SOHBETİN ADI: DÜNYADA RAHAT YOKTUR (KUR’ÂN’A TERS DÜŞEN HURAFELER)
TARİHİ: 16.03.2004
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sevgili izleyenler, dinleyenler, sevgili öğrenciler, Allah hepinizden razı olsun. Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir sohbette yeniden birlikteyiz.
Dînimize giren birçok hurafeden birinden bahsetmek istiyorum size. “Dünyada rahat yoktur.” diyorlar, “la rahate fid dünya.” Kur’ân-ı Kerim hiç böyle söylemiyor; tam aksini söylüyor Kur’ân-ı Kerim. “Allahû Tealâ, bütün insanları Allah’a kul olmak üzere yaratmıştır.” diyor. Kulluksa, hem cennet saadetinin hem dünya saadetinin adım adım daha ilersine geçmektir.
Allah insanlardan ne ister? Zâriyât Suresi 56. âyet-i kerime:
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
“Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; (Allah'a) Bize, kul olsunlar diye yarattık.” diyor.
Allah’a kul olmak; öyleyse Allah’a kul olmanın standartlarına bakıyoruz, tam 7 safhada gerçekleşiyor. 1. kulluk; âmenûlar kulluğu. Bu insanın başka insanlardan; dîni yaşamayan insanlardan bir farklılığı yok. Ama Allah’a kul olduğu andan itibaren bu kişi büyük değişiklikler geçirecektir. Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
“Onlar taguta kul iken bundan kaçındılar kendilerini kurtardılar, Allah'a yöneldiler Allah'a ulaşmayı dilediler. Ve bu sebeple taguta kul olmaktan içtinab ettiler.”
Arapçası şöyle âyet-i kerimenin: “vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ibâd(ibâdi).”
“Onlar, Allah’a yöneldiler, Allah’a ulaşmayı dilediler ve taguta kul olmaktan kaçındılar, kendilerini kurtardılar.” Ne yaparak kurtarmışlar? Allah’a yönelmişler, Allah’a ulaşmayı dilemişler. Diledikleri anda da taguta kul olmaktan içtinab etmişler, kaçınmışlar, kendilerini kurtarmışlar. “Onlara müjdeler vardır; kullarımı müjdele.” diyor Allahû Tealâ. Yani şu, adına sahâbe dediğimiz herkes, bütün sahâbe bütün insanlar gibi başlangıçta taguta kul idi. Yani onlar için de dünyada rahat yoktu. Zaten her türlü yanlışlık, bütün sahâbe tarafından, sahâbe olmadan evvelki hayatlarında tahakkuk ediyordu. Yol kesip kervan soyuyorlardı. Fal oklarına bakıyorlardı. Küçücük kız çocuklarını küçücükken, 2-3 yaşında iken, belki de daha henüz bebekken diri diri mezara gömüyorlardı. Bütün kabileler arasında kan davası vardı. Herkes birbirini öldürüyordu. Kadınlara saldırmak, yanlış davranışların hepsi, sahâbede sahâbe olmadan evvel mevcuttu.
Öyleyse bunlar için gerçekten dünyada rahat yoktu. Her an tetik üzerindeydiler. Her an düşmanlarından biri onları öldürmek için gelebilirdi, kan davaları sebebiyle. Onun için Allahû Tealâ: “Siz birbirinizin can düşmanıydınız. Sonra Allah sizin kalplerinizi telif etti de can dostları oldunuz. Siz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın (Allah’a ulaşmayı dileyin). Siz bir ateş çukurunun kenarındaydınız da Allahû Tealâ sizi, o ateş çukurundan kurtardı; kalplerinizi telif etti ve sizleri birbirinize dost kıldı. Birbirinize sevdirdi, birbirinizin dostu kıldı, can dostları yaptı.” diyor.
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
Öyleyse ondan evvel sahâbe de dünyada rahat yüzü görmeyen insanlardı. Ama ya sahâbe olduktan sonra, ya daimî zikre ulaştıkları zaman? O zaman dünyadaki en mutlu insanları oluşturdular. Şu mutluluğa gelin beraberce bakalım. Allahû Tealâ, insanlara Allah’a kul olmayı emrettiği cihetle acaba nereye yönlendirmek istiyor? Mutluluğa sevgili kardeşlerim. Şu, dünyada rahat yoktur iddiasının aksini ispat etmeye çağırıyor Allahû Tealâ. Mutluluk, Allah’ın temel emridir. Neden öyle söylüyoruz? Çünkü nefs tezkiyesini de nefs tasfiyesini de farz kılmış üzerimize.
Nefsimizin kalbindeki nurların yarıdan fazlasını giderdiğimiz zaman nefs tezkiyesinin sahibi oluyoruz; 3. kat cennetin sahibi oluyoruz. Dünya saadetinin yarısına ulaşıyoruz. Daimî zikre ulaştığımız zamansa dünya saadetinin %100’üne ulaşıyoruz. Cennetin de 5. katının sahibi oluyoruz. İrademizi Allah’a teslim ettiğimiz zamansa hem dünya saadetinin %100’ü bizlerin oluyor hem de ahiret saadetinin en üstünü. Çünkü 7. kat cennetin “Adn” cennetinin sahibi oluyoruz. İşte böyle bir dizayn sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.
