuf için, Yusuf hakkında, Yusuf’a.
fe len ebraha: Artık asla ayrılmam.
(bereha: Ayrıldı.)
el arda: Yer (burada).
“Buradan asla ayrılmam.”

hattâ: Oluncaya kadar.
ye’zene: İzin verir.
lî ebî: Bana babam.
ev: Veya.
yahkumu allahu: Allah hüküm verir.
lî: Benim için.
ve huve: Ve o.
hayru el hâkimîne: Hüküm verenlerin en hayırlısı(dır).


fe lemmâstey’esû minhu: Artık ondan ümitlerini kestikleri zaman.
halasû: Bir kenara çekildiler.
neciyyâ(neciyyen), kâle kebîruhum: Gizlice konuşarak onların en büyüğü şöyle dedi.
elem ta’lemû: Bilmiyor musunuz?

“enne ebâkum kad ehaze aleykum mevsikan minallâhi.”

enne: Olduğunu (muhakkak ki).
ebâ-kum: Babamız.
kad ehaze: Almıştı.
aleykum: Sizden.
mevsikan: Misak.
min allâhi: Allah adına.
“Babamızın sizden, Allah adına misak aldığını.”
elem ta’lemû: Bilmiyor musunuz?

ve min kablu mâ ferrattum fî yûsuf(yûsufe): Ve daha önce Yusuf’a yaptığınız kusuru.
fe len ebrahal arda: Artık buradan asla ayrılmayacağım.
hattâ ye’zene lî ebî: Babam bana izin verinceye kadar.
ev yahkumallâhu lî: Veya Allah, benim hakkımda hüküm verinceye kadar.
ve huve hayrul hâkimîn(hâkimîne): Allah muhakkak ki hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Ve cümlecikleri birleştirdiğimiz zaman şu çıkıyor:

“Artık ondan ümitlerini kestikleri zaman bir kenara çekildiler. Onların en büyüğü gizlice konuşarak şöyle dedi: Babamızın sizden, Allah adına misak aldığını ve daha önce Yusuf’a yaptığınız kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye kadar veya Allah benim hakkımda hüküm verinceye kadar, artık buradan asla ayrılmayacağım. Ve o hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Yusuf’un kardeşleri kendi aralarında bir kenara çekilip konuşuyorlar. Bu kardeşlerin en büyüğü diğerlerine diyor ki: “Daha evvel Yusuf hakkında yaptığınız aşırılığı, yanlışlığı, kusuru ve babamızın bizden misak aldığını, Allah adına kesin bir söz aldığını, misak aldığını bilmiyor musunuz? Ben bu sebeple yani Bünyamin de burada kaldığı için babamı iki sevgiden de mahrum ettiğiniz için artık ben buradan bir yere gitmem.” diyor. “Burası.” diyor, “Benim yurdum burası olacak. Babam bana dönüş için izin verinceye kadar veya Allah hakkımda hüküm verinceye kadar. Allah, hüküm verenlerin mutlaka en hayırlısıdır.” diyor.

Kendisini suçlu hissediyor. Birincisinde Yusuf’u kuyuya sarkıttıkları için. Başlarında o vardı, en büyükleri. İkincisinde Bünyamin’i de bütün gayretlerine rağmen geri alamadıkları için bundan büyük huzursuzluk duyuyor ve bu sıkıntısını dile getiriyor.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, 80. âyette bugünkü, bu akşamki Kur’an-ı Kerim Tefsiri konumuz inşaallah tamamlanıyor.

Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara, hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırması dualarımızla sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

İmam İskender Ali M İ H R