SOHBETİN ADI: RÜYETULLAH
TARİHİ: 04.03.2003
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, selâm, kelamdan evvel gelir deyip sizi selâmlıyorum inşallah; esselamu aleykum ve rahmetullah ve berekâtuhu.
Bir defa daha birlikteyiz; bir defa daha Allah’tan bahsetmek üzere. Bugünkü konumuz; Rüyetullah; Allah’ın Zat’ının görülmesi. Kod numarası 3.2.3.66.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki gene birlikteyiz, gene bir güzelliği yaşıyoruz.
Allah’ın görülmesi konusunda insanlar, göremedikleri için “Allah görülmez” diye kanaatlere varmışlardır. Evet, Allah görülmez. Bu gözlerle görülmez, baş gözleriyle görülmez. Allah görülmez; salâh makamının 5. kademesinden evvel görülmez. Allah görülür; kim iradesini de Allah’a teslim ederse o, Allah’ı görmeye hak kazanır. Bu gözlerle mi, baş gözleriyle mi? Hayır, kalbindeki kalp gözüyle.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, biliyorsunuz ki insanlar ölü doğarlar. Hayata doğarlar, yaşarlar; ama Allah’a göre ölüdürler. Allah’a açılması lâzım gelen bütün kapıları kapalıdır. Gözleri üzerinde hicab-ı mesture vardır. Görme hassalarının (basar) üzerinde gişavet isimli bir perde vardır. Kulaklarında vakra vardır. İşitme hassaları mühürlüdür. Kalplerinde ekinnet vardır ve kalpleri bu sebeple idrak edemez. Öyleyse gözler de kapalıdır; kördür. Kulaklar da kapalıdır; sağırdır. Kalp de idraksizdir; idrake sahip değildir. Daha ötede kalbin nur kapısı Allah’a değil, şeytana dönüktür. Daha ötede o kişinin göğsünden kalbine bir yol yoktur. Yani Allah’ın üzerinizde hüküm ferma olması, sizi manevî anlamda hayata getirebilmesi için gerekli bütün şartlardan yoksun olarak doğarsınız. Bütün insanlar bu standartlar içinde doğarlar, hayata atılırlar. Kördürler, sağırdırlar, idraksizdirler. İdraksiz oldukları için de dilsizdirler. Yani bilgileri olmadığı için Allah’tan bahsedebilmek imkânının sahibi değillerdir. Söyledikleri, bu sebeple bir dilsizin söylediğiyle eşdeğerdir.
Sevgili kardeşlerim, bu, dünya hayatında insanlardan alabileceğiniz feyzi ifade etmek için kullanılıyor Allahû Tealâ tarafından. İnsanlar görmedikleri için şu dünya hayatında kördürler. Neyi görmedikleri için? İrşad makamını, irşad makamı olarak görmedikleri için. Onu, herhangi bir insan olarak gördükleri için, onun için kördürler. O insanlar, sağırdırlar. İrşad makamının söylediklerini yani hidayeti işitemedikleri için, mânâsına varamadıkları için sağırdırlar. O insanlar, idraksizdirler; irşad makamının söylediklerini kalplerine indirseler de kalplerinde ekinnet olması sebebiyle idrak edemedikleri için. Görmelerini engelleyen, basar hassalarının üzerindeki gışavet. Duymalarını engelleyen, kulaklarındaki vakra. İdraklerini engelleyen, kalplerindeki ekinnet. Onlar kör, sağır ve dilsizler.
Böyleyken hayata başlayan kişi, eğer kendisine mutlaka ulaştırılacak olan Allah’ın söylediklerini öğrenmeye heveslenirse o zaman kendisine söylenen; “Eğer Allah’a ulaşmayı dilemezsen gideceğin yer cehennemdir. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dile. Ne kaybedersin?” Bu tarzdaki bir ifade, kişiyi düşündürür hakikaten. Allah’a ulaşmayı dilemek ya da dilememek. Bu bir dilek. “Ben hiç değilse dilerim, dileyenlerden biri olurum.” Böyle diyen bir insan, dileyen dilemeyenden farklı olduğu için ilk adımı atmıştır. Ama çevresinde dileyenlerin başkalarından farklı bir mutluluk hayatı yaşadığını gördüğü zaman bu konuda istek sahibi olacaktır. İsteyecektir. Daha ötesi de var mı? Evet, istediği zaman da Allah’a mutlaka ruhunun ulaşacağına emin olacaktır; hayattayken ulaşacağına. Yani huşû sahibi olacaktır. Olaylar art arda geliyor. Bu, o kişinin dünya hayatı için, dünyada tasavvufu yaşayabilmek için gözlerinin, kulaklarının ve kalbinin açılması. Kişinin görmeye başlaması; irşad makamını irşad makamı olarak görmeye, işitmeye başlaması. İrşad makamının sözlerinin onu mutluluğa ulaştıracak olan sözler olduğunu işitmeye başlaması, farkına varmaya başlaması; mânâsına varmaya başlaması, sonra da kalbine indirdiği zaman onları idrak etmeye başlaması.