Şimdi bu dizayn içersinde olaylara bakıyoruz; gördüğümüz ne? Allah’ın bütün saadetleri bize emretmiş olmasıdır. İslâm, 7 safhadan oluşur. Bütün sahâbe de bu 7 safhayı yaşamıştır. Onlar, mutluluğu bütün boyutlarıyla yaşayanlardı. Dünyadaki mutluluğu öylesine yaşadılar ki devrin adı asr-ı saadet oldu, mutluluk devri oldu, saadet devri oldu.
Dünyada rahat yoksa mutluluk yoksa Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sahâbenin yaşadığı asr-ı saadetten ne haber? Demek ki Kur’ân-ı Kerim mutluluk vardır demiyor, mutluluğu farz kılıyor üzerimize. Allahû Tealâ’nın dizaynına bakın. Ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı farz kılmış üzerimize. Bütün teslimleri farz kılınmış. Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesine bakıyoruz. Ne diyor Allahû Tealâ?
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Üzerinize kabir azabı gelmeden önce Allah’a yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin.” Yani “Allah’a ulaşmayı dileyin mutluluk başlasın.” diyor Allahû Tealâ. Ondan sonra da asıl emri veriyor: “Ve Allah’a teslim olun.”
Allah’a ulaşmayı dileyin; Allah’a ruhunuzu teslim etmeyi dileyin demek zaten. Sonra da: “Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah’a teslim edin.” diyor Allahû Tealâ. Her teslim, mutluluğunuzu biraz daha arttıracaktır.
Cennette, cennete gidecek olanlar için mutluluğun olduğuna neyse ki bizim bu dünyada rahat yoktur diyen zümre de inanıyor. En azından cennette mutluluk var. Peki, cennetteki mutluluğu Allahû Tealâ insanlara hedef gösteriyor da dünyada mutsuz mu olun diyor? Emirleri neden teslim? Çünkü her teslim, kişinin mutluluğunu biraz daha arttırır. Öyleyse ruhunuzu Allah’a teslim ettiğiniz zaman dünya saadetinin yarısına ulaşabilirsiniz. Fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiğiniz zaman bu rakam, %80’e çıkar. Nefsinizi Allah’a teslim ettiğiniz zaman %100’e çıkar.
Allahû Tealâ, daimî zikri farz kılmış yani nefsinizi de Allah’a teslim etmeyi farz kılmış. Yetmez, irşada ulaştıktan sonra iradenizi de Allah’a teslim etmeyi farz kılmış. Hakka tukati takvanın sahibi olmanızı, açık ve kesin bir şekilde Allahû Tealâ emrediyor. Öyleyse sevgili kardeşlerim, Kur’ân neyi emrederse sahâbe aynen gerçekleştirmiş. 28 basamaklık bir İslâm skalasında (İslâm merdiveninde), her şeyin artan bir mutluluğu hedeflediğini görüyoruz.
Her kademede daha sonraki bir mutluluk için hazır olmak söz konusu ve nihayet sonsuz bir dünya saadetine ulaşmak söz konusu. Ve cennete ulaşan kişi, zaten sonsuz bir cennet saadetine ulaşacaktır. Konumuz: Dünyada rahat var mıdır, yok mudur?
Dünyada rahat yoktur diyenler, şu sualin cevabını bize vermek mecburiyetindedirler. Neden Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yaşadığı devre; sahâbeyle beraber yaşadığı o muhteşem hayata, asr-ı saadet deniyor? Eğer mutluluksa söz konusu olan, o zaman mutluluğun muhtevasından bir tanesi rahattır yani sulh ve sükûn hâli.
Dünyada rahat yoktur demek, dünyada sulh ve sükûn yoktur, mutluluk yoktur demek. Acaba rahattan ne kastediliyor? Ne zaman rahat edersiniz, rahat hissedersiniz kendinizi? Probleminiz olmadığı zaman. Nedir rahat olmak? Rahat olmak, mutlu olmak demektir. Rahat olmak ve mutlu olmak ne ile ifade edilir? Sulh ve sükûn haliyle ifade edilir. İç dünyanızda kesintisiz bir sulh ve sükûn hâli, bir rahatlık hâli oluşmalıdır. Dış dünyanızda kesintisiz bir mutluluk hâli, bir rahatlık hâli oluşmalıdır. Allah ile olan ilişkilerinizde de kesin bir mutluluk hâli oluşmalıdır. Kesintisiz bir rahatlık, bir mutluluk. Öyleyse konumuz; Kur’ân-ı Kerim bunu farz kılmış mı?
Şimdi farzlara bakıyoruz; Allahû Tealâ: “Ve Allah’a teslim olun.” diyor. Bu teslimin muhtevasının ruhumuzun da vechimizin de nefsimizin de irademizin de Allah’a teslimini içerdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Allahû Tealâ Âli İmran Suresinin 102. âyet-i kerimesinde diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!
