TARİHİ: 25.07.2003
SORU: Âli İmrân Suresinin 103. âyet-i kerimesi ile Âli İmrân Suresinin 112. âyet-i kerimesi arasında Allah'ın ipi açısından bir ilişki var mı?
CEVAP: Bakalım ne diyor Âli İmrân-103:
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
Va’tasımû bihablillâhi cemîân: Hepiniz Allah'ın ipine sarılın.
ve lâ teferrekû: ve fırkalara ayrılmayın.
iz kuntum a’dâen: siz birbirinize düşmandınız (adüv idiniz).
fe ellefe beyne kulûbikum: kalplerinizin arasını o zaman bunun üzerine Allah kalplerinizin arasını birleştirdi (telif etti).
fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen): ve O’nun (Allah'ın) ni'meti ile kardeşler oldunuz. (Artık bu noktada kardeşler oldunuz).
ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri: siz bir ateş çukurunun kenarındaydınız.
fe enkazekum minhâ: ve Allah sizi oradan kurtardı.
kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne): işte bunun gibi Allah, âyetlerini bildirir ki; böylece hidayete eresiniz.
Burada Allahû Tealâ’nın çok açık bir işareti var. Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak demek; fırkalara ayrılmamak demek. Yani tek bir fırkanın içinde olmak demek, o fırkayı hepiniz çok iyi biliyorsunuz artık. Allah’a ulaşmayı dileyenlerin fırkası. Allah’a ulaşmayı dilediği anda kişi mü’min olur. Ve bu dilek varsa o fırka kurtuluş fırkasıdır. O fırka Allah'ın ipine sımsıkı sarılmıştır. Allahû Tealâ ne diyordu Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“Allah'a ulaşmayı dile ve takva sahibi ol. Ve namaz kıl ve müşriklerden olma.” “O müşriklerden ki...” diye bir sonraki âyette devam ediyor Allahû Tealâ Rûm-32’de:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olmayın ki; onlar dînde fırkalara ayrılmışlardır her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”
Öyleyse o fırkalara ayrılanlardan olmamak sadece bir tek sebeple mümkün; Allah’a ulaşmayı dilemekle! Burada da Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemenin, Allah'ın ipine sarılmak olduğunu ifade etmiş oluyor. Çünkü “Ve fırkalara ayrılmayın.” diyor Allahû Tealâ. Allah'ın ipine sımsıkı sarılanlar fırkalara ayrılmaz. Allah’a ulaşmayı dileyenler fırkalara ayrılmaz. Allah’a ulaşmayı dilemek Allah'ın ipine sımsıkı sarılmaktır.
Âli İmrân-103 ile Rûm-31 ve 32 arasında çok yakın bir illiyet rabıtası söz konusu. Fırkalara ayrılmayanlar, Allah'ın ipine sımsıkı sarılanlardır. Sebe-20’ye göre bunlar Allah'ın ipine sarılanlar, mü’minleri oluşturur (tek bir fırka oluşturur). Geri kalan bütün fırkalar onun dışında kalanlardır.
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Öyleyse sadece Allah'ın ipine sarılanlar fırkalara ayrılmayanlardır. Şimdi geliyoruz Âli İmrân-112’ye:
3/ÂLİ İMRÂN-112: Duribet aleyhimuz zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimul meskeneh(meskenetu), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnel enbiyâe bi gayri hakk(hakkın), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).
Onların üzerlerine, nerede olurlarsa olsunlar zillet (alçaklık) damgası vuruldu. Ancak Allah'ın ipine (Sıratı Mustakîm'e) ve insanlardan bir ipe (Allah'a ulaştıracak olan mürşide) tutunanlar (ulaşanlar) hariç. (Onlar) Allah'tan bir gazaba uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bu, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları sebebiyledir. İşte bu, onların (Allah'a) isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmalarındandır.
Duribet aleyhimuz zilletu: Onların üzerlerine, zillet damgası vuruldu.
eyne mâ sukıfû: nerede olurlarsa olsunlar.
illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi: ancak Allah'ın ipine ve
hablin minen nâsi: insanlardan bir ipe sarılanlar hariç.
ve hablin minen nâsi: ve insanlardan bir ipe sarılanlar hariç.
hablin minallâhi: Allah'ın ipi; Allah’a ulaşmayı dilemek.
ve bâû bi gadabin minallâhi: Allah'tan bir gadaba uğradılar onlar.
zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi: bunun sebebi onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleridir.
ve yaktulûnel enbiyâe: ve Allah'ın nebîlerini öldürmeleridir.
bi gayri hakk(hakkın): haksız yere Allah'ın nebîlerini (haksız yere nebîleri) öldürmeleridir.
zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne): işte bu; onların isyan etmelerinden, asi olmalarından (asav: asi olmalarından)
ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne): ve haddî aşmış olmalarındandır.
“Âli İmrân-103 ile Âli İmrân-112 arasında Allah'ın ipi açısından bir ilişki var mı?”
Elbette var. Her ikisi de Allah'ın ipinden bahsediyor. Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah'ın ipine sarılmanın başlangıcıdır. Ve sadece onlar fırkalara ayrılmayanlardır. Aralarında bir ilişkinin ötesinde bir illiyet rabıtası var.
SORU: Âli İmrân-112’de Allah'ın âyetlerini küfreden, peygamberleri haksız yere öldürenler, Allah'a isyan eden ve böylece peygamberleri öldürerek haddî aşanlar ile Nisâ-167’de açıklanan insanları Allah'ın yolundan men edenler arasında bir ilişki var mı?
CEVAP: “Allah'ın âyetlerini örten (inkâr eden) yekfurûne bi âyâtillâhi: Allah'ın âyetlerini örten (küfreden, inkâr eden).” Nisâ-167’ye bakıyoruz:
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
“Onlar ki kâfirlerdir. Muhakkak ki; onlar, kâfirlerdir ve Allah'ın yolundan men ederler (yani onlar uzak bir dalâlet içindedirler).”
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Muhtevaya dikkatle bakın. Bu muhtevada sadece küfür yok. Bu küfrün üst seviyesi. Kendileri Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar yetmez, başka insanların da Allah’a ulaşmayı dilemesine mani oluyorlar. Böylece onların sebîllere ulaşmasına mani oluyorlar. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi ilk sebîle ulaşmıştır. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes 1. sebîldedir.
• Allah'a yönelen herkes yani 3. basamak ile 7. basamak arası 1. sebîl.
• 8. basamaktan 14. basamağa kadar 2. sebîl.
• 14. basamaktan 21. basamağa kadar 3.sebil.
• 21’den 25’e 4. sebîl.
• 25’den 27’ye 5. sebîl.
• 27’den 28’in 4. kademesine kadar 6. sebîl.
• Ve 4. kademeden 5. kademeye kadar 7. sebîl.
7 tane sebîl söz konusu. Allah'ın ipi; Allah’a ulaşmayı dilemekle gerçekleşen 1. sebîli işaret eder. Bütün sebîller Allah'ın ipidir. İnsanlardan bir ip de irşad makamına getirilmiş olanlardır. Ve şu Allah'ın genel kaidesini hiç unutmayın sevgili kardeşlerim. Herkesin ulaşabileceği yerde Allah'ın bir mürşidi mutlaka vardır. Allah'tan kim sorarsa Allah ona mutlaka mürşidini gösterir.
Öyleyse işte isyan edenler ve haddî aşanlar kimlerdir? İsyan edenler, başka insanları Allah'ın yolundan men edenlerdir. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Onlar Allah'ın âyetlerini örtenlerdir. Onlar Allah'ın âyetlerini gizleyenlerdir. Ve Nisâ-167’de de aynı şey var. Allah'ın yolundan men edenler. Allah'ın yolundan men etmeselerdi, kendileri dalâlette olsalardı dalâlette olacaklardı sadece. Ama kim Allah'a ulaşmaktan başka insanları da men eder onların da hidayetine mani olur, o zaman o kişi uzak dalâlet içindedir.
