}
Kur'ân'a Göre Gaflet Nedir? 06.02.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 105607

 

SOHBETİN ADI: KUR’ÂN’A GÖRE GAFLET NEDİR?
TARİHİ: 06.02.2003

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki Allah’ın bir zikir sohbetinde bir defa daha birlikteyiz.

Konumuz: Gaflet; Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak. Ne yazık ki dünyamızı gaflet sarmış durumda sevgili kardeşlerim. İnsanları bu gafletten uyandırmakla vazifeliyiz. Bakalım, önümüzdeki günlerde gündeme neler gelecek, hep beraber yaşayacağız. Öyleyse gafletin başlangıcından başlayalım. Hangi âyet? A’râf Suresi 172. âyet, Allahû Tealâ buyuruyor ki:

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).

Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”


Gafletin başlangıç noktası, e lestu birabbikum günü. Zamandan evvel e lestu birabbikum’de Allahû Tealâ ne yapmış? Âdem (A.S)’ın sırtından onun çocuklarını, onların sırtından onların çocuklarını çıkartarak, bütün zamanlarda yaşayacak olan bütün insanları huzurunda toplamış Allahû Tealâ, A’râf-172’de. Ve hepimize birden sormuş (hepimiz birden oradaydık), demiş ki: “e lestu birabbikum: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”

kâlu: Dediler ki.
belâ: Evet.

İstisnasız hepimiz, “Evet.” diyoruz. Negatif suallerin pozitif cevabı; “belâ: Evet.” diyoruz, “Sen, bizim Rabbimizsin.”

Acaba bundan sonra ne olmuş? Allahû Tealâ diyor ki: “Nefslerine onları şahit tuttuk.”

Fizik vücutlarımız ve ruhlarımız, nefslerimize şahit olmuşlar. Niçin şahit olmuşlar? Kıyâmet günü, biz bundan gâfildik demesinler diye şahit olmuşlar. Yani A’râf Suresinin 172. âyet-i kerimesinde bir şeylerden gâfil olmak söz konusu. Ve “Kıyâmet günü, biz bundan gâfildik demesinler diye Biz, onları nefsleri üzerine şahit tuttuk.”

Onların fizik vücutlarını, onların ruhlarını kullanmamış ama, “Nefslerine şahit tuttum” dediği için anlıyoruz ki nefslerimiz, kıyâmet günü bunu söyleyecek.

Eğer nefslerimizi Allah’ın dostu kılamamışsak, nefslerimiz, “Biz bundan habersizdik.” diyebilecekleri için, demesinler diye Allahû Tealâ fizik vücutlarımızı ve ruhlarımızı nefslerimize şahit tutmuş. Niçin? “Biz bundan gâfildik.” demesinler diye.

Acaba bundan sonra ne olmuş? Bundan sonra ne olduğuna bakıyoruz; Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesi devreye giriyor. Allahû Tealâ diyor ki:

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).

Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.


“O zaman ki siz Bize, ‘İşittik ve itaat ettik dediniz.’ Biz de misakinizi üzerinize farz kıldık. İşte bu, Allah’ın üzerinize olan farzıdır.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse neden bahsediyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler? Allahû Tealâ’nın farzlarından bahsediyoruz. Bundan sonra ne olmuş? A’râf-172’de Allahû Tealâ’nın, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demesi, arkasından da bizim hepimizin “belâ: Evet” demesi, arkasından da Allahû Tealâ’nın ruhlarımızı ve cesetlerimizi, fizik vücutlarımızı nefslerimize şahit tutuşu söz konusu. Sonra ne olduğunu Mâide Suresinin 7.âyet-i kerimesi söylüyor. Allahû Tealâ diyor ki: “Madem ki Ben sizin Rabbinizim, öyleyse sizlerden yemin istiyorum ey nefsler. Bana teslim olacağınıza dair, sizlerden misak istiyorum; ey ruhlar. Bana teslim olacağınıza dair sizlerden ahd istiyorum; ey fizik vücutlar.”