“Öyle bir takva ile takva sahibi olun ki bu, bihakkın takva olsun (hakka tukatihi takva olsun).” diyor Allahû Tealâ.
Bihakkın takva ise iradenin de Allah’a teslimini gerektirir. Öyleyse bihakkın takva, bir muhteva tayinidir. Bihakkın takva, Allah’ın söylediklerini son noktaya kadar götürebilenlerin ulaşabilecekleri, resûllerin dışında herkesin ulaşabileceği son noktadır. Resûller bundan sonrası için, bütün kavimlerin risaleti için vazifelendirilirler. Bu noktaya da mutlaka Allahû Tealâ tarafından ulaştırılırlar. Yani elde ettikleri her şey kesbî değildir, vehbîdir. Allahû Tealâ tarafından hediye edilmiştir, armağan edilmiştir.
Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allahû Tealâ demek ki 7. safhayı da iradenin Allah’a teslimini de üzerimize farz kılmış. Ne diyor Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de buna? “Ahdallahi” diyor, “Allah’ın ahdini yerine getirin.” Allah’ın ahdi, ruhumuzu da vechimizi de nefsimizi de irademizi de Allah’a teslim etmektir. Bu 4 teslimin hepsi bir araya geldiği zaman bunun adı, Allah’ın ahdine riayet etmemizdir.
Allah’ın ahdi, Allah’ın iradesinin, ilâhi iradenin bizim irademizden talebidir. Ve bu âyetle Allahû Tealâ bizi bağlıyor. Son kulluğa istikametliyor, irademizin de Allah’a teslim edildiği noktaya. Ve bunun adına Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesi; “Allah’ın bizden aldığı misak.” diyor.
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
Allahû Tealâ, ruhumuzdan misak almış; ruhumuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştıralım diye. Fizik vücudumuzdan ahd almış, fizik vücudumuzu Allah’a teslim edelim diye. Nefsimizden yemin almış, nefsimizi Allah’a teslim edelim diye. İrademize de müracaat edip ondan misak alıyor, kesin söz alıyor. İrademizi de Allah’a teslim edeceğimize dair. Öyleyse mutluluğun bir ölçüsü var mıdır? Vardır. Mutluluk, nefsimizin afetlerinden kurtulmakla paralel bir gelişmedir.
Mutluluk, bir sulh ve sükûn hâlidir. Mutluluk, kesintisiz bir sulh ve sükûn hâlidir; 2. özelliği, 3. özelliği; mutluluk, iç dünyamızda da dış dünyamızda da yani başka insanlarla ilişkilerimizde de Allah ile olan ilişkilerimizde de hem emirler cephesinde hem nehiyler cephesinde tam bir kesintisiz bir sulh ve sükûn hâlidir. Allahû Tealâ, bunun sonuna kadar gitmemizi, irademizi de Allah’a teslim etmemizi kesin bir şekilde emretmiş durumda. Öyleyse Allahû Tealâ, sulh ve sükûna yani rahata ulaşmamızı üzerimize farz kılıyor.
“Allah’a yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin ve Allah’a teslim olun. Yoksa sonra yardım olunmazsınız.” diyor Allahû Tealâ.
Teslim, bütün teslimler. Ve bunun hakka tukatihi takvaya kadar ulaştığı, Âli İmrân Suresinin 102. âyet-i kerimesinde kesinleşmiş. Yeter mi? Yetmez. Bütün sahâbenin de bunu gerçekleştirdiği, Tevbe-100’de açık bir şekilde ifade ediliyor.
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
“O sabikûn-el evvelîn var ya onlardan bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi, bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olan tâbiîndendi.” diyor Allahû Tealâ.
Hem ensarın hem muhacirînin hem de tâbiînin irşad makamına ulaştığını görüyoruz. Bu sebeple sahâbe, hazz’ul azîm’in sahipleridir. Bu âyette; Tevbe-100’de fevz-ül azîm’in sahipleri olarak ifade ediliyor ki kim fevz-ül azîm’in sahibi ise o, irşad makamındadır. İradesini Allah’a teslim etmiştir. Kim hazz’ul azîm’in sahibi ise o, iradesini Allah’a teslim edip normal seviyedeki bir insanın ulaşabileceği son noktaya ulaşmıştır. İrşad makamına tayin edilmiştir, “irşada memur ve mezun kılındın” cümlesiyle.