Âli İmrân-103’de Allah'ın âyetlerine, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak, fırkalara ayrılmamak olarak dizayn ediliyor. Fırkalara ayrılmayanlar kimlerdi? Fırkalara ayrılmayanlar Allah'a ulaşmayı dileyenlerdi. İşte kim insanları Allah'a ulaşmayı dilemekten men ederse o (men edenler) onlar; onlar uzak dalâlette içinde olanlardır. Allah'ın ipine sarılmamış olanlardır. İsyan edenlerdir. Allah razı olsun.
SORU: Allah'ın ipine sarılanların Allah'a ulaşmayı dileyenler olduğunu söyleyebilir miyiz?
CEVAP: Aynen zaten başından beri söylediğimiz o. Allah'ın ipine sarılanların hepsi Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Peki, insanlardan bir ipe sarılanlar? Onlar da mürşidlerine ulaşıp 14. basamakta ona tâbî olanlardır.
SORU: “Kalplerin telif edilmesiyle insanlardan bir ipe sarılmak arasında bir ilişki var mı?” diyor Cabbar.
Kalplerin telif edilmesiyle hem Allah'a ulaşmayı dilemek arasında hem de insanlardan bir ipe sarılmak arasında bir ilişki var. Kalplerin telif edilmesinde teker teker kalpleri ele alıyoruz. Bu telif birbiriyle telif değil. Kalbin Allahû Tealâ tarafından dizayn edilmesi. Yani kalbin mührünün Allahû Tealâ tarafından açılması, kalbin içindeki küfür kelimesinin dışarıya alınması (kalbin içindeki ekinnet ile beraber küfrün dışarı alınması) ve kalbe ihbat konulması. Kalpteki bu hazırlanma müessesesi kalplerin telif edilmesinin 1. aşamasıdır. Kalp hayatın simgesidir. Yaşayanların (hayatta olanların) kalbi çalışır. Kalbin çalışması durduğu anda hayat durmuştur.
Öyleyse Allah'a ulaşmayı dilemek kişiyi hayata getiriyor. Ölüyken diriltiyor. Gözleri kör, kulakları sağır, kalbi idraksiz olan insanlar; gözleri gören, kulakları duyan, kalpleri idrak eden insanlar, canlı insanlar (hayatta olan insanlar) haline getiriliyor. Öyleyse böyle bir dizaynda kim Allah'a ulaşmayı dilemişse o (onun kalbinin) telif edilmek için harekete geçmesi söz konusu. Allahû Tealâ derhal harekete geçip kalbin mührünü açıyor. Kalbin mührünün açılması demek (sadece kâfirlerin kalpleri mühürlü olduğu için) kişinin kâfir olmaktan mutlak olarak kurtulması demek. Bunun üzerine Allahû Tealâ hedefe gidiyor. Kalbin telif edilmesinin 1. safhasında o kişinin kalbinin ölüyken hayata getirilmesi söz konusu. Kişinin hayata getirilmesi söz konusu. 1. dirilmenin muhtevası. Ancak ondan sonra kişi mürşidine ulaştığı zaman tâbiiyetten sonra nefs tezkiyesi kalplerdeki afetleri giderek alacağı için tâbî olanların hepsinde bu işlev mutlaka gerçekleşeceği için insanların arasında derin bir dostluk ve anlaşma kalpleri birbirine bağlayan bir zemin söz konusu.
Öyleyse Allah'ın ipine sarılanlar Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Kalplerin telif edilmesi ise bu noktada başlar. Kalpler telife hazır hale gelir. Sonra nefs tezkiyesi ile kalpler telif edilir. Allah razı olsun
SORU: Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde şunları söylüyor diyor.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“Munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah'a ulaşmayı dile ve O’na karşı (Allah'a karşı) takva sahibi ol.
ve ekîmûs salâte: ve namaz kıl.
ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne): ve müşriklerden olma.
Demek ki; kim Allah'a ulaşmayı dilerse o müşriklerden olmayı (olmaktan) kurtulur. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse o takva sahibi olur.
Rûm-32’ye bakıyoruz:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Minellezîne ferrakû dînehum: Onlar ki; dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Onlardan olma (o müşriklerden olmayın ki; olma ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır.
ve kânû şiyeâ(şiyean): ve her grup kendi yanındakiyle (elindekiyle) ferahlanır.
kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne): bütün hizipler (bütün fırkalar) kendi ellerindekiyle ferahlanırlar.
Minellezîne ferrakû dînehum: onlar ki; dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır.
ve kânû şiyeâ(şiyean): bölük bölük olmuşlardır (grup grup olmuşlardır).
ve kullu hızbin: bu hizipler (bölünmüş olan bu insanlardaki bu gruplar) kendi ellerindekiyle (yanındakiyle, kendi ellerinde tâbî oldukları hususlarla) ferahlanırlar diyor Allahû Tealâ.
Şimdi 1. sualini soruyor Serdar: “İnşaallah bu âyet-i kerimedeki ve Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesindeki müşriklerin aynı kişiler olduğunu ve özelliklerinin Allah’a ulaşmayı dilememek olduğunu söyleyebilir miyiz?”
CEVAP: Elbette. Tam onu söylüyor zaten Allahû Tealâ. Şûrâ-13’de diyor ki Allahû Tealâ:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Şerea lekum mined dîni: Dînden sizin için de şeriat kıldık. Dînden neyi? Dînden şeyi. Ne şey;
mâ vassâ bihî nûhan: Nuh'a vasiyet ettiğimiz şeyi yani şeriatı.
vellezî evhaynâ ileyke: o şeriat ki; Sana da onu vahyettik.
ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme: ve o şeyi (o şeriati) İbrâhîm'e de vasiyet ettik.
ve mûsâ: Musa'ya da vasiyet ettik.
ve îsâ: ve İsa'ya da vasiyet ettik.
ve lâ teteferrekû fîh(fîhi): ve dînde fırkalara ayrılmamayı, onlara şeriat kıldığımız şeyi (dîni) hayata geçirin, kıyama geçirin, ayakta tutun ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.
İşte bu konuyu onların şeriatlarını (hepsinin şeriatlarını) “Sana da Sana vahyetmek suretiyle şeriat kıldık.” diyor Allahû Tealâ. Hz. Nuh'un, Hz. İbrâhîm'in, Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın şeriatı aynı şeriat. Burada “ve lâ teteferrekû fîh(fîhi)” dediği kesinlik kazandığına göre: “Dînde fırkalara ayrılmayın tek bir fırka oluşturun yani Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesindeki muhteva: “Allah’a ulaşmayı dile, takva sahibi ol ve müşriklerden olma.” Müşrikler fırkalara ayrılanlar olduğuna göre fırkalara ayrılmayanlar sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Burada da: “Fırkalara ayrılmayın.” diyor Allahû Tealâ. Ve diyor ki:
“kebure alel muşrikîne: müşriklere ağır geldi.
Mâ: şey.
ted’ûhum ileyh(ileyhi): onları davet ettiğin şey; yani tek Allah'a inanmak, Allah'a ulaşmayı dilemek. Burada da müşrikler var. Fırkalara ayrılmış olanlar. Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için.”
Rûm Suresinin 31 ve 32. âyet-i kerimesindeki müşriklerle Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesindeki müşrikler aynı. Fırkalara ayrılmış olanlar. Ayrılmamış olanlar Allah'a ulaşmayı dileyenler. Ve sonuç oraya geliyor zaten.
“Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu: Allah dilediğini Kendisine seçer.
ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah, onları Kendisine ulaştırır.”
Rûm-31 ve 32 ile Şûrâ-13 arasında kesin bir illiyet rabıtası var. Ve Rûm-32’deki, (31 ve 32’deki) müşriklerle Şûrâ-13’deki müşrikler aynı müşrikler, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler.
SORU: Rûm Suresi 31. âyet-i kerimesi ve Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesine göre takva ve teslim arasında ilişki vardır diyebilir miyiz?