Bu kadar mı? Hayır, bu kadar değil. Ondan sonra Allahû Tealâ bir ahidle bizi bağlıyor. Allah’ın ahdi oluyor bu. Ve bu, aynı zamanda Allah’ın üzerimize vasiyeti oluyor. Nefsimizin, ruhumuzun, fizik vücudumuzun ve irademizin bütünü teşkil ettiği bir ortamda, Allahû Tealâ bizlerden, bunların hepsinden birden bir kesin söz alıyor. Bunun adı misak. Öyleyse ruhumuzdan, vechimizden, nefsimizden, irademizin de dâhil olduğu bir dörtlüden Allahû Tealâ bir söz alıyor, kesin söz. Kesin söz; misak anlamına geliyor; hepsinin teslimine dair.

İşte orada, o gün Allahû Tealâ Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesiyle bu kesin sözün muhtevasından bahsediyor. “O gün,‘işittik ve itaat ettik demiştiniz. Biz de Bize verdiğiniz o kesin sözü üzerinize farz kıldık (sizden aldığımız o kesin sözü üzerinize farz kılıyoruz).” diyor.

Öyleyse ne olmuş? Allahû Tealâ diyor ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim deyip de sizden ‘belâ’ cevabını aldığım zaman hepinize birden sesleniyorum; mademki Ben sizin Rabbinizim; öyleyse ey nefsler! Bana yemin verin, Bana teslim olacağınıza dair. Ey ruhlar! Bana misak verin; Bana teslim olacağınıza dair. Ey fizik vücutlar! Bana ahd verin; Bana teslim olacağınıza dair.” Ondan sonra da Allahû Tealâ diyor ki: “Benim ahdim ise size ahd verdiğim şey ise ruhunuzun da vechinizin de iradenizin de Bana teslimi. İşte bu husus, Benim vasiyetimdir ve sizden aldığım sözdür. Aynı zamanda üzerinize olan ahdimdir.”

Kur'ân-ı Kerim’de Allah’ın ahdi, “ahdillahi” veya “ahdallahi” olarak geçiyor.

Ve Allahû Tealâ; “Sözlerimi işittiniz mi?” diye soruyor, “semina: İşittik.” diyoruz. Allahû Tealâ diyor ki: “Öyleyse Bana yemin, misak, ahd verin. Ondan sonra da kesin sözünüzü verin Bana.”

Allahû Tealâ’ya yemin, misak ve ahd veriyoruz. Ve irademizi de Allah’a teslim edeceğimize dair, o kesin sözü de veriyoruz. İşte elest bezminde olanlar bunlar. Ondan sonra Allahû Tealâ soruyor: “Emrime itaat ettiniz mi?” “atana: İtaat ettik.” diyoruz. Allahû Tealâ da buyuruyor ki: “Biz de sizden aldığımız o kesin sözü, misakinizi üzerinize farz kıldık.”

Böylece Allah’a ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin teslim edileceğine dair kesin sözü biz vermiş oluyoruz, Allahû Tealâ da bizden almış oluyor. Öyleyse orada “Onları nefslerine şahit tuttum.” dediği, fizik vücudumuz da var, nefsimiz de var, irademiz de var, ruhumuz da var. Diğerleri nefse şahitlik ediyorlar ki nefs, Allah’a teslim olacağına dair yemin vermiş ve zaten hepsi, nefsin teslimine bağımlı hususlardır.

Öyleyse kıyâmet günü hiç kimse, biz bundan gâfildik diyemez. Kıyâmet günü herkes için aynı şey söz konusudur. Kimsenin, biz bundan gâfildik demesi mümkün değil. Şahitler huzurunda Allahû Tealâ bunu yapıyor. İşte gafletin boyutları, zamanın evveline kadar uzanıyor. Zamandan evvel, yaradılıştan evvel Allahû Tealâ bizleri, çok sonra dünyaya gelecek olan herkesi bir araya getirip bunları oluşturuyor ve gaflet, o zamandan beri var.

Size, ne zamandan beri Müslümansın diye sorarlarsa ne dersiniz? Kâlû belâ’dan beri Müslümanız. Öyleyse bu, dînin temelinde olan temel faktördür. Bütün dînler, tek bir dîndir ve herkes o gün Allah’a teslim olacağına dair söz vermiştir. Hepimizden teker teker bu yemin, misak ve ahdin ötesine geçen misak; kesin söz alınmıştır.