Kim, fazl-ül azîm’in sahibi ise o da aynı seviyededir. Kim ecrul azîm’in sahibi ise o da aynı seviyededir. Azîm, azamî seviyede, en üst seviyede mutluluk onlarındır. Mutluluksa rahata tam bir eşitlik sağlar. Öyleyse şu dünyaya gelen bütün insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyetindedirler. Her şey onunla başlar. Dilerse kişi, bu noktadan itibaren mutluluk için ilk adım atılacaktır. Diler dilemez, Allahû Tealâ bundan derhal haberdar olur. Ve derhal Rahîm esmasıyla tecelliye başlar. Bu tecelli, o kişinin o güne kadar görmeyen gözlerini görür hale getirir, işitmeyen kulaklarını işitir hâle getirir, idrak etmeyen kalbini idrak eder hâle getirir. Ve Allahû Tealâ, o kişinin günahlarını örter. Ne yapar? Daha Allah’a ulaşmayı dilediği anda kişi, cennet mutluluğunu mutlak olarak kazanmıştır. Neyle kazanmıştır? Bir tek dilekle. Dünya saadeti? Hayır, bu noktada o kişi, “la rahate fid dünya”nın içersindedir henüz. Dünyada o kişiye, bu noktada rahat yoktur. Ama Allah’a ulaşmayı diledikten sonra rahat başlar. Neden başlar? Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes tagutla devamlı bir ilişki içersindedir. Tagut; insan ve cin şeytanlar. Ve tagut, o insanlara münkerle ve fuhuşla emrederler. Nûr-21’de Allahû Tealâ diyor ki:
24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
“Sakın şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Kim şeytanın adımlarına tâbî olursa onlar, münkerle ve fuhuşla emrolunurlar. Ve Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa içinizden hiç biriniz nefsinizi tezkiye edemezsiniz.” diyor. Yani mutluluğun; dünya mutluluğunun yarısına dahi ulaşamazsınız. Hep şeytanın, insan ve cin şeytanların telkinlerine açık olusunuz. Ve hep huzursuz olursunuz, hep büyük sıkıntıları yaşarsınız.
Sevgili kardeşlerim, Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre Allah, o kişiye 7 tane furkan veriyor. Gözlerini, kulaklarını, kalbini açıyor kişinin bu 7 furkanla ve o kişinin bütün günahlarını örtüyor. O kişiyi Allah’ın cennetine ehil kılıyor. Çünkü cennete girebilmek için sevapların mutlaka günahları aşması lâzım. Bir talep üzerine, Allah’a ulaşmayı dilemek üzere.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Dilemek söz konusuysa, söz konusu olduğu anda Allahû Tealâ derhal Rahîm esmasıyla tecelli edip bu olayı tahakkuk ettiriyor. O kişi, Allah’a ulaşmayı dilemiş. Hiç ameli olmamış, ertesi gün ölmüş. Bu kişi, mutlaka Allah’ın cennetine girer.
Sonra Allahû Tealâ bu kişiyi, eğer 5-6 aylık bir ömrü varsa mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. O kişi ulaşmayacaktır, Allah onu ulaştıracaktır. Öyleyse o safhalarda da mutluluğu giderek artacaktır. Peki, bu noktada mutluluğu başlamış mıdır? Evet başlamıştır. Allah’a ulaşmayı dilediği anda başkalarından farklı bir insan olmuştur. Neden? Çünkü Allah’ın ilâhi iradesi, o kulunun üzerinde tesir sahası icra etmiştir. Ve bu tesir, şeytana karşı bir zırhla onu artık koruyacaktır. Tagut; insan ve cin şeytanlar ve şeytan, o kişiye tesir edip de o kişiyi Allah’ın yolundan kesinlikle alıkoyamazlar. Bunun mânâsı, bütün alanlarda o kişi, Allahû Tealâ’nın koruyucu kalkanıylaşeytanın tasallutundan korunuyor. O zaman şeytanın onu rahatsız etmesi artık söz konusu değil ama hâlâ telkinlerini devam ettirir. Böyle bir noktada kişi için, Allah’a ulaşmayı dilemekle beraber, şeytanın, insan ve cin şeytanların tahakkümü kesilmiştir. Artık onlar, bu kişiye hükmedemezler. Tek başına bu bir mutluluk vesilesidir. Ama nefsinin afetleri var olduğu için, hedefleri daima Allah’ın emirlerinin dışında olacaktır. Çok büyük bir oranda eski hayatının taleplerini isteyecektir kişi. Allah’ın yasak ettiği şeylere karşı arzu duymaya devam edecektir.
Böyle bir ortamda olması lâzımgelen muhtevaya bakıyoruz. Bu kişi huşû sahibi oluyor, göğsünden kalbine yol açılıyor. Ve Allah’tan mürşidini talep ediyor; 13. basamak. Hacet namazını kıldığı zaman Allahû Tealâ, ona mutlaka mürşidini gösteriyor. Ve Allahû Tealâ, bu kişiye namaz kılmayı sevdiriyor, oruç tutmayı sevdiriyor, zikir yapmayı sevdiriyor, bütün ibadetleri sevdiriyor Allah ona. O kişi sevmiyor ibadetleri, Allah ona sevdiriyor. Çünkü Allah’ın sözü var; Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, mutlaka o kişiyi Kendisine ulaştıracak.