CEVAP: Zumer-54:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu: Allah'a ulaşmayı dile ve O’na teslim ol.
min kabli en ye’tiyekumul azâbu: üzerine azap gelmeden önce.
summe lâ tunsarûn(tunsarûne): yoksa sonra yardım olunmazsın.
“Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi ve Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesine göre takva ve teslim arasında ilişki var mıdır?”
Zumer-54; Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlerin Allah'a teslim olacağını söylüyor: “Allah'a ulaşmayı dile ve Allah'a teslim ol, yani ruhunu da vechini de nefsini de iradeni de Allah'a teslim et.” Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ sadece: “Allah'a ulaşmayı dile.” buyuruyor, teslimden bahsetmiyor. Ama Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde: “Allah'a ulaşmayı dile ve Allah'a teslim ol.” diyor.
Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi kişiyi şirkten kurtarıyor Allah'a ulaşmayı dilediği için. Artık o kişi müşriklerden değil. Zumer-54 tek başına Allah'a ulaşmayı dileyenin, sadece onların Allah'a teslim olacağını Allahû Tealâ ifade ediyor: “Azap gelmeden önce ister kabir azabı olsun ister cehennem azabı olsun her ikisi de bu hayattan sonra yani bu hayattayken Allah'a ulaşmayı dile ve bu hayatı yaşarken Allah'a teslim ol.”diyor.
Netice takva ve teslim arasında ilişki kesinlikle vardır. Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi Allah'a ulaşmayı dileyenin takva sahibi olduğunu söylüyor. Ve Zumer-54 de Allah'a ulaşmayı dileyenin Allah'a teslim olacağını söylüyor. Öyleyse bu iki âyeti birleştirdiğimiz zaman takva ve teslim arasında kesin bir ilişki vardır.
Takva da 7 tanedir. Teslim de 7 safhada oluşur. Takva da 7 safhada oluşur, teslim de:
• Allah'a ulaşmayı dilediğiniz anda teslimin 1. safhasındasınız.
• Mürşide ulaştığınız zaman 2. safhasındasınız.
• Ruhunuzu Allah'a ulaştırdığınız zaman 3. safhasındasınız.
• Fizik vücudunuzu teslim ettiğinizde 4. safhasındasınız.
• Nefsinizi teslim ettiğinizde 5. safhadasınız.
• İrşada ulaştığınızda 6. safhadasınız.
• İradenizi de Allah'a teslim ettiğiniz zaman 7. safhasındasınız.
Hem takvanın hem de teslimin. “Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu: Allah'a ulaşmayı dile ve teslim ol.” Bu teslim 1. teslimden sonuncu teslime kadar bütün teslimleri kapsıyor Zumer-54. Ve başlangış noktasının mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemekle mümkün olduğunu söylüyor.
SORU: Bu âyetlere göre teslim ve takva ancak Allah'a ulaşmayı dilemekle mümkündür diyebilir miyiz?
CEVAP: Elbette. Tam onu söylüyor Kur'ân-ı Kerim. Teslim de takva da sadece Allah'a ulaşmayı dilemekle mümkündür. Allah razi olsun
SORU: Â’raf-146 ile Câsiye-23’ün muhtevası arasında bir ilişkiden bahsedebilir miyiz?
CEVAP: Â’raf-146:
7/A'RÂF-146: Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîlâ(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
Allahû Tealâ diyor ki: “Onları âyetlerimizden çevireceğiz ki; onlar, yeryüzünde haksız yere kibirlenirler. Onlar irşad yolunu (rüşd yolunu) gördükleri zaman onu yol olarak kabul etmezler. Kendilerini yol ittihaz etmezler. Gayy yolunu kendilerini cehenneme götürecekleri yolu gördükleri zaman onu yol olarak kabul ederler. Bunun sebebi onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, Allah'ın âyetlerini yalanlamaları, tekzip etmeleri ve o âyetlerden gâfil olmalarıdır.” Âyet bu, Â’raf-146.
Câsiye-23:
45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu: O hevalarını kendilerine ilâh edinenleri (ilâh ittihaz edenleri) görüyor musun?” Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allahû Tealâ sesleniyor.
ve edallehullâhu alâ ilmin: ve Allah, onları ilim üzere (onların ilimleri üzerine, onların faydasız ilimleri üzerine) Allah onları dalâlette bırakır.
ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî: ve onların kalplerini mühürler ve işitme hassalarını mühürler.
ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten): onların basar isimli görme hassasının üzerine gışavet isimli bir perde çeker (perde kılar).
fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi): bundan sonra o kişiyi kim hidayete erdirebilir? Allah onu böyle yaptıktan sonra (bu standartta bıraktıktan sonra kim o kişiyi hidayete erdirebilir? O kişi dalâlettedir. Onların ilmi üzere dalâlettedir diyor Allahû Tealâ.
e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne): tezekkür etmez misiniz (düşünmez misiniz) hâlâ?
Â’raf-146’daki insanlar irşad yolunu görüp küfredenler, gayy yolunu görüp kabul edenler, özellikleri Allah'ın âyetlerini yalanlamaları (tekzip etmeleri) ve Allah'ın âyetlerinden gâfil olmaları. Şimdi Câsiye-23’de Allah'a ulaşmayı dilemeyen insanlar var. Allah'a ulaşmayı dilemeyen herkes gibi bu insanlar şirkte, hevalarını kendilerine ilâh ediniyorlar. Bu insanlar şirkte, fırkalara ayrılmış durumdalar.
Görme hassalarının üzerinde gışavet var (perde var). İşitme hassaları mühürlü, idrak hassaları mühürlü. Kim bu insanlar? Çok açık ve kesin Allah'a ulaşmayı dilemeyenler. Bu insanlar Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için dalâletteler. Â’raf-146’daki insanlar kibirliler. Allah'a ulaşmayı dilemedikleri kesin. Rüşt yolunu (irşad yolunu) inkâr ediyorlar. Allah'ın âyetlerini yalanlıyorlar ve Allah'ın âyetlerinden gâfiller.
İkisi de Â’raf-146 da Câsiye-23 de aynı seviyedeki kişileri ifade ediyor. Bu insanların müşterek özelliği; Allah'a ulaşmayı dilememeleri. Burada aynı noktaları araştırıyorum. Yani ikisinde de Allahû Tealâ aynı şeyleri aynı açıdan söylemiş değil. Bu insanların müşterek özelliği; Â’raf-146’da olanların da dalâlette oldukları Câsiye-23’de olanların da dalâlette oldukları. Câsiye-23’de Allahû Tealâ olanların da dalâlette olduğunu söylüyor.
Â’raf-146’da olanlar için dalâlette demiyor. Yani bir sonuca gittiğiniz zaman müşterek unsurlar aradığınız zaman Â’raf-146 ile Câsiye-23 arasında müşterek unsurları bulamıyoruz. Ama iki grubun da Allah'a ulaşmayı dilemedikleri kesin. Câsiye-23’dekiler için Allahû Tealâ “Dalâletteler.” diyor. Aslında diğerleri de dalâletteler ama dalâlette olduklarına dair bir işaret koymamış Allahû Tealâ oraya.
Bir grup da Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar var, ikinci grupta da hevalarını kendilerine ilâh edinenler var. Yani müşterek unsurlar yok ama her ikisi de Allah'a ulaşmayı dilemeyenler. Müşterek unsurları hepsi için kullanabiliriz. Hepsi şirkte, hepsi dalâlette, hepsi küfürde. Â’raf-146’da olanlar da küfürde, Câsiye-23’de olanlar da küfürde. Â’raf-146’dakiler de şirkte, Câsiye-23’dekiler de. Bir yere ulaşıyoruz. Aynı özellikleri taşıyorlar.
Fakat bunların muhtevası arasında bir ilişkiden bahsedebilir miyiz deyince, müşterek unsurlar aramak mecburiyetindeyiz. Bu müşterek unsurlar yok Â’raf-146’yla, Câsiye-23 bu istikamette bir benzerlik taşımıyor. Sadece her ikisi de Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir seviyede. Bunları da âyet-i kerimenin benzerlik muhtevasından çıkarmıyoruz. Her ikisi kendi hüviyetleri içersinde o seviyeyi gösteriyor (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin seviyesini gösteriyor).