Öyleyse gafleti, daha baştan itibaren Allahû Tealâ kabul etmiyor; ben bundan gâfil idim dememize müsaade etmiyor.Bu gaflet müessesesine şimdi daha yaklaşarak bakalım. Eğer gaflet varsa kurtuluş yoktur, eğer gaflet varsa hidayet yoktur. Gaflet varsa kişinin gideceği yer mutlaka cehennemdir. Öyleyse muhtevaya bakalım; Allahû Tealâ, Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde şöyle buyuruyor:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onlar ki Bize mülâki olmayı (ruhlarını ölmeden evvel Bize ulaştırmayı) dilemezler. Onlar, dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla doyuma ulaşırlar. Onları doyuma ulaştıran şey, dünya hayatıdır. Maneviyattan, Allah’a teslim olmaktan haz etmezler. O onları mutmain kılmaz.”

Sonra ne diyor Allahû Tealâ? Konumuzla alâkalı olan şeyi söylüyor: “Onlar; Bize mülâki olmayı dilemeyenler, Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır (âyetlerimizin şuurunda olmayanlardır; âyetlerimizi bilmeyenlerdir).”

Gaflet, tedbirin alınması lâzım gelen bir noktada tedbir almayanların haline denir. O tedbiri almadıkları için başlarına felâket gelecektir. Gâflette olanın hali, yangın çıktığı zaman yangın söndürme aletini bir başka yerde unutan bir insanın hali gibidir. Neyin tedbirinden bahsediyoruz? Kur'ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yer cehennemdir.” Nitekim “Onlar, bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” dedikten sonra Allahû Tealâ diyor ki: “Onların gidecekleri yer, iktisap ettikleri dereceler dolayısıyla ateştir, cehennemdir.”

me'vâhumun nâru: Onların meva’sı (gidecekleri yer) nardır, ateştir.
bimâ kânû yeksibûn: İktisab ettiklerinden dolayı (iktisab ettikleri derecelerden dolayı gidecekleri yer cehennemdir).

Allahû Tealâ, burada hem emrini bildirmiş hem emrin yerine getirilmemesi halinde ne olacağını bildirmiş, hem de emri yerine getirmeyenlerin gâfil olduklarını, gaflette olduklarını bildirmiş. Allah’ın âyetlerinden gâfil olan insanlar. Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynına baktığımız zaman gaflet müessesesinin başka âyetlerde de yer aldığını görüyoruz. Allah’ın âyetlerinden gâfil olan bütün insanların gidecekleri yer cehennemdir.

Gaflet; ya önem vermemekten veya yalan saymaktan veya âyetlere inanmamaktan kaynaklanan bir olgu hüviyetindedir. Herhangi bir açıdan kişi gaflette olabilir; ama gaflet onları cehenneme götürecek olan bir sonucu mutlaka doğurur. Kim Allah’ın âyetlerinden gâfilse onun gideceği yer, cehennemdir. İşte bir başka açıdan belki gene aynı neticeye ulaşacak olan iki âyet-i kerime; A’râf-146, 147. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

7/A'RÂF-146: Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîlâ(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).

Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.

7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhirati habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Ve onlar ki; âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah’a ulaşmasını) tekzip ettiler (yalanladılar) ve onların amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır?


“Onları âyetlerimizden çevireceğiz ki (onların âyetlerimizi idrak etmelerini uygun görmeyeceğiz ki, onlar âyetlerimizi anlayamayacaklar ki), onlar haksız yere kibirlenenlerdir (arzda; dünya üzerinde haksız yere kibirlenenlerdir). Onlar, Allah’ın bütün âyetlerini görseler ona inanmazlar. Onlara, o âyetlere inanmazlar. Onlar, irşad yolunu gördükleri zaman irşad yolunu kendilerine yol ittihaz etmezler. Bu kibirli insanlar, irşad yolunu kendilerine yol ittihaz etmezler. Gayy yolunu gördükleri zaman o yolu, gayy yolunu kendilerine yol ittihaz ederler (cehennem yolunu kendilerine yol ittihaz ederler).”

