SOHBETİN ADI: EMANET VE REHİNE
TARİHİ: 03.02.2003
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allah hepinizden razı olsun. Allah’a sonsuz hamd ve şükrediyorum ki bir defa daha birlikteyiz. Bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde bir aradayız.
Konumuz mu? Konumuz: Tasavvuf ve Kur’ân kavramlarından Emanet ve Rehine. Kod numarası: 3.2.3.58.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, unutmayın, hepiniz bir emanetsiniz. Kime? Bize. Biz de emanetiz, Allah’a. Öyleyse böyle bir dizayn içerisinde sevgili kardeşlerim, Allah ile olan ilişkilerinize dikkatle bakın. Allah hepimizin sahibidir, bizleri yaratandır. Emrin gerçek sahibidir. Allah’ın katından inen, bir görev yaptıktan sonra Allah’a tekrar geri dönen her şey emri oluşturur. Öyleyse nötrino bir emirdir, rahmet bir emirdir, fazl bir emirdir, salâvât bir emirdir.
Allahû Tealâ’nın dizaynına baktığımız zaman emanetlerden de rehinelerden de bahsedildiğini görürüz Kur’ân-ı Kerim’de. Muddessir Suresinin 38, 39, 40. âyetlerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun.
Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).
74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.
74/MUDDESSİR-40: Fî cennâtin, yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.
“Bütün nefsler rehinedirler,” diyor Allahû Tealâ, “iktisap ettikleri derecelerin karşılığı olarak.”
Ya yemin sahipleri? “Yemin sahipleri hariç.” diyor Allahû Tealeâ. “Onlar cennette olacaklardır.” diyor. Öyleyse Allahû Tealâ ismini koymuş: “kullu nefsin bimâ kesebet rehînetun: Bütün nefsler, iktisap ettikleri dereceler itibarıyla rehinedirler.”
Nerede rehinedirler? Fizik vücudun içinde rehinedirler. Peki, bu rehinelikten kurtulmuş olanlar? Onlar cennete olanlardır. Peki, emanet ne? Nefsimizin bir rehine olduğunu gördük. Peki, emanet ne? Emanet ise ruhumuz.
Allahû Tealâ diyor ki:
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnâl emânete alâs semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
“Biz emaneti yerlere, dağlara ve göklere teklif ettik. Onlar emaneti yüklenmekten kaçındılar (emaneti yüklenmediler). Sonra,” diyor Allahû Tealâ, “insana teklif ettik. İnsan emaneti yüklendi. Çünkü insan zâlim ve cahildir, nankördür.”
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın burada “zâlim” ve “nankör” ifadelerini kullanması, bir maksat için. Yoksa insanı küçültmek istikametinde değil. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki:
45/CÂSİYE-13: Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
“Bütün göklerde, bütün arzlarda ne yarattıysak hepsini insanın emrine musahhar kıldık.” diyor.
“Bütün göklerde yaratılanları, bütün arzlarda yaratılanları hepsini,” diyor, “insanın emrine musahhar kıldık.”
Öyleyse Allahû Tealâ’nın bu dizaynı içerisinde bakmamız lâzım olaylara. Neden Allahû Tealâ, “İnsan zâlim ve cahildir veya nankördür.” ifadesini kullanıyor? Emanetin ne olduğunu kesinleştirmek için.
Biliyorsunuz ki biz insanlar üç vücuttan oluşuruz: Ruhumuz var, vechimiz var, nefsimiz var. Ruhumuz emr âlemine ait, vechimiz (fizik vücudumuz) bu zahirî âleme ait, nefsimiz ise zahirî âlemin berzahına ait, berzah âlemine ait. Üç vücut. Üçü de başka başka âlemlere ait. Sadece bu söylediğimiz âyet bile nefs ile ruhun ayrı ayrı şeyler olduğunu ispata kâfidir. Allahû Tealâ nefse ait iki tane… Nefsin biliyorsunuz ki başlangıç noktası baştan aşağı afetlerdir. Nefsin kalbi %100 afetlerle dolu olarak hayata geliriz.