SORU: Yûsuf Suresinin 106. âyet-i kerimesini açıklar mısınız?
CEVAP: Yûsuf-106:
12/YÛSUF-106: Ve mâ yu’minu ekseruhum billâhi illâ ve hum muşrikûn(muşrikûne).
Ve onların çoğu, şirk koşmadan Allah’a inanmazlar.
Ve mâ yu’minu ekseruhum billâhi: Onların çoğu Allah'a inanmazlar.
illâ ve hum muşrikûn(muşrikûne): onlar sadece müşriklerdir (onların çoğu âmenû olmazlar, Allah'a inanmazlar). Sadece Allah'a şirk koşarlar.
Sevgili kardeşlerim! Aslında burada Allahû Tealâ’nın söylediği şey; ‘yu’minu: âmenû olmak’ kelimesini kullanmış. “Allah'a âmenû olmazlar (Allah'a ulaşmayı dilemezler). Dilemeyenlerin hepsi Allah'a şirk koşanlardır. Bir evvelki sualin cevabında da geçti. Kimdir Allah'a şirk koşanlar? Allah'a ulaşmayı dilemeyenler. Rûm-31 ve 32’de Allahû Tealâ açıkça söylüyor:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“Allah'a ulaşmayı dile ve takva sahibi ol ve müşriklerden olma. O müşriklerden ki; onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle kendi inancı içersinde ferahlanır.” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Burada Allahû Tealâ’nın açıkladığı bir husus var. İnsanlar Allah'a ulaşmayı dilemiyorlarsa onlar müşriklerdir. Ve burada da: “Onların çoğu Allah'a ulaşmayı dilemezler, onlar sadece müşriklerdir.” diyor Allahû Tealâ. Sadece Allah'a şirk koşarlar. Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse onlar sadece Allah'a şirk koşanlardır. Rûm Suresinin 31 ve 32. âyet-i kerimesi gereğince, Yûsuf Suresinin 106. âyet-i kerimesi de bunu aynı şeyi anlatıyor. Onların çoğundan bahsediyor. Onların çoğu Allah'a âmenû olmayanlardır (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir). Ve onlar sadece Allah'a şirk koşanlardır. Âyet-i kerime söylüyor: “Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse onlar müşriktirler, çünkü onlar fırkalara ayrılmışlardır.”
SORU: Yûsuf-106 ile Kehf-105 arasında bir ilişki var mıdır?
CEVAP: Kehf-105:
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum: Onlar Rab'lerinin âyetlerini örterler (küfrederler, inkâr ederler).
ve likâihî: ve O'na mülâki olmayı yani Allah'a ruhu ölmeden evvel ulaştırmayı. Ve onların amelleri boşa gitmiştir diyor Allahû Tealâ.
fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen): onlar için kıyâmet günü mizan tutulmayacaktır.
Onlar ki; Allah'ın âyetlerini ve Allah'a ulaşmayı inkâr ederler, onlar dedi ki: ‘Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerdir.’ Allah'a ulaşmayı dilememek arasında Yûsuf-106 ile Kehf-105 arasında bir ilişkiden bahsetmek mümkün. Allah'a ulaşmayı dilemeyen herkes Allah'a şirk koştuğu için müşrik olduğu için. Yûsuf Suresinin 106. âyet-i kerimesi o açıdan meseleyi almış. Kehf Suresinin 105. âyet-i kerimesinde ise: “Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin amelleri boşa gitmiştir.” diyor.
Burada sadece Allah’a ulaşmayı inkâr etmek değil (Allah'ın âyetlerini değil) Allah'a ulaşmayı da inkâr etmek söz konusu. Bu sebeple bu insanlar başka insanları da zarar verenler hüviyetine giriyor. Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin müşterek özelliği şirkte olmaları Yûsuf-106 ile Kehf-105 arasında da; 1’ncisinde Allah'a ulaşmayı dilemeyenler, bu sebeple Allah’a şirk koşmak var. 2’ncisinde ise Allah'a mülâki olmayı inkâr edenler (yalanlayanlar) var. Yani başka insanları da Allah'ın yolundan çıkaranlar var. Burada ikisinin arasındaki ilişkide sadece Allah'a ulaşmalarının mümkün olmaması (şirkte olmaları). Ama muhteva itibariyle ikisi de aynı muhtevayı taşımıyor.
SORU: Günümüzün öğretisinde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra artık hiçbir zaman Allah'ın bir resûlünün gelmeyeceği Kur'ân-ı Kerim'e ters düşmesine rağmen kesinlik kazanmış durumda. Buna göre Muminûn-44, Bakara-87, Hadîd-26 ve 27. âyet-i kerimelerine göre Allah'ın resûllerinin bütün zamanlarda vazifeli olduğunu Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesine göre ise kıyâmet günü yalanlamış oldukları resûllerin dünyada kendilerine uyaran hak resûller olduğunu söyleyebilir miyiz?
CEVAP: Mu’minûn-44:
23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
Summe erselnâ rusulenâ tetrâ: Sonra resûllerimizi ardarda (arkası kesilmeksizin) gönderdik.
kullemâ câe ummeten resûluhâ: her ümmete resûller geldikçe
Kezzebûhu: onları yalanladılar.
fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan: Biz de onları birbiri arkasından helak ettik.
ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse): ve onları efsane kıldık.
fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne): mü'min olmayan bir kavim uzak olsun.
Mu’minûn-44 açık ve kesin bir şekilde Allah'ın resûllerinin ardarda gönderildiği ve bütün kavimlere gönderildiği kesin bir şekilde anlatılıyor. Ve hangi kavme resûl gelirse gelsin bütün kavimlerdekinin o resûlü yalanladıkları ifade ediliyor. Bugün de farklı bir durum yok. Bugün de bütün kavimlerde Allah'ın resûlleri var ama hepsi de bugünün insanları tarafından yalanlanıyor. Tarih tekerrürden ibarettir.
Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesi bütün kavimlere ardarda Allah'ın resûl gönderdiğini açıklıyor. Bu âyet-i kerimenin özelliği sadece bütün kavimlere resûl göndermek değil Allah'ın söylediği. Ardarda (birbiri arkasından, arkası kesilmeksizin) gönderdiği, bütün kavimlere gönderdiği ve ardarda gönderdiği önemli olan. Bakara-87:
2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.
Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe: Andolsun ki; Biz, Musa'ya kitap verdik.
ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli: ve ondan sonra da birbiri ardından resûller gönderdik.
ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti: ve Meryem oğlu İsa'ya beyyineler verdik (açıklamalar, ispat vasıtaları verdik).
ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi): ve onu Ruh'ûl Kudüs ile (Cebrail A.S ile) destekledik (yâd ettik).
e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum: her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hevasının hoşlanmadığı bir şeylerle geldiği zaman
mustekbertum: evvelâ kibirlendiniz.
fe ferîkan kezzebtum: onların çoğunu nakzettiniz (yalanladınız, tekzip ettiniz).
ve ferîkan taktulûn(taktulûne): ve bir kısmını ise öldürdünüz diyor Allahû Tealâ.
Burada da:
min ba’dihî bir rusuli: Musa’ya kitap verdik. Ondan sonra da birbiri ardından araları kesilmeksizin resûller gönderdik.”
Hadîd-26:
57/HADÎD-26: Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme ve cealnâ fî zurriyyetihimen nubuvvete vel kitâbe fe minhum muhted(muhtedin), ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Ve andolsun ki, Hz. Nuh’u ve Hz. İbrâhîm’i gönderdik. Ve onların zürriyetlerinden nebîler kıldık. Ve kitap (verdik). Böylece onlardan bir kısmı hidayete erenlerdir ve onların çoğu fasıklardır.
Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme: Andolsun ki; Biz, Nuh'u ve İbrâhîm'i gönderdik. (Yani resûl olarak gönderdik.)
ve cealnâ: Kıldık.
fî zurriyyetihimen: onların zürriyetleri içinde kişiler kıldık.
nubuvvete: nebîler olarak peygamberliği
nubuvvete vel kitâbe: peygamberliği ve kitabı onların zürriyetleri olan kişilere verdik.
fe minhum muhted(muhtedin): bir kısmı hidayete erdiler. Bir kısmı ise
ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne): onlardan büyük kısmı ise fasıklar oldular diyor. Allahû Tealâ.
Hadîd-27:
57/HADÎD-27: Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsabni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu ra’feten ve rahmeten, ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illâbtigâe rıdvânillâhi fe mâ raavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynâllezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Sonra onların izleri üzerine resûllerimizi ardarda gönderdik. Ve Meryemoğlu İsa (A.S)’ı gönderdik ve O’na İncil’i verdik. Ve O’na tâbî olanların kalplerinde refet (şefkat) ve rahmet kıldık. Ve onlar, O’na ruhbanlık ihdas ettiler. Biz, Allah’ın rızasını ibtiga etmekten başkasını onlara farz kılmadık. Oysa O’na hakkıyla riayet etmediler. Böylece onlardan, âmenû olanların ecirlerini verdik ve onlardan çoğu fasıklardı.
Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ: Onların arkalarından da resûllerimizi ardarda gönderdik.
Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ: Resûllerimizi onların arkasından da resûllerimizi ardarda gönderdik.
ve kaffeynâ bi’îsebni meryeme: sonra da arkalarından Meryemoğlu İsa (A.S)'ı gönderdik.
ve âteynâhul incîle: ve O'na İncil'i verdik.
ve cealnâ fî kulûbillezînet tebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten): O'na tâbî olanların kalplerine refet ve rahmet kıldık.
ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne): O’na tâbî olanların kalplerine refet ve rahmet kıldık. Ve üzerlerine farz kıldığımız, fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için icat ettikleri ruhbanlığa bile hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden âmenû olanlara mükafatlarını verdik. Çoğu ise fasıklardı.
“Âmenû olanlara ecirlerini (mükafatlarını) verdik.” diyor Allahû Tealâ. Bu âyette de: “Onların arkalarından da resûllerimizi ardarda gönderdik.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse Allahû Tealâ’nın ardarda resûller göndermesi söz konusu. Ardı arkası kesilmeksizin.
Zumer-71:
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran): Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülür.
hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ: onlar cehennemin kapısına geldikleri zaman
ve kâle lehum hazenetuhâ: cehennem bekçileri onlara der ki:
e lem ye’tikum rusulun: size resûller gelmedi mi?
minkum: sizden resûller.
yetlûne aleykum âyâti rabbikum: sizin üzerinize Allah'ın âyetlerini tilâvet eden (Allah'ın âyetlerini anlatan) resûller gelmedi mi?
ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ: sizi, o gün (bugün buraya) geleceğinizi dair ikaz etmediler mi (uyarmadılar mı)?
kâlû belâ: sediler ki: ‘Evet.’
ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne): ama azap kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
Öyleyse cehenneme giren herkese söyleniyor cehennemin kapısında bu size: “Allah'ın resûlleri gelip size söylemediler mi? Buraya cehenneme geleceğinizi, siz Allah'a ulaşmayı dilemiyorsunuz. Mutlaka cehenneme gideceksiniz demediler mi?” diyor. Kime? Cehenneme giren herkese. Öyleyse herkese resûl mutlaka gelmiştir. İşte bugün de bütün kavimlerde resûller var. Ve hepsi de bütün insanlara: “Allah'a ulaşmayı dilemiyorsunuz. Gideceğiniz yer cehennemdir.” demekle vazifelidir. Ve bugün bu vazife bütün resûller tarafından yaşamakta olan bütün kavimlerdeki resûller tarafından bihakkın yerine getirilmektedir. Ama insanlar onları hep reddetmektedir.
İslâm âleminde de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sadece son nebî değil son resûl olduğu da zannediliyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) son nebîdir, hatemül enbiyadır ama hatemül resûl değildir. Hatemül enbiyadır. Nebîlerin (peygamberlerin) sonuncusudur. Risalet kıyâmete kadar devam edecektir. Bütün kavimlerde, bütün zaman parçalarında.
Burada Hadîd-26, bu konuya çok ışık tutmuyor. Çünkü Hadîd-26’da onlardan da peygamberlerin soyundan gelenlerin de büyük kısmının gene fasık olduğu ifade edilmiş durumda. Ama Hadîd-26 zaten Hadîd-27’ye ön olarak verilmiş burada öncü olarak verilmiş. Öyleyse Mu’minûn-44, Bakara-87, Hadîd-27, Zumer-71 resûllerin devamlılığını kesin olarak işaret ediyor. Ve Allahû Tealâ bütün kavimlerde resûl kıldığını söylüyor Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde.
16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
“Biz bütün kavimlerde resûl beas ederiz diyor. O kavimdekileri şeytana kul olmaktan kurtarsın da Allah'a kul olsun diye. Bir kısmı bu sebeple hidayete erdiler, bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu.” diyor.
Bütün kavimlerde bütün zaman parçalarında mutlaka Allah'ın resûlleri vardı. Bugün de var. Yarın da var olmakta devam edecek kıyamete kadar.
SORU: Yûnus Suresinin 47. âyet-i kerimesine göre her ümmet için vazifeli kılınan resûllerin Nisâ Suresinin 41 ve Âli İmrân Suresinin 53. âyet-i kerimesine göre o ümmete şahit olduklarını söyleyebilir miyiz?
CEVAP: Yûnus-47:
10/YÛNUS-47: Ve li kulli ummetin resûlun, feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
Ve likulli ummetin resûl(resûlun): Bütün ümmetlerde resûl vardır.
feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı: ne zaman ki onlara resûlümüz gelir, aralarında adalet ile hükmolunur.
ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne): ve onlara zulmedilmez.
Nisâ Suresinin 41. âyet-i kerimesi:
4/NİSÂ-41: Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ(şehîden).
Artık her ümmetten bir şahit (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nasıl olacak?
“Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ(şehîden): Her ümmetten bir şahit (o ümmetlerin resûlleri) ve Seni de onların üzerine şahit getirdiğimiz zaman nasıl olacak.”
Burada “Her ümmetten bir şahit ve seni de onların üzerine şahit getirdiğimiz zaman.” diyor Allahû Tealâ. (Kıldığımız zaman). Her ümmetteki şahit; o ümmetlere ait olan resûller.
Âli İmrân-53:
3/ÂLİ İMRÂN-53: Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).
Rabbimiz, Senin indirdiğin şeye inandık ve Resûl’e tâbî olduk, artık bizi şahitlerle beraber yaz.
“Rabbimiz, Senin indirdiğin şeye inandık ve Resûl'üne tâbî olduk. Artık bizi şahit olanlarla birlikte yaz.”
Âli İmrân Suresinin 53. âyet-i kerimesine göre o ümmete şahit oldukları kesinleşiyor. “Rabbimiz Senin indirdiğin şeye (Kitaba) inandık ve Resûlüne tabi olduk. Artık bizi şahit olanlarla yani resûllerle birlikte yaz.”
“Her ümmete, resûllerin Nisâ Suresinin 41. ve Âli İmrân Suresinin 53. âyet-i kerimesine göre o ümmete şahit olduklarını söyleyebilir miyiz?” diyor.
Öyleyse tam onu söylüyor âyetler, Nisâ-41 ve Âli İmrân-53.
SORU: Secde Suresinin 5. âyet-i kerimesinde Allah'ın emri ile Meariç Suresinin 4. âyet-i kerimesinde melekler ve ruhun Allah'a ulaşma sürelerindeki fark, ruhun gök katlarındaki birtakım işlemlerden mi kaynaklanmaktadır? Ayrıca o zaman dilimleri dünya ölçülerindeki bir zaman mıdır?