Rüşd yolu; irşad yolu bir insanın Allah’a ulaşmayı dilemesiyle başlar ve irşad makamına ulaşıp tâbî olmasıyla devam eder. Rüşd yolunun başlangıcı, Allah’a ulaşmayı dilemektir ama fizik standartlarda ruhun vücuttan ayrılarak Sıratı Mustakîm’e ulaşması rüşd yolunun kesin olarak başladığını gösterir. Sıratı Mustakîm irşad yolunun adıdır. Öyleyse böyle bir ortamda irşad yolunu gördükleri zaman (rüşd yolunu gördükleri zaman) o yolu kendilerine yol ittihaz etmezler. Yani Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için bir mürşide tâbî olmak, kibirlerine hiçbir zaman kabul ettiremedikleri bir şeydir. Allah’a ulaşmayı dilemezler, mürşide tâbî olmazlar ve bu sebeple gök kapıları onlara açılmaz. Gene A’râf Suresinin 40. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

7/A'RÂF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne).

Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.


“Kibirlilere ve Allah’ın âyetleriyle alay edenlere gök kapıları açılmaz.”

Burada ne gördük? Bu adamlar, irşad yolunu görüyorlar ama yol olarak kabul etmiyorlar. İrşad yolunu kendilerine yol ittihaz etmiyorlar. Allahû Tealâ: “Onlar, gayy yolunu gördükleri zaman (kendilerini cehenneme götürecek yolu gördükleri zaman) onu yol ittihaz edinirler.” diyor. Aslında yine ittihaz etmekten vazgeçmezler mânâsı, daha ağır basıyor. Çünkü bütün insanlar, doğduklarından itibaren dalâlettedirler. Peygamberler dâhil, hiç kimse bunun istisnası değildir. Herkes dalâlette olarak doğar, kalbinde küfür yazılı olarak doğar.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, muhtevaya dikkatle bakın. Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar, gayy yolunu gördükleri zaman o yolu kendilerine yol edinirler. Onlar gayy yolunda olanlardır; cehenneme götürecek yolda olanlardır.” Ve neticeyi söylüyor: “Bunun sebebi, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan (âyetlerimizden) gâfil olmalarıdır.”

Bu gaflet müessesesine dikkatle bakın sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allah’ın ayetlerinden gâfil olmak. Öyleyse nasıl bir olgu bu? Allah’ın âyetlerinden gafil olmak, sonuç; cehennem. Nereden biliyoruz? Allahû Tealâ diyor ki: “Onların böyle olmalarının sebebi âyetlerimizi yalanlamaları, âyetlerimizden gâfil olmalarıdır.” İşte bu insanlar gaflette. Onlar kendilerine irşad yolunu değil de gayy yolunu seçerler.

Sonuç ne olur?

“vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat a’mâluhum: Onlar ki âyetlerimizi tekzib ederler; yalanlarlar ve Allah’a ulaşmayı (mülâki olmayı; ahireti) tekzib ederler (yalanlarlar).” Ahiret kelimesi, Allah’a mülâki olmak istikametinde kullanılıyor. “Onların amelleri boşa gitmiştir.” diyor Allahû Tealâ. Yani gidecekleri yer cehennemdir.

Hem de alt kat bir cehenneme gidecekler. Çünkü bu insanlar, o istikamette bir hedefe ulaşmaları mümkün olmayanlar. Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu amelleri boşa gidenlere bir daha bakalım. Kehf Suresinin 105. âyetinde de aynı kişilere rastlıyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.


“Onlar ki âyetlerimizi inkâr ederler. Ve Allah’a mülâki olmayı inkâr ederler. Onların amelleri boşa gitmiştir.”

Öyleyse amellerin boşa gittiği bir ortam söz konusu. İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu insanlar, Allah’ın âyetlerinden gaflette olanlardır. Gaflet müessesesi, kişiyi mutlaka cehenneme götürür. Dikkat edin ki,“Allah’ın âyetlerinden gaflette olanların gideceği yer cehennemdir.” diye Allahû Tealâ, Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerine koymuş hükümlerini.