İşte böyle bir dizayn söz konusu ve Allahû Tealâ bu kişi üzerinde öyle hususlar vücuda getiriyor ki bu kişi irşad makamını talep ediyor, Allah’ın ona verdiği sevgi üzerine. Ve mürşidine ulaştığı zaman mürşidine karşı derin bir sevgiyle bağlanıyor. Bu sevgi, Allah’ın kişide yarattığı sevgidir. Ve bu sevgi, rabbanîdir. Öyleyse Allahû Tealâ’nın yardımı söz konusu. Allah, mürşidi sevdiriyor kişiye. Mürşid, zaten farzdır. Ve bu farzı yerine getirmek için arada sevgi halesinin mutlaka oluşması gerekir. Bu sebebe dayalı olarak, Allahû Tealâ mürşidi mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye sevdirir.
Öyleyse tâbiiyet ne sağlar? Mürşidine tâbî olan kişi çok önemli bir adım atmıştır; 2. safhaya geçmiştir. Bu 2. safhada o kişinin bütün günahları sevaba çevrilecektir. O kişinin kalbine îmân yazılacaktır. Başının üzerine devrin imamının ruhu bir ni’met olarak gelecektir. Ve kendi ruhu, vücudundan ayrılıp Sıratı Mustakîm’e ulaşacaktır; Allah’a doğru bir yolculuğa çıkacaktır. Bütün bunlar, kişi Allah’a ulaşmayı dilediği için tahakkuk ediyor. Kişi Allah’a ulaşmayı diliyor, Allah’ın bütün yardımları başlıyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onu mutlaka Kendisine ulaştırır. Allahû Tealâ’nın ifadesi açık ve kesin. Şûrâ-13’te diyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer. Ve onlardan her kim Allah'a ulaşmayı dilerse onları Kendisine ulaştırır.”
Ama mutlaka ulaştırır. Öyleyse Allahû Tealâ’nın dizaynına bakıyoruz, Allahû Tealâ’nın mutlaka insanları Kendisine ulaştırdığını görüyoruz. Kimleri Kendisine ulaştırır? Allah’a ulaşmayı dileyenleri. İşte nefs, bu noktada (mürşidimize ulaştığımız noktada) tezkiyeye başlar. Zikir yaparız. Allah’tan gelen nurlar, göğsümüze, göğsümüzden kalbimize ulaşır. Ve kalbimizin mührünü aşağı doğru indirerek kalbimizi fazl, rahmet ve salâvât nurları doldurur. Rahmet nurlarından %2’si, zaten daha evvel kalbimize girmiştir. Şimdi sıra fazıllardadır. Nefsimizin kalbi %98 fazılla dolacaktır ki nefsimizin kalbi, %100 Allah’ın nurlarıyla dolabilsin.
İşte bu cümleden alarak nefs tezkiyesine başlarız. Nefs tezkiyesi nasıl gerçekleşir? Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvâttan, fazl adı verilenler, Allah’ın nefsimizin kalbine yazdığı îmân kelimesinin çekim gücünün tersi manyetik alanın sahibidir. Bu sebeple birbirlerini çekerler. Zıt kutuplar mıknatısta birbirini çeker. Ve îmân kelimesinin etrafında nefsimizin kalbinde fazıllar, kişiyi faziletli kılmak üzere toplanmaya başlar. İşte böyle bir dizaynda nefsimizin kalbindeki nurların birikimi, nefs tezkiyesi adı verilen bir müesseseyi ifade eder.
Bu nurlar ilk %7’yi bulduğu zaman bizden ayrılıp devrin imamının dergâhına ulaşan ruhumuz, oradan ilk yolculuğuna başlar. 1. kata kadar yükselir diğer ruhlarla beraber. Diğerleri, 2. ve üst katlara çıkarlar, o çıkamaz; 1. kata kadar çıkar. İkinci defa %7 nur birikimi ruhumuzun 2. kata çıkmasını. 3., 4., 5., 6., 7. defa nefsimizin kalbindeki birikimler ki 7 kere 7; %49 eder. 2 de rahmet birikimi %2 de tahakkuk etmiştir evvelce. %51 nur birikimi gerçekleşir nefsimizin kalbinde. Burada mutluluk oranına bakalım. Nefsimizin kalbi %51 nurlarla dolmuştur. Bunların adı fazıldır. Ruhumuzun kalbi %100 hasletlerle doludur.
Hasletlerin ve fazılların özelliği, Allah’ın bütün emirlerine mutlak itaat etmek istemeleridir. Yasak ettiği fiilleri ise asla yapmak istememeleridir yani nefsimizin afetlerinin tamamen tersi. Nefsin afetlerine gelince onlar, Allah’ın bütün emirlerini asla yerine getirmek istemezler. Hiçbir emrini yerine getirmek istemezler. Yasak ettiği fiillerinse hepsini işlemek isterler. Ona göre dizayn edilmişlerdir. Öyleyse şeytanın nefsimize bir şey yaptırması, herhangi bir talebini nefsimizin vasıtasıyla gerçekleştirmesi hiç zor değildir. Çünkü şeytanın talepleriyle, nefsimizin afetlerinin talepleri %100 birbirinin aynıdır. Her ikisi de Allah’ın yasak ettiği fiili işlemeyi, emrettiğini işlememeyi hedef alırlar. Öyleyse şeytan her istediğini nefsimize kolayca yaptırabilecek bir hüviyettedir. Bunun için emir vermesi, zorlaması gerekmiyor. Onu biraz cazip göstermesi yeterlidir.