CEVAP: Secde-5:
32/SECDE-5: Yudebbirul emre mines semâi ilel ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
Gökten arza kadar emri (Allah’tan gelen ve Allah’a dönen herşeyi) tedbir eder (düzenler). Sonra bir günde O’na yükselir ki, (o bir günün) süresi, sizin (dünya ölçülerine göre) saymanızla 1000 senedir.
Yudebbirul emre mines semâi ilel ardı: Gökten yere her işi O düzene koyar (tedbir eder) her emri tedbir eder.
mines semâi ilel ardı: gökten yere.
Bu göklerden yere inen nötrinolardan bahsediyor âyet-i kerime. Allah'ın enerjisi, her elektrona ayrı ayrı ulaşacaktır. İşte bu ulaşma dilimi içerisinde Allahû Tealâ’nın her işi tedbir ettiği (düzenlediği, idare ettiği).
“Ve sizin saymakta olduğunuz 1000 yıl süreli 1 günde yine oraya yükselir.” diyor Allahû Tealâ. “Sizin saymakta olduğunuz 1000 yıl süreli 1 günde.
fî yevmin: günde.
kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn(teuddûne): sizin saymakta olduğunuz günden bin yıla eşit.
Yani Allahû Tealâ demiş oluyor ki: “Allah'ın katında bir gün sizin dünyanızda 1000 yıla eşittir.” Farklı zamanlar söz konusu.
Mearic-4:
70/MEÂRİC-4: Ta'rucul melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe seneh(senetin).
Melekler ve ruh, O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
“Melekler ve ruh, O'na, miktarı 50 bin sene olan bir günde çıkarlar (yükselirler, ulaşırlar).”
Melekler (ölüm melekleri) ve ruh (ölen insanın ruhu) ölüm melekleriyle beraber 7 tane gök katını aşarlar. Bu dünya işlerine göre 50 bin senelik bir zaman parçası. Ama oradaki ölçülere göre bir gün. Burada Allahû Tealâ’nın ifadesine dikkat edin: “Bir yevm.” diyor her ikisi için de. Allah'a göre 1 gün. Melekler kabzettikleri ölen kişinin ruhunu (beraberlerinde aşarak) beraberlerine alarak Allah'a doğru yükselirler. Bu yükselmede 7 tane gök katının kapısı açılacaktır. Bütün gök katları (kapılar da) kapalıdır.
Her gök katının kapısının açılması meleklerin elindeki uzaktan kumanda sistemiyle mümkündür. Bununla vazifeli oldukları için onlar ruhu oraya ulaştırmaktalar. Ama zaman parçaları bu dünyadaki 50 bin seneye eşit olan bir günü ifade ediyor. Diğeri ise 1000 yılı; 1000 yıl süreli 1 günü ifade ediyor.
Birincisinde (Secde-5’de) nötrinolardan bahsediyor Allahû Tealâ. Gökten yere inen sonsuz sayıdaki nötrino, sonsuz sayıdaki elektronlara ulaşır. Her birine hareket verir ve tekrar Allah'ın katına geri döner. Bu, Allah'a göre 1 gündür. Ama bizim âlemimizde 1000 yıllık bir zaman parçası ifade eder. O Allah'ın sonsuz uzaklığı dolayısıyla (Allah'ın katının sonsuz uzaklığı dolayısıyla) bu aslında sonsuz bir hızı ifade eder.
Meleklerin de ve Allah'a geri dönen (melekler tarafından döndürülen) ruhunu Allah'a ulaştırmış olsun, olmasın kişi, ruh Allah'a ulaşırken bu meleklerle beraber mutlaka gök katlarının kapılarının birer birer açılması gerekir. Böyle bir dizaynı 50 bin yıl olarak değerlendiriyor Allahû Tealâ.
SORU: Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Miraç olayındaki zaman ile ruhun 50 bin senelik yükselişi arasındaki büyük zaman farkı neden kaynaklanmaktadır?
CEVAP: Peygamber Efendimiz (S.A.V) Allah'ın özel talebi üzerine Allah'ın katına çıktı. O bu dünyada yaşayan ve hayatı 63 sene sürebilen bir insandı. Öyleyse onun Allah'ın katına çıkması ve geri dönmesi (Miraç olayını yaşayabilmesi) Allahû Tealâ tarafından çok kısa bir zaman parçası içinde gerçekleştirilmeliydi. Öyle yaptı Allahû Tealâ.
Burada diğer ruhlarla Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in vücuduna örtü olmuş olan ruhunu birbirine karıştırmayalım. Diğer ruhlar meleklerle yapıyor yolculuğu ve meleklerin hızına tabiîler. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in vücuduna örtü olan ruhu Allah'ın katına Allah tarafından çıkartılıyor. Ve bu süre 1 gün 1 saat değil, 1 dakikadan bile kısa bir zaman parçası.
Sevgili kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (S.A.V) 1. kervana rastlıyor ve sonra 2. kervana rastlıyor. 2. Kervan, 1. kervandan 1 ay sonra ulaşıyor oraya. Ondan sonra Mescidi Haram’a gidiyor. Ondan sonra Allah'a ulaşıyor. Tekrar aşağı iniyor aynı gecenin içinde. Bütün işlemler tamamlanıyor. Ve hanımı bu ayrılışın çok kısa bir zaman parçası, belki birkaç dakika olabileceğini söylüyor.
Öyleyse zaman Allah'ın zamandan münezzeh olması sebebiyle hız ile ters orantılı olan bir müessese olduğu için Allahû Tealâ, zamanla hız arasındaki ilişkiyi her olayda Kendisi dizayn eder. Meariç-4’deki dizayn 50 bin senelik bir günü, Secde-5’deki dizayn 1000 yıl süreli bir günü ifade ediyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in çıkışı ise 1 gün değil, 1 günden çok daha kısa bir zaman parçası. Belki birkaç dakika çıkış birkaç dakika iniş. Bu büyük zaman farkı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bir fâni olmasından (hayatta olan bir insan olmasından) kaynaklanıyor.
SORU: Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ruhu ile Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin ruhu gök katlarında aynı işlemlere mi tâbî tutulmaktadır?
CEVAP: Hayır, tutulmamaktadır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ruhu her katta ayrı bir işlem görür.
1. katta secde eder.
2. katta suvarılma havuzlarında suvarılır belli bir süre.
3. katta 2 katlı bir mescitte secde eder. 3. kattan 4. kata miheng menfezinden çıkar.
4. katta Mescid-i Aksa’da,
5. katta Mescid-i Haram’da (İkisi de Mescid-i Aksa’nın ve Haram’ın asıllarıdır.) secde eder.
6. katta sıbgatullah olur. Allah'ın özel bir nuruyla beyaz (çok açık yeşilimsi fosfor yeşiline kaçan bir yeşil-beyaz) ışık o kişinin ruhunun derilerini çatlatır. Tedavi olan bir daha çatlamayan kişi fetih kılıcıyla 7. kata ulaşır.
7. katın altın kapısındaki zincire (altın zincire) bir defa vurur. Zincir ikiye ayrılır. Ve fetih kapısı açılır. Kişinin ruhu oradan içeri girer. 7. katta 7 tane âlem geçecektir. Ondan sonra Allah'a ulaşacaktır.
Bu, seyr-i sülûk müessesesi 3-4 aylık bir zaman parçasını içine alacaktır. Bazen 5-6 ay bazen 7-8 ay sürebilir kişisel davranış biçimlerine göre. Ruhun Allah’a ulaşması 50 bin sene sürmüyor. 50 bin sene Buradaki hesapla 50 bin sene sayılabilecek olan bir zaman parçası. Aslında bir gün. Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ruhu bu söylediğimiz dizayn içerisinde aylarca süren bir devrede Allah'a ulaşır. Bir ay zarfında da ulaşanlar olmuştur. Ama normal statü 4-5 aylık bir süredir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin ruhu ise öldüğü zaman melekler tarafından alınıp bu, 50 bin yıllık bir günde Allah'a ulaşır. Dikkat edin! Ölçülerden bir tanesi 4-5 aylık ölçü bizim dünyamıza göredir. 50 bin yıllık ölçü ise bizim dünyamızla Allah'ın zaman tayini arasındaki ilişkiye dayalıdır. İkisi de birbirinden ayrı şeylerdir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin ruhu gök katlarında aynı işlemlere tabiî tutulmamaktadır. Doğrudan doğruya Allah'a ulaştırılmaktadır.