Allahû Tealâ’nın dizaynına bakıyoruz; A’râf Suresinin 179. âyetinde şunları söylüyor:

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi, lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).

Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.


“Biz, cehennemi insanların ve cinlerin çoğu için yarattık.”

Başka bir âyet-i kerimesinde de “Biz, cehennemi insanlarla ve cinlerle tamamen dolduracağız.” diyor.

7/A'RÂF-18: Kâlehruc minhâ mez'ûmen medhûrâ(medhûren), le men tebiake minhum le emleenne cehenneme minkum ecmaîn(ecmaîne).

(Allahû Tealâ): “Kınanmış (hor görülmüş) ve kovulmuş olarak oradan çık!” dedi. “Elbette onlardan kim sana tâbî olursa, mutlaka sizin hepinizden cehennemi (tamamen) dolduracağım.”


A’râf- 179 da: “Biz, cehennemi insanların ve cinlerin çoğu için yarattık.” diyor. Sonra vasıf veriyor, diyor ki: “Onların gözleri vardır; onunla görmezler. Onların kulakları vardır; onunla (kulaklarla) işitmezler. Onların kalpleri vardır; onunla fıkıh edemezler (idrak edemezler). Onlar hayvanlar gibidirler. Hayır, hayvanlardan daha çok dalâlettedirler. Onlar gaflette olanlardır.” diyor Allahû Tealâ.

ulâike humul gâfilûn: Onlar, gafillerdir.

Dikkat edin; gâfillerin var olduğu her aşamada mutlaka cehennem söz konusu. Allahû Tealâ orada ne söylemişti? İnsanlar var; insanlar dalâlette. Dalâlette olanlar gâfillerdir. Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, gâfillerin özellikleri; kulaklarında vakra var, kalplerinde ekinnet var, gözlerinde hicab-ı mesture var. Üç temel özellik. Bu sebeple göremezler, işitemezler ve idrak edemezler. Allahû Tealâ: “Onlar, gâfillerdir.” diyor.

Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynında A’râf-179, bize gaflet tablosu veriyor, kör, sağır ve dilsiz insanlardan, idraksiz insanlardan oluşuyor. Bakıyoruz ki Allahû Tealâ,kâfirler için de aynı şeyi söylüyor, Nahl Suresinin 108.âyet-i kerimesinde diyor ki:

16/NAHL-108: Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).

İşte onlar, Allah’ın kalplerini, işitme hassalarını ve görme hassalarını tabettiği (mühürlediği) kimselerdir. Ve işte onlar; onlar, gâfillerdir.


“Allah, onların kalplerini, işitme hassalarını mühürlemiştir. İşte onlar gâfillerdir.” diyor.

Gâfil olanların müşterek özellikleri. Şimdi kâfir olanların özelliklerine bakıyoruz, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetleri, Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).

Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.


“Habîbim! Sen ne söylersen söyle onlar, mü’min olmaz. Onların gözlerinde, görme hassalarında gışavet adlı bir perde vardır. Onların kulakları, işitme hassaları mühürlüdür. Onların kalpleri de mühürlüdür.”

İşte Nahl-108’de de mühürlü. Nahl-108: “Onlar, gâfillerdir.” diyor. Orada, kâfirler için de söz konusu olan şey, gaflette olmak. Küfürden kurtulmak için sadece Allah’a inanmak yeterli değildir. Bir defa inanç şartı 7 tane;

1- Allah’a inanmak.
2- Allah’ın kitaplarına inanmak.
3- Allah’ın resûllerine inanmak.
4- Allah’ın meleklerine inanmak.
5- Bâsu badel mevt’e inanmak (öldükten sonra tekrar canlandırılmaya inanmak).
6- Hayrın Allah’tan, şerrin nefsten olduğuna îmân etmek.
7-Ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmaya îmân etmek; ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşacağına, ulaşması lâzım geldiğine, bunun farz olduğuna îmân etmek.

7 tane inanç şartı var. İblis, insanlara “Allah vardır, Biz Allah’a inanıyoruz.” diyenlerin mü’min olduğunu söylemiş, insanlar da yutmuş bu zokayı.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, işte Allah’ın gaflet hitabını üzerlerine alan insanların durumlarına bakıyoruz. Bu insanlar kör, sağır ve dilsiz. Allahû Tealâ onlara, “kâfir” diyor.