Öyleyse bir nefsimiz var, nefsimizin kalbi var ve bu kalp baştan aşağı %100 afetlerle dolu. Öfke, kin, kıskançlık, haset, düşmanlık, iptilalar, isyan, cehalet, cimrilik vs. vs. Tam 19 grup afet. Öyleyse emaneti alanın sadece insanın fizik vücudu olmadığını, onunla beraber bu vasıfları bünyesinde toplayan başka bir varlığın daha var olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Cahil ve nankör olan veya cahil ve zâlim olan. Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, demek ki emaneti yüklenen yalnız fizik vücudumuz değil, fizik vücudumuzla beraber nefsimiz. İster zâlim ve cahil olsun ister zâlim ve nankör olsun, ikisi de neticeyi değiştirmez. Allahû Tealâ burada aslında vasıf vermiş olmuyor, sadece emaneti yüklenen iki varlıktan birden bahsetmek istediği için oraya koymuş onu. Nefsimiz ve fizik vücudumuz emaneti beraberce yükleniyorlar.
Öyleyse bu emanete dikkatle bakın: Allahû Tealâ emanetin yüklenicisi olan fizik vücuttan ve nefsten bahsediyor Kur’ân-ı Kerim’de. Fizik vücudun bir mekân olduğunu biliyoruz. Ruhumuzun da nefsimizin de mekânı fizik vücuttur. Fizik vücut bu âlemi, zahirî âlemi hissedebilmemiz için, bu âlemde yaşayabilmemiz için bize verilen bir varlıktır. Bu âlemin varlığıdır. Fizik vücudumuz ile bu âlemde yaşarız, bu âlemi algılarız. Nefsimiz ile hem bu âlemi algılayabiliriz -ama dokunamayız- hem de berzah âlemini algılayabiliriz. Aynı zamanda da berzah âlemi bizim için nefs olduğumuz zaman fiziktir.
Ne demek fizik? Yani şu anda biz fizik âlemde buradayız. Bu fincanı tuttuğum zaman, bu fizik bir nesnedir. İçindeki çaydan bir yudum aldığım zaman içindeki çay da fiziktir. Bu fizik vücudumun muhtevası içerisinde geçerlidir. Bu çayı içen mekân hüviyetindeki fizik vücudumuz. Peki, şimdi burası berzah âlemi olsaydı ve ben nefs olarak, fizik vücut olarak burada olsaydım hiçbir şeye dokunamazdım. Bardağa elimi uzattığım zaman elim bardağın içinden geçer, öbür tarafa çıkardı. Bardağa veya masaya, hiçbir şeye dokunamazdım. Hiçbir şey benim için fizik değildi.
Öyleyse her âleme göre Allahû Tealâ farklılaşmalar vücuda getirmiş. Zahirî âlem; mekân olan fizik vücudumuzun âlemidir. Berzah âlemi; fizik vücudumuzun içindeki rehinenin âlemidir. Emr âlemi ise, 7 tane gök katı ise 7. kat da dâhil emanetin âlemidir.
Allahû Tealâ nefs için diyor ki:
95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
“Biz insanı (nefsi), bir ahsen-i takvim içinde yarattık. Sonra onu esfel-i sâfilîne reddettik.”
“Ahsen-i takvim; bir takvim içerisinde ahsen olabilecek bir özellikle yarattık.” diyor Allahû Tealâ.
“Bir takvim içerisinde ahsen olabilecek bir özellikle yarattık.”
İşte böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın bir yaratığı var; adı nefs. Ya ahsen olmak yolunda bir gayretin sahibi olacak, Allah’a ulaşmayı dileyecek, ondan sonra mürşide ulaşıp tâbî olacak kişi. Ruhu vücudundan ayrılıp 21. basamakta Allah’a ulaşacak, ruhu teslim edecek Allahû Tealâ’ya. 25. basamakta fizik vücudu teslim edecek. 27. basamakta nefsi teslim edecek ve 28. basamakta da iradesini Allah’a teslim edecek. Ve böylece 4 teslimi de gerçekleştirecek. Ne olacak o zaman? Ahsen olacak. Belli bir takvim içerisinde, senelerce süren bir gayretin sonunda ahsene ulaştı. Nefsimiz ahsene ulaştı. İrademizin de Allah’a teslimi ile ahsen hüviyeti bütünlendi, tamamlandı. Olmasaydı ne olacaktı? Allah’a ulaşmayı dilemeseydi, o zaman esfel-i sâfilîne kadar 7 kat cehennemden herhangi birisine mutlaka girecekti. Eğer şeytanın ilimleri ile meşgulse mutlaka gayya kadar, gayya kuyusuna kadar, gayy kuyusuna kadar inecekti yani esfel-i sâfilîne kadar inecekti.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, demek ki bir nefsimiz var; rehine, bir ruhumuz var; emanet, bir fizik vücudumuz var; mekân. Ama Allahû Tealâ bazen fizik vücut yerine “nefs” diyor, bazen nefs yerine “insan” diyor. Dikkat edin: İnsan kelimesi nefsi de içerir, fizik vücudu da içerir. Ama “Âdemoğulları” dediği zaman nefsimiz de ruhumuz da bunun dışındadır, sadece fizik vücutlarımızdan bahsediyor Allahû Tealâ. Âdem (A.S)’ın sulbünden gelen fizik vücutlarımızdır. Sadece onlar bu dünyanın standartlarında babadan oğula intikal eden bir mirası içerir.