Sevgili kardeşlerim, nefsimizin kalbinde %51 nur birikimi tamamlandığı zaman ne olur? Her %7 fazl birikiminde ruhumuz bir gök katı yükselmiştir. 7 defa yükselip de en son 7. gök katına yükselmiştir. Bunun âlemlerini geçmiştir birer birer. Son âlem İndi İlâhi’dir. İndi İlâhi’nin en yüksek noktası ise Sidret-ül Münteha. Buraya kadar ulaşan ruh, oradan Allah’ın Zat’ına ulaşır. Bu, vuslattır. Ruhumuz Allah’a ulaşmıştır. Farz mı? Hem de kaç defa farz. İşte bir tanesini söyledik, Zumer Suresi 54. âyet-i kerime.
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
2.’si, Muzzemmil-8, Allahû Tealâ diyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah'ın İsmi’yle zikret ve her şeyden kesilerek Allah'a ulaş.”
Sonra ne diyor Allahû Tealâ? Sonra da diyor ki:
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
“fe firrû ilâllâh: Öyleyse Allah'a firar et; Allah'a kaç ve Allah'a sığın.” Zâriyât-50.
Yûnus-25’de Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
“Allah selâm yurduna davet eder ve kimi oraya ulaştırmak isterse onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”
Sıratı Mustakîm’in de Allah’a ulaştırdığını biliyoruz. Nisâ-175’de Allahû Tealâ bunu açıkça söylüyor.
4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
Öyleyse burada Allah’ın daveti, Allah’ın Zat’ınadır. Nitekim, 126. âyet-i kerimede Allahû Tealâ bu, “selâm yurduna davet eder” dedikten sonra, “Onlara ahsen-ül hüsna vardır. Ve daha ziyadesi de vardır.” diyor.
Davetin 2 veçhesi var; 21. basamakta ruh Allah’a ulaşır. Bu, Allah’ın Zat’ına ulaşmaktır. Ahsen-ül hüsna’ya ulaşmaktır. Ziyadesi, 28. basamağın 5 kademesinde o, Allah’ın Zat’ını görmektir. Öyleyse farklı bir muhtevadan bahsediyoruz. Birisi ulaşmak, herkes ulaşır. Allahû Tealâ ruhunuzu Allah’a ulaştırıncaya kadar olan kesim konusunda hepinize teminat veriyor. Diyor ki: “Aranızdan kim Bana ulaşmayı dilerse Ben, onu mutlaka Kendime ulaştırırım.”
Bir dilek karşılığından bahsediyorum şimdi, o dileğin; 3. kat cennet. 1. kat değil, 2. kat değil, 3. kat cennet. Eğer Allah’a ulaşmayı diledikten sonra 5-6 aylık bir ömrünüz varsa -uzun ömürler dileriz hepinize- o zaman Allah’a ulaşmayı dileyen herkes mutlaka 3. kat cennete ulaşır. Çünkü Allahû Tealâ sözünü mutlaka tutar. Diyor ki: “Allah’ın sözünde hulf olmaz.”
50/KAF-29: Mâ yubeddelul kavlu ledeyye ve mâ ene bi zallâmin lil abîd(abîdi).
“Katımda söz değiştirilmez. Ve Ben, kullarıma zulmedici değilim.”
Ve dünya saadetinden bahsedelim şimdi, şu dünyada rahat yoktur diyenlere ibret olmak üzere. Burada o kişinin dünya saadeti %50’yi aşmıştır. Yani dünyadaki rahatı %50’yi aşmıştır. Neden öyledir? Çünkü nefsinin kalbinde %51 nur birikimi gerçekleşmiştir. Gerçekleşirse ne olur? Ruhunun bütün hasletleri, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi, yasak ettiği fiilleri işlememeyi düşünüyordu. Başının üzerine gelen devrin imamının ruhunun da muhtevası aynı. Öyleyse 200’ün %100 bölümü ruhun iç dünyasında, ruhun kalbinde bütün hasletler, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeyi diliyor. Yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyi dilemiyor, hepsini reddediyor. Nefste nasıldı başlangıçta durum? Nefsin bütün afetleri, Allah’ın bütün emirlerini asla yerine getirmek istemiyor. Yasak ettiği bütün fiilleri de işlemek istiyor yani ruhun tam tersi. Böylece dengeyle hayata başladınız. Kendi ruhunuzdaki bütün hasletler, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek istiyordu, yasak ettiği hiçbir fiili işlemek istemiyordu. Tamamen negatif faktörler nefsinizde. Bu nefsinize baktığımız zaman şunu görüyoruz: Allah'ın bütün emirlerini asla yerine getirmek istemiyor nefsiniz. Yasak ettiği fiillerinse hepsini işlemek istiyor.