Allahû Tealâ, Rûm Suresinin 7. âyet-i kerimesinde diyor ki:

30/RÛM-7: Ya’lemûne zâhiren minel hayâtid dunyâ, ve hum anil âhıreti hum gâfilûn(gâfilûne).

Onlar, dünya hayatının zahirini (görünen kısmını) bilirler. Ve onlar, ahiretten gâfil olanlardır.


“Onlar, dünya hayatının sadece zahirî olan kesimini bilirler, ahiretten ise gâfil olanlardır (insan ruhunun ölmeden Allah’a ulaşmasından gâfil olanlardır).”

Allahû Tealâ, Yâsîn Suresinin 6. âyet-i kerimesinde gâfillerin, uyarılamamış olanlar olduğunu söylüyor.

36/YÂSÎN-6: Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne).

Babaları uyarılmamış bir kavmi, uyarman içindir. Çünkü onlar gâfillerdir.


Uyarma, herkese ulaşır. Bütün kavimlerde her devirde Allah’ın resûlleri vardır. Allahû Tealâ: “kullî kavmin min resûl” diyor, “Biz bütün kavimlere resûl göndeririz; birbiri ardı sıra göndeririz, aralarında fetret devri yoktur. Bütün kavimlere resûl göndeririz ve art arda göndeririz resullerimizi, aralarında resûlsüz bir devre yoktur.”

Öyleyse her devirde insanlar mutlaka uyarılırlar ama bu uyarılmış olan insanların gâfil kalmaları söz konusu. Yâsîn Suresinin 6. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ; “Gâfil bir kavmi uyarmak için gönderildin.” diyor. Öyleyse Allahû Tealâ’nın söylediği gaflet müessesesini, Allah en güzel biçimde şekillendirmiş. Gaflet, bütün insanlar için çok dikkat edilmesi lâzım gelen bir müessesedir. Allah’ın âyetlerinden gâfil olmak, kişiyi mutlaka kesin bir hüviyette cehenneme götürür.

Cehennem müessesesi, bütün insanlar için vardır ve o istikamette bir hedef tayini yapılması şarttır. Herkes Allah’a ulaşmayı dilemelidir. Dilemeyenler için olay kesindir. Dilemeyenlerin gaflette oldukları ve gidecekleri yerin cehennem olduğu kesinlik kazanıyor. Öyleyse sadece 2 türlü insan vardır:

1- Gaflette olanlar.
2- Allah’a ulaşmayı dileyenler.

Dikkat edin ki gaflette olan insanlar;

1- Gaflettedir.
2- Dalâlettedir.
3- Kâfirlerdir.

Gördük ki gaflet hüviyeti, kâfirler için de geçerli, dalâlet için de geçerli. Çünkü Allahû Tealâ, mürşidine ulaşmayan bir kişinin, Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin, dalâlette olduğunu söylüyor. Onların dalâlette olduğunu nereden anlıyoruz? O insanların kulaklarında vakra olmasından, gözlerinde hicab-ı mesture, görme hassalarının üzerinde gışavet olmasından anlıyoruz, kalplerinde ekinnet ve mühür olmasından anlıyoruz.

Ekinnet müessesesi, küfrü ifade eder. Mühürlü olan kalpler, içinde ekinnet olan kalplerdir ve mutlak olarak küfrü ifade eder. Bu, aynı zamanda dalâleti ifade eder. Ekinnet olan bütün kalpler dalâlettedir ve o kalpler, mutlak olarak mühürlüdür; içinde küfür yazar.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, şimdi beraberce Câsiye Suresinin 23. âyet-i kerimesine bakıyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


“Habîbim! O kişileri görüyor musun ki onlar, hevalarını kendilerine ilâh edinmişlerdir. Onları ilim üzere dalâlette bırakırız.”

Sonra ne söylüyor Allahû Tealâ? “Onları ilim üzere dalâlette bırakırız” dedikten sonra, “Onların kalpleri mühürlüdür, semî isimli işitme hassaları mühürlüdür. Basiret isimli basarları üzerinde de (görme hassalarının üzerinde de) gışavet adlı bir perde vardır.” diyor.