Öyleyse dikkat edin ki bir mekâna, bir rehineye, bir de emanete sahipsiniz. Öyleyse bunların arasındaki ilişkiler süresince muhtevaya bakalım, Allahû Tealâ acaba emanet hakkında ne söylüyor?
Emanet kelimesini tekil kullanmamış; “emânât” kullanıyor, Nisâ-58.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
“innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah emanetleri, o emanetlerin ehline (sahibine) teslim etmenizi emreder.” diyor, “Tevdi etmenizi; teslim etmenizi emreder.”
Öyleyse emanetler var, sadece bir emanet değil. Acaba Allahû Tealâ niçin böyle söylüyor? Çünkü ruhunuzu Allah’a teslim ettiğiniz zaman nefsiniz emanet olmakta devam ediyor. Fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiğiniz zamana kadar nefsiniz hâlâ rehinedir. Emanet olan ruhunuzu Allah’a teslim ettiniz. Bu süreç içerisinde nefsiniz fizik vücudunuzun içinde rehine. Ruhunuzdan sonra fizik vücudunuzu teslim edene kadar geçen süreç içerisinde de nefsiniz sizin içinizde rehine. Ama ne zaman fizik vücudunuzu Allah’a teslim ederseniz, o zaman nefsiniz de emanet oluyor.
Öyleyse sürece bir defa daha bakalım: Fizik vücudunuz mekân, nefsiniz rehine, ruhunuz emanet. 14. basamakta mürşidinize ulaştınız, emanet yola çıktı. 21. basamakta 7 tane gök katını aşıp Allah’a ulaştı. İçinizde ne var? Mekânın içinde ne var? Rehine var, nefsiniz bir rehine. Peki, emanet olan ruh Allah’a ulaştı. Rehine de fizik vücudunuzun içinde. Fizik vücudunuzu terk edemiyor. Peki sonra? Sonra nefsiniz rehine olmakta devam edecektir. Ne zamana kadar? Nefsiniz rehine olmakta devam edecektir, fizik vücudunuzu da Allah’a teslim ettiğiniz zamana kadar.
Fizik vücudunuz bir mekândır. Mekânı Allahû Tealâ’ya teslim ettiğiniz zaman mekân kalmadığı için nefsin rehineliği sona eriyor. Mekân artık ona ait değil. O noktadan itibaren nefsiniz bir emanet olur. Fizik vücudunuz Allah’a teslim ettiği noktadan itibaren nefsiniz bir emanet olur. Ve nefsinizi de Allah’a teslim ettiğiniz zaman, üç teslimi de gerçekleştirmiş olursunuz. Mekânı da rehineyi de emaneti de Allah’a teslim etmiş olursunuz.
Başka ne kalır? Nefslerinizle, evvelce nefsinizin afetleri ile evvelce mücâhede eden iradeniz. Daha sonraki kademede irşada ulaşıp da arkasından iradenizi de Allahû Tealâ’ya teslim ederseniz, bir sonuca ulaşacaksınız. Fizik vücudunuzun, arkasından da nefsinizin tesliminden sonra bir tek emanetiniz kalıyor; iradeniz. İradeniz, nefsinizin Allah’a tesliminden sonra emanet olur. Zaten hep emanet hüviyetindedir.
Öyleyse bu muhteva statüsü içerisinde konuların bütününe beraberce göz gezdirelim: Bir mekân var; fizik vücudunuz. İçerisinde bir emanet, bir de rehine barındırıyor 21. basamakta. 22. basamakta emanet, sahibi olan Allah’a teslim edilir. Ama rehine gene fizik vücudunuzun içindedir. O bir rehinedir. Ne zaman ki fizik vücudunuz Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeye, yasak ettiği hiçbir fiili işlememeye başlar; 25. basamakta o zaman fizik vücudunuz da Allah’a teslim olur. Nasıl tarif ediyor Allahû Tealâ bu teslimi?
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
“ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun: O kişi ki (Nisâ-125) vechini Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Fizik vücudu daha ahsen kim vardır?” diyor Allahû Tealâ.