Öyleyse ruhunuz ve nefsiniz iki zıt kardeş olarak iç dünyanızda mevcut. Bu yüzden devamlı savaş var içinizde. Bu yüzden huzursuzsunuz. Bu yüzden dünyada sizin için rahat yoktur. Allah’a ulaşmayı dilemediğiniz sürece bu geçerlidir. Dünyada asla rahat edemezsiniz. İçinizde kesilmesi mümkün olmayan bir kavga hep devam edecektir. Ama ne zaman bunun ötesine geçebilirseniz, bu dediğim noktaya ulaşırsanız, nefs tezkiyesini gerçekleştirirseniz, ruhunuzun kalbi %100 hasletlerle doludur.
Nefsinizin kalbi de %51 faziletlerle doludur. Yani 200’de 151 Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek isteyen, yasak ettiği hiçbir fiili işlemek istemeyen bir topluluk. Ruhun hasletleriyle nefsteki fazıllar. Bu 200’lük bütünde sadece 200’de 49 yani %24,5 Allah’ın emirlerine karşı çıkan, yasak ettiği fiilleri işlemek isteyenler. Öyleyse burada %50’den daha fazla mutlu olmak imkânınız söz konusu. Şeytanın da tesirleri olunca %50’den daha fazla şeytanın tesirlerine rağmen mutluluğu mutlaka yaşarsınız.
Sevgili kardeşlerim, burası Allah’ın söz verdiği kesimdir. Yani kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ mutlaka onun ruhunu Kendisine ulaştırır, 21. basamak. Kendi Zat’ında yok eder, 22. basamak. Bu noktada nefsin kalbinde %51 nur birikimi olmuştur. Ruh, Allah’ın Zat’ında yok olduğu zaman bu rakam, mutlaka daha öteye geçecektir. Öyleyse dünya saadeti en az %50’dir. O kişi dünyada dünya hayatını yaşarken yarı yarıya rahatı yaşayacaktır. Yani mutluluğu yaşayacaktır. Neden? Nefsinin afetlerinin yarısından fazlası, Allah’ın emirlerini artık dinliyor. Ruh da ona yardımcı. Şeytansa karşısında. Ama %50’den daha fazla mutluluk mutlaka bu kişi tarafından yaşanır. Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, o zaman neden bahsediyoruz? Dünyada mutluluk, rahat vardır.
Kaldı ki bu, sizin gayretinizle oluşmamıştır. Siz sadece Allah’a ulaşmayı dilediniz, Allah da sizi Kendisine ulaştırdı. %50’den fazla da dünya mutluluğunu elde ettiniz. Yetmez, 3. kat cennet de sizin. Ama burada bitmiyor olay. Eğer sabitkademseniz, ayaklarınızı sağlam yere bastıysanız ve fizik vücudunuzu Allah’a teslim etmek istiyorsanız, daha evvelkini gerçekleştirdiğine göre Allah, mutlaka bu talebi de gerçekleştirir diye bir düşüncenin sahibiyseniz, o zaman zikrinizi arttıracaksınız demektir.
Zikriniz artışa devam ederse mutlaka kısa bir süre sonra fizik vücudunuzu da Allah’a teslim edersiniz. Fizik vücudunuzun Allah’a teslim edildiği yerde dünya saadetiniz %80’e ulaşır. %80 sevgili kardeşlerim, dünya saadetiniz %80. Fizik vücudunuz 25. basamakta Allah’a teslim olur. Yani nefsin kalbindeki afetler %81 eksildiği için geri kalan %19, fizik vücudunuzun artık umurunda bile olmaz. O Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir, yasak ettiği fiilleri asla gerçekleştirmez. Ne olur? Kesintisiz bir saadeti, fizik vücudunuzu teslim anından itibaren yaşamaya başlarsınız. Dünyada rahat var mıymış? O zaman görürsünüz ki mutluluk sizindir. Ve bununla da kalmazsınız. Kısa bir zaman sonra daimî zikre mutlaka ulaşırsınız. Ulaşınca nefsinizin kalbinde hiç afet kalmayacaktır. O zaman o %81, %100 olacaktır. Nefsinizdeki bütün afetler yok olacaktır. Nefsinizin bütün muhtevası, Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen %98 fazıllardan, %2 de rahmet nurlarından oluşacaktır.
Böylece %100 dünya saadetini 26. basamakta, 27. basamakta ve 28. basamakta yaşayacaksınız. 27. basamakta nefsinizi Allah’a teslim ettikten sonra, 28. basamakta irşada ulaşacaksınız. Ondan sonra da Allah’a iradenizi teslim etmeyi dileyeceksiniz. Allah, iradenizi mutlaka teslim alacak. Ve bunun neticesinde de sizin için söz konusu olan gerçek tahakkuk edecektir. %100 bir dünya mutluluğu, cennetlerden 7. kat cennet, Adn cenneti. İradesini de Allah’a teslim eden birisi olarak, Allahû Tealâ sizi irşada memur ve mezun kılacak. Sahâbe gibi bir hüviyetiniz olacak. Dünya mutluluğu %100. Cennetin en üst katı. Bu noktalardan en az 3. kat cennet, en az dünya saadetinin yarısı sizin bir tek dileğinizle gerçekleşebilir.