Bu 3 tane unsur, hem küfrün unsurudur hem de dalâletin unsurudur hem gafletin unsurudur. Kimdir gaflet uykusundan uyanan? Allah’a ulaşmayı dileyendir. Öyleyse gaflette olmayan insan kimdir? Gaflette olmayan insan, Allah’a ulaşmayı dileyendir; neticede irşad yolunu seçendir (Bakara Suresinin 256 ve 257. âyetleri). O muhtevada insanların yaptıkları şeyler, davranış biçimleri ve neticede kazandıkları dereceler. Gaflette olanların kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden fazladır. Gaflette olmayanlar uyanmış olanlardır; gaflet uykusundan uyanmış olanlardır. Uyanmak bir dilekle gerçekleşir. Gafletten kurtulmak bir dilek işidir. O noktada o kişi, Allah’a ulaşmayı mutlaka dilemiştir ve gafletten kurtulmuştur.

Öyleyse Bakara Suresinin 256 ve 257. âyetlerine bakıyoruz beraberce. Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).

Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.


“Dînde zorlama yoktur. Kimse kimseyi zorla şeytanın yolundan Allah’ın yoluna alamaz. Veya Allah’ın yolundan şeytanın yoluna alamaz.”

Öyleyse bir muhteva görüyoruz. Nedir muhteva? Allahû Tealâ âyette, “Dînde zorlama yoktur.” dedikten sonra diyor ki: “İrşad yolu ile (rüşd yolu ile) gayy yolu birbirinden tebeyyün etmiştir. Farklılıkları ortaya çıkmıştır. Hakikatler beyan edilmiş ve birbirinden ayrılmıştır.

İki tane yol; irşad yolu Allah’a, gayy yolu şeytana ve cehenneme ulaştırır.

Allahû Tealâ diyor ki: “Kim tagutu (insan ve cin şeytanları) inkâr ederse ve Allah’a âmenû olursa (Allah’a ulaşmayı dilerse) o zaman o kişi, Allah’tan kopması mümkün olmayan bir kulba sımsıkı sarılır.”

Bu kulb, Allah’ın mürşidleridir. Ve devam ediyor; “Bu kulba sımsıkı sarılır” dedikten sonra Allahû Tealâ diyor ki: “Allah, işitir ve bilir.” Yani kişi, rüşd yolunu seçmişse Allah, o kişinin Allah’a ulaşmayı dilediğini anında işitir, bilir ve görür. Hep kalbine bakıyor; acaba bu dilek var mı diye. Kişi, söylediği anda, dileğin sahibi olduğu anda Allah işitir, bilir ve görür. O dileği görür kalbinde, o dileği işitir ve kalpteki dileği bilir.

Sonra ne olur? Eğer bu kişi rüşd yolunu seçerse sonra ne olacağını söylüyor Allahû Tealâ, Bakara Suresi 257. âyet:

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.


Allahû Tealâ, bu istikamette birçok insan için söylüyor neticeyi: “Allah, âmenû olanların dostudur. Onların kalplerini zulmetten nura çıkarır.”

Yani onlar, nefs tezkiyesi yaparlar. Kapkaranlık olan kalpler pırıl pırıl aydınlık hale gelir. Allah, onları zulmetten nura çıkarır. Kendilerinden ayrılan ruhları ait oldukları yere, Rabb’lerine geri dönerler. Neyle? Nefs tezkiyesiyle. Nefsinlerinin kalbi Allah’ın nurlarıyla dolarak.

Sonra ne diyor Allahû Tealâ?

vellezîne keferû evliyâuhumut tagûte: O kâfirler de tagutun dostlarıdır.
yuhricûnehum minen nûri ilaz zulumâti: Onlar da nurdan zulmete götürülürler.

Kalpleri aydınlanmış, hidayete ermişlerdir. Sonra insan ve cin şeytanlar, onları Allah’ın yolundan saptırırlar ve kişiler fıska düşerler, kalpleri nurdan tekrar zulmete geri döner.