Muhsin ve ahsen tabirleri, fizik vücut için de nefs için de kullanılıyor Allahû Tealâ tarafından. Öyleyse fizik vücudunuz Allah’ın bütün emirlerini yapan, yasakları asla işlemeyen bir noktaya ulaştığı zaman fizik vücudunuz da Allah’a teslim olmuştur ama mekân hüviyetini kaybetmemiştir. Hâlâ nefsinizin mekânıdır, iradenizin de. İradeniz bir vücut hüviyetinde değildir. Ama netice itibarıyla fizik vücudunuzun bağlı bir ünitesidir, bir varlığıdır. Nefsin afetleri ile iç dünyanızda mücâdele edecek olan gücün adıdır.
Öyleyse nefsinizi Allah’a teslim ediyorsunuz. Nefsinizin teslimi. Fizik vücudunuzu teslim ettikten sonra o teslime kadar rehine olmak niteliğinde olan nefsiniz, o noktadan sonra, fizik vücudunuzun tesliminden sonra emanet hüviyetine giriyor. Sıra ona gelmiştir, teslim sırası. Ve daimî zikre ulaştığınız zaman nefsinizin teslimi için şartlar hazırdır. Ayn’el yakîn’in sahibisiniz, hikmet sahibisiniz, nefsiniz de Allah’a teslim olur. Nasıl olur? Nefsinizin kalbinde hiç afet kalmaz. Nefsinizin kalbi %100 faziletlerle donatılır. %98 fazilet, %2 rahmet nurları ile donanır ve Allah’a teslim olur. O zaman ne olur? O zaman her şeyin en güzeli oluşur.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, böyle bir dizaynda 27. basamakta göğün 7 tane katı size gösterildiği zaman, nefsinizin kalbi 7 kademe müzeyyen olacak ve nefsiniz de Allah’a teslim olacaktır. Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanacaksınız. Sonra mı ne olur? Sonra irşada ulaşırsınız; 28. basamağın 4. kademesi ve iradenizi de Allah’a teslim edersiniz; 5. kademesi. Ve size Allahû Tealâ tarafından verilen muhtevanın hepsi böylece onların gerçek sahibine teslim olur. İşte bu, emanetlerin Allah’a teslimidir.
Allahû Tealâ: “Emaneti sahibine teslim edin.” demiyor, “Emanetleri sahibine teslim edin. Onların tek bir sahibi var. O sahibe sizdeki bütün emanetleri teslim edin,” diyor Allahû Tealâ, “ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de.”
İşte böyle bir dizaynda emanet de var, emanetler de var. Ama rehineler yok, bir tane rehine var; nefsiniz bir rehinedir. Öyleyse nefsinizin rehinelikten kurtulması, felâha ermesi.
Allahû Tealâ diyor ki:
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
“Kim nefsini tezkiye etti ise o felâha erdi.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse felâha ermek, rehinelikten kurtulmak demek. Felâha ermek, ayrı ayrı safhalar için geçerli. Ruhunuzun felâhında nefs rehinelikten kurtulmaz. Fizik vücudunuzun felâhında, Allah’a kul olmasında nefsiniz artık rehine değildir, emanettir. Ve bu emaneti de onun sahibine teslim edeceksiniz daimî zikre ulaştığınız zaman.
Şimdi safhaları daha yakın bir perspektiften beraberce gözden geçirelim:
Olayları yaşarız, olayları değerlendiririz. Allah’a ulaşmayı dileriz, 3. basamaktayız. Emanet de rehine de hepsi bizde. Allah Rahîm esması ile tecelliye başlar; 4. basamak. Gözlerimizdeki hicab-ı mestureyi alır, kulaklarımızdaki vakrayı alır, kalbimizdeki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Kalbimize ulaşır. Kalbimizin nur kapısını Allah’a döndürür. Göğsümüzü yarar, göğsümüzden kalbimize nur yolunu açar. Zikir yaparız. Nefsimizin kalbinde %2 rahmet toplanır ve huşûya ulaşırız. Allahû Tealâ bize mürşidimizi gösterir. 14. basamakta Allah’ın bize verdiği, bu saydığımız 10 tane ihsanla mürşidimize ulaşırız. Tâbî oluruz. Tabiiyetten sonra 10 tane de ni’met alırız. Emanet, emanet olarak durmaktadır fizik vücudumuzun içinde, nefsimiz de rehine olarak durmaktadır. Hem mekân duruyor hem emanetler; emanet ve rehine.