Öyleyse dünyada rahat yoktur diyenler, sizlere sesleniyorum! Hâlâ aynı şeyleri söyleyebilecek misiniz? Allahû Tealâ, nefsinizi tezkiye edin diye farz kılmış, nefsinizi tasfiye edin diye farz kılmış. Sizi bütün boyutlara ulaşmaya davet ediyor Allahû Tealâ. Bütün sahâbenin Allah’a ulaşmayı dilediklerini biliyoruz. Böylece ilk kulluğa sahip olmuşlar. Sonra irşad makamına ulaşmışlar, kâinatın en büyük mürşidine tâbî olmuşlar; Fetih Suresi 10. âyet-i kerime.
Birincisi, Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde; Allahû Tealâ bütün sahâbenin Allah’a ulaşmayı dilediğini ve taguta kul olmaktan kurtulduğunu, Allah’a kul olduğunu da söylüyor.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Ondan sonra kâinatın en büyük mürşidine; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olduğunu söylüyor, Fetih Suresinin 10 âyet-i kerimesi:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Ondan sonra bütün sahâbenin, ruhlarını Allah’a ulaştırdıklarını, hidayete erdiklerini söylüyor Allahû Tealâ. Zumer Suresi 18. âyet-i kerime:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
Âli İmrân Suresi 20. âyet-i kerimesinde, bütün sahâbenin fizik vücutlarını da Allah’a teslim ettiklerini söylüyor Allahû Tealâ.
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
Sonra Âli İmrân-190 ve 191’de, bütün sahâbenin daimî zikre ulaştığını; ulûl'elbab olduğunu söylüyor. Nefslerini de Allah’a teslim etmişler.
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
Hucurât Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, hepsinin irşada ulaştığını söylüyor.
49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûl'ü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
Ve Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde, hepsinin irşad makamına tayin edildiğini söylüyor.
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Ne oldu? İslâm’ın 7 safhasının 7’sini de 14 asır evvel onlar yaşamışlar. Dünyadaki rahatı %100 yaşamışlar. Bu yüzden de o devre “asr-ı saadet” demişiz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, böyle bir dizayna dikkatle bakın. Böyle bir noktada hepiniz için en güzel dizayn oluşmuştur. Dünya saadetinin %100’üne ulaşmış oluyorsunuz. Bu noktaya ulaştığınızda; nihayete ulaştığınızda cennet saadetininse 7. gök katına, en üstüne. Ama kim Allah’a ulaşmayı diler de “Ben Allah’a ulaşmayı diliyorum. Ve bu hüviyete ulaşıp onu devam ettireceğim, Allah’ın evliyası olacağım. Böyle devam ettireceğim hayatımı” diye düşünüyorsa, buraya ulaşması, 4-5 aylık ömrü varsa mutlak olarak Allahû Tealâ tarafından gerçekleştirilir. O kişinin özel bir gayret sarf etmesi gerekmez.
Ruhunu Allah'a ulaştırdıktan sonra zikrini 33.000’e ulaştıran bu kişi, 33.000’den aşağıya düşürmediği sürece aynı mutluluğu ölene kadar yaşayacaktır. Dünyada rahat olduğunu görecektir bir hiç karşılığı. Sadece bir dilek; Allah’a ulaşmayı dilemek. Şimdi soruyorum sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, dünyada rahat var mıymış? Ne diyorsunuz?
Biz ve bize tâbî olanlar! Biz o rahatı hamdolsun ki yaşayanlarız. Ve herkesin de hemen elini uzatıp yakalayabileceği kadar yakın bir yerde mutluluk. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. Dilediğiniz anda Allah’ın cenneti sizindir. Kim size derse ki: “Mürşide ulaşmadan, kimse cennete ulaşamaz.” Doğru değil. Kur’ân-ı Kerim’e uymuyor. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes, dilediği andan itibaren Allah’ın cennetinin sahibidir. Kendini aldatmasın. Sözle dilemek başka şey, kalpten dilemek başka şey. Kalpten dilediği zaman o kişinin her şeyi değişir. Namaz kılmayı sevmeye başlar, oruç tutmayı sevmeye başlar, zekât vermeyi sevmeye başlar. Allah’ın bütün güzellikleri ona güzel görünmeye başlar. O kişi mutluluğu yaşamaya başlamıştır bile. Dünyada rahat onun için, bu ibadetleri yaparken başlar.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikte olduk. Dünyada rahatın var olduğunu gördük. Ve hamdolsun ki bizler, Mihr Vakfı’nın mensupları o güzellikleri el ele gönül gönüle, gönül dolusu yaşayanlarız. Allah’a sonsuz hamd ve şükrolsun.
İmam İskender Ali M İ H R