}
Ra'd Suresi 12-16 (Âyetlerin Sırları) 11.04.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 103825


SOHBETİN ADI: RA’D 12-16 (Âyetlerin Sırları)

TARİHİ: 11.04.2002

 

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, işte Ra’d Suresinin 12. âyet-i kerimesi ve Kur’ân-ı Kerim Tefsiri.

 

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.


13/RA'D-12: Huvellezî yurîkumul berka havfen ve tamaan ve yunşius sehâbes sikâl(sikâle).

Size şimşeği korku ve ümit için gösteren ve (yağmur) yüklü bulutları inşa eden (düzenleyen) O' dur.


huve: O.

ellezî: Ki o.
yurî-kum: Sizi, size gösterir.

el berka: Şimşek.
havfen: Korku.

ve tamaan: Ve ümit, umut.

ve yunşiu: Ve inşa eder, yapar, dizayn eder.
es sehâbe: Bulutlar.
(sihâb: Bulut.)

es sikâle: Ağır yüklü, sıkletli.

 

huve: O.
huvellezî yurîkumul berka: O’dur ki; size şimşeği gösterir.
havfen ve tamaan: Korku ve ümit için (korku ve ümit olarak).

ve yunşiu: Ve inşa eder (ve düzenler, inşa eder, dizayn eder).

es sehâbes sikâle: Yüklü bulutlar.


Burada Allahû Tealâ diyor ki cümlecikleri cümle haline getirirsek: “Size şimşeği korku ve ümit için gösterir ve (yağmur) yüklü bulutları inşa eden (düzenleyen) O’dur.”

 

“Size şimşeği korku ve ümit için gösteren O’dur.” Veya: “O Allah, O’dur ki; size şimşeği korku ve ümit için gösterir.” Ama: “Size şimşeği korku ve ümit için gösteren O’dur,” daha doğru bir cümle oluyor Arapça aslına göre.

“Ve yüklü bulutları inşa eden.” Neyle yüklü olabilir bulutlar? Yağmur. “Ve yağmur yüklü bulutları” parantez içinde kullanıyoruz. “Yağmuru inşa eden (düzenleyen) O’dur, o Allah’tır. Gösteren ve yağmur yüklü bulutları inşa eden (düzenleyen) O’dur.”

 

Allahû Tealâ, Allahû Tealâ’nın nasıl bulutları yağmurla, bir şeylerle yüklediğini gösteriyor. Hem elektrik yüklü bulutlar ki; şimşekler bu sebeple çakar. Artı (+) elektrik yüklü buluttan, eksi (-) elektrik yüklü buluta bir elektrik atlaması daima söz konusu olacaktır. Fazla olan taraf, artı taraf daima eksi olan tarafa ulaşır. Ve tabiatın beslenmesi için, bitkilerin beslenmesi için, yağmurun yağması asıldır. Onu da yağdıran Allah’tır.

Ve Ra’d Suresinin 13. âyet-i kerimesi:

 

13/RA'D-13: Ve yusebbihur ra’du bi hamdihî vel melâiketu min hîfetihî, ve yursilus savâıka fe yusîbu bihâ men yeşâu ve hum yucâdilûne fîllâh(fîllâhi), ve huve şedîdul mihâl(mihâli).

Gök gürültüsü ve melekler, O'nu, hamd ile ve O'nun (Allah’ın) korkusundan tesbih ederler. Ve yıldırımları, O gönderir. Böylece onlar, Allah hakkında mücâdele ederlerken, dilediği kimseye onu isabet ettirir. Ve O, karşı koyulması mümkün olmayandır.


Kelimeler:


ve yusebbihu: Ve tesbih ederler.

er ra’du: Gök gürültüsü.

bi hamdi-hi: Onu hamd ile.

ve el melâiketu: Ve melekler. 

min hîfeti-hi: Onun korkusundan.

ve yursilu: Ve gönderir.

es savâıka: Yıldırımlar.

fe yusîbu: Böylece isabet ettirir.

bi-hâ: Onu.

men yeşâu: Dilediği kimse(ye).

ve hum: Ve onlar.

yucâdilûne: Mücâdele ediyorlar.

fîllâhi (fî allâhi): Allah’ta, Allah’ın içinde, Allah hakkında.

ve huve: Ve o.

şedîdu: Şiddetli, çok kuvvetli, kesin.

el mihâli: Mukavemet edilemeyen, dayanılmaz, karşı koyulmaz, konulmaz.

 

Şimdi cümleciklere bakıyoruz.

 

ve yusebbihur ra’du bi hamdihî: Ve gök gürültüsü, O’nu hamd ile tesbih eder. 

vel melâiketu min hîfetihî: Ve melekler O’nun (Allah’ın) korkusundan.

ve yursilus savâıka: Ve yıldırımları O, gönderir.

fe yusîbu bihâ men yeşâu: Ve böylece dileği kimseye onu isabet ettirir.

ve hum yucâdilûne fîllâhi: Ve onlar, Allah hakkında mücâdele ediyorlar.

ve huve şedîdul mihâli: Ve O, karşı konulması…


Şimdi burada bu cümlecikler bitiştirildiği zaman:

 

“Gök gürültüsü O’nu hamd ile ve melekler…”

“Gök gürültüsü ve melekler, O’nu hamd ile ve O’nun (Allah’ın) korkusundan tesbih ederler. Ve yıldırımları o gönderir. Böylece onlar, Allah hakkında mücâdele ederlerken, dilediği kimseye onu isabet ettirir. Ve O, karşı koyulması mümkün olmayandır.” Veya: “Karşı konulması mümkün olmayandır, O’na karşı konulamaz.”

 

Aslında fiil, karşı koymak. Biz gene, “koyulması” diyelim. “Karşı çıkılamaz,” burada yeterli bir ifade olmuyor. Bu konuda bir rivayet söz konusu. Enes (R.A)’dan rivayet edilmiş. Peygamber Efendimiz ( S.A.V): “Arap firavunlarından bir zorbaya bir adam gönderiyor ve git onu bana çağır.” diyor. “Resûlullah seni çağırıyor.” diye gidiyor, söylüyor firavuna Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in elçisi. Adam diyor ki: “Muhammed’in ilâhı altından mı yoksa gümüşten mi?” diyor, “Söyle bana.” Onun kibrinden gelmediğini Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e söyleyince, Resûlullah tekrar demiş aynı kişiye: “Git, onu bana tekrar çağır.” Elçi gidiyor firavunun huzuruna ve tekrar davet ediyor. Firavun da gelmemekte dayatınca, Allahû Tealâ oraya bir bulut gönderiyor ve gönderdiği bu buluttan bir şimşek, bir yıldırım firavunun başına ulaşıyor. Ve firavun orada ölüyor. Onun üzerine de bu âyet nazil oluyor. Yani âyet sebepsiz değil. Gerçek anlamda bir zorbanın, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaşmaması söz konusu ve arkasından da yıldırımın isabeti söz konusu. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e, Allah’ın emriyle çağırmak söz konusu oluyor ve emir dinlenmeyince netice böyle çıkıyor.  

 

Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesi:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.


13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ ke bâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).

Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

lehu: Ona (kendisinedir).

da’vetu el hakkı: Hakk’ın daveti.

ve ellezîne: Ve o kimseler.

yed’ûne: Dua ederler.

min dûni-hi: Ondan başkasına. 

lâ yestecîbûne: İcabet edilmez.

lehum: Onlara.

bi şey’in: Bir şey ile.

illâ: Ancak.

ke bâsitı: Açan gibidir.

keffey-hi: Avucunu.

ilâl mâi (ilâ el mâi): Suya.

li yebluga: Erişmesi için.

fâ-hu: Onun ağzına.

ve mâ huve: Ve o …değildir.

bâligı-hi: Ona erişen (ulaşan).

ve mâ: Ve değildir.

duâu el kâfırîne: Kâfirlerin duası.

illâ: …den başka.

fî dalâlin: Dalâlette, sapıklık içinde.
“Dalâlette, sapıklık içinde olmaktan başka değildir.”

 

Birinci âyetin birinci bölümü, cümleciklere geçiyoruz:

 

lehu da’vetul hakkı: Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır).

vellezîne yed’ûne min dûnihî: O’ndan başkasına davet ettikleri şeyler. 

lâ yestecîbûne: İcabet etmezler.

lehum bi şey’in: Onlara bir şeyle.

illâ ke bâsitı keffeyhi ilâl mâi: Onlar, ancak suya avucunu açmış kimse gibidir.
li yebluga fâhu: Onun ağzına suyun ulaşması için.

ve mâ huve bi bâligıhî: Ve (su) ona ulaşacak değildir.

ve mâ duâul kâfirîne: Ve kâfirlerin daveti değildir.

illâ fî dalâlin: Dalâletten başka bir şey.

(Su, nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa dalâlette olanlar da hidayete ulaşamazlar.)

Bu cümlecikleri toparladığımız zaman: “Hakk’ın daveti Ona’dır (Kendisinedir, Allah’adır). Ondan başkasına davet ettikleri (şeyler, putlar), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), (onlara) ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten başka bir şey değildir.”

 

Burada Allahû Tealâ’nın anlatmak istediği bir şey var. Allahû Tealâ putperestlerden bahsediyor ve bu putperestler, Allah’tan başkasına davet ediyorlar. Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’ın daveti Kendisinedir (Allah’adır).”

Allah, Kendisine yani hidayete davet eder. Yani bizde bir emanet olarak bulunan ruhun Allah’a geri dönmesini ve böylece kişinin hidayete ermesini emreder Allahû Tealâ.

 

Öyleyse buradaki olgu, açık bir muhteva taşır ve Allahû Tealâ’nın buradaki dizaynı Allah’ın açıkça hidayete davetidir; Kendi Zat’ına davetidir. Ama putperestler Allah’tan başkasına davet ederler. O, davet ettikleri şeyler de putlar da kendilerine dua edenlere, onlardan talepte bulunanlara hiçbir şekilde cevap veremez; çünkü bir şey yapmak yetkisinin sahipleri değildir.

 

Allahû Tealâ, putların insanların taleplerine cevap vermelerinin ne kadar imkânsız olduğunu misalle açıklıyor. Kişi avuçlarını açmış, yukarda bekliyor, su aşağıda avucuna gelecek. Yerçekimi kuvvetine rağmen, su yükselecek; kişinin avuçlarına gelecek. O da avucuna; aşağıdan yukarıya çıkarak avucuna ulaşan suyu ağzına götürüp içecek. Tabiî bu imkânsız.

 

Bu nasıl imkânsızsa, “Dalâlette olanlar kendi kendilerine nasıl hidayete eremezlerse putlar vasıtasıyla, o su da onların ağzına ulaşamaz.” diyor Allahû Tealâ, “Ve kâfirlerin daveti dalâletten başka bir şey değildir (Allah’tan başkasına çağırmaları).” Yani putların, onların duasını şu veya bu şekilde gerçekleştirmesi, hiç bir şekilde mümkün değildir.  Ve işte o putperestler, küfür içinde olanlar, onlar dua ederler. Ama onlar sadece dalâlette olan insanlardır, hiçbir zaman hidayete eremezler. Su nasıl, oradan çıkarak onların ağzına gelmezse, onlar da hiçbir zaman dalâletten kurtulup hidayete eremezler.

Allah razı olsun.


Ve 15. âyet-i kerime:


13/RA'D-15: Ve lillâhi yescudu men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl(âsâli). (SECDE ÂYETİ)

Yerdekiler ve göktekiler ve onların gölgeleri, sabah akşam, isteseler de istemeseler de Allah’a secde ederler. (Fizik vücutların gölgesi nefs ve ruhtur. Fizik vücutlar secde edince, nefsler de secde ederler. Ruh hasletleri ile isteyerek secde eder. Nefs, afetlerinden dolayı istemeyerek secde eder. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse, nefs tezkiyesine ulaşınca; ağırlık Allah’ın nurlarına geçer. O zaman nefs de isteyerek secde eder.)


Tekrar ediyorum: 


Bismillâhirrahmânirrahîm.


“ve lillâhi yescudu men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl.”

 
Kelimeler:


ve lillâhi (ve li allâhi): Ve Allah’a.
yescudu: Secde eder.
men fî es semâvâti: Semalarda olan kişiler.

ve el ardı: Ve yeryüzü.

tav’an: İsteyerek.

ve kerhen: Ve istemeyerek.

ve zilâlu-hum: Ve onların gölgeleri.
bi el guduvvi: Sabahleyin, sabah.
ve el âsâli: Ve akşamleyin, akşam.

 

Cümlecikler:

 

ve lillâhi yescudu: Ve Allah’a secde ederler.
men fîs semâvâti vel ardı: Semalarda ve yeryüzünde olanlar.

tav’an ve kerhen: İsteseler de istemeseler de.
ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl: Ve onların gölgeleri sabah ve akşam.

 

“Yerdekiler ve göktekiler ve onların gölgeleri, sabah akşam isteseler de istemeseler de O’na (Allah’a) secde ederler.”

Fizik vücutların gölgesi nefs ve ruhtur. Fizik vücutlar secde edince, nefsler de secde ederler. Ruh hasletleriyle isteyerek secde eder, nefs afetlerinden dolayı istemeyerek secde eder. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse, nefs tezkiyesi sebebiyle, nefs tezkiyesine ulaşınca ağırlık Allah’ın nurlarına geçer. O zaman nefs de isteyerek secde eder.

 

Öyleyse cümle, normal standartlardaki cümle şöyle:“Yerdekiler ve göktekiler ve onların gölgeleri, sabah akşam isteseler de istemeseler de Allah’a secde ederler.” 

Ve Ra’d Suresinin 16. âyet-i kerimesi:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.


13/RA'D-16: Kul men rabbus semâvâti vel ard(ardı), kulillâh(kulillâhu), kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ(darren), kul hel yestevil a’mâ vel basîru em hel testevîz zulumâtu ven nûr(nûru), em cealû lillâhi şurakâe halakû ke halkıhî fe teşâbehel halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huvel vâhidul kahhâr(kahhâru).

“Semaların ve yeryüzünün Rabbi kimdir?” de. “Allah’tır” de. Artık ondan başka kendilerine bile fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz? “Gören ve görmeyen bir olur mu? Veya karanlıklar ile nur bir olur mu?” de. Yoksa onlar, onun yaratması gibi yaratan ortaklar kıldılar da, böylece bu yaratma onlara benzer mi göründü? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır.” Ve O, tek Kahhar (kahreden), herşeye gücü yeten, en kuvvetli olandır.

Kelimeler:

kul: De (ki).

men: Kim.

rabbu es semâvâti: Semaların (göklerin) Rabbi.

ve el ardı: Ve yerin.

kullillâhu (kul allâhu): “Allah’tır,” de.

kul: De (ki).

e fettehaztum (e fe ittehaztum): Artık, siz, …mı edindiniz?

min dûni-hi: O’ndan başka.

evliyâe: Evliya, velîler, dostlar. 

lâ yemlikûne: Yapamaz, gücü yetmez, mâlik değil.

li enfusi-him: Kendileri için.

nef’an: Bir yarar, bir fayda, menfaat.

ve lâ darren: Ve zarar vermez.

kul: De (ki).

hel yestevi: Bir mi, bir olur mu?

el a’mâ: âmâ olan, görmeyen.

ve el basîru: Ve gören.

em: Yoksa, veya.

hel testevî: Bir mi, bir olur mu?

ez zulumâtu: Karanlıklar.

ve en nûru: Ve nur.

em: Yoksa, veya.

cealû: Kıldılar, yaptılar.

lillâhi (li allâhi): Allah’a.

şurakâe: Ortaklar.

halakû: Yarattılar.

ke: Gibi.

halkı-hi: Onun yaratması (gibi).

fe: Böylece.

teşâbehe: Birbirine benzedi, benzer göründü.

el halku: Yaratma.

aleyhim: Onlara.

kulillâhu (kul allâhu): “Allah’tır,” de.

hâliku: Yaratan.

kulli şey’in: Her şey.

ve huve: Ve o.

el vâhidu: Tek, bir tane.

el kahhâru: Kahhar olan, en kuvvetli olan, her şeye gücü yeten.

 

Cümleciklere geçiyoruz.

 

kul men rabbus semâvâti vel ardı: “Semaların ve yeryüzünün Rabbi kimdir?” de.

kulillâhu: “Allah’tır.” de.

kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe: Artık o’ndan başka (Allah’tan başka) dostlar mı edindiniz?

lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darren: Kendilerine bile fayda ve zararı olmayan.

kul hel yestevil a’mâ vel basîru: “Gören ve görmeyen bir olur mu?” de.

em hel testevîz zulumâtu ven nuru: Veya karanlıklar ile nur bir olur mu?

em cealû lillâhi şurakâe halakû ke halkıhî: Yoksa onlar, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar kıldılar da.

fe teşâbehel halku aleyhim: Böylece bu yaratma onlara benzer gibi mi göründü?  

kulillâhu hâliku kulli şey’in: De ki: Allah, her şeyin yaratıcısıdır.

ve huvel vâhidul kahhâru: Ve O, tek kahhar, her şeye gücü yeten, en kuvvetli olandır.

 

Öyleyse cümlecikleri cümleler haline getiriyoruz.

 

“Semâların ve yeryüzünün Rabbi kimdir?’ de.” “Allah’tır.” de. Artık ondan başka kendilerine bile fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?” Yani Allah’tan başka, putlardan bahsediyor Allahû Tealâ burada.

“Kendilerine bile fayda veya zararı olmayan (olması mümkün olmayan) dostlar mı edindiniz; putları mı kendinizi dostlar edindiniz? ‘Gören ve görmeyen bir olur mu? Veya karanlıklar ile nur bir olur mu?’ de.”

“Gören ve görmeyen bir olur mu? Veya karanlıklar ile nur bir olur mu?”

“Yoksa onlar, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar kıldılar da böylece bu yaratma onlara benzer mi göründü?

 

Allahû Tealâ burada: “em cealû lillâhi şurakâe halakû.” diyor. “Yoksa onlar (halakû ke halkıhî) O’nun gibi, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar mı kıldılar da böylece bu yaratma onlara benzer mi göründü?” Yani insanlar hem putlarını kendileri put kılıyorlar; elleriyle yaptıkları taşlara, oyma taşlara tapınıyorlar. Onları put kılıyorlar, kendileri onları put yapıyor aslında, taş parçası netice itibarıyla. Sanki o putlar bir şeyler yaratıyormuş da: “Onların yarattığıyla Allah’ın yarattığı onlara benzer mi göründü?” diyor Allahû Tealâ.

 

Böylece âyet-i kerimede Allahû Tealâ’nın birçok suali olduğu görünüyor. “Semâların ve yeryüzünün Rabbi kimdir?” de.” diyor Allahû Tealâ.  Ondan sonra da: “Allah’tır, de.” diyor. Bütün semaları, 2.5 milyar samanyolu, 2.5 milyar; her birinde 2.5 milyar galaksi. Her birinde 2.5 milyar yıldız. “Böylece bir sonsuz kâinatı yaratan O Allah’tır, de.” diyor. 

 

“Ve öyleyse O’nu bırakıp, Allah’ı bırakıp kendilerine bile yarar da zarar da sağlamaya güç yetiremeyen bir takım velîler mi, tanrılar mı edindiniz?” Yani şimdi burada: “Kendilerine bile zararı ve yararı olmayan, ne bir fayda sağlayabilen ne de bir zarar verebilen, hiçbir şey yapamayan putları mı dostlar edindiniz?” diyor Allahû Tealâ.

“Görenle görmeyen bir olur mu?” Taş görmez, Allah görür.
“Karanlıklar ile nur bir olur mu?” Taşlar, nihayet Allah’ın yarattığı cansız bir şeyler. “Hiç karanlıklarla nur bir olur mu?” de.” diyor Allahû Tealâ. 

 

Ondan sonra da: “Acaba onlar, o taşların da bir şeyler yaratacağını mı vehmettiler (vehimleri onlara, o taşların da bir şeyler yaratabileceği gibi bir intiba mı verdi)?” Yani: “Bu ortakları, onlara göre yaratıcı ortaklar mı (ve düşünce yapılarında onların da yaratabileceğini düşünüp de onların yaratmasıyla, Allah’ın yaratmasını birbirine eşdeğer mi gördüler, benzer mi oldu birbirlerine bu yaratmalar)?”

“De ki,” diyor, “Allah her şeyin yaratıcısıdır.” Yani putları da yaratan, putların taşlarını da yaratan gene Allah’tır. İnsanlar onlara elleriyle şekil verip putları oluşturmuşlar.

 

Burada “kahhar” kelimesi geçiyor. Kahreden, yok eden, mahveden mânâsına geliyor.

“Tek kahhar, kahreden, her şeye gücü yeten, en kuvvetli olandır.” diyor Allahû Tealâ.

Her şey netice itibarıyla Allah’ın sadece bir mahlûkudur ve Allahû Tealâ burada, putlara tapan insanların zavallılığını en güzel biçimde dile getirmiş. Yani: “İnsanların vehimleri, düşünce standartları, kendi elleriyle yontarak yaptıkları putlara bir şeyler yaratma düşüncesi vermişse, o hayallerindeki yaratmayla, Allah’ın yaratmasını birbirine eşit mi sayıyorlar yoksa?” diyor Allahû Tealâ. İfade de son derece açık. Kendilerine dahi bir zarar veya fayda veremeyen putlar netice itibarıyla ve bu putların tanrı olarak kabul edilip onlara tapılması olayı.

 

İnsanlık tarihi boyunca her devirde böyle insanların, hâlâ böyle insanların var olduklarını görüyoruz, hâlâ da var. Kabile hayatını yaşayan birçok yerlerde putlara tapmak hâlâ söz konusu.

 

Hatırlayın Hz. İbrâhîm’i. Putların hepsinin birden durduğu binaya bir gece girmiş, eline bir balyoz aldığı gibi, bir tanesi hariç bütün putları parçalamış Hz. İbrâhîm. Sabahleyin hemen yakalamışlar, Hz. İbrâhîm’i götürmüşler putların bulunduğu yere. “Sen kırmışsın.” demişler, “Bütün bu putları.” O da demiş ki: “Ne münasebet?” demiş, “Ben kırmadım.” demiş. “O kırmıştır.” demiş, kırmadığı putu göstermiş. Adamlara demişler ki: “Yahu demişler, o taş parçası, o hiç kırabilir mi onları?” Demiş ki: “Putları bile kıramayan bir şeyi kendinize tanrı etmekten, tanrı kılmaktan utanmıyor musunuz?” demiş. Sonrasını biliyorsunuz, Hz. İbrâhîm’i mancınıkla ateşe atmak kararı verilmiş. Sonra da Allahû Tealâ’nın yardımıyla onlar ateşe attıklarını zannetmişler Hz. İbrâhîm’i; ama Hz. İbrâhîm ateşe ulaştığı zaman, mancınıkla atılıp da ateşe ulaştığı zaman, ateş bir su olmuş; odunların her biri de birer balık.


İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bir güzel gecede bir güzel beraberlik daha inşaallah burada tamamlanıyor. Öyleyse Allahû Tealâ’nın indinde bir Kur’ân-ı Kerim Tefsiri dersini daha inşaallah burada tamamlamış oluyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler. Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

Allah hepinizden razı olsun. 


Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırması dualarımızla ve dileklerimizle sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. 

Allah razı olsun.

 

 

İmam İskender Ali  M İ H R