Görmek; dünyadaki insanları görmek, onların arasındaki farkı ayırt etmek istikametinde. Bu kişi, 7. basamakta bu şartların sahibi olur; idraki de açılır dünyaya müteallik şeyler konusunda. Fiziğin ötesi onun için henüz geçersizdir. Bu kişi 10 tane ihsanla mürşidine ulaşacaktır. Tâbiiyetini tamamlayacaktır. Ruhu vücudundan ayrılacak, 21. basamakta Allah’a ulaşacaktır. Nefsi teksiye olacaktır. 25. basamakta nefsinin kalbinde %80’den fazla nur birikecek, kişi fizik vücudunu da Allah’a teslim edecektir. Daha sonra 28. basamağın (salâh makamının) 5. kademesinde iradesini Allah’a teslim edecektir. Ama evvelâ bir olgudan bahsetmek daha uygun olur. Bu kişi, fizik vücudunu Allah’a teslim ettiği zaman nefsinin kalbinde %80’den fazla nur oluşmuştur. Daimî zikre ulaşacaktır; Ayn’el yakîn’in sahibi olacaktır. Ayn’el yakîn; görerek yakîn, gözle yakîn hasıl etmek. O kişinin “ayn”ı vardır. Gözü onunla görmeye başlayacaktır. Bu göz, kalp gözüdür. Böyle bir kişi, daimî zikrin sahibidir. Böyle bir kişi, bu sebeple nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmuş olan bir kişidir. Bu kişinin kalp gözü mutlaka açılır. Bu kişinin kalp kulağı mutlaka açılır. Allah’ın söylediklerini işitecek, Allah’ın gösterdiklerini görecektir. Böyle olduğu için, Allah’ın söylediklerini işittiği için Allah ile konuşabilme yetkisini Allahû Tealâ ona verecektir. Kişi, ehl-i tezekkürdür. Daimî zikrin sahibi olduğu için ehl-i hayırdır. Çünkü her an hayır kazanmaktadır.
Daha ötesi, bu kişi hikmet sahibidir. Öyleyse 2. defa gözler açıldı, ikinci defa kulak açıldı, 2. defa idrak açıldı. Ama bu seferki zahirî âleme, içinde yaşadığımız şu fizik âleme ait değil. Onun ötesine ait olan bir açılma. Allah’ın gösterdikleri, bu âlemin ötesi. Nitekim, ulûl’elbab makamında Allah’ın kalp gözünü, kalp kulağını açtığı bu kişiye Allahû Tealâ, ihlâs makamında 1., 2., 3, 4, 5, 6 ve 7. gök katlarını ve 7. gök katındaki 7 tane âlemi gösterecektir. O kişi altın kapıları görecektir. Tarîki Mustakîm’in nerede başladığını, nerede bittiğini görecektir. İlliyyini görecektir. Kader hücrelerini, Rakamlı Kitab’ını görecektir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, muhteşem bir dizayn söz konusudur. İhlâs makamında nereye kadar görür kişi? 7. katın 7. âlemi olan İndi İlâhi’yi görür, huzur namazını görür, altın tahtları görür, huzur namazının bütün sakinlerini yani orada Allah’ın huzurunda namaz kılan ruhları görür. Bundan sonra salâh makamına geçecektir. Tövbe-i Nasuh’a davet edilecektir; 7. katta bu sahneyi gördüğü zaman. Sidret-ül Münteha, İndi İlâhi’nin en üst noktasıdır. Onu gördüğü zaman bu kişi, Tövbe-i Nasuh’a davet edilir. Sonra Allah onun günahlarını örter, sonra başının üzerine salâh nurunu verir. Böyle bir dizayndan sonra onun günahlarını sevaba çevirir. Burası, o kişin irşada ulaştığı noktadır. Allah’ı görebilmiş midir? Hayır, görememiştir. Bundan sonra görecektir. Ulûl’elbab makamında 7 defa kalbi müzeyyen olmuştur bu kişinin. Saydığımız 7 özellik itibariyle ihlâs makamında 7 defa daha müzeyyen olmuştur. Gök katlarının her birinde bir defa müzeyyen olarak ve salâh makamında Tövbe-i Nasuh’a çağrılmasında, günahlarının örtülmesinde, başının üzerine salâh nurunun verilmesinde ve günahlarının örtülmesinde, günahlarının sevaba çevrilmesinde 4 defa daha kalbi müzeyyen olmuştur. Kişi, irşada ulaşmıştır. 18 defa müzeyyen oluyor kalbi. Ve İradesini Allah’a teslim ettiği zaman yani iradesi, İlâhî İrade’ye (Allah’ın İradesine) bağlandığı zaman bu kişi, 19. defa kalbi müzeyyen olan bir kişidir. Hakk’ul yakîn takvasına, bihakkın takvaya ulaşır. İşte rüyetullah, bu noktadaki bir müessesedir. O zaman o kişi, Allah’ı görecektir. Asıl ifadesiyle Allah, Zat’ını ona gösterecektir. Son bulmaca çözülecektir. En son görülecek olanların en sonunda Allah’ın Zat’ı vardır.