Allahû Tealâ’nın hız kanunları böyle bir değişiklik gösteriyor. Bu doğrudan doğruya “Allah'a ulaştırma meleklerle ruh (ölüm melekleri ile ruhun) Allah'a ölümden sonra ulaştırılması dünya ölçülerine göre 50 bin yıllık bir zaman parçası ifade ediyor.” diyor Allahû Tealâ. Böyle bir dizaynda doğrudan gidiş 50 bin yıllık bir zaman parçasını gerekli kılıyor. Oysaki söylediğimiz gibi bir ruhun fizik vücuttan ayrıldıktan sonra o kişi yaşarken ruhunu Allah'a gönderirse Allah'a ulaşması 4-5 aylık bir zaman parçasında normal standartlarda gerçekleşir. Aralarındaki büyük fark Allahû Tealâ’nın ölçülerine göre tayin eder. Arkasında yatan gerçeği Allah bilir.
SORU: Mâide Suresinin 19. âyet-i kerimesinde nebîlerin olmadığı fetret döneminde müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen resûlün bir velî resûl olduğunu anlayabilir miyiz?
CEVAP: Mâide-19:
5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl’ümüz (elçimiz) gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.
“Yâ ehlel kitâbi: Ey Kitap ehli!
kad câekum resûlunâ: andolsun ki; size Resûl'ümüz geldi. Bu resûl bir peygamber resûldür (nebî resûldür).
alâ fetretin: fetret devirleri üzerine
min er rusuli: Peygamberin (peygamber resûllerin fetreti devresinde).
en tekûlû mâ câenâ min beşîrin: dememeniz için
mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru): ‘Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.’ demeyesiniz diye ya da ‘gelmedi.’ dersiniz diye size fetret devirlerinde (fetret devrinde) resûlünüz geldi (resûlümüz geldi). Ve o size müjdeleyici ve uyarıcı olarak geldi.
vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun): Allah herşeye kadîrdir.
“Mâide Suresinin 19. âyet-i kerimesindeki nebîlerin olmadığı fetret döneminde müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen resûlün bir veli resûl olduğunu anlayabilir miyiz?”
Allahû Tealâ Mâide-19’la Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i kastediyor. Peygamberlerin olmadığı bir devrede yani Peygamber Efendimiz (S.A.V), Hz. İsa’dan 600 yıl sonra geliyor. Böyle bir dizaynda âyet-i kerimeye dikkatli baktığımız zaman Allahû Tealâ kitap ehlinden bahsediyor. Yani hristiyanlar ve yahudiler. Ve eğer bu devirde gönderilen bir velî resûlden bahsediyorsa o zaman İslâm’da giriyor devreye kitap ehli olarak. Nebîlerin bulunmadığı bir devrede “Size bir resûlümüz geldi.” diyor. Resûllerin arasında fetret devirleri yoktur sevgili kardeşlerim. Onun için fetret devirlerinden Allahû Tealâ’ın muradı peygamberler arasındaki fetret devirleridir.
Allahû Tealâ Mâide Suresinin 19. âyet-i kerimesinde bunu söylüyor: “Peygamberlerin fetret devrinde (peygamberlerin bulunmadığı devrede) bir resûl geldi.” diyor. Her kavimdeki resûllerden birisini ifade edebilir. Bu Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i ifade edebilir. Bu her devirde Allah'ın bütün kavimlere gönderdiği resûllerden devrin imamı olarak değerlendirdiği kişiden bahsetmesi olabilir Allahû Tealâ Mâide Suresinin 19. âyet-i kerimesinden evveline bakalım. Ne diyor Allahû Tealâ? Mâide Suresinin 18. âyet-i kerimesi diyor ki:
5/MÂİDE-18: Ve kâletil yahûdu ven nasârâ nahnu ebnâullâhi ve ehıbbâuhu kul fe lime yuazzibukum bi zunûbikul bel entum beşerun mimmen halak(halaka) yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâu ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve ileyhil masîr(masîru).
Ve, Yahudiler ve Hristiyanlar; “Biz Allah’ın oğulları ve O’nun sevdikleriyiz.” dediler. De ki; “O halde niçin Allah size günahlarınızdan dolayı azap ediyor?” Hayır, siz O’nun yarattıklarından bir beşersiniz (insansınız), O, dilediğini mağfiret eder, dilediğine de azap eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin mülkü Allah’ındır. Ve varış O’nadır (ulaşılacak makam O’nun Zat’ıdır).
“Ve yahudiler ve hristiyanlar dediler ki; biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz. Onlara de ki: ‘Öyleyse günahlarınızdan ötürü Allah size niçin sizi azap ediyor?’ Hayır, siz de O’nun yarattığı insanlarsınız. Allah dilediğini bağışlar, dilediğini azap eder. Göklerin ve yerin, her ikisinin arasındaki hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş O’nadır.”
Burada anlaşılıyor ki; 19. âyet-i kerime ondan sonra geldiğine göre Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bahsediyor. Ve o zaman ki kitap ehline sesleniyor.
SORU: Peygamber Efendimiz (S.A.V) Miraca çıkmadan önce Yüce Rabbimizi hangi bedenin gözüyle görmüştür izah eder misiniz?
CEVAP: Ruhunun gözüyle görmüştür. Ruhu bedenine örtü olmuştur. Ve Allah'ın katına ruhu bedenine örtü olarak çıkmıştır. Çok kısa bir zaman parçasında çıkmıştır. Söylediğimiz gibi 2 kervana ulaşıyor. İki kervan arasında 1 aylık mesafe var. Ama O, 1 dakika sonra diğer kervana ulaşıyor. Ruhu vücuduna örtü olarak ruh tayyi mekânı yoluyla Allah'ın katına çıkmıştır.
Ve Allah'ı ruhunun baş gözüyle görmüştür. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “Kalbi gördüklerini tekzip etmedi.” Daha evvel Allahû Tealâ’yı nefsinin kalp gözüyle görmüştü. “Kalbiyle gördüklerini baş gözüyle gördükleri tekzip etmedi (yalanlamadı).” diyor Allahû Tealâ. Allahû Tealâ’yı defalarca (yüzlerce defa) Peygamber Efendimiz (S.A.V) evvelce kalp gözüyle görmüştür (nefsinin kalp gözüyle). Allah razi olsun .
SORU: Fâtiha Suresi Allah’a ulaşmayı dileyenleri anlatıyor diyebilir miyiz?
CEVAP: Fâtiha-1:
1/FÂTİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.
“Bismillâhirrahmânirrahîm.”
1/FÂTİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn (âlemîne).
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.
“Âlemlerin Rabbine hamdolsun.”
1/FÂTİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân’dır, Rahîm’dir.
“Rahmân ve Rahîm esmalarının sahibi olan.”
1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün mâlikidir.
“Dîn gününün MALİK’i olan.”
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
“Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE isteriz. Yani mürşidimizi yalnız Senin göstermeni isteriz.”
1/FÂTİHA-6: İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).
“Bu istianen ile mürşidimizi gösterip bizi SIRATI MUSTAKÎM'e ulaştır.”
1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Sırâtallezîne en’amte aleyhim: Üzerlerine ni'met verilmiş olanların yoluna.
gayril magdûbi aleyhim: Allah'ın gadap duyduğu (duyduklarının) yoluna değil. Kâfirlere gadap duyduğuna göre kâfirlerin yoluna değil.
ve lâd dâllîn(dâllîne): ve dalâlette olanların yoluna değil.
“Fâtiha Suresi Allah’a ulaşmayı dileyenleri anlatıyor diyebilir miyiz?”
