SOHBETİN ADI: ŞÜKÜR VE KÜFÜR
TARİHİ: 25.06.2003
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde şükür ve küfürden bahsetmek üzere birlikteyiz. Bizleri bir araya getirdiği için Yüce Rabbimize hamdimiz ve şükrümüz sonsuzdur.
Sevgili kardeşlerim, mutlu musunuz? Sadece sizin mutluluğunuz için yaşıyoruz. Size Allah’ın herkese açık olan hazinesini, hazinelerini sunuyoruz. Bu hazineleri insanlar, ne yazık ki bilmiyorlar. İnsanın bir Allah’a ulaşmayı dilemekle şükür ehli olacağı, Kur’ân-ı Kerim’de kesinleştirilmiş.
Öyleyse Allahû Tealâ, küfür ve şükür konusunda birbirine ilişkili; ama birbirinden ayrı mânâlar içeren bir şeyler söylemiş. Bir defa küfrün karşılığı îmândır. Ama Allahû Tealâ fiil olarak kullandığı zaman, şükretmekle küfretmek fiillerini kullandığı zaman küfrün karşılığı şükür oluyor.
Öyleyse Allahû Tealâ acaba ne demek istiyor? Hadi gelin konumuza girelim. İnsân veya Dehr; iki adı var surenin. Bazı Kur’ân-ı Kerim’ler İnsân Suresi olarak almışlar, bazıları Dehr Suresi olarak almışlar. İnsân Suresinin 3. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiran ve immâ kefûran.
Muhakkak ki Biz, onu (Allah’a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah’a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah’a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.
“Biz, onları sebîle ulaştırırız ama dileyen şükredenlerden olur, dileyen küfredenlerden olur.”
Küfretmek ve şükretmek birbirinden ayrı iki tane faktör olarak çıkıyor. Allahû Tealâ, her zaman sizi sebîle ulaştırmak için hazırdır. Sebîle ulaşmak demek; 7 tane sebîlden 1.’sine ulaşmak demek. 7 safhalı bir İslâm merdiveninde;
Allah’a ulaşmayı dilemek; 1. safha.
İrşad makamına ulaşmak; 2. safha.
Ruhu Allah’a ulaştırmak; 3. safha.
Fizik vücudu Allah’a teslim etmek; 4. safha.
Nefsi Allah’a teslim etmek; 5. safha.
İrşada ulaşmak; 6. safha.
İradeyi Allah’a teslim etmek; 7. safha.
1. safhaya girdiğiniz andan itibaren yani Allah’a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren küfürden kurtuldunuz. Artık siz, küfreden bir insan değilsiniz. Bu noktadan itibaren şükrediyorsunuz; şükredenlerdensiniz. Sadece iki tane alternatif; ya küfredenlerden birisiniz ya da şükredenlerden birisiniz.
Öyleyse küfürde bulunmak ne demek? Kimdir küfürde olanlar? Allahû Tealâ tarif veriyor, Bakara Suresi 6. ve 7. âyetler diyor ki:
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.
“Habîbim! O kâfirler mü’min olmazlar. Sen söylesen de söylemesen de onlar için birdir.”
Âyetin burası değil önemli olan, önemli olan burada tanı konulması, teşhis konulması.
“Bunlar kâfirler; kâfirler mü’min olmazlar.” diyor.
Kimdir kâfir? Küfreden kimdir? Küfürde olandır. Özelliği? Özelliği: Görme hassalarının (basar isimli görme hassalarının) üzeri gışavet adlı bir perde ile örtülüdür; göremezler. İşitme hassaları mühürlüdür; işitemezler. Kur’ân’ın söylediklerinin mânâsına varamazlar ve kalpleri mühürlüdür. Mühürlü olan kalbin sahibi kâfirdir. İşareti; kalpte küfür kelimesinin yazmasıdır. Kalpte küfür kelimesi yazıyor.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, kişinin kalbinde küfür kelimesi var. Kalp mühürlü, kalpte küfür kelimesi var ve kalpte ayrıca ekinnet de var. Bu âyet, ekinneti almamış. Aynı özellikleri taşıyan insanlar için Allahû Tealâ, İsrâ Suresinin 45. ve 46. âyet-i kerimesinde diyor ki:
17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.