Öyleyse bütün emanetlerin emanet olma vasfı devam ettiği süreç içerisinde mutlaka fizik vücudumuzun bünyesindedirler; sahiplerine iade edildikleri, teslim edildikleri güne kadar. Zaten Allahû Tealâ teslim kullanmamış, tevdî kullanmış.
“innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti.”
tueddû: İade (eadde, iade).
el emânâti: Emanetleri.
ilâ ehlihâ: Sahipli, onların sahibine.
Ve 10 emanetten sonra 10 tane de ni’met alıyorsunuz. Devrin imamının ruhu başınızın üzerine geliyor. Bunun üzerine Allahû Tealâ kalbinizin mührünü açıyor, kalbinizdeki küfür kelimesini alıyor, kalbinizin içine îmânı yazıyor ve artık kalbinizin mührü açık. Günahlarınızı sevaba çeviriyor. Ruhunuz vücudunuzdan ayrılarak Allah’a doğru yola çıkıyor. Ne oldu? Emanet yola çıktı.
Allahû Tealâ Nebe Suresinin 38. âyet-i kerimesindeki mürşidin önünde yapılan tövbe olayını anlattıktan sonra 39. âyet-i kerimesinde diyor ki:
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
“zâlikel yevmul hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).”
“İşte o gün Hakk günüdür. O gün dileyen kişi, kendisine Hakk’a ulaşan Sıratı Mustakîm’i (yolu) yol edinir. (Rabbine giden, Rabbine ulaşan yolu, Sıratı Mustakîm’i yol edinir, yol ittihaz eder) ve kimin ruhu Allah’a ulaşırsa Allah o kişinin ruhuna meâb olur (sığınak olur).” diyor Allahû Tealâ.
“Allah, o kişinin ruhuna meâb olur (sığınak olur).”
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, ruh Allah’a doğru yola çıkıyor, nefs tezkiyeye başlıyor. Fizik vücut, nefs tezkiyesine paralel bir şekilde her %7 fazl birikiminde nefsinizin kalbinde, Allah’a doğru bir gök katı yükseliyor. Tâbiiyetle beraber emanet yola çıkmıştır. Rehine fizik vücudun, mekânın içindedir. Fizik vücudunuz bir mekândır sevgili kardeşlerim, onu temiz tutun.
Ve nefs tezkiyesi başlıyor, kişi zikir yapıyor, Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât göğsünüze, göğsünüzden kalbinize ulaşıyor ve kalbinizin hareketli hale gelen, mühür açıldığı için hareketli hale gelen mührün üzerine rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât baskı yapıyor. Bu baskı neticesinde mühür kalbinizin en alt noktasına iniyor ve oradaki zülmanî kapıyı kapatıyor. Bu bir mühürlenme olayıdır.
Zikir devam ettiği sürece mührün üzerine rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât devamlı enerjetik bir baskı yapacağı için oradan ayrılamaz, orada kalır. Orada kaldığı sürece nefsinizin kalbine şeytanın karanlıkları giremez. Ama buna karşılık, rabbanî kapıdan mühür ayrıldığı için rabbanî kapı açılmıştır. Göğsünüzden açılan, kalbinize açılan, göğsünüz yarılarak açılarak yoldan gelen rahmetle fazl, rahmet ile salâvât kalbinizin nur kapısına ulaşırlar. Kapı açıktır. Ona göre programlandıkları için o açık kapıdan içeriye dalarlar. Îmân kelimesinin bulunduğu yere ulaşırlar. Ve fazılların manyetik alanı (elektromanyetik alanı), îmân kelimesinin elektromanyetik alanının tersi olduğu için iki kuvvet birbirini çekerler. Îmân kelimesi kalbinizin duvarına yapışık olduğu için îmân kelimesinin etrafında fazıllar toplanmaya başlar.
İşte sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, bu toparlanma hangi boyutta ise ilk %7 fazilet birikiminde ruhunuz 1. gök katına ulaşır. Nasıl ulaşır? Unutmayın ki ruhunuzun Allah’a ulaşması, nefsinizin tezkiye olmasına bağlıdır. Bakınız, ne diyor Allahû Tealâ Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde:
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse kendi nefsi için tezkiye olur ve ruhu Allah’a döner (Allah’a ulaşır).”
Niçin Allahû Tealâ böyle söylüyor? “Nefsin tezkiyesini, kendi nefsi için tezkiye olur.” diyor Allahû Tealâ. Doğru mu? Elbette doğru. Nefsin ezelde Allah’a verilmiş bir sözü var. Nefsin Allah’a verdiği bu söz, tezkiye olmak daha sonra da tasfiye olup Allah’a tamamen teslim olmak. İşte böyle bir dizaynda nefsinizin Allah’a teslimi söz konusu.
Nefsinizin teslimi için önce ruhunuzun, sonra fizik vücudunuzun Allah’a teslim olması lâzım. İşte nefs tezkiyesine başladığınız zaman nefsinizin kalbinde ilk %7 rahmet birikimi; %2 rahmet birikimini müteakip ilk %7 fazilet birikiminde (fazl birikiminde) ruhunuz 1. gök katına ulaşır. Nasıl ulaşır? İçinizdeki o rehineye uzaktan kontrol ile göklerin 1. katının kapısını açma yetkisi verilmiştir. Rehine bunu gerçekleştirir. Aklanarak ispat etmiştir ki; Allah’a teslim olmak için ilk adımı atmıştır rehine. Rehinenin, o rehinenin sahibi olan Allah’a teslim olması gerekiyor. Teslim için rehinenin kalbinin %100 fazıllar; %98 fazl, %2 rahmetten oluşan %100 nurlarla dolması lâzım.
İşte böyle bir dizaynın oluşması süreci içerisinde her %7 nur birikiminde bakınız neler oluyor:
Birinci %7 nur birikimi gerçekleşti; bir rehine olan nefsiniz 1. gök katının kapısını açtı ve ruhunuz zemin kattan 1. gök katına kadar diğer ruhlarla beraber yatay bir saf halinde yükselme ile Allah’a doğru yola çıktı ama sadece ve sadece 1. kata ulaşabilir. Ötekiler daha yukarı çıkarlar ama o çıkamaz. Çıkabilmesi için nefsin kalbinde %7 daha fazilet birikimi olması lâzım. Ve ancak o fazilet birikiminin gerçekleşmesi halinde nefs, 2. gök katının kapısını açabilir.
Â’râf Suresinin 40. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
7/A'RÂF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne).
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.
“Kibirlilere ve Allah’ın âyetleri ile alay edenlere gök kapıları açılmaz.” diyor.
Niçin açılmaz? Çünkü kibirli kişi tâbî olmayacaktır. Tâbî olmazsa 10 tane ni’meti alması mümkün değildir. Zaten Allah’a ulaşmayı dilemesi söz konusu değildir. O kibrinden Allah’a ulaşmak diye bir şeyi kabul etmez. Onun öğrendiği dînde, insanlardan ona intikal eden dîn bilgisinde ruhun Allah’a ulaşması diye bir husus yoktur. Fizik vücudun Allah’a teslimi diye, nefsin Allah’a teslimi, iradenin Allah’a teslimi diye bir şey yoktur.
Oysaki İslâm kelimesi, teslim demek.
Ol mahîler ki derya içredir, deryayı bilmezler. Tam onun gibi sevgili kardeşlerim. İslâm dîni Allah’a ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim etmenin dînidir. Kâinatın tek dînidir, ikinci bir dîn hiç olmamıştır ve İslâm, İslâm’ın 5 şartına indirgenmiştir. Bu 5 şartın 5’inde de gerekli bütün dikkat ve ihtimamı gösterseniz, namazı kılsanız, orucu tutsanız, zekâtı verseniz, hacca gitseniz, kelime-i şahadet de getirseniz, bu 5 tane şart sizi hiçbir zaman Allah’ın cennetine ulaştıramaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması (felâha ermesi), Allah’ın cennetine girmesi söz konusu değildir.
Öyleyse rehinenin rehinelikten kurtulmasının sürecinin başlayabilmesi için mutlaka o kişi Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyetinde. Dilemezse hiçbir emaneti veya rehineyi Allah’a teslim etmesi mümkün değildir, cennete girebilmesi de mümkün değildir.
Öyleyse söylediğim standartlardan geçen kişinin ruhu Allah’a doğru yola çıktı. İlk %7 fazilet birikiminde -ki %2 rahmet birikimi daha evvel vücut bulmuştur- ruh, zemin kattan 1. gök katına ulaşır. Burası hâlâ Nefs-i Emmare’nin hudutları içerisindedir. Nefs-i Emmare seviyesinde %7 ilk fazilet birikimini gerçekleştirmiş olan kişinin ruhu, zemin kattan 1. gök katına ulaşır. Allahû Tealâ şöyle buyurmuş Kur’ân-ı Kerim’inde, Yûsuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde:
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Hz. Yusuf diyor ki: “Ben nefsimi beraat ettiremem (temize çıkartamam, berî kılamam); çünkü nefs şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esması ile tecelli ettiği nefsler hariç.”
Ne oldu? Kişi Allah’a ulaşmayı diledi. Allah’a ulaşmayı diler dilemez; 3. basamakta Allahû Tealâ, Rahîm esması ile tecelliye başladı. Bu, 4. basamağı ifade eder. Bundan sonra saydığımız işlemler oluştu. Ne ile? Hep Allah’ın Rahîm esması ile. Ve Rahîm esması ile tecellinin sonunda ilk %7 fazilet birikimi ile ruh, zemin kattan 1. kata yükseldi. Yani bu kişi Allah’ın âyetleri ile alay eden ve kibirlenen bir insan değil. Deve iğnenin deliğinden geçene kadar cennete giremeyeceklerden birisi değil.
Allah’a ulaşmayı dilediği an, o kişi Allah’ın cennetine ehil olur. Mürşidine ulaşmadan önce de ölseydi cennete girecekti; 1. kat. Mürşidine ulaştıktan sonra gök katlarını çıkarken herhangi birisinde bu kişi ölse gene Allah’ın cennetine girecektir.
Öyleyse yeniden %7 fazilet birikimi, Nefs-i Levvame. Kıyâme Suresi 2. âyet-i kerime:
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.
“Hayır, öyle değil. O levvame nefse kasem ederim.” diyor Allahû Tealâ.
Levm; kınamak demek. Kişi hata yapmak istemiyor. Allah’ın yoluna girmiş, en güzelini işlemek istiyor fakat nefsi her seferinde onu yeniyor ve gene ona yapmak istemediği şeyi yaptırıyor, günahları işletiyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, 2. gök katına ruhunuzun ulaşabilmesi için ikinci bir %7 fazilet birikiminin iç dünyanızda tamamlanması ve Nefs-i Levvame’ye ulaşmanız lâzım. Tamamladığı zaman ne olur? 2. gök katının da kapısını rehine açar. Eğer kibirli olsaydınız, nefsinizin afetleri size hâkim olsaydı ve Allah’ın âyetleri ile alay etseydiniz gök kapıları size asla açılmayacaktı. Yani rehineye gök kapılarını açma yetkisi verilmeyecekti. Ne zaman verilir? Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman.
Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman, Allah’a ulaştırmak Allah’ın vazifesi olacaktır. Çünkü Allahû Tealâ söz vermiş: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.” diyor. İfade son derece açık.
Şûrâ-13:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb.”
“Allah kullarından dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse (Allah’a yönelirse, enâbu olursa) sadece onları Kendisine ulaştırır.”
Öyleyse Allah’a yönelen, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ruhunu, Allah Kendisine ulaştırır. Hâl böyle ise Kendisi bu işi gerçekleştirecekse bir standart oluşturması lâzım. Ne demek istiyoruz? Ancak nefs aklanabilirse, nefs afetlerden kurtulabilirse her %7 afetlerden kurtulmada ruh bir gök katı yükselebilir. Yani ruhun mekânına geri dönebilmesi. Allah’ın Zat’ı ruhun mekânıdır, asıl mekân orasıdır. Onun için bu fizik vücutta bir emanettir. Allah’ın Zat’ından gelmiştir, emanet olarak fizik vücutta yaşamaktadır, öldüğümüz zaman Allah’a ulaşacaktır eğer biz onu ulaştırmazsak. Ama daha evvel ulaştırırsak o zaman nefsimizin kapıları açması gerekiyor. Açabilmesi için de devamlı aklanması gerekiyor. Aklanmazsa kapılar açılmaz ve kişinin ruhu Allah’a ulaşmaz.
İkinci defa %7 nur birikimi (fazilet birikimi), ruhumuz 2. gök katında, Nefs-i Levvame’deyiz. Ama devam ediyoruz zikre. Zikrimiz giderek artıyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Ruhumuz Allah’a doğru bir yolculukta ve 3. gök katında 3. defa %7 nur birikimi; rehine 3. katın kapısını açıyor. 4. defa %7 nur birikimi; rehine 4. katın kapısını açıyor. Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne. Allah’tan ilham alıyoruz 3.’de, 4. katta mutmain oluyoruz, doyuma ulaşıyoruz.
5. katta Allah’tan razı oluyoruz. 6. katta Allah bizden razı oluyor. 7. katta ruhumuz Allah’a ulaşıyor. Bütün kapılar rehine tarafından açılmıştır. Rehine ehil olduğu için her seferinde rehine %7 afetlerinden kurtuluyor. Ehliyet derecesi belli. Ondan sonraki gök katını açabilecek olan evsafta. Ve ruhumuz Allah’a ulaşıyor. Nefsimizin kalbinde %49 fazilet (7 defa 7) ve %2 rahmet birikimiyle, %51 nur birikimi ile ruh Allah’a ulaşıyor, emanet sahibine teslim ediliyor.