Evet, diyebiliriz. Allah’a ulaşmayı dilemenin baştan itibaren Sıratı Mustakîm’e ulaşıncaya kadar bütün safhaları orada yer almış. Ve Allah’a ulaşmayı dileyenleri ifade ediyor. Düşünün ki; Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlar da eğer 5 vakit namaz kılıyorlarsa, sünnetlerini de kılıyorlarsa günde 40 defa Fâtiha Suresi okumak mecburiyetindeler ama okuduklarının farkında değiller.
SORU: Cinn Suresi 2., Bakara Suresi 256 ve Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimelerinde bahsedilen kişiler aynı kişiler midir?
CEVAP: Cinn Suresinin 2. âyet-i kerimesi:
72/CİNN-2: Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).
“O (Kur’ân), irşada ulaştırır, artık biz, O’na îmân ettik ve artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayız.”
Yehdî iler ruşdi: O (yani Kur’ân) gerçeğe (irşada) ulaştırır.
fe âmennâ bih(bihî): bu sebeple O'na âmenû olduk. Kitaba o kitaba îmân ettik.
ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden): Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.
Cinn Suresinin 2. âyet-i kerimesi ve Bakara-256:
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
“Dînde zorlama yoktur. Rüşd yoluyla (İrşad yoluyla) gayy yolu (cehenneme götüren yol) birbirinden tebeyyün etmiştir (ayrılmıştır, beyan edilmiştir, esaslar ortaya konulmuştur). Kim tagutu inkâr ederse ve Allah'a âmenû olursa (Allah’a ulaşmayı dilerse) o, Allah'tan kopması mümkün olmayan bir kulba sımsıkı yapışır. Allah işitir ve bilir.”
“Cinn Suresinin 2. ve Bakara Suresinin 256. âyet-i kerimesindeki kişiler aynı kişiler midir?”
Cinn Suresindeki kişiler âmenû olanlar, Kur'ân’a inananlar, inandıkları için Allah’a ulaşmayı dileyenler ve hiçkimseyi Allah'a ortak koşmayanlar yani şirkten kurtulanlar. Kimdir şirkten kutulanlar? Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse o kişi şirktedir. Çok açık bir şekilde Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde bunu söylüyor:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“Allah'a ulaşmayı dile ve takva sahibi ol ve müşriklerden olma.” diyor Allahû Tealâ.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşrikler ki; fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes şirktedir. Ve Cinn-2’deki kişiler Allah’a ulaşmayı dileyenler ve şirkte olmayanlar. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler şirkte olmayanlardır. Cinn-2 bunu ifade ediyor (Allah’a ulaşmayı dileyenleri ifade ediyor).
Bakara-256’da da aynı olay var. Gayy yolunu dikkate almayıp rüşd yolunu seçenler. Tagutu inkâr edenler (insan ve cin şeytanları inkâr edenler). Yani gene aynı neticeye ulaşıyoruz. Allah’a ulaşmayı dileyenler. Âmenû olanlar ve onlar da (Bakara-256’dakiler de) Allah'a şirk koşmayanlar. Allah'tan kopması mümkün olmayan sağlam bir kulba sarılmışlardır. Yani Allah'ın ipine sarılmışlardır. Allah'ın ipine sarılanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Açık bir şekilde Allahû Tealâ Allah'ın ipine sarılanların Allah’a ulaşmayı dileyenler olduğunu söylüyor. Öyleyse Bakara-256’dakiler de Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Allah'tan, Allah'ın ipine sarılanlar.
Zumer-17:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
“Onlar ki; Allah’a ulaşmayı dilediler ve şeytana kul olmaktan içtinap ettiler. Ve Allah'a kul oldular. Kullarımı, onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele!” diyor Allahû Tealâ.
Allah’a ulaşmayı dilerler şeytana (taguta, insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ederler (kendilerini kurtarırlar). Ve bunun sebebi Allah'a yönelmeleridir (Allah'a ulaşmayı dilemeleridir). “Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele!” diyor Allahû Tealâ. Görülüyor ki; şeytana kul olmaktan kurtulan Allah'a kul olmuştur. Burada da Allah'a, şeytandan kurtulup (taguttan kurtulup) Allah'a ulaşmayı dileyenlerden bahsediyor Bakara-256: “Kim tagutu devre dışı bırakır da Allah’a ulaşmayı dilerse ‘ve yu’min billâhi: Allah'a âmenû olursa.”
Öyleyse Cinn-2 de Bakara-256 da Zumer-17 de aynı insanlardan bahsediyor. Allah’a ulaşmayı dileyenlerden.
SORU: Cinn-14 ile Bakara-45 ve 46 arasındaki ilişkiden Cinn-14’de bahsedilen teslimin 1. teslim olan ruhun Allah'a teslimi olduğunu söyleyebilir miyiz?
CEVAP: Cinn-14:
72/CİNN-14: Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).
Ve gerçekten bizden, (Allah’a) teslim olanlar da var ve bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim (Allah’a) teslim olmuşsa işte onlar, irşad olmayı (nefsin ve iradenin teslimini) arayanlardır (dileyenlerdir).
Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne): Bizim aramızda kalpleri kasiyet bağlamış olanlar da var, Allah'a teslim olanlar da var.
fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden): kim Allah'a teslim olmayı dilerse o mürşidini arar.”
Bakara-45:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti): Sabırla ve namazla hacet namazıyla Allah'tan istianeyi iste. Ama bu
ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne): bu, zor bir iştir (büyük bir iştir). Ama huşû sahipleri için güç değildir. Huşû sahibi olanlardan başkasına bu elbette ağır gelir. Bu zor bir iştir.
Bakara-46:
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
“Onlar kesin şekilde inanırlar ki; ruhlarını ölmeden evvel Allah'a mülâki kılacaklardır (ulaştıracaklardır). Ölümden sonra da tekrar ruhu Allah'a rücû edecektir (geri dönecektir).”
Öyleyse kardeşimizin suali: “Cinn-14 ile Bakara-45 ve 46 arasındaki ilişkiden Cinn-14’de bahsedilen teslimin 1. teslim olan ruhun Allah'a teslimi olduğunu söyleyebilir miyiz?”
Cinn-14’deki teslim, ruhun Allah'a teslimidir, 1. teslimdir. Çünkü mürşidin aranmasından bahsediliyor. Mürşidin bulunmasından sonraki ilk teslim ruhun vücuttan ayrılarak Allah'a ulaşması yoluyla ruhun Allah'a teslimidir. Şimdi Cinn-14’de mürşidin aranmasından bahsediyor. Bakara-45 ve 46’da ise mürşidin aranması ve Allah'a ruhunu mutlaka ulaştırmayı kesin olarak gerçekleştirebilecek olan bir insan söz konusu. Allah'a ruhunu mülâki kılacağına (ilka edeceğine) kesin şekilde inanan bir insan var.
Öyleyse Cinn-14’deki kişi: “Allah'a teslim olanlar da var, kalpleri kasiyet bağlanmış olanlar da var. Kim Allah'a teslim olmayı dilerse mürşidini arar.” buyurulduğuna göre mürşidini arayan kişi, mürşidini bulduktan sonra ilk teslim edeceği şey; ruhunu Allah'a teslim etmektir. Ve mürşidini aramak Bakara-45 ve 46’da veriliyor. Bakara-45’de mürşidini aramanın (istianenin) yolunun hacet namazından geçtiği ifade ediliyor. Hacet namazını kılan kişi mürşidini sorsun. Bu bir emir! “Allah'tan mutlaka istianeyi (mürşidinizi) öğreneceksiniz. Hacet namazıyla bunu öğrenin.” diyor Allahû Tealâ. Bu bir emir (farz)! Bakara-46’da ise hacet namazıyla istianeyi öğrenen kişinin Allah'a ruhunu mutlaka ulaştıracağından emin olan kişi olduğu anlaşılıyor.
Ve neticede Cinn-14 ile Bakara-45 ve 46 arasındaki ilişkiden Cinn-14’de bahsedilen teslimin, 1. teslim olan ruhun Allah'a teslim olduğu neticesine evet, ulaşıyoruz.
İmam İskender Ali M İ H R