Sevgili kardeşlerim, bir yanlış dizayn insanlara bir yanlış sonucu ulaştırır. Kalp aynasında görünen, insanın kendisidir derler. Onlar Allah’ın Zat’ını değil, kendilerinde var olan Allah’ın rahmeti ve ilmini görmüşlerdir. Aynı kalıpta Allah’ın rahmeti ve ilmi şekillendiği için kendilerini görmüşlerdir. Gördükleri Allah’ın Zat’ı değildir. Allah’ın Zat’ını gördükleri zaman her şeyden önce 3 boyutlu olmadığını göreceklerdir. Allah’ın boyutları yoktur. Ama göründüğü zaman 3 boyutlu olarak görünmez.
Sevgili kardeşlerim, biz insanlar, yükseklik, genişlik, derinlik adlı 3 boyuta sahibiz. Bunun ötesinde 2 ilâve boyutumuz vardır; zaman ve hız. 5 boyuttan oluşuruz. Allahû Tealâ, boyutların hepsinden münezzehtir. Boyutların hiçbirisini normal standartlarda kullanmaz; ama görünmeyi dilerse 2 boyutlu olarak görünür.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, demek ki son bulmaca olan Allah’ın Zat’ının görülmesi, salâh makamının 5. kademesinde gerçekleşiyor. Onun ötesinde Allah’ın resûlleri vardır. Onun ötesinde Allah’ın nebîleri vardır. Nebîler olmadığı devrelerde de nebîlerin varisi olan huzur namazının imamlığını yapan resûl vardır. Hangi devirde? Peygamber Efendimiz (S.A.V), son nebî olduğu cihetle, O’ndan sonra gelen bütün devirlerde, hangi devirde olursa olsun, hangi resûl huzur namazın imamlığına Allahû Tealâ tarafından tayin edilmişse o, nebîlerin mirasçısıdır; vârisi O’dur. Huzur namazının imamlığı bir müessesedir; imamet müessesesi. Allahû Tealâ, bu müesseseyi Secde-24’te tarif ediyor. Nebîlerin dışındaki müesseseyi, nebîlerin imamlığını ise Enbiyâ-73’te ifade ediyor.
21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâti, ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.
Enbiyâ-73’de nebîlerden bahsediyor. “Ve onları, insanları hidayete erdirsin diye imam kıldık.” diyor Allahû Tealâ. Onlardan demiyor, “Onları imam kıldık.” diyor. Ama Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sözlerimize dikkatle bakın. Hem irşada Allahû Tealâ tarafından tayin edilenlere Allah, Zat’ını gösterir hem bütün kavimlerdeki resûllere gösterir hem de devrin imamına gösterir. Özellikleri, mutlaka bihakkın takvanın sahibi olmalarıdır. Hakk’ul yakîn derecesinde yakîn hasıl etmeleridir. Hakk’ul yakîn, Hakk’ın görülmesini sağlayan yakîn derecesidir.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, Allahû Tealâ, A’râf Suresinin 143. âyet-i kerimesinde Hazreti Musa (A.S)’dan bahsediyor.
7/A'RÂF-143: Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyke, kâle len terânî ve lakininzur ilâl cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn (mu’minîne).
Musa (A.S), tayin ettiğimiz (belirlediğimiz) zamanda gelince, Rabbi onunla konuştu. (Musa A.S) şöyle dedi: “Rabbim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (Allahû Tealâ): “Beni asla göremezsin. Ve fakat dağa bak! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen, Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musa (A.S), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman: “Sen Sübhan’sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe ederim. Ben, mü’minlerin ilkiyim.” dedi.