İşte sevgili öğrenciler ve sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın dizaynında kitaplardan da gaflet, Allahû Tealâ tarafından gaflet sayılıyor. Gaflet sahiplerinin kurtuluşu mümkün değildir. En’âm Suresinin 156. âyet-i kerimesinde diyor ki:

6/EN'ÂM-156: En tekûlû innemâ unzilel kitâbu alâ tâifeteyni min kablinâ ve in kunnâ an dirâsetihim le gâfilîn(gâfilîne).

“Kitap, yalnızca bizden önceki iki topluluğa indirildi. Ve biz onların okuduklarından gerçekten gâfildik.” dersiniz diye (dememeniz için).


Hiç kimsenin gâfil olma yetkisi ve hakkı yok. Allahû Tealâ, bütün kitapları ezbere bilin demiyor ama “Vazifenizi bilin. Bana ulaşmayı dileyeceksiniz. Eğer dilemezseniz, Benim âyetlerimden gâfilsiniz, gideceğiniz yer cehennemdir.” diyor.

İnsanların şu dünya üzerindeki fikirleri ne olursa olsun -dîn öğreten bir heyet veya o heyetin üyeleri- Allah’a ulaşmayı dilemiyorlarsa, Allah’ın tabiriyle: “Onlar, Allah’ın âyetlerinden gâfildirler. Gidecekleri yer cehennemdir.”

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, gaflet müessesesi kim bilir kaç milyar insanı cehenneme götürecek olan bir müessesedir. Ne yazık ki insanların gafletine, insanlar engel olamazlar ama ikaz etmek, uyarmak ve insanlara Allah’ın hakikatlerini ve gafleti anlatmak, Allah’ın yolunu bilenlerin aslî görevidir. Bu böyle olmalıdır; bilenler öğretecektir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ’nın muhtevasına baktığımız zaman görüyoruz ki gaflete müteallik daha pek çok âyet-i kerime var Kur’ân-ı Kerim’de. Ama bu esas çizgileri teşekkül ettiren dizayn, açık ve kesindir. Gaflette olmayanları Allah, onların kalplerini zulmetten nura ulaştırarak, onların ruhlarını Kendi Zat’ına ulaştırmalarını, sonra fizik vücutlarını, daha ötede nefslerini de Allah’a teslim etmelerini ve en sonunda iradelerini de Allah’a teslim etmelerini sağlıyor. Onlar, gaflette olmayanlardır.

Gaflette olanların gidecekleri yer cehennemdir. Gaflette olmayanların gideceği yer ise Allah’ın cenneti. Gaflette olanlar, dalâlette olanlardır. Gaflette olmayanlar, gafleti aşmış olanlar, hidayet üzere olanlardır, hidayette olanlardır. Sadece iki nevî insan var;

1- Hidayet üzere olanlar.
2- Gaflet üzere olanlar.

İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, gaflette olanlar, uyarılamayanlardır. Uyarılan, ikaz edilen, ikazdan sonra aklı başına gelen herkes gafletten kurtulmanın mutlaka yolunu bulur.

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, gaflette olanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Kurtuluşun asgarî standardı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Dilemeyen, ne yaparsa yapsın, gafletten kurtulamaz. Allah’ın âyetlerinden gâfildir. Ve Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi ne yaparsa yapsın, ömrünü bütünüyle ibadetlerle geçirsin, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa kurtuluşu mümkün değildir.

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, bir husus daha nihayete eriyor. Bir nokta daha burada bir hüviyet taşıyor. Gaflet müessesesi, kişiyi mutlaka cehenneme götürür. Onun için Allah’a insanları gafletten kurtarması istikametinde dualar ederek, hepinizin Allah’ın cennetine girmeniz ve dünya saadetine ulaşmanız istikametinde dualar ederek inşallah burada sözlerimizi bitirmek istiyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım.

Öyleyse bu muhtevada hepiniz için her şey, hepinizi mutluluğa götürecek özellikleri taşıyor kanaatiyle sözlerimizi nşallah burada tamamlamak istiyoruz. Sonsuz mutluluk dileklerimizle ve dualarımızla.

Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R