}
Bursa Konferans Sorularına Cevaplar 29.08.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 108372


SOHBETİN ADI:
BURSA KONFERANS SORULARINA CEVAPLAR
TARİHİ: 29.08.2004

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki Bursa’da, kendi memleketimizde hemşerilerimize ve misafirlerimize sesleniyoruz. Ve bizlere ulaştırdığınız sualleri cevaplamakla vazifeliyiz.

İlk sual bir dinleyicimizden geliyor, ismini vermemiş.

SORU:
“Mehdiliğin işaretleri nelerdir?” diyor.

CEVAP: Mehdiliğin işaretleri, Allahû Tealâ’nın bize yazdırdığı kitapta, Risâlet Nurları’nda sancak, kitap, taht, nur ve kılıç olarak ifade buyuruluyor. Orasını gören, İndi İlâhi’yi gören, Allah’ın Zat’ına şahit olan herkes, orada tahtın üzerindeki kişiyi görmüştür. Ve bu işaretlerin hepsi orada mevcuttur.

“Mehdi, Şam’dan gelecek ve kimseye duyurmayacak.” diyorlar kardeşlerimiz.

Bakın sevgili kardeşlerim, insanlar her türlü masalı anlatırlar. Asıl olan Kur’ân’dır. Kur’ân ne söylüyor? Bu sualleri soran kardeşimiz, iki saatlik sohbetimizi dinledikten sonra bu sualleri soruyorsa o zaman sözlerimizden hiçbir şey anlamamış demektir. Kendisine yazık ediyor. Hurafeleri bırakın sevgili kardeşlerim, Kur’ân’a bakın. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de bütün çevreyi bir dumanın kapladığı devrede, dalâlet dumanının kapladığı devrede bir resûlünün geleceğini söylüyor. O resûlün sözlerine önem verilmeyeceği, dikkate alınmayacağı söyleniyor. Sonra o resûlün deli olduğunun iddia edileceği söyleniyor. Sonra o resûl için şeytandan vahiy alıyor, şeytan tarafından öğretilmiştir denileceği söyleniyor ve ondan yüz çevrileceği söyleniyor.

Bütün bunlar oldu mu, olmadı mı? Siz uyuyor musunuz sevgili kardeşim? Bu olay cereyan etti mi, etmedi mi? Ceviz Kabuğu rezaletinde bunların hepsi tahakkuk etti mi, etmedi mi? Şam’dan gelecekmiş, kimseye duyurmayacakmış. Bunlar ortalıkta dolaşan şayialar, sözler sadece. Asıl olan Kur’ân-ı Kerim’dir.

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de ne diyor? Meselâ ben şimdi size sorsam; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl gelecek midir? Siz bana diyeceksiniz ki: “Gelmeyecektir.” Kim demiş? Beyzâvî böyle demiş. Bizi hiç alâkadar etmez insanların Kur’ân’a aykırı sözleri. Asıl olan Kur’ân’dır. Ve Kur’ân, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl geleceğini hem Furkân Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde söylüyor hem Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyetlerinde söylüyor. Ve de Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde söylüyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra da bir resûlün geleceğini.

25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).

Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).

Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).

Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).

Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.


44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).

Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).

(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).

Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).

Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).

Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.


3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.



Şimdi bilmem hangi hadîs kitabı, Buharî veya bir başkası “Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl gelmeyecektir.” diyorsa ve siz buna inanıyorsanız, o zaman Allahû Tealâ niye indirmiş ki Kur’ân-ı Kerim’i? Elinizde ciddî delillerle gelin. Bunlar safsata.

SORU: Hz. İsa ne zaman zuhur edecek?

CEVAP: Ne zaman zuhur edeceğini Allah bilir, biz bilmeyiz. Ama yakın bir gelecekte geleceği konusunda bir inancımız var. Tarihinin ne zaman olacağı konusunda ne biz bilgi sahibiyiz ne size bilgi vermek mecburiyetindeyiz.

SORU: “Mehdiliğiniz dünyaya ne zaman duyurulacak? Hakkında âyet var mı?” diyor.

CEVAP: Bu kadar âyet yetişmez mi sevgili kardeşim? Ne zaman duyurulacağı konusuna gelince zaten bizim ülkemize duyurulmuş durumda. İhtarları bütün dünyaya göndereceğiz. Siz ihtarlardan hiçbir tanesini gördünüz mü? Birazcık anlıyor musunuz Kur’ân-ı Kerim’den? O ihtarları şimdiye kadar hiçbir dîn adamının: “Hayır, senin bu söylediğin yanlıştır.” dediğini hiç işitmedik. Hiç kimse buna cesaret edemedi. Siz hangi sıfatla bu sualleri soruyorsunuz, kulağınızdan duyduğunuz safsatalara inanarak? Size iki saat boyunca bunca delil verdik. Onların hiç birisi size tesir etmiyor da bunca Kur’ân-ı Kerim âyeti. Bir tevatür; “Mehdi Şam’dan gelecekmiş. Kimseye duyurmayacakmış.” Bütün Kur’ân-ı Kerim’i bir tarafa bırakın. Hiç aldırmayın ona, böyle bir şayiaya inanın. Gerçekten aklınız başınızda mı sevgili kardeşim?

Bir dinleyici diyor ki;

SORU:
Zikir farz ise örtünmek de farzdır. Bunu neden anlatmıyorsunuz?

CEVAP: Hoppala, hadi bakalım buyurun şimdi, örtünmenin farz olduğunu neden anlatmıyormuşum? Nereden biliyorsunuz anlatmadığımızı? Bizim bilgisayarda 3 binden fazla konuşmamız var, 3 bin saatten fazla. Bir tanesini açıp dinlediniz mi? Neden oraya bakmıyorsunuz? Örtünmeye dair olan sözlerimizi, derslerimizi neden tetkik etmiyorsunuz da böyle bir sual sorabiliyorsunuz? Sizin her sorduğunuz sualin cevabını verecek olan hazine orada (www.mihr.com). 3 bin saatten fazla öğreti var orada. Allahû Tealâ bu noktada bu açıklamayı yaptığı zaman, orada hazine tamamlanmıştır. Bütün suallerinizin cevabı vardır. Öyleyse anlatmadığımızı nereden biliyorsunuz? Defalarca anlattık. Siz ind-i mutâlealarla, bu tarz zavallı suallerle bizim sadece zamanımızı, Allah’ın en kıymetli hazinesi olan zamanımızı boşuna harcatmış olursunuz bize.

SORU: Namaz kılarken gözleri kapatmak mekruh. Ve burada gözleri kapatarak ve kıbleyi bilmeden oturarak namaz kıldılar. Buna ne dersiniz?

CEVAP: Namazın standartları şartlara göre değişir. Eğer bütün şartlar müsaitse kişi kıbleye dönerek ve oturarak, kalkarak namaz kılar. Siz biliyor musunuz ki Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ yürürken de namaz kılınabileceğini söylüyor. Bir vasıtada giderken istikbali kıble yok olur. Otomobille gidiyorsunuz, namazın vakti kaçmak üzere. Namazınızı -otobüs ne tarafa giderse gitsin- siz o otobüsün içinde oturarak kılmak mecburiyetindesiniz. Ve kardeşlerimiz bütün şartlar içinde namaz kılmayı usul haline getirmişlerdir. Bu dünyada en çok namaz kılanlar bizleriz. 7 vakit kılarız, tıpkı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe gibi. Ve de gözleri kapatmak da mekruh değildir. Dileyen gözlerini kapatarak namaz kılar, dileyen gözlerini açarak namaz kılar.

Bizleri hep böyle asıldan mahrum olan şeylerle imtihan etmeye kalkıyorsunuz. Size söylediğimiz şeylerin farkında mısınız sevgili dinleyici kardeşim? Size diyoruz ki; eğer Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemezsen gideceğin yer cehennem. Bunu şu anda dünyada size söyleyebilecek başka bir insan yok. Allah bize öğretiyor, biz de size öğretiyoruz. Sen Allah’a ulaşmayı diledin mi? Eğer dilemediysen gideceğin yer cehennem. Sen hâlâ bunlarla uğraşıyorsun. Şüphe dolu için. Neden hacet namazını kılıp Allah’a sormuyorsun?

SORU: “Huzur namazını izah eder misiniz?” diyor sevgili kardeşimiz.

CEVAP: Huzur namazı, huzur namazının imamının imamlığında kılınır. Huzur namazının imamı da bu devrede biziz. Allahû Tealâ, bizi oraya tayin etti. Bu arada orasını yüzlerce defa gördüğümüzü de söylemek isteriz. Siz inanırsınız inanmazsınız, bu sizin bileceğiniz iş. Ama Allahû Tealâ: “Orada” diyor, “Allah’ın Zat’ına şahit olanlar Allah’ın katında secde etmekten yorulmazlar.” diyor. Kur’ân böyle söylüyor.

21/ENBİYÂ-19: Ve lehu men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve men indehu lâ yestekbirûne an ıbâdetihî ve lâ yestahsirûn(yestahsirûne).

Semalardaki (göklerdeki) ve arzdaki (yerdeki) bütün kişiler, O’nundur. Ve O’nun katında olan kişiler (huzur namazını kılanlar), O’na ibadet etmekten kibirlenmezler ve onlar yorulmazlar.



“Allah’ın katında namaz kılanlar, Allah’ın Zat’ına şahit olanlar, onlar Allah’ın katında secde etmekten yorulmazlar ve onlar bilirler.” diyor.

İşte o bilenlerden biri de biziz. Huzur namazı: Başta bir kişi (huzur namazının imamı), arkasında iki kişi, onun arkasında bir kişi, tekrar iki kişi, yedi kişi, bir daha yedi kişi, sonra da onarlık sıralar. İlk onarlık sıra, dört sıra kırklar, siyah cüppeli ve çapraz sırmalı cüppe giyiyorlar. Ondan sonra yedi sıra, onlar da yetmişler. Bal rengi cüppeleri var. Ve geriye doğru huzur namazının safları devam ediyor.

O. S. diyor ki:

SORU: Hocam, zikrederken yani ders alırken rakam söylüyorsunuz sayıyla, bunun şu kadar sayıdır diye bir delili var mıdır?

CEVAP: Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda bir açıklama getirmemiş Allahû Tealâ, ne kadar zikir yapılacak diye. Yani sonuca, daimî zikre ulaşana kadar neler olacak diye. Her safhayı gösteren bir açıklama yok. Ama biz size şunu söyleyebiliriz: 1. kat söz konusu olduğu sürece zikir 15 bine kadar ulaşır. Sol göğsün altında çekilir. Sonraki 2 bin, sağ göğsün altında çekilir. Sonraki 2 bin, sol göğsün üstünde, sonraki 2 bin, sağ göğsün üstünde, sonraki 2 bin, köprücük kemiklerinin birleştiği yerde, sonraki 2 bin, kaşlarınızın birleştiği yerde, sonraki bütün zikirlerde -ki bu zikirler birlikte 47 bine kadar ulaşırlar- saçlarınızla alnınızın birleştiği yerde. Dizayn bu dizayn.

Ama Allahû Tealâ zikri farz kılmış. Bunu sormanızı beklerdim: “Zikir farz mıdır?” diye. İnşaallah o sözümüzden lâzım gelen dersi almışsınızdır. Zikir farzdır. Allahû Tealâ Ahzâb Suresinin 40.âyet-i kerimesinde çok zikirden bahsediyor. Evvelâ zikirden bahsediyor, zikrin farz olduğunu söylüyor Muzzemmil-8’de:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.



“vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).” diyor.

“Allah’ın İsmi’yle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a dön.” diyor.

Sonra? Çok zikirden bahsediyor Allahû Tealâ, Ahzâb-40’ta:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.



“yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).” diyor, “Ey âmenû olanlar! Allah’ın çok zikirle zikredin.” Yani: “Günün yarısından daha fazla zikredin.”

Sonra Âli İmrân-103’te affedersiniz, Nisâ-103’te Allahû Tealâ buyuruyor ki:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.



“Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.”

Böyle bir dizayn, İslâm tarihî boyunca devam etmiş, bugün de devam ediyor.

SORU: Kalp gözü açıklığından bahsediyorsunuz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde 70 tane sahâbesini bir emir üzerine başka bir kabileye yolluyor. Ve bu sahâbeleri Maûna kuyusunda şehit ediyorlar. Ve Peygambere ulaşınca 30 gün onlar için kunut ediyor. Peygamberin kalp gözü açık değil miydi?

CEVAP: Açıktı. Neden gönderdi? Bu sualin muhatabı biz değiliz. Allahû Tealâ eğer, “gönder” emri vermeseydi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) gönderemezdi. Şehadetse Allahû Tealâ’nın en büyük şerefidir. Nereden biliyorsunuz Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sahâbeyi özellikle şehit olsunlar diye göndermediğini?

“Ve bir hadîsinde daha buyuruyor ki: ‘Ben insanların karınlarını yarmaya, kalplerini görmeye memur değilim.’ diyor.”

Tamam, demiş. Ne olmuş yani? Siz memur olduğunu mu iddia edeceksiniz? Ya da bizim memur olduğunu iddia etmemizi mi bekliyorsunuz? Bu sualin mânâsını da çok anlamış değiliz.

“Siz kalp gözünüzün açık olduğunu söylüyorsunuz. Öğrenebilir miyim?”

Evet. Öğrenebilirsiniz. Huzur namazını da Allah’ın Zat’ını da defaatle gördük.

O. S:

SORU:
“Hocam! Allah dostu takva ehli bulunanlardır.” diyor.

CEVAP: İşte bir tane daha.


“Bakara Suresi 2 ve 4. âyet-i kerimesinde: “Onlar gaybe inanan, namazını kılan ve Allah’ın verdiği rızıktan yerli yerince harcayandır.” buyuruyor. “Ama siz Allah’a ulaşmayı dileyen takva sahibidir.” diyorsunuz.

Sevgili kardeşim, siz şu iki saat içerisinde burada değil miydiniz? Bakın, ne diyor Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde, isterseniz bir kâğıda yazın da unutmayın. Eve gidince bakın Kur’ân-ı Kerim’e.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.



“munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na (Allah’a) ulaşmayı dile (Allah’a yönel) ve Allah’a karşı takva sahibi ol.” diyor.

Sen biliyor musun ki Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane takva var. Allah’a ulaşmayı dilediğin zaman 1. takvadasın; bu âyet-i kerime. Sonra, sonra mürşide ulaştığı noktada kişiler gene takva sahibi, Mâide Suresi 35. âyet-i kerime.

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.



“yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete.” diyor.

“Ey âmenû olanlar! Allah’a ulaşmaya vesile olacak kişiyi Allah’tan isteyin (mürşidinizi Allah’tan isteyin) ve takva sahibi olun.” diyor.

Bu 2. takva. 14. basamakta mürşide ulaşılıp tâbî olunur. Sonra ruhunuz Allah’a ulaştığı zaman 3. takvayı, fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiğiniz zaman 4. takvayı, nefsinizi Allah’a teslim ettiğiniz zaman 5. takvayı, irşada ulaştığınız zaman 6. takvayı ve iradenizi Allah’a teslim ettiğiniz zaman hakka tukâtihî takvayı yaşarsınız. Âli İmrân Suresi 102. âyet-i kerime, Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).

Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!



“O kimler hakka tukâtihî takvanın sahibi olmuşlarsa siz de o takvanın sahibi olun.” diyor.

Anlaşıldı mı efendim?

Sen demek ki Bakara Suresinin 2 ve 4. âyetlerinde Allahû Tealâ böyle diyor diye, onun dışında başka bir takva yoktur zannediyorsun, belki de bir tek takva var. Ama senin, sana bu ilmi öğretenlerin hepsi öyle zannediyorlar. Haksız değilsin yani. Takvanın ne olduğundan ne sen, ne sana o ilmi öğretenler -burada ilim yok ya- kimden öğrendiysen bunları ne de onlar takvanın ne olduğunu bilirler. Biliyor musun takva için ne diyorlar? Takvanın lügat mânâsı; sakınmak, çekinmek, korkmak demek. “Allah’tan korkan takva sahibidir.” diyorlar. Başka bir tarif hiç vermemişler. Bu sana saydığım 7 tane safhanın her birinde Kur’ân-ı Kerim’in açıklamalarıyla ayrı ayrı kademelerdeki takvaların hepsine onlar hep “Allah’tan korkanlar, Allah’tan korkanlar, Allah’tan korkanlar” diye hüküm vermişler. Kur’ân’ın 28 basamaktan ibaret olduğunun hiç birisi farkında değiller. Daha Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar adamlar. Sen de onlarla beraber kaybedenlerdensin.

Evlâdım, sana hayatını cehennemde değil cennette geçirmek için gerekli olan bütün reçeteyi burada sunuyoruz. İki saatin sonunda söylediklerimizden hiç birisinden bir nasip alamamışsın. Bize hiç bilmediğin bir konuda sual sormaya kalkıyorsun. Acaba anlayabildin mi sözlerimizi?

SORU: Geçen sizin bir derginizde bir hadîs okudum.

CEVAP: Aa, bizim dergiyi okuyor. Harika. Hay Allah razı olsun.

“Peygamber (S.A.V) Efendimiz buyurmuş ki: “Benim sahâbem gökteki yıldızlar gibidir.”

Hadîs değil. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Gökteki yıldızlar gibidir.” diye bu sözü söylemiş. Kur’ân-ı Kerim’de de Allahû Tealâ sahâbenin gökteki yıldızlar gibi olduğunu söylüyor. “Ve kim” diyor,“onlara tâbî olursa onlar mutlaka hidayete erer.” diyor Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde:

Peygamber Efendimiz (S.A.V) de evet, bu âyete dayalı olarak: “Karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız ve hidayete eresiniz diye yıldızlar oluşturdu.” diyor Allahû Tealâ.

6/EN'ÂM-97: Ve huvellezî ceale lekumun nucûme li tehtedû bihâ fî zulumâtil berri vel bahr(bahri), kad fassalnâl âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).

Ve kara ve denizin karanlıklarında (nefsin afetlerinin karanlığında) onunla yolunuzu bulmanız (hidayete ermeniz) için yıldızları (nebîler, resûller, mürşidler) kılan O’dur. Bilen bir kavim için, âyetleri detayları ile açıkladık.



Bütün sahâbe de zaten irşad makamının sahibi olmuşlar. Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesinde tâbiînin sahâbeye tâbî olduğu kesinlik kazanıyor.

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.



Bütün sahâbe irşad makamının sahibi olmuş. Evet. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bunu gerçekten söylemiş: “Benim sahâbem gökteki yıldızlar gibidir. Kim onlara tâbî olursa mutlaka hidayete erer.”

Şimdi bu kardeşimiz diyor ki: “Bu hadîsi, Kütüb-i Sitte’den araştırdım. Zayıf hadîs ama derginizde sahih hadîs olarak geçiyor.”

Yahu kardeşim! Kur’ân-ı Kerim bunu söylüyor. Senin Kütüb-i Sitte’n bunlar hakkında Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir şey söylediği zaman sana bir sual sormaz mıyız biz; Kütüb-i Sitte mi üstün senin için, Kur’ân-ı Kerim mi üstün? İşte sen ve senin gibi düşünenlerin hepsi burada kaybediyorlar. Ne o Kütüb-i Sitte’ler, ne Buharî, ne Tirmizî, ne Beyzâvî, onlar değil sizi kurtaracak olan; sizleri kurtaracak olan Kur’ân-ı Kerim. Ve bugün biziz. Söylediklerimi ciddiyetle araştırmadıkça, Kur’ân’dan tahkik etmedikçe ve Allah’tan sormadıkça zaten sizin îmânınız tam bir îmân olmaz. Allah’a inanıyorsunuz diye kendinizi mü’min zannediyorsunuz. Ama Allah’a ulaşmayı dilemedikçe mü’min olamazsınız. Bilmiyorsunuz Kur’ân-ı Kerim’i.

Ve şimdi bu kardeşimiz orayla karşılaştırmış ve de bizi itham ediyor, zayıf hadîse sahih hadîs demişiz diye. Evlâdım! Sen cehenneme gideceğini düşünsene. Oradan seni kurtarabilecek olan kişinin kim olduğunu araştır. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe diyorum, ne mü’min olabilirsin ne cennete girebilirsin ne takva sahibi olabilirsin. Dalâlette kalırsın. Bunların hiçbiri senin kulağına girmiyor da sen bana kalkıp bunları soruyorsun, yazık etmiyor musun kendine be evlâdım?

Bir dinleyici:

SORU:
İslâm’ın 5 şartı haricinde 2 farz daha var diyorsunuz, Allah’ın da sizi görevlendirdiğini. Bundan tam olarak emin olamıyorum.

CEVAP: Bak kardeşim, Allah’a ulaşmayı dilemezsen, böyle bir talebin yoksa gideceğin yer cehennemdir. Senin şimdi İslâm’ın 5 şartıyla amel ettiğini düşünelim. Namaz kılıyorsun, oruç tutuyorsun, zekât veriyorsun, hacca gidiyorsun, kelime-i şehâdet de getiriyorsun. Ama zikir yapmıyorsun. Bu 5 şart, zikri ihtiva etmez. Allahû Tealâ da Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesinde diyor ki:

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).

Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.



“Habîbim! Onlara, sana verdiğim Kur’ân-ı Kerim’i oku, anlat ve namaz kıl. Senin namazın münkerden ve fuhuştan men eder.”

“ve le zikrullâhi ekber.” diyor, “Ama Allah’ı zikretmek namaz kılmaktan da Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de daha büyüktür.” diyor.

Ve zikir de farz -demin adı geçti- çok zikir de farz, daimî zikir de farz. Şimdi sen, İslâm’ın 5 şartından bahsediyorsