}
İsrâ Suresi 75-86 (Âyetlerin Sırları) 23.10.2002
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 104624

SOHBETİN ADI: İSRÂ SURESİ 75-86 (Âyetlerin Sırları)
TARİHİ: 23.10.2002

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bir Kur’ân Tefsiri dersinde daha inşaallah bir aradayız. İsrâ Suresinin 75. âyet-i kerimesiyle inşaallah başlıyoruz.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

17/İSRÂ-75: İzen le ezaknâke di’fal hayâti ve di’fal memâti summe lâ tecidu leke aleynâ nasîrâ(nasîran).

O taktirde, elbette hayatın ve ölümün di’fasını (sıkıntılarını, üzüntülerini, acılarını) kat kat sana tattırırdık. Sonra senin için Bize karşı bir yardımcı bulunmazdı.

izen: O takdirde, o zaman.
le ezaknâ-ke: Elbette sana tattırırdık.
di’fa el hayâti: Hayatın zayıflığı (sıkıntısı).
ve di’fa el memâti: Ve ölümün zayıflığı (sıkıntısı).
(di’fa: Kat kat, iki kat, zayıflık, güçsüzlük, sıkıntı).
summe: Sonra.
lâ tecidu: Bulamazsın.
leke: Senin için.
aleynâ: Bize karşı.
nasîran: Bir yardımcı.

Ve cümlecikler:

izen le ezaknâke: O takdirde elbette sana tattırırdık.
di’fal hayâti ve di’fal memâti: Hayatın ve ölümün di’fasını (sıkıntılarını, üzüntülerini, acılarını) kat kat.
summe lâ tecidu leke: Sonra senin için bulamazdın.
aleynâ nasîran: Bize karşı bir yardımcı.

Ve cümlecikleri birleştiriyoruz.

“O takdirde elbette hayatın ve ölümün di’fasını (sıkıntılarını, üzüntülerini, acılarını) kat kat sana tattırırdık. Sonra senin için Bize karşı bir yardımcı bulamazdın.”

Allahû Tealâ’nın bir evvelki âyet-i kerimesindeki: “Onlara biraz meyledecektin, eğer sana sebat vermeseydim.” dizaynı içersinde meseleyi düşündüğümüz zaman, Peygamber Efendimiz (S.A.V) eğer onlara (karşısında olanlara) meyil etmiş olsaydı; o zaman Allahû Tealâ ona sıkıntılar verecekti. Ve: “İki kat sıkıntı verecektik.” diyor. Çünkü o bir nebî. Yoldan çıkması zaten mümkün değil; ama çıkmış olsa cezası normal insanın cezasının iki katı oluyor. Tabiatıyla Allahû Tealâ onu seçmiş. Böyle bir durumda O’nun; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hiçbir şekilde meyletmesi mümkün değil ama: “Olsaydı, o zaman öyle yapacaktık.” diyor.  

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

İsrâ Suresinin 76. âyet-i kerimesi:

17/İSRÂ-76: Ve in kâdû le yestefizzûneke minel ardı li yuhricûke minhâ ve izen lâ yelbesûne hilâfeke illâ kalîlâ(kalîlen).

Neredeyse gerçekten, seni dünyada bulunduğun yerden çıkarmak için tedirgin ediyorlardı (edeceklerdi). Ve eğer öyle olsaydı, onlar da senden sonra sadece az bir süre kalabilirlerdi.


ve in: Ve eğer.
kâdû: Neredeyse, az kalsın.
le yestefizzûne-ke: Seni tedirgin ediyorlar.
min el ardı: Arzdan, yurttan, dünyadan.
li yuhricû-ke: Seni çıkarmak için.
min-hâ: Oradan.
ve izen            : Ve o taktirde, artık, bundan sonra.
lâ yelbesûne: Kalmazlar,  orada kalamazlar.
hilâfe-ke: Senden sonra, senin arkandan.
illâ: Ancak, sadece.
kalîlen: Az.

ve in kâdû: Neredeyse (az kalsın) oluyordu.
le yestefizzûneke: Gerçekten seni tedirgin ediyorlardı.
minel ardı: Dünyadan.
li yuhricûke minhâ:
Seni bulunduğun yerden (oradan) çıkarmak için.
ve izen lâ yelbesûne hilâfeke illâ kalîlen: Ve eğer öyle olsaydı, senden sonra (illâ kalîlen) ancak az bir süre kalırlardı.

Şimdi cümlecikleri birleştiriyoruz.

“Neredeyse gerçekten, seni dünyada bulunduğun yerden çıkarmak için tedirgin ediyorlardı. Ve eğer öyle olsaydı, onlar da senden sonra sadece az bir süre kalabilirlerdi.”

“Neredeyse gerçekten, seni dünyada bulunduğun yerden çıkarmak için tedirgin ediyorlardı (edeceklerdi). Ve eğer öyle olsaydı, onlar da senden sonra sadece az bir süre orada kalabilirlerdi.”

Nitekim böyle olmuştur. Tedirgin etmişlerdir Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i. Terk etmek emrini almıştır, Medine’ye ulaşmıştır. Ama sonra gelip Mekke’yi fethetmiştir. Ve orada ötekilere de fazla bir süre Allahû Tealâ tanımamıştır. Mekke fethedilmiştir, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe tarafından. Allahû Tealâ’nın olayları önceden bildirdiğini görüyoruz. Daha fetih olayı söz konusu değil, bu âyet iniyor. Sonra da Allahû Tealâ, söylediklerini gördüğümüz gibi birer birer gerçekleştiriyor.

Ve 77. âyet-i kerime, İsrâ Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

17/İSRÂ-77: Sunnete men kad erselnâ kableke min rusulinâ ve lâ tecidu li sunnetinâ tahvîlâ(tahvîlen).

Senden önce de gönderdiğimiz resûllerimizin sünneti (sünnetullah: Allah’ın kanunu) budur. Ve sünnetimizde (kanunumuzda) bir değişiklik bulamazsın.

Kelimeler:

 

sunnete: Sünnet (Allah’ın kanunu).
men: Kimse, kim.
kad: Olmuştu.
erselnâ: Biz gönderdik.
kable-ke: Senden önce.
min rusuli-nâ: Resûllerimizden.
ve lâ tecidu: Ve bulamazsın.
li sunneti-nâ: Sünnetimizde.
tahvîlen: Değişiklik.

sunnete: Sünnet.

Sünnetullah: Allah’ın kanunu.

men kad erselnâ kableke min rusulinâ:
Senden önce resûllerimizden göndermiş olduğumuz kimselerin.
ve lâ tecidu: Ve bulamazsın.
li sunnetinâ tahvîlen: Sünnetimizde (kanunumuzda) bir değişiklik.

“Senden önce de gönderdiğimiz resûllerimizin sünneti (sünnetullah: Allah’ın kanunu) budur. Ve sünnetimizde (kanunumuzda) bir değişiklik bulamazsın.”

Allahû Tealâ, Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde aynı şeyi söylüyor, diyor ki:

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.


“Hanif olarak kendini dîne doğrult. O dîn ki; kayyum olan dîndir (ezelden ebede devam edecek olan dîndir, kâinatın tek dînidir). O hanif dîni ki; Allahû Tealâ bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında (hem hanif dînini yaratmasında hem de bütün insanları bu dîni yaşayabilecek olan hanif fıtratının sahibi kılmasında) bir değişiklik göremezsin.” diyor Allahû Tealâ, “Allah’ın sünnetullahı budur.” diyor.

Öyleyse bütün insanlar, hanif fıtratıyla yaratılıyor, hanif dîninin özelliklerine göre yaratılmış. Allah’ın bütün kapıları kapalı, şeytanın kapısı ise açık; insanın yaratılışı bu standartta. Ta ki insanoğlu, aklını başına toplasın, kendi iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilesin. O zaman Allah’ın kapalı olan kapıları, birer birer açılacak insan için ve o kişi ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini sırayla Allah’a teslim edecek. Ama kişi dilemezse Allah’a ulaşmayı dilemezse; böyle bir dileğin sahibi olmazsa hiçbir zaman bu istikamette bir sonuca gitmesi, başarıya ulaşması mümkün değil. Öyleyse Allahû Tealâ’nın sünnetullahı, dîn sünnetullahı. İkinci bir dîn hiç olmamış. Sadece hanif dîni var; yani Arapça adıyla İslâm dîni var. Başka bir dîn hiç olmamış. Hz. Musa’nın da Hz. İsa’nın da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in de dîni aynı dîn, tek dîn. Şeriat, aynı şeriat.

Şûrâ-13’de Allahû Tealâ, Hz. İbrâhîm’in, Hz.Nuh’un, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şeriatlarının aynı şeriat olduğunu ve bu şeriatın Allah’a ulaşmayı dileyenleri, Allah’a ulaştıracak olan şeriat olduğunu ifade buyuruyor.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Öyleyse Allah’ın sünneti, bu âyet-i kerimede de bu İsrâ Suresinin 77. âyet-i kerimesi, Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesiyle bir paralellik arz ediyor, bir illiyet rabıtası içerisinde. “Allah’ın sünnetullah’ında (kanununda, âdetinde) bir değişiklik göremezsin.” diyor Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e.

Allah razı olsun.

Elbette Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den evvel de resûller gönderdi, bir kısmı Peygamber Efendimiz (S.A.V) gibi nebî resûller, bir kısmı ise velî resûller. Her kavme Allahû Tealâ, mutlaka velî resûl gönderir ama bunlardan birisini nübüvvetle de vazifeli kılabilir. 

Allah razı olsun.     

Ve İsrâ Suresi 78. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm.        

17/İSRÂ-78: Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecri, inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ(meşhûden).

Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını (fecr vakti okunan Kur’ân’ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir.


Kelimeler: 

ekımı es salâte: Namazı kıl, ikame et.
li dulûki: Dönmesi.
eş şemsi: Güneş.
ilâ gasakı el leyli (gasaka): Gecenin kararmasına kadar
(gasaka: karardı.)
ve kur’âne: Ve Kur’ân-ı Kerim.
el fecri: Fecr vakti, günün ilk aydınlanmaya başladığı vakit.
inne: Muhakkak.
kur’âne: Kur’ân-ı Kerim.
el fecri: Fecr vakti, günün ilk aydınlanmaya başladığı vakit.
kâne: …dir, idi, oldu.
meşhûden: Şahitli olan, şahit olunan, müşahede edilen.

ekımis salâte: Namazı kıl (ikame et; yerine getir).
li dulûkiş şemsi: Güneşin dönmesi.
ilâ gasakıl leyli: Gecenin kararmasına kadar.
(Güneşin dönmesinden gecenin kararmasına kadar.)
ve kur’ânel fecri: Ve fecrin Kur’ân’ı (fecr vakti okunan Kur’ân).
inne kur’ânel fecri kâne meşhûden:  Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir.

Buyuruyor ki Allahû Tealâ, cümlecikleri birleştirdiğimiz zaman:

“Güneşin dönmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl.”

Güneşin dönmesi, öğle vakti.

“Gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını (fecr vakti okunan Kur’ân’ı) ikame et (yerine getir). Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir.”

Ne demek istiyor Allahû Tealâ? Hem gece melekleri hem gündüz melekleri, fecr vakti okunan Kur’ân’a şahittir. Fecr vakti; sabah namazının, sabah güneşinin doğması sırasındaki vakit. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bir seher vakti; fecr vakti… Seher vakti, fecr vakti aynı şeydir. Fecrin Kur’ân’ının okunmasını istiyor Allahû Tealâ, emri o istikamette.

 

Ve 79. âyet-i kerimeye inşaallah geliyoruz. 

Bismillâhirrahmânirrahîm. 

17/İSRÂ-79: Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ(mahmûden).

Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl! Rabbinin seni Makam-ı Mahmut’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.


ve min el leyli: Ve geceden, gecenin bir kısmında.

fe tehecced: Ve teheccüde kalk, teheccüd namazı kıl.
bihî: Onunla.
nâfileten: Ganimet olarak, ilâve olarak.
leke: Sana özel, senin için.
asâ: Umulur, yakında olur.
en yeb’ase-ke: Seni gönderir.
rabbu-ke: Senin Rabbin.
makâmen: Makam.
mahmûden: Mahmud, hamdedilen, övülen makama.

ve minel leyli: Ve gecenin bir kısmında.
fe tehecced bihî nâfileten leke: Ve uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak teheccüd namazı kıl.

asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûden: Rabbinin seni Makam-ı Mahmud’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.

 

“Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl. Rabbinin seni, Makam-ı Mahmud’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.”

İsrâ Suresinin 79. âyet-i kerimesi: “Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl. Rabbinin seni, Makam-ı Mahmud’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.”

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Makam-ı Mahmud; 7. gök katının 4. âleminin adıdır. Makam-ı Mahmud’da Peygamber Efendimiz (S.A.V), kendisinden sonra gelen 4 halife ve sahâbenin bütün önde gelenleri yer alıyor. 7. katta resûller için bir nikâh müessesesi tahakkuk eder. Orada yapılan nikâhı, Peygamber Efendimiz (S.A.V) gerçekleştirir. Başka yerlerde oturarak görev yapılırken, Makam-ı Mahmud’da herkes ayaktadır. Önde bir kişi var; Peygamber Efendimiz (S.A.V). Ondan sonra 4 halife geliyor, ondan sonra geniş bir saha içinde belki 30 kişilik, 40 kişilik sıralar, 6-7 sıra ardarda geliyor. Divan-ı Salihîn’de de Zikir Hücrelerinde de Ümmülkitap’ta da herkes oturuyor ama Makam-ı Mahmud’da herkes ayakta. Hikmeti mi? O, Allah’a ait. Biz, sadece Rabbimizin bize gösterdiğini söyleyebiliriz. Sebepleri Allah bilir.

Allah razı olsun.

Âyet-80:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

17/İSRÂ-80: Ve kul rabbi edhılnî mudhale sıdkın ve ahricnî muhrace sıdkın vec’al lî min ledunke sultânen nasîrâ(nasîran).

Ve de ki: “Rabbim beni sıdk ile dahil et ve beni sıdk ile çıkar. Ve bana senin katından (gizli ilminden) bir yardımcı sultan kıl.”

ve kul: Ve de ki.
rabbi: Rabbim.
edhıl-ni: Beni dâhil et.
mudhale: Giriş ile.
sıdkın: Sıdk ile, doğrulukla, sadakatle, sadık olarak.
ve ahric-ni: Ve beni çıkar.
muhrece: Çıkış ile.
sıdkın: Sıdk ile, doğrulukla, sadakatle, sadık olarak.
vec’al (ve ic’al): Ve kıl, yap.
lî: Bana, benim için.
min ledun-ke: Senin katından (gizli ilminden).
sultânen: Bir sultan, bir güç.
nasîren: Yardım.

ve kul: Ve de ki.
rabbi edhılnî mudhale sıdkın: Rabbim beni sıdk ile dâhil et.
ve ahricnî muhrace sıdkın: Ve beni sıdk ile çıkar.
vec’al lî min ledunke: Ve bana Senin katından.
sultânen nasîran: Bir sultan (yardımcı kıl).
(Senin katından bir yardımcı sultan kıl.)

“Ve de ki: Rabbim! Beni sıdk ile dâhil et ve beni sıdk ile çıkar. Ve bana Senin katından bir yardımcı sultan kıl.”

Burada Allahû Tealâ, ilm-i ledûn’dan bahsediyor: “Senin katından (gizli ilminden) bir yardımcı sultan kıl.”

Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Cebrail (A.S)’ı gönderiyor. O, Peygamber Efendimiz (S.A.V) için bir yardımcı sultan, bir güç. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i tasarrufu altına alıyor. Bu tasarruf, Allah’ın her an tecelli etmesi mânâsına geliyor. “Öyleyse beni sıdk ile dâhil et.” diyor. Bu bir hayat sonu müessesesi, mezara giriş ve “Oradan da sıdk ile çıkar.” diyor, “Sadakatle, sadık olarak.” Yani: “Ölmem; geliş.” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V), “Dirilmem (kıyâmet günü dirilmem), çıkış.”

“Oraya sadıklardan olarak, sıdk ile gireyim, ölümümde sıdk ile orada bulunayım.” diyor Allahû Tealâ’ya. Ve çıkışında da kıyâmet günü bir çıkış söz konusu oluyor biliyorsunuz. Allahû Tealâ çıkışında da… Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki çıkışında da: “Gene beni o gün (kıyâmet günü) sıdk ile çıkar.” diyor, “Sadakatimle, en büyük sadakatimle, Sana karşı olan en büyük doğruluğumla beni oradan çıkar.” Nereden? Mezardan çıkar. Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar, mezarlarından yükselerek çıkarlar ve İndi İlâhi’ye, mahşer meydanına gelirler.” diyor, “Mezarlarından çıkarak yükselirler.”

36/YÂSÎN-51: Ve nufiha fîs sûri fe izâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn(yensilûne).

Ve sur’a üfürülmüştür. İşte o zaman onlar, mezarlarından Rab’lerine koşarlar (uçarlar, yükselirler).


Sonra diyor: “Onlara sorduğumuz zaman: ‘Ne kadar kaldınız?’ Yarım saat, 1 saat kaldıklarını söylerler.” diyor. Oysaki binlerce yıl geçmiştir kıyâmete kadar.

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).

Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).


Öyleyse herkes için ölüm mukadderdir. Herkes ölecektir ve kıyâmet günü herkes dirilecektir. Ölecektir, girilecek yer olan mezara girecektir ve oradan kıyâmet günü tekrar çıkacaktır. Böyle bir dizaynda Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediği şey; sıdk ile mezara giriş, sıdk ile çıkış. İşte marifet, mezara sıdk ile; Allah’a tam bir sadakatle, Allah’ı doğrulayarak, varlığına kesin olarak şahit sıfatıyla, sadece doğrulardan örülü bir hayatla yaşadıktan sonra oraya girmek; sıdk ile girmek hem sadık olarak hem musaddık olarak yani tasdik ederek, doğruyu söyleyerek. Allah’a büyük bir sadakatle bağlı olarak mezara girmek ve oradan aynı standartlarda çıkmak söz konusu.   


Ve 81. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

17/İSRÂ-81: Ve kul câel hakku ve zehekal bâtıl(bâtılu), innel bâtıle kâne zehûkâ(zehûkan).

De ki: “Hak geldi, bâtıl zail oldu (yok oldu). Muhakkak ki bâtıl yok olacaktır (yok olmaya mahkûmdur).”

ve kul: Ve de, söyle.
câe: Geldi.
el hakku: Hak.
ve zeheka: Ve yok oldu, zail oldu, ortadan kalktı.
el bâtılu: Bâtıl, boş olan, yanlış olan.
inne: Muhakkak.
el bâtıle: Bâtıl.
kâne: Oldu.
zehûkan: Yok olan, ortadan kalkan.

ve kul câel hakku ve zehekal bâtılu: Ve de ki: Hak geldi, bâtıl zail oldu (yok oldu).
innel bâtıle kâne zehûkan: Muhakkak ki bâtıl yok olacaktır (yok olmaya mahkûmdur).

 

“De ki: Hak geldi, bâtıl zail oldu (yok oldu). Muhakkak ki bâtıl yok olacaktır (yok olmaya mahkûmdur).”

Bir evvelki âyet-i kerimede (80. âyet-i kerimede) Allahû Tealâ: “Ve bana Senin katından bir sultan (yardımcı) kıl.” diyor, “İlmi ledûn’undan bir yardımcı (gizli ilminin sahibi olan bir yardımcı).”

İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allahû Tealâ, Cebrail (A.S)’ı gönderiyor gizli ilminin yardımcısı olarak. Ve fizik ötesi şeyleri Cebrail (A.S), O’na öğretiyor. Allah’tan aldığı emirle bir sultan olarak, bir güç olarak Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le her zaman beraber. Peygamber Efendimiz (S.A.V), Allah’ın ilmi ledûn’unu, O’nun sultanı olan Cebrail (A.S)’dan öğreniyor. İlm-i ledûn’un sahibi midir? Mağarada Hz. Ebûbekir’le birlikteyken takip edenler geliyorlar, Mekke’den Medine’ye giderlerken. Ve Allahû Tealâ, bir örümceğe ağ ördürüyor hemen, Peygamber Efendimiz (S.A.V) girdikten sonra. Cebrail (A.S) da bunun yapımcısı. Ve ilm-i ledûn’un bir sultan kanalıyla; Cebrail (A.S) vasıtasıyla orada gerçekleşmesi olayıyla karşı karşıyayız. Peygamber Efendimiz (S.A.V), ilm-i ledûn’un gerçek sahibiydi. Birçok fizik ötesi olayı yaşamıştır. Bir gün namaz kılarken: “Ya Ali! Cebel.” diyor, “Dağa.” diyor, “Dağa.” Birkaç saat sonra gelen Hz. Ali, düşmanların saldırısına uğradığını, sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sesini duyduğunu ve ondan sonra dağa yöneldiğini söylüyor.

İlm-i ledûn’un sahibi olan Peygamber Efendimiz (S.A.V), sahâbeyle beraber gidiyor. Açlar, bir tek keçide biraz süt var. Başka hiçbir şey yok. Peygamber Efendimiz (S.A.V), sütü sağmaya başlıyor ve bir keçinin sütü, beraberinde olan 50-60 kişiyi rahatlıkla doyuruyor. İlmi ledûn’un sahibiydi. Bir sultan ilimle mücehezzdi.

Allah razı olsun.

Bu son söylediklerim bir evvelki âyetle alâkalı; 80. âyet-i kerimeyle.

Allah razı olsun.

Şimdi 81. âyet-i kerimede ne var?

“Hak geldi, bâtıl zail oldu.”

Peygamber Efendimiz (S.A.V), Hakk’ı temsil ediyor. Hak geliyor ve putperestlik bâtıl; Peygamber Efendimiz (S.A.V) vasıtasıyla zail oluyor, yok oluyor. Ve kuvvetli gibi görünen Mekkeliler, neticede yenilecekler ve Mekke’yi, onun Allahû Tealâ tarafından sahibi kılınan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e teslim edeceklerdir.

82. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

17/İSRÂ-82: Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne ve lâ yezîduz zâlimîne illâ hasârâ(hasâran).

Kur’ân’dan indirdiğimiz şeyler, mü’minler için şifadır ve rahmettir. Ve zalimlerin sadece hüsranını (kaybettiği dereceleri) arttırır.


ve nunezzilu: Ve indiriyoruz.

min el kur’ani: Kur’ân’dan.
mâ: Şey.
huve: O.

şifâun: Şifa.

ve rahmetun: Ve rahmet.
li el mu’minîne: Mü’minler için, mü’minlere.
ve lâ yezîdu: Ve arttırmaz.
ez zâlimîne: Zâlimler.
illâ: Sadece, …den başka.
hasâran: Ziyan, hüsran, derece kaybı.
         

ve nunezzilu minel kur’âni mâ: Kur’ân’dan indirdiğimiz şeyler.
huve şifâun ve rahmetun: O şifadır ve rahmettir.
lil mu’minîne: Mü’minler için (mü’minlere).

ve lâ yezîduz zâlimîne illâ hasâran: Ve zâlimlerin sadece hüsranını (kaybettiği dereceleri) arttırır.

 

“Kur’ân’dan indirdiğimiz şeyler, mü’minler için şifadır ve rahmettir. Ve zâlimlerin sadece hüsranını (kaybettiği dereceleri) arttırır.”

Allahû Tealâ, Mu’minûn Suresinin 103. âyet-i kerimesinde diyor ki:

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

“Mizanlar kurulur, kimin sevapları hafif gelirse (sevapları günahlarından daha az olursa), onlar hüsranda olanlardır. Onların gidecekleri yer cehennemdir, ebediyyen orada kalacaklardır.”

Hüsranda olanlar, hasara uğramış olanlar; kaybettikleri dereceler kazandıkları derecelerden fazla olanlardır. Burada da Allahû Tealâ, zâlimlerin hüsranını artırdığını söylüyor Kur’ân’dan indirdiği şeylerin. İkiye ayırmış insanları: Mü’minler ve zâlimler.

Kimdir mü’min? Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Dilediği andan itibaren mü’min sayılıyor ama kalbine îmân yazılana kadar bir geçiş devresinin sahibi. Fakat Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren artık kişi küfürde değil. Peki, ama kalbine îmân yazılmamış henüz, yazılmamış ama o standartlarda değil. Küfür standardında değil; çünkü cennete gidecek. Allahû Tealâ: “Kâfirler cennetime giremez.” diyor. Ve öyleyse mü’minler var burada (bu âyette), bir de zâlimler var. Kimdir zâlimler? Nefslerine zulmedenler. Ne yapmışlar? Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar ve kaybettikleri dereceler her zaman kazandıkları derecelerden fazla. Yunûs Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin kazandıkları dereceler itibarıyla gideceği yerin cehennem olduğunu söylüyor. Yani onların kaybettikleri dereceler, mutlaka kazandıkları derecelerden fazla. İşte onlar hüsrandalar, onlar zâlimler; nefslerine zulmedenler.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Allah razı olsun.

Ve 83. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

17/İSRÂ-83: Ve izâ en’amnâ alâl insâni a’rada ve neâ bi cânibihî, ve izâ messehuş şerru kâne yeûsâ(yeûsen).

Ve insanı ni’metlendirdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizerek uzaklaşır. Ve ona bir şer dokunduğu zaman yeise düşer.

ve izâ en’amnâ: Ve ni’met verdiğimiz (ni’metlendirdiğimiz) zaman.
alâ el insâni: İnsana.
a’rada: Yüz çevirdi.
ve neâ: Ve uzaklaştı.
bi cânibi-hi: Yanına (yan çizerek).
ve izâ: Ve olduğu zaman.
messehu eş şerru: Ona bir şerr dokundu.
kâne: Oldu.
yeûsen: Umutsuz, ümitsiz, yeis, üzüntü.

 

ve izâ en’amnâ alâl insâni: Ve insanı ni’metlendirdiğimiz zaman.
a’rada ve neâ bi cânibihî: Yüz çevirir ve yan çizerek uzaklaşır.
ve izâ messehuş şerru: Ve ona bir şerr dokunduğu zaman
kâne yeûsen: Yeise düşer.

Cümleleri birleştiriyorum:

“Ve insanı ni’metlendirdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizerek uzaklaşır. Ona bir şerr dokunduğu zaman yeise düşer.”

İnsanın Allahû Tealâ tarafından ni’metlendirilmesini, insanoğlu kendi gayretiyle kendisinin kazandığı bir ni’met olarak, bir kazanç olarak değerlendirir genellikle. Oysaki veren Allah’tır, alan da Allah’tır. Kişi gayretinin mükâfatını elbet alacaktır ama Allah nasip etmişse alacaktır. Allah’ın dizaynıyla olayların arkasında hep Allah vardır, her şeyden haberdardır ve o dizayn içersinde Allah ile kul arasında en güzel ilişkilerin oluşması lâzım. Ve kim kazanırsa, dünyada para kazanırsa onun şımarması, ne yazık ki Allah’tan uzaklaşması genel olarak söz konusu oluyor. Âyet-i kerime ondan bahsediyor.

Ve 84. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

17/İSRÂ-84: Kul kullun ya’melu alâ şâkiletihî, fe rabbukum a’lemu bi men huve ehdâ sebîlâ(sebîlen).

De ki: “Herkes kendi şekline (hüviyetine, karakterine) göre amel eder.” Öyleyse kimin daha çok hidayet yolunda olduğunu en iyi Rabbiniz bilir.

kul: De ki.
kullun: Hepsi.
ya’melu: Bilir.
alâ: Üzerine.
şâkileti-hi: Onun (kendi) şekli, durumu, hüviyeti, karakteri.
fe: O zaman, böylece.
rabbu-kum: (Sizin) Rabbiniz.
a’lemu: En iyi bilir.
bi men: Kim, kimin.
huve: O.
ehdâ: Daha çok hidayete erdi.
sebîlen: Sebîl, yol.

kul: De ki.
kullun ya’melu: Herkes amel eder.
(kul: Herkes, hepsi).
alâ şâkiletihî: Kendi şekline, hüviyetine, karakterine göre.
fe rabbukum a’lemu: Artık en iyi Rabbiniz bilir.
bi men huve ehdâ sebîlen: Kim daha çok hidayet yolunda.

Ve cümleciklerin sonu, cümle:

“De ki: ‘Herkes kendi hüviyetine (şekline, karakterine) göre amel eder.’ Öyleyse kimin daha çok hidayet yolunda olduğunu en iyi Rabbiniz bilir.”

İnsanlar arasında daima farklılık var. Hidayet yolunda da tam 3. basamaktan 28. basamağa kadar hidayet; daha yukarı, daha yukarı, daha yukarı doğru gider. Bu yol üzerinde; hidayet yolunda kim daha yukardaysa fizik vücudunu teslim etmiş kişi, bir başkası ise nefsini teslim etmiş; elbette nefsini teslim eden, fizik vücudunu teslim edenden ötededir. Daha çok hidayet yolunda, daha üstün bir mevkidedir. Allahû Tealâ bundan bahsediyor. Ve bunları en iyi bilen kimdir? Herkesin bütün durumlarını en iyi bilen Allah’tır.

Ve 85. âyet-i kerime:

17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir rûhı, kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).

Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.

ve yes’elûne-ke: Ve sana sorarlar.
anir rûhı (an er rûhi): Ruhtan.
kulir rûhu (kul er rûhu): De ki: Ruh.
min emri rabbî: Rabbimin emrinden.
ve mâ ûtîtum: Ve size verilmedi.
min el ilmi: İlimden (onun ilminden).
illâ: Ancak, …’den başka, sadece.
kalîlen: Pek az.

ve yes’elûneke anir rûhı: Ve sana ruhtan sorarlar.
kulir rûhu min emri rabbî: De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.
ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlen: Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.


“Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: ‘Ruh, Rabbinin emrindendir.’ Ve size ilimden (ruha ait ilimden) sadece az bir şey verildi.”

Emir nedir? Allah’tan gelen, kâinatta herhangi bir gezegende bir görev yapan ve tekrar Allah’a dönen her şey emirdir. Bütün nötrinolar emirdir. Allah’tan gelen rahmet, fazl, salâvât emirdir. Allah’ın gönderdiği feyz, Allah’ın verdiği sekînet emirdir. Allahû Tealâ diyor ki:

34/SEBE-2: Ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmul gafûr(gafûru).

(O, Allah) yere gireni ve ondan çıkanı, semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O; Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir), Gafûr’dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren).


“Allah yere gökten ineni, yere gireni, yerden çıkanı ve tekrar göğe yükseleni en iyi bilendir.”

Böylece Allah’ın dizaynında görüyoruz ki; ruh da bir emirdir. Allah’tan (Allah’ın Zat’ından) gelmiştir, üfürülmüştür ve tekrar Allah’ın Zat’ına geri dönecektir. Bu sebeple ruh da bir emirdir. Ama ne fizik vücudumuz ne nefsimiz, Allah’a geri dönmeyeceklerdir.

Ve 86. âyet-i kerimesi İsrâ Suresinin:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

 

17/İSRÂ-86: Ve lein şi’nâ le nezhebenne billezî evhaynâ ileyke summe lâ tecidu leke bihî aleynâ vekîlâ(vekîlen).

Ve eğer Biz dileseydik, sana vahyettiklerimizi mutlaka giderirdik (silip yok ederdik). Sonra onu (yok etmememiz için) Bize karşı sana (seni müdafaa edecek) bir vekil bulamazsın.

ve le in: Ve eğer.
şi’nâ: Dileseydik.
le nezhebenne: Mutlaka gideririz.
bi ellezî: Onu.
evhaynâ: Vahyettik.
ileyke: Sana.
summe: Sonra.
lâ tecidu: Bulamazsın.
leke: Senin, sana.
bi-hi: Ona.
aleynâ: Bize karşı.
vekîlen: Bir vekil.

ve lein şi’nâ: Ve eğer Biz dileseydik.
le nezhebenne billezî evhaynâ ileyke: Sana vahyettiklerimizi mutlaka giderirdik (silip yok ederdik).

summe lâ tecidu leke bihî aleynâ vekîlen: Sonra onu (yok etmememiz için) Bize karşı sana (seni müdafaa edecek) bir vekil bulamazsın.

Cümleleri birleştiriyoruz:

“Ve eğer Biz dileseydik, sana vahyettiklerimizi mutlaka giderirdik (silip yok ederdik). Sonra onu (yok etmememiz için) Bize karşı seni müdafaa edecek bir vekil bulamazsın.”

“Sonra onu (yok etmememiz için), Bize karşı sana (seni) müdafaa edecek bir vekil bulamazsın.” diyor Allahû Tealâ.

 

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ dileseydi, bütün vahyettiklerini onun hafızasından bir anda silebilirdi ama silmiyor. Ve: “Onu yok etmesine sen mâni olamazdın.” diyor Allahû Tealâ. Öğrettiği ilm-i ledûn da bir şey ifade etmez. Allah neyi dilerse onu mutlaka dilediği biçimde (standartta) gerçekleştirir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, bir Kur’ân-ı Kerim Tefsiri dersi inşaallah burada sona eriyor. Ve böylece sizlerle beraber bir Kur’ân-ı Kerim dizaynının içinde oluyoruz. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, görüyorsunuz ki Kur’ân-ı Kerim dersleri hamdolsun ki hızla ilerliyor. Üniversitemiz bitene kadar, 19 ciltlik bir Kur’ân-ı Kerim Tefsirini inşaallah tamamlamak istiyoruz, bu emirle mücehhez olduk. Öyleyse onun gayreti içindeyiz.

Allahû Tealâ hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırsın dualarımızla, dileklerimizle, niyazlarımızla sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.


İmam İskender Ali M İ H R