Hazreti Musa (A.S), Allahû Tealâ’ya diyor ki: “Ya Rabbi, ben Senin Zat’ını görmek istiyorum. Bana görün, Seni göreyim.” Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Sen, Beni göremezsin.” Hazreti Musa (A.S) ısrar ediyor: “Ya Rabbi, ben mutlaka Seni görmek istiyorum.” Allahû Tealâ, o zaman buyuruyor ki: “Şu karşıda gördüğün dağa tecelli edeceğim. Eğer dağ buna dayanabilirse, sen de o baş gözünle, vücudundaki bu baş gözlerinle Beni görebilirsin.” Mânâsı ne? Hazreti Musa (A.S) da fizik standartlarda, zahirî âlemin bir parçası; dağ da zahirî âlemin bir parçası. Biri canlı, biri cansız; ama her ikisi de aynı madde yapısına sahip ve dağ, Allah’ı görmeye tahammül gösteremeyip patlıyor. Hazreti Musa (A.S), dağın patlaması sebebiyle infilâkta (patlamada) bayılıyor. Hazreti Musa (A.S), gözlerini açtığı zaman Allahû Tealâ’nın Kendini göstermesi gerçekleşiyor. Ama baş gözlerine değil, kalp gözüne.
Hazreti Musa (A.S), bir nebîydi. Allah’ı kalp gözüyle O da gördü. Bütün nebîler de gördü. Ve Allah’ın, iradesini teslim alarak irşada ulaştırdığı kişiler de gördüler. Bütün resûller Rabb’lerini gördüler. Ama hepsi, başlarındaki gözleriyle değil, kalplerindeki gözle gördüler.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Hamdolsun ki Kur’ân tefsiri derslerimiz devam ediyor. Rabbimize sonsuz hamd ederiz ve şükrederiz ki yarıyı geçmiş bulunuyoruz. Ve ümit ediyoruz ki üniversitemizin 3. sömestrinin, 3. yılının bu sömestrinde bu hedefe ulaşan bizler (4. yılın sonunda, yaz okullarını da kullanacağız tabiî inşallah), Kur’ân-ı Kerim’i tamamlamış oluruz.
Sevgili kardeşlerim, muhakkak ki Allah her şeye kaadirdir. Bize bu kadarını nasip ettiğine göre, hızla yolumuzda inşaallah yürüyoruz. Tamamlandığı zaman, bütün âyetlerin birbiriyle ilişkisi ortaya çıkacaktır. Şumûllü bir sistemle çalışıyoruz, âyetler arasındaki illiyet rabıtalarını birer birer tespit ediyoruz. Öyleyse Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bize, sizlere Kur’ân-ı Kerim’in ruhunu açıklama imkânını bahşetti. İlmin sahibi sadece O’dur. Biz, sadece bir aynayız. O’ndan aldığımızı size reflekte etmek, yansıtmak; işte onu yaparız. Sahibimiz O’dur. Hazreti Musa (A.S)’ın baş gözüyle Allah’ı görme denemesi, zaten dağı patlama noktasında gördüğü zaman düşüp bayılmasıyla belli. Hiç kimse Allah’ı baş gözüyle görmeye tahammül edemez.
Öyleyse muhtevada ne görüyoruz? Leyl Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
92/LEYL-20: İllebtigâe vechi rabbihil a’lâ.
O sadece, Yüce Rabbinin Vechi’ni (Zat’ını) ibtiga etti (diledi).
1O, sadece Rabbinin Zat’ını istemişti.”
Ra’d Suresinin 20, 21 ve 22. âyetlerine baktığımız zaman şunu görüyoruz;
13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler.”
ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Allah’ın ahdini yerine getirirler.
(Yani ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim ederler.)
Burada rüyetullah olmaya ehil bir noktadan bahsediliyor.
ve lâ yenkudûnel misâk(misâka): Ve misaklarını bozmazlar.
Misakleri; ruhlarını da fizik vücutlarını da nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim etmektir. Ama bu, dördünün birden Allah’a verdiği misaktır. Âyet-i kerimenin devamında ruhumuzun Allah’a verdiği misakten de bahsediliyor.
“vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale.”
O misaklerini bozmayan kişiler, sadece bu 4 teslimi tahakkuk ettirenler; ettirmek için Allah’a verdikleri -dördünü de ihtiva eden- Allah’ın ahdini kabul edişleri olarak, Allah’a verdikleri kesin sözü yerine getiren bu kişiler. Aslında Allah’ın talebi üzerine Allah’a ruhları, misak vermişti; Allah’a teslim olacağına dair. Fizik vücutları ahd vermişti; Allah’a teslim olacağına dair. Nefsleri yemin vermişti; Allah’a teslim olacaklarına dair. Ve iradeleri de devreye girince Allahû Tealâ, onların toplamının birden Allah’a verdiği söze; kesin söze “misak” demişti.
İşte Ra’d Suresinin 20, 21, 22. âyetlerinde bunu görüyoruz.
“Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler.”
Allah’ın bizden aldığı ahd, Allah’a verdiğimiz o kesin söz; misak; dört teslimi gerçekleştirmek üzere. Ama bunlardan bir tanesi, ruhumuzun Allah’a verdiği misak. Onun da adı misak. Bu sebeple buradaki karmaşa aslında açıklık kazanıyor. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler ve misaklerini bozmazlar.”
Misaklerini bozmazlar; hem Allah’ın ahdini ifa ederek 4 teslimi yerine getirirler hem de ruhlarının Allah’a verdiği, tek olan o -ruhlarını Allah’a ulaştırmak konusunda- misaklerini bozmazlar.
Sonra diyor ki Allahû Tealâ:
yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Onlar, Allah’ın Allah’a ulaştırmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.
ve yahşevne rabbehum: Rabb’lerine karşı huşû duyarlar.
(Yani ruhlarını kesinlikle ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklarından emindirler. Bu birinci huşû.)
ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi): Onlar, kötü hesaptan korkarlar (günahlarının sevaplarından fazla olmasından ve cehenneme gitmekten korkarlar).
vellezîne saberûbtigâe vechi Rabbihim: Ve onlar, sabırla Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir.
Sevgili kardeşlerim, buradaki muhtevaya dikkatle bakalım. Ra’d Suresinin bu söylediğimiz âyetlerinde (20, 21, 22); “vellezîne saberûbtigâe vechi Rabbihim: Ve onlar, sabırla Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir.” diyor Allahû Tealâ. Bu dilek, Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dilemektir. Zaten âyet-i kerimenin evveliyatında yani 21. âyet-i kerimede: “Onlar, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar; Allah’ın Zat’ına ulaşırlar.” diyor.
Öyleyse Allah’ın Zat’ını dilemenin birinci bölümü, Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dilemektir. Kişi dilemiş; ama Allahû Tealâ’nın orada “Allah’ın Zat’ına ulaşmayı sabırla dileyenlerdir” demeyip de “Allah’ın Zat’ını sabırla dileyenlerdir” ifadesini kullanmasının, misaklerini yerine getirmek istikametinde tahakkuk ettiğini görüyoruz. Yani bütün sahâbe, Allah’ın ahdini yerine getirerek ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmişler. Bir başka ifadeyle Allah’ın Zat’ını görmüşler. Kim, adn cennetine giderse (birinci işaret), kim Allahû Tealâ’dan fevz-ül azîm, hazz’ül azîm, ecrul azîm veya fazl’ıl azîm isimli mükâfatları almışsa, bu güzellikleri Allah onlara verirse, teslim ederse bu insanlar, bu azîm kelimesiyle; remziyle ifade edilen bu güzellikleri Allahû Tealâ tarafından almışlarsa bileceksiniz ki; onlar Allah’ın Zat’ını görenlerdir.
İşte şimdi beraberce bakıyoruz. Bu konunun bir başka işareti; bu hedefe ulaşanların mutlaka adn cennetlerine gitmeleridir. İkisi bir arada olmak üzere 3 bölümden oluşan adn cennetleri, irşada ulaşan resûl olmayanların, irşad makamına tayin edilen resûl olmayanların, her kavimdeki resûllerin ve devrin imamlarının içinde bulunacakları 3 grup cenneti ifade eder. Ondan evvelki bütün cennetler için Allahû Tealâ, “firdevs cenneti” diyor, “naîm cenneti” diyor. Tamam; ama Allahû Tealâ, “adn cenneti” dediği zaman sadece bu 3 grup vardır. 3 grubun da muhtevası, hepsi kalp gözüyle Allah’ın Zat’ını görmüşlerdir.
Şimdi âyet-i kerimeye bakalım beraberce. Allahû Tealâ, o demin söylediğimizi söyledikten sonra yani “Onlar, sabırla Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir” dedikten sonra diyor ki:
ve ekâmûs salâte: Ve namaz kılanlardır.
ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten: Onlar, Bizim kendilerine verdiğimiz rızıktan sırren ve alâniyeten infâk edenlerdir.
Alâniyeten infâk ettikleri şey, Allah’ın dünyada kendilerine verdiği rızktır. Tarlalarında buğdaydır. Yemeleri için verdiği hayvanlardır. Ağaçlarındaki zeytindir. Ağaçlarındaki meyvelerdir. Bunlardan başkalarına verdikleri her şey, alâniyeten infâk etmeleridir. Ama Allah’ın nefslerinin kalbine ulaşmak üzere kendilerine gönderdiği rahmeti, fazlı ve salâvâtı, zikir yapmak suretiyle göğüslerinde Allah’ın açtığı yoldan nefslerine ulaştırmaları ve nefslerinin kalbinde fazl birikimini sağlamaları, bu sırren yaptıkları bir işlevdir. Sırren, açık olmayarak yaptıkları bir işlemdir. Herkes bu zikri yapar ve kimse de onların kalbine giren şeyin ne olduğunu göremez. Bu, gizli bir rızıklanmadır. Ve fizik vücut, fizik vücudun yaptığı zikirle kendisine ulaşan (fizik vücuda ulaşan) rızkı ki nefsin buradaki rızkı rahmettir, fazldır, salâvâttır; onları nefsin kalbine gönderir. Nefsin kalbinde afetleri yok ederek, yerine gönderdiği fazılları yerleştiren bir neticeyi oluşturmak; işte bu, sırren yapılan infâktır. Rad-22’de bu var.
Devam ediyor Allahû Tealâ:
ve yedreûne bil hasenetis seyyiete: Ve onlar, seyyiati hasenatla önleyenlerdir (derecat kaybedilen olayları, kendilerine yapılan kötülükleri hasenatla önleyenlerdir).
Onlar, daha evvel yapmış oldukları yanlışları yok eden bir dizaynda, zikir yaptıkça kazandıkları derecelerle evvelce kaybettikleri dereceleri yok ederler. Başkalarının kendilerine olan kötü davranışlarına, en güzel davranışlarla muhatap olarak en güzel davranışlarla mukabele ederek, o insanları da Allah’ın dostlarının güzel davranışlarına hayran bırakan bir davranış biçimi söz konusudur.
Sevgili kardeşlerim, irşad makamının bir hususiyeti de seyyiate hasenatla mukabele etmektir. Bir hususiyetleri Allah’a 4 teslimle teslim olmak; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek. Mutlaka azamî olanı, azîm olanı almak. Mükâfatların azîm olanını, fevz-ül azîm, ecrul azîm, hazz’ul azîm ve fazl’ıl azîm, kötülüğe iyilikle mukabele etmek ve Allah’a 4 teslimle teslim olmak.
Ve devam ediyoruz:
ulâike lehum ukbed dâr(dâri): Onlar için bu dünyanın güzel bir sonucu vardır.
Bitti mi? Hayır, bitmedi. Sonuca ulaşmadık. Allah’ın Zat’ını gördüler mi yoksa görmediler mi? Şimdi belli olacak. Adn cennetlerine gideceklerse, Allah’ı dileyenlerden adn cennetlerine gidenler mutlaka Allah’ın Zat’ını görmüşlerdir. Ama vuslattan sonra yani ruhunu Allah’a ulaştırdıktan sonra 21. basamakta sonra kişi ölmüş. Bu hedefe doğru gidemeden ölmüş. O kişi, Allah’ın Zat’ını ölmeden evvel göremeden ölmüştür. O da kurtuluştadır. Ama adn cennetlerine girmesi mümkün değildir.
Şimdi bakıyoruz, 23’te Allahû Tealâ ne diyor:
13/RA'D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.
cennâtu adnin yedhulûnehâ: Onlar için adn cennetleri vardır.
ve men salâha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim: Salâha erenlerden anne, babaları, eşleri ve çocukları.
vel melâiketu: Ve meleklerden.
yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin): Her bir kapıdan melekler onların yanlarına girerler.
Adn cennetlerine girenler; demek ki sadece bu dünyadayken bu hedeflere ulaşan, Allah’ın Zat’ını görenler değil. Eğer onların eşlerinden, çocuklarından ya da akrabalarından iradelerini Allah’a teslim etmeden de salâh makamına ulaşanlar varsa, salâh makamına ulaşıp da ölmüşlerse onlar da eşleriyle, babalarıyla birlikte veya çocuklarıyla birlikte adn cennetlerine girmek hakkının sahipleri olarak görünüyor.
Sevgili kardeşlerim, dolaylı bir şekilde girmek başka, müktesep hak olarak girmek başka. Kim, iradesini Allah’a teslim ederse o kişi, mutlaka müktesep hak olarak adn cennetlerinin sahibidir. Bu muhtevada olaya baktığımız zaman Ra’d Suresinin 22. âyet-i kerimesindeki, “vellezîne saberûbtigâe vechi Rabbihim: Ve onlar, sabırla Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir” ifadesine göre, Ra’d-21’deki ruhun Allah’a ulaşması, Allah’ın Zat’ını dilemekten muradın, önce Allah’ın Zat’ına ruhu ulaştırmak için dilemek, Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dilemek olduğunu anlıyoruz. Ama 23. âyet-i kerimeye ulaştığımız zaman görüyoruz ki hayır, o kadar değil. 20. âyet-i kerimedeki, “Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirdiler” ifadesinde; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a tesliminin bütünlendiği noktada, onların adn cennetine girmesi söz konusu. O zaman hem ruhlarının Allah’a verdiği misaki hem de dörtlünün; Allah’ın ahdini kabul etmek açısından, Allah’ın ahdinin karşılığında Allah’a verdikleri misaki, Allah’ın ahdini kabul etmemiz, bizim Allah’a verdiğimiz bir misaktir; Allah’ın ahdinin kabulü. Allah’ın ahdiyse dört teslimi birden içerir.
Öyleyse, Ra’d 20, 21, 22 ve 23, bir bütünü ifade ediyor. O insanlar, Allah’ın Zat’ını, hem Allah’ın Zat’ına ulaşmak açısından dileyenlerdir hem Allah’ın Zat’ını görmek açısından dileyenlerdir. 20. âyet-i kerime zaten bunun gerçekleştiğini ifade ediyor.
ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (yerine getirirler); Allah’ın ahdine vefa ederler.
Bu ifadeyle En’âm Suresinin 152. âyet-i kerimesindeki emri yerine getiriyorlar.
Ra’d-20’de: “ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler.” diyor.
En’âm 152’de: “ve bi ahdillâhi evfû: Allah’ın ahdini ifa edin.” buyuruyor Allahû Tealâ.
En’âm-152’deki emrin muhtevasına bakıyoruz; bu Allah’ın ahdini yerine getirmenin, Allah’ın vasiyetini yerine getirmek olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ diyor ki:
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
“Böylece tezekkür edersiniz diye Allah’ın ahdini yerine getirmeyi tezekkür edersiniz diye, yerine getirmeyi tahakkuk ettirirsiniz diye, Allah size onunla (ahdiyle) vasiyet etti.” Yani, “Ruhunuzu da veçhinizi de nefsinizi de iradenizi de Allah’a teslim edin. Bu, Benim vasiyetimdir, dedi.” İşte o vasiyetin yerine getirildiğini görüyoruz.
Sevgili kardeşlerim, bu vasiyetin yerine getirilmesi, kişiyi Allah’ın Zat’ını görme noktasına ulaştırır. Allah’ın Zat’ı görülür mü? Değil görülmek, O’na fizik vücutla da ulaşılabilir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), fizik vücutla ulaşmıştır. Yani göğe yükselerek, 7 tane gök katını aşarak (Tarîki Mustakîm’i aşarak), Allah’ın Zat’ının olduğu yokluğa ulaşmıştır. Yoklukta Allah’ın Zat’ını görmüştür. Karşılıklı konuşma tahakkuk etmiştir. Ve ondan sonra da miraç olayı tamamlanmıştır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
53/NECM-11: Mâ kezebel fuâdu mâ reâ.
Kalbindeki fuad (gönül gözü görmesi), gördüğü (ruhun gözlerinin gördüğü) şeyi tekzip etmedi.
“Kalbi gördüklerini tekzip etmedi.”
Bu miraçta neler olduğuna beraberce bakalım (Necm Suresinin âyetlerine bakıyoruz):
Necm-3’de Allahû Tealâ Hazreti Muhammed Mustafa(S.A.V) Efendimizden bahsediyor:
53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.
“O hevasından (nefsinin afetlerinden; kendiliğinden; aklının ona söylediği itibariyle, kendi iradesinden) konuşmaz.
Necm-4:
53/NECM-4: İn huve illâ vahyun yûhâ.
(O’nun söyledikleri), sadece O’na vahyolunan vahiydir.
“O sadece yalnızca vahiy olunmakta olan bir vahiydir (sadece Allah’ın vahyettiğini fizik vücudu söyleyebilir).
Ve 5. âyet-i kerime:
53/NECM-5: Allemehu şedîdul kuvâ.
O’na çok şiddetli ve kudretli olan (Cebrail A.S) öğretti.
“Onu, O’na üstün bir güç sahibi öğretmiştir (Kur’ân’ı, kalbine yazan Allah’tır).
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
75/KIYÂME-16: Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta’cele bihî.
O’na (Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemeye), acele ederek, O’nunla (Cebrail (A.S) ile beraber) dilini hareket ettirme.
75/KIYÂME-17: İnne aleynâ cem’ahu ve kur’ânehu.
Muhakkak ki O’nun toplanması ve okunması Bize aittir.
“Habîbim, söylediklerimi ezberlemek konusunda boşuna kendini yorma. Onu sana indiren Allah, kalbine onları nakşetmeye muktedirdir.”
Necm-6:
53/NECM-6: Zû mirreh(mirretin), festevâ.
O (Cebrail A.S), kuvvet ve azamet sahibidir. Öylece istiva etti (yöneldi).
“O, görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Öylece istiva etti (hemen doğruldu; Peygamber Efendimiz (S.A.V) için görünür hale geldi).”
Necm-7:
53/NECM-7: Ve huve bil ufukil a’lâ.
Ve o, ufkun en yüksek yerinde (gözüktü).
“O, en yüksek ufuktaydı.”
8. âyet-i kerime:
53/NECM-8: Summe denâ fe tedellâ.
Sonra yaklaştı ve böylece indi.
“Sonra yaklaştı ve aşağı doğru indi (saptı, bir defa daha yakın oldu).”
9. âyet-i kerime:
53/NECM-9: Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.
Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu.
“Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık), iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.”
Bir yayı en çok 1 metre kabul etsek, 2 metre mesafe kalmış arada.
Necm-10:
53/NECM-10: Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ.
Böylece O’nun kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti.
“Böylece kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti.”
(Allah, Peygamber Efendimiz(S.A.V)’e vahyedileceği şeyi vahyetti).
Ve Necm Suresi (Yıldız Suresi) 11. âyet-i kerime:
53/NECM-11: Mâ kezebel fuâdu mâ reâ.
Kalbindeki fuad (gönül gözü görmesi), gördüğü (ruhun gözlerinin gördüğü) şeyi tekzip etmedi.
“Kalbindeki fuad, gördüğü şeyi tekzip etmedi.”
(Kalbi; kalbindeki göz; o zaman gözüyle gördüğü şeyi tekzip etmedi, yalanlamadı.)
Evvelce yüzlerce defa Allahû Tealâ, Zat’ını Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e göstermişti. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V), kalp gözüyle Allahû Tealâ’yı görmüştü.
Allah’ı bütün görenler; Hazreti Âdem (A.S)’ın, Hazreti Üzeyir (A.S)’ın, Hazreti İsa (A.S)’ın ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dışında, Allah’ı yalnız kalp gözüyle görmüşlerdir. Diğer peygamberler, hepsi kalp gözüyle görmüşlerdir. Sadece bu 4 peygamber, ilk ve son peygamberler; Hazreti Âdem (A.S), Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) ve arada 2 tanesi Hazreti Üzeyir (A.S) ve Hazreti İsa (A.S), Allah’ın Zat’ını baş gözleriyle gördüler. Ve bunlardan Peygamber Efendimiz (S.A.V), Allah’ı ruhunun baş gözüyle gördü.
Öyleyse Allahû Tealâ görülür mü sualinin cevabı kesindir. Allah görülür. Ama bu, başımızdaki gözlerle Allah’ı göremezsiniz. Allah, baş gözüne göre batındır. İrşad makamına ulaşanların kalp gözüne göre zahirdir. Onun için Allahû Tealâ Kendisinden; ‘hem batındır hem de zahirdir’ diye bahseder. Neye göre zahir? İrşad makamına tayin edilenlerin ve onun üstündeki 2 makamın sahipleri için zahirdir. Diğerleri için batındır.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allahû Tealâ ile olan ilişkilerinize dikkatle bakın ki siz, hepiniz Allah’ı görebilecek olan bir özellikle donatıldınız. Öyleyse gayret edin ki iradenizi de Allah’a teslim edesiniz de Allah’ın Zat’ını görme şerefine eresiniz.
Allahû Tealâ’nın hepinizi, Allah’ı kalp gözüyle görenlerden kılması için dualar ederek sözlerimizi inşallah burada tamamlamak istiyoruz sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R