Nefsimiz hâlâ rehine. Ne zamana kadar rehine? Fizik vücudumuz Allah’a teslim olana kadar. Ve velâyetin ilk kademesi olan ruhumuz Allah’a ulaştıktan sonra, Allah’ın Zat’ında yok oluyor, fenâ makamındayız. Sonra Allahû Tealâ bize bir taht ihsan ediyor; bekâ makamındayız. Sonra zühd makamına geliyoruz, günün yarısından daha fazla zikrederek ve nihayet fizik vücudumuz da Allah’a teslim oluyor. %81 nur birikimi ile fizik vücudumuz da Allah’a teslim oluyor.
Ruhumuzun teslimi, 7 tane gök katını aşarak Allah’a ulaşması, nefsimizin, rehine olan nefsimizin o süreç içerisinde gök kapılarını birer birer açması söz konusu. Açabilecek olan hallerle hallenmesi söz konusu. Daha üst kademedeki durumlarıyla da fizik vücudumuzun Allah’a teslimini bünyesine alıyor. Ve fizik vücudumuz 25. basamakta Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hüviyette Allah’a teslim oluyor.
Bu 2. teslim. Fizik vücudumuz da Allah’a teslim oldu. Ruhumuzun Sıratı Mustakîm’i 21. basamakta bitti. Fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’i, o da 14. basamakta başlamıştı, 25. basamakta bitti. Ve fizik vücudumuz Allah’a teslim olduktan sonra, artık rehine bir emanet olur. Bu emanet, daimî zikre ulaştığımız zaman Allah’a teslim olmaya hazır olur. Ama ancak göğün 7 katını Allahû Tealâ bize gösterdikten sonra Allah’a teslim olur. Hanif fıtratı ile teslimimiz o zaman gerçekleşir. Ve ne zaman daimî zikre ulaşır da nefsimizi Allah’a teslim edersek, bilelim ki nefsimiz bir rehine değil, bir emanet olarak Allah’a teslim olmuştur. Rehineliği fizik vücudumuzun tesliminde tamamlanmıştır. 27. basamak; nefsimiz de Allah’a, rehine olan nefsimiz de Allah’a teslim oldu.
Sonra ne olur? Daha çok zikrimiz, daimî zikir olarak devam eder. Allahû Tealâ mürşidimize ulaştıktan sonraki günahlarımızı örter. Başımızın üzerine salâh nurunu verir. Tövbe-i Nasuh’a evvelâ davet eder bizi. Salâh makamına geçeriz. Sonra günahlarımızı örter. Salâh nurunu verir. Arkasından da örttüğü günahları sevaba çevirir.
Öyleyse sevaba, günahların sevaba çevrildiği yerde irşada ulaşırız. Ve son emanetin; iradenin Allah’a teslimi için hazır hale geliriz ve irademizi Allah’a teslim ederiz. Burası 5. kademesidir salâh makamının. Hanifler olarak irademizi de Allah’a teslim ederiz. Allah irademizi Kendi İradesine bağlar ve burada son bilmece çözülür. Allah’ın Zat’ını da görürüz. İrademiz de Allah’a teslim olmuştur.
Öyleyse ruhumuz da vechimiz de nefsimiz de irademiz de onların yegâne sahibi olan, hepsinin sahibi olan Allah’a teslim olmuştur. Fizik vücudumuz Allah’a ulaşmadan teslim olur. Allah’ın bütün emirlerine itaat eden, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen, muhsin standartlarında bir fizik vücudumuz olur, Allah’a teslim olmuş. Nefsimizse bütün afetlerini yok etmek suretiyle, hâlis olmak suretiyle, Allah’a hâlis kul olmak suretiyle Allah’a teslim olur. İrademizse 13 kademe nefsimizin kalbinin müzeyyen olmasıyla Allah’a teslim olur. Ve böylece aslında rehine olan nefsimizin de Allah’a teslim edilmesi söz konusudur. Önce emanetin de Allah’a teslim edilmesi söz konusudur ve sonra birer emanet haline gelen fizik vücudumuzun, nefsimizin ve irademizin Allah’a teslimleri söz konusudur.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, emanet ve rehineler, rehine ve emanet konusundaki dersimiz inşaallah burada tamamlanıyor. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz, sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım.
İmam İskender Ali M İ H R