“Habîbim! Kim ahirete ulaşmayı (ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı) dilemezse, sen onlara Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın tekliğini zikrederek, onlara Kur’ân-ı Kerim’ i kıraat ettiğin zaman, o Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerle senin aranda; onların gözlerinin üzerinde hicab-ı mesture vardır (gizli bir perde vardır); seni göremezler (irşad makamı olarak göremezler). Onların kulaklarında vakra vardır; senin söylediklerini işitemezler (mânâsına varamazlar). Onların kalplerinde ekinnet vardır; senin söylediklerini idrak edemezler (fıkıh edemezler). Sen sözlerini bitirdiğin zaman onlar, nefretle arkalarını dönüp uzaklaşırlar.”
Öyleyse muhtevayı birleştirdiğimiz zaman görme, işitme ve idrak etme hassaları iki tanesi mühürlü, birisinin de üzerinde gışavet adlı perde var. Gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri idraksiz. Bunlar kâfirler, küfürde olanlar. Öyleyse küfürde olmayanların böyle olmaması lâzım, şükredenler farklı bir yapıda olmalılar. Kimdir şükreden? Şükreden; Allah’a ulaşmayı dileyendir. Neden öyle söylüyoruz? Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ, onun görme hassasının üzerindeki gışaveti alıyor. İşitme hassasının üzerindeki mührü açıyor. Kalbindeki mührü açıyor, küfür kelimesiyle beraber olan ekinneti kalpten çıkartıyor, alıyor ve kalbin içine ihbat koyuyor. Îmân kelimesini Allahû Tealâ burada yazmıyor kalbe. Bu sebeple kişi doyuma ulaşmış bir îmânın sahibi değil, artan bir îmânın da sahibi değil. Sadece mü’min olmak hüviyetinde yani şükreder hüviyette. Âli İmrân Suresinin 123. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-123: Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezilleh(ezilletun), fettekûllâhe leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve andolsun ki, Bedir (savaşında), siz (sayıca ve silahça) daha zayıf bir halde iken, Allah size yardım etti. Artık Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve umulur ki böylece siz şükredersiniz!
ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezilleh; Andolsun ki Bedir’de sayıca ve silahça daha zayıf bir haldeyken Allah size yardım etti.
fettekûllâhe leallekum teşkurûn; Artık Allah’a karşı takva sahibi olun ve böylece şükredenlerden olun.
Öyleyse şükredenlerden olmak, takva sahibi olmakla mümkün. İlk takva sahibi olan kimdir? Ne zaman ilk takvanın sahibi olursunuz? İlk takvanın sahibi olduğunuz anda şükredenlerdensiniz. Öyleyse şükredenlerden olmak, takva sahibi olmakla mümkün. Ne zaman takva sahibi oluruz? Rûm Suresinin Suresi 31. âyet-i kerime:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na yönel (Allah’a yönel. Allah’a ulaşmayı dile) ve takva sahibi ol.
ve lâ tekûnû minel muşrikîn: Ve böylece müşriklerden olmaktan kendini kurtar, müşriklerden olma.
Müşriklerden iken, Allah’a ulaşmayı dilediğin an müşrik olmaktan kurtuluyorsun. Öyleyse bütün insanlar için şükrün başladığı yerin işaretini veriyor Âli İmrân Suresi,123. Takva sahibi olmak ve bakıyoruz ki; takva sahibi olmak, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlıyor ve kişiyi şirkten kurtarıyor. Gizli şirkten kurtarıyor kişiyi. Gizli şirk, bir sonraki âyet-i kerimede; Rûm Suresinin 31. âyetinden sonraki Rûm Suresinin 32. âyetinde gizli şirki anlatıyor Allahû Tealâ.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“Onlar fırkalara ayrılmışlardır (o şirk sahipleri ki fırkalara ayrılmışlardır). Her biri kendinde olanla ferahlanırlar. Onlar şirktedirler.” diyor Allahû Tealâ.
Fırkalara ayrılmayan kişi kimdir? Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir, dilediği andan itibaren sebîldedir.
Bu sebîlin adı; “sıratul azizul hamid.” Allah’a ulaşmayı dileyen herkes, bu yolun üzerindedir. Bu, ilk sebîldir. 7. basamağa kadar devam eder. 14. basamağa kadar giden 2. sebîl ise Sıratı Seviye’dir. Bu da kişiyi gerçek Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.
Mâide Suresinin 16. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, sebîllerden sonra kişiyi Sıratı Mustakîm’e ulaştıracağını söylüyor.
5/MÂİDE-16: Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilân nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm’e hidayet eder (ulaştırır).
yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi: Allah, onunla rızasına tâbî olan kişiyi teslim yollarına (teslim sebîllerine) ulaştırır.
ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri: Onları zulmetten nura ulaştırır.
bi iznihî: İzniyle.
ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm: Ve onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.
Sıratı Mustakîm’den evvelki iki sebîlden sonra, kişinin Sıratı Mustakîm’e ulaşması söz konusudur. Bu, Âli İmrân Suresinin 123. âyet-i kerimesi açık ve kesin olarak: “Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a takva sahibi olun) ve şükredenlerden olun.” diyor.
Gördük ki takva sahibi olmanın başlangıç noktası, Allah’a ulaşmayı dilemek. Aynı zamanda şirkten kurtulmanın da başlangıç noktası, gene Allah’a ulaşmayı dilemek yani takva sahibi olmak. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an şeytana kul olmaktan da kurtuluyorsunuz.
Zumer Suresi, 17. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
“Onlar, şeytana (taguta; insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler. Allah’a ulaşmayı dilemek suretiyle; Allah’a yönelmek suretiyle şeytana kul olmaktan içtinap ettiler. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.”
Şeytana kul olmaktan kurtulmuşlar. “Kullarım.” diye hitap ediyor, Allahû Tealâ. Allah’a kulluğa kabul edilmişler. Allahû Tealâ, onları kulluğuna kabul etmiş. “Kullarımı müjdele.” diyor. “Ve onlara müjdeler vardır.” diyor. Yani sadece cennet müjdesi değil, dünya müjdesi de var.
Ne yapmış bu insanlar? Allah’a ulaşmayı dilemişler. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyen insanlar, Allah’ın Zat’ını dileyen insanlar, aynı zamanda Allah’a ulaşmayı dileyen insanlardır. Ve Allahû Tealâ buyuruyor ki Ra’d Suresinin 20, 21, 22. âyet-i kerimelerinde:
13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
“Onlar, Allah’ın ahdini îfa ederler ve Allah’a verdikleri misakı bozmazlar. Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah’a ulaştırırlar. Onlar, Allah’a huşû duyanlardır, kötü hesaptan (günahlarının sevaplarından fazla olmasından) korkanlardır.”
Kimlerin fazla? Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin fazla. Bu sebeple Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.
“Ve onlar, sabırla Allah’ın Vech’ini dileyenlerdir (Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir. Allah’ın Zat’ına, Zat’a ulaşmayı dileyenlerdir).”
Öyleyse bir insanın Allah’a ulaşmayı dilememesi hali, onun küfürde olmasıdır. İçyapısı itibari ile küfürde olmasıdır. Kalbinde küfür kelimesinin varlığı sebebiyle ve diğer unsurlar; gözler, kulaklar, kalp; hepsi küfre açık hüviyette. Bu insan küfretmektedir, yani küfür içinde yaşamaktadır. Mü’min olmak şerefine ermemiştir.
Dikkat edin;
*Kimdir mü’min? Dalâletten kurtulanlar mü’mindir.
*Kimdir mü’min? Sıratı Mustakîm’in üzerinde olanlar mü’mindir.
*Kimdir mü’min? Allah’a ulaşmayı dileyenler mü’mindir.
*Kimdir mü’min? Şeytana kul olmaktan kurtulanlar mü’mindir; insan ve cin şeytanlara kul olmaktan kurtulanlar.
Her biri küfürden kurtuldukları yerdedirler. Şimdi Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesine baktığımız zaman Allahû Tealâ diyor ki:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Şeytan, insanlara olan vaadini kıyâmet günü yerine getirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç, bütün fırkalar şeytana kul oldular.”
Yani mü’minler hariç, şükredenler hariç, bütün insanlar fırkalara ayrılmışlar ve şeytana kul olmuşlar. O bir tek fırkanın dışında kalan herkes için söylüyor Allahû Tealâ. Bir tek fırkanın dışında olan herkes için geçerli söylediklerimiz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd edin, şükredin ki; sizler Allah’a ulaşmayı dileyenlersiniz. Sizler Kur’ân’ın sırlarına vakıf olanlarsınız. Onca dîn bilgininin bu söylediğimiz şeylerin hiçbirinden haberi yok.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse onlar, şükredenlerdir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemez ise onlar da küfredenlerdir. Birisi şükürdedir; îmân üzeredir. Birisi küfürdedir; küfür üzeredir.
Öyleyse muhtevaya bakalım şimdi. Kimler şükür üzeredir? O, mü’min olanlar şükür üzeredir. İfade çok açık olarak geliyor: Mü’min olanlar. Şükür üzere olanlar, mü’min olanlar. Özellikleri? Ayırıma Sebe Suresinden başladık. Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinden. Ne diyor Allahû Tealâ? “Şeytan, insanlara olan vaadini yerine getirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç, geri kalanlar şeytana kul oldular.” diyor.
Demek ki kimdir şeytana kul olanlar? Elbette küfür üzere olanlar. Kimdir Allah’a kul olanlar? Gördük ki Allah’a ulaşmayı dileyenler. Öyleyse iki âyet birbirinin tersi netice verebiliyor bize. Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi: “Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç, bütün fırkalar şeytana kul oldular.” diyor.
Şeytana kul olanlar mü’minler değil. Mü’minleri oluşturan o tek fırka, o hariç, ötekiler şeytana kul olmuşlar. Ötekiler mü’min değil, kâfirlerdir. Ya mü’min diyoruz ya da kâfir diyoruz. İki tane ayırım var Kur’ân-ı Kerim’de. Mü’min olmayan herkesi, Allahû Tealâ küfürde kabul ediyor. Küfürde olan herkesi de mü’min kabul etmiyor Allahû Tealâ.
Öyleyse mü’minleri oluşturan fırka kimdir? Bir tek fırkadır. Geri kalan 72 fırka, onların hepsi küfürdedir. Öyleyse onlar, şeytanın kulları küfürdedir. Burada açıkça Allahû Tealâ: “Onlar, şeytanın kullarıdır.” diyor. Küfürde olanların şeytanın kulları olduğu ifade ediliyor kesin. Öyleyse kim Allah’ın kuluysa o, küfürde olamaz. Kimdir Allah’ın kulu? Şimdi Zumer Suresi 17. âyet-i kerimesine dönüyoruz:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
“Onlar, şeytana kul olmaktan kaçındılar (kendilerini kurtardılar).” Yani: “Şeytana kul olmaktan paçalarını kurtardılar.” Niçin? Allah’a yöneldikleri için.
“Allah’a yöneldiler ve taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan ve şeytanlara kul olmaktan kendilerini kurtardılar. Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele. Bana kul oldular.” diyor Allahû Tealâ.
Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi, Allah’a kul olanları söylüyor. Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi, şeytana kul olanları söylüyor. Allah’a kul olanlar; Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’a yönelenler, Allah’a doğru istikamet üzere olanlar. En açık ifadesiyle Allah’a ulaşmayı dileyenler, bunlar Allah’ın kulları. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler; onlar da şeytanın kulları. Şeytanın kullarının kim olduğu açıklık kazanıyor; o bir tek fırkanın dışında olanlar.
Öyleyse şeytana kulluğun bittiği nokta, Allah’a kulluğun başladığı nokta; Allah’a ulaşmayı dilemek olduğuna göre, ifade son derece net olarak ortaya çıkıyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir mü’min olmayanlar. Mü’min olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.
“Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç, geri kalan hepsi şeytana kul oldular.” diyor.
Allahû Tealâ, mü’minlerin başlangıç noktasını yani şükredenlerin başlangıç noktasını araştırdığımız zaman bize işaret veriyor hemen. Şeytanın kulları olmayanlar yani Allah’ın kulu olanlar. Kim onlar? Allah’a ulaşmayı dileyenler.
*Allah’a ulaşmayı dileyenler, dalâletten kurtulanlar.
*Allah’a ulaşmayı dileyenler, hüsrandan kurtulanlar.
*Allah’a ulaşmayı dileyenler, küfürden kurtulanlar.
*Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’ın Sıratı Mustakîm’i üzerinde olanlar.
İki gurup insan:
*Allah’ın kulları.
*Şeytanın kulları.
Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın kulları; şeytana kul olmaktan kurtulmuşlar. Baştan başlayalım; bütün insanlar başlangıçta şeytanın kulları. Ne zamana kadar? Ne zaman bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse o zaman şeytana kul olmaktan kurtuluyor, Sıratı Mustakîm’in üzerinde oluyor ve Allah’a kul oluyor. Allah’a kul olan herkes şükürdedir. Şeytana kul olan herkes küfürdedir. Ve sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın kuludur.
Öyleyse o tek fırkanın; Sıratı Mustakîm üzerinde olup da o tek fırkayı oluşturanlar, 73. fırkayı oluşturanlar, onlar Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece mü’min adını alanlardır. Şeytanın kulu olmak açık ve kesin, Sıratı Mustakîm’in üzerinde olmamak, Allah’ın o tek yolunun dışında kalmak, geri kalan 72 fırkanın içinde olmak. Sadece 73. fırka, Sıratı Mustakîm’in üzerinde.
Allah’ın ahdini yerine getirip, Allah’a verdikleri ruhlarının misakını yerine getirenler, getirmek üzere harekete geçenler, Allah’a ulaşmayı diledikleri andan itibaren mü’min olmak vasfının sahibi oluyorlar. Çünkü Allah’a ulaşmayı diledikleri an kâfir olan insanların vasıflarının hepsi onlardan alınıyor, yerlerine vasıf kazandırılıyor. Kimlere? Mü’minlere. Niçin mü’minler bu insanlar, ne değişiklikleri var? Kalplerinin mührü açılmış. Bütün kâfirlerin kalpleri mühürlü. Bakara Suresinin 7. âyet-i kerimesi:
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.
Allahû Tealâ, kimin kalbinin mührünü açarsa oradaki ekinneti alıyor, ekinneti alırken küfrü de beraber almış oluyor. Öyleyse geri dönüş söz konusu olduğu zaman yani bir insan Allah’a ulaştıktan sonra, Allah’ın evliyası olduktan sonra şeytana dönerse, şeytanın oyuncağı olursa o zaman o kişinin işlemleri tersine çevriliyor. Allahû Tealâ, o kişinin ruhunu tekrar geri gönderiyor. O kişinin başının üzerindeki devrin imamının ruhunu alıyor, o kişinin kalbine yazmış olduğu îmân kelimesini alıyor. O kişinin kalbine ekinneti koyuyor, ekinneti koyarken küfür kelimesini de beraber koymuş oluyor.
Kalbin mührünün açıldığı yer, 7. basamak. Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyse 7. basamakta sayılıyor. Çünkü Allah’a ulaşmayı diledikten itibaren, birkaç dakika içinde insanlar oradalar. Küfrün inanç açısından standartları, açık bir şekilde Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlarda mevcut. İşte Mulk Suresinin 8, 9, 10. âyetleri, inanç açısından muhtevayı veriyor bize.
67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
“Cehennem bekçileri bölük bölük cehenneme gelenlere derler ki: ‘Size Allah’ın nezirleri gelip de buraya (cehenneme) geleceğinizi söylemediler mi?’ Onlar da derler ki: Söylediler; ama biz onlara inanmadık.”
Neye inanmamışlar? “Allah hiçbir şey indirmemiştir.” demişler. Allah’ın kitap indireceğine de inanmıyorlar, kitaplarına da inanmıyorlar. “Ve biz, seni dalâlette görüyoruz.” diyorlar.
Bu insanların kulakları kapalı; vakra var. İşitme hassaları mühürlü. Bu sebeple irşad makamının sözlerini işitemiyorlar, anlayamıyorlar. Öyleyse bu insanlarda kulaklar sağır, gözler kör, kalpler idraksiz. İrşad makamına diyorlar ki: “Biz, seni dalâlette olarak görüyoruz. Sen, resûl olduğunu iddia ediyorsun ama sen dalâlettesin. Allah da hiçbir şey indirmemiştir.” Özellikle bunun mânâsı: “Sana hiçbir şey indirmemiştir. Seni, resûl olarak tanımayız.”
Çünkü Allahû Tealâ, ister nebî resûl olsun ister velî resûl olsun, her resûle bir şeyler yazdırır. Ama nebîlerine yazdırdığı, şeriat kitabıdır. Herkesin mutlaka uyması lâzımgelen kanunları vaaz eder Allahû Tealâ, bütün peygamberlerine yazdırdığı bütün şeriat kitaplarında. Ve bir tek şeriatı var, ama resûllerine de yazdırır. Onlarınki bir nevi sohbet kitabıdır. Resûl’üne olan sevgisini söyler Allahû Tealâ. O kitapta başka insanlara: “Şöyle yapın, böyle yapın.” diye hiçbir emir yoktur ama Allahû Tealâ, o kitaplarda da atıf yapar; Kur’ân’ın esaslarına tâbî olmak konusunda atıf yapar.
Öyleyse burada bir muhteva görüyoruz sevgili kardeşlerim; Mulk Suresinin 8, 9, 10. âyetlerindeki insanlar Allah’a inanmıyorlar, Allah’ın kitap indirdiğine inanmıyorlar, Resûl’e inanmıyorlar, Resûl’ü dalâlette olarak görüyorlar.
Ve şöyle bitiyor âyetler: “Eğer biz işitmiş olsaydık o Resûl’ün sözlerini; o nezirin sözlerini işitmiş olsaydık (kulaklarımızdaki vakra alınsaydı, işitme hassamızın üzerindeki mühür alınsaydı, işitmiş olsaydık ve akletmiş olsaydık, kalbimizdeki ekinnet de alınmış olsaydı küfür kelimesiyle beraber, kalbimizin mührü açılsaydı, kalbimizdeki ekinnet de alınsaydı, yerine ihbat konulsaydı ve biz, idrak etmiş olsaydık (akletmiş olsaydık), burada cehennemde mi olurduk?” diyor.
Öyleyse akledilmediği bir devre var. İrşad makamının irşad makamı olarak kabul edilmediği bir devre var. Allah’ın kitaplarına inanılmadığı bir devre var. Bu devrelerin hepsinin bittiği yer, Allah’a ulaşmanın dilendiği nokta. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o, söylediğimiz işlemler ardarda vücut bulacağı için işiten, idrak eden, akleden ve kalbindeki küfür kelimesi alınmış olan bir kişi.
Öyleyse bütün şükredenler, âmenû olanlardır. Bunun asgarî kademesi, en alt kademesi; Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimseyi Allahû Tealâ, şâkirlerden kabul etmez. Allahû Tealâ, şükredenlerle küfredenler arasındaki farkı, yoluna has bir güzellikle anlatıyor. İbrâhîm Suresinin 7. âyet-i kerimesi, diyor ki:
14/İBRÂHÎM-7: Ve iz teezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd(şedîdun).
Ve o zaman Rabbiniz size bildirmişti ki; eğer şükrederseniz (ni’metlerinizi) artırırım, eğer küfredenlerden olursanız muhakkak ki azabım şiddetlidir.
“Ve o zaman Rabbiniz size bildirmişti ki: Eğer şükrederseniz (ni’metlerimizi, ihsanlarımızı) artırırız, eğer küfredenlerden olursanız muhakkak ki azabım şiddetlidir.”
Şimdi biraz evvelki âyet-i kerimede yani âyet-i kerimelerde (Mulk Suresi- 7, 8, 9, 10. âyet-i kerimelerde) geçen muhtevaya bakıyoruz sevgili kardeşlerim. Bu muhtevada Allah’a ulaşmayı dileyenler var. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler; cehennemde sorguya çekiliyor ve Allah’a ulaşmayı dileyenlerin ayrıcalığı belirtiliyor.
Allah’a ulaşmayı dileyenler; orada cehennemde olmayacak olanlar, cennette olacak olanlar.
“Eğer biz işitmiş ve idrak etmiş olsaydık, akletmiş olsaydık; burada cehennemde mi olurduk?”
İşitebilenler, o ölçünün sahipleri. Gözlerindeki hicab-ı mesture alınmış, görme hassası açılmış, kulaklarındaki vakra alınmış, işitmedeki mühür alınmış, kalbindeki ekinnet ve küfür alınmış. Kalbine idrak sağlayıcı ihbat konulmuş olan, kalbinin mührü açılmış olan bir insan.
O şükredenlerden: “Şükredenlerin arttırırız.” diyor. Ne yapıyor şükredenleri? Mürşidlerine ulaştırıyor Allahû Tealâ. O noktadan itibaren, evvelâ bir defa onların sevaplarını arttırıyor. Sevaplarını da mutlaka her işlemlerinde günahlardan öteye taşıyor Allahû Tealâ. Yani yedi işlemi yaparken Allahû Tealâ, o kişinin kalbinden küfürle beraber ekinneti alırken, kalbindeki mührü açarken, gözlerdeki hicab-ı mestureyi, işitme hassasındaki engeli, işitme hassasındaki mührü, kulaklardaki vakrayı, kalplerdeki ekinneti alırken Allahû Tealâ, yerine ihbat koyarken o kişinin derecelerini arttırıyor.
Bu artan derecelerin sonucuna bakıyoruz. Bu artan dereceler (derecelerin artışı) kişiyi, kazandığı dereceler kaybettiği derecelerden daha yukarıya ulaşacak bir şekilde sevapları arttırılıyor. Bunun için Allahû Tealâ: “Arttırırız.” diyor. Daha sonra kişi, nefs tezkiyesine başlayınca nefsinin kalbinde fazıllar arttırılıyor. Mürşidine ulaşıp tâbiiyetini gerçekleştirince, aynı noktada Allahû Tealâ o kişiye 1’e 10 verirken 1’e 100 vermeye başlıyor ve 1’e 700’e kadar yükseltiyor. Gene her tarafıyla arttırma; günahların sevaba çevrilmesiyle arttırma. Allahû Tealâ: “Arttırırız şükredenleri; şükredenlerin hem ihsanlarını hem ni’metlerini arttırırız.” diyor.
Öyleyse meseleye yollar açısından baktığımız zaman şükredenlerin, Sıratı Mustakîm’in üzerinde olanlar olduğunu görüyoruz ve bu Sıratı Mustakîm, 7 Sıratı Mustakîm’in birincisi. O andan itibaren kişinin bütün özellikleri değişiyor. O kişi, şeytanın kulu iken Allah’ın kulu oluyor; gördük. O kişi, kâfir iken mü’min oluyor; gördük. O kişi, dalâlette iken hidayette oluyor. Nasıl oluyor? Dalâlette olan kişiden Allahû Tealâ, kalbinin mührünü açarak kalbin içindeki küfür kelimesini aldığı andan itibaren o kişi, artık dalâlette değil.
Kişiyi Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilediği an şirkten kurtarıyor, dalâletten kurtarıyor. Dalâlette olanların müşterek özelliği, küfürde olanların özelliğiyle aynı. Ve kim takva sahibiyse o kişi, dalâlette değildir. Kim takva sahibiyse o kişi, küfürde değildir. Hidayette olan kişi de şükürdedir, mü’min olan kişi de şükürdedir. Dalâlette olan kişi de kâfir olan kişi de küfürdedir.
Öyleyse her açıdan meselemize baktığımızda, şükreden insanların net olarak mü’minler olduğunu görüyoruz. Şeytanın kulluğundan kurtuldukları, Allah’ın kulluğuna geçtikleri nokta; Allah’a ulaşmayı diledikleri nokta. Bir dilek, yönelmeyi içeriyor ve Allahû Tealâ’nın sözü var, Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ diyor ki: “Hz. Nuh’a verdiğimiz, Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya indirdiğimiz şeriatı, dînde fırkalara ayrılmayın diye sana da vahyederek, sana da şeriat kıldık.”
Yani Hz. Nuh’un şeriatı da Hz. İbrâhîm’in şeriatı da Hz Musa’nın, Hz İsa’nın, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şeriatı da hepsi, aynı şeriat. Bir tek dîn; hanif dîni ve insanı küfür karanlıklarından alıyor, şükredenlerden yapıyor.
“Sadece kâfirlerin duasına icabet edilmez.” diyor Allahû Tealâ, “Ama şâkirlerin duasına icabet ederim.” diyor.
Şâkir; Allah’a ulaşmayı dileyen kişi.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükredelim ki hidayet yolundayız. İnsanlar, Allah’ın söylediklerini anlasalar da anlamasalar da onlar için pek fazla bir şey değişmez. İnsanların %90’ından fazlası gene dalâlette kalacaklardır, gene küfrü yaşayacaklardır, gene insan ve cin şeytanların tesiri altında kalacaklardır ama bizler Allah’a çok hamd ve şükredelim ki; bizler hidayet üzereyiz.
Sevgili kardeşlerim, hidayet üzere olmak; şükür üzere olmak demek. Hidayet üzere olmamak; küfür üzere olmak demektir. Bu sebeple Allahû Tealâ, konumuza başladığımız âyet-i kerimede; Dehr (İnsân) Suresinin 3. âyet-i kerimesinde: “innâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ: Biz, onları sebîle hidayet ettiririz (ulaştırırız); ama dileyenler şükür edenlerden olur.” diyor. Neyi dileyen? Allah’a ulaşmayı dileyen, şükredenlerden olur. Dilemeyense küfürde kalmayı dileyendir.
Öyleyse insanların kendileri, seçimlerini yapacaklardır. İşte birinci basamak; insanlar olayları yaşıyor. İşte ikinci basamak; olayları değerlendiriyorlar ve Allahû Tealâ tarafından büyük kısmı seçiliyor insanların. Seçilenlerden küçük bir kısım, Allah’a ulaşmayı diliyor. Onlar küfürden kurtulanlar, onlar şirkten kurtulanlar, onlar şeytanın kulu olmaktan; insan ve cin şeytanlar olan tagutun kulu olmaktan kurtulanlar, onlar dalâletten kurtulanlar, onlar küfürden kurtulanlar, onlar nefslerini hüsrana düşürmekten kurtulanlar, onlar şeytanın kulu olmaktan kurtulanlar, Allah’a kul olabilenler.
Öyleyse bakalım Zâriyât Suresinin 56. âyet-i kerimesi ne diyor?
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
“Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil, Bize kul olsunlar diye yarattık.” diyor. Allahû Tealâ.
Açık bir şekilde Allah’a kulluğa davet var. Kur’ân-ı Kerim, bir davetiyedir; Allah’a kul olma davetiyesi yani mutluluk davetiyesi. Küfürde olanlar, hep huzursuz bir dünya hayatı yaşayacaklar ve mutlaka Kur’ân hükümlerine göre kurtuluşları yok, gidecekleri yer cehennem. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse onların gidecekleri yer, mutlaka Allah’ın cenneti. Allah’a ulaşmayı diledikleri andan itibaren şeytanın kulu olmaktan kurtuluyorlar; Allah’a kul oluyorlar. Allah, bunun için bütün insanları kulluğuna davet ediyor. Hepsini kendi kulluğunda toplayıp hepsini cennete almak; Allah’ın temel hedefi, şeytana kul olmaktan kurtarmak. Ama dikkat edin ki Allahû Tealâ, bu hedefe sadece kişilerin iradesi devreye girip de Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde kişileri kurtuluşa ulaştırır.
Allah’ın bu kadar çeşitli açılardan söylediği bu hakikatler insanların bir kulağından giriyor, öbür kulağından çıkıp gidiyorsa, onlar Allah’a ulaşmayı dilemiyorlarsa o zaman Allah’a ve kendilerine ihanet ediyorlar. Kurtuluş, Allah’a ulaşmayı dilemekle mutlak olarak gerçekleşecek olan bir olgudur, mutlak olarak. Hiçbir engel kalmıyor geride.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, hadi gelin beraberce Allah’a hamd ve şükredelim. “Ey Yüce Allah’ım!” diyelim, “Sana sonsuz hamd ve şükrederiz ki biz, Sana ulaşmayı dileyenleriz. Küfürden kurtardıklarınız, dalâletten kurtardıklarınız. Sen, bizi kurtardın küfürden. Sen, bizi kurtardın dalâletten. Sen, bizi kurtardın nefsimizi hüsrana düşürmüşken. O vaziyetten Sen, bizi kurtardın. Sen, bizi şeytanın kulluğundan kurtardın; Kendi kulun yaptın. Sana ne kadar şükretsek, hamd etsek azdır.”
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, kısaca sizi şükredenlerden kılmasını -belki henüz bu karara varmamış olanlar da şu anda bizleri dinliyorlar, onlar için sözümüz- hepinizi şükredenlerden kılmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşallah burada tamamlamak istiyoruz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, dua ederiz ki Allahû Tealâ, hepinizi hem cennet saadetinin hem dünya saadetinin sahibi kılsın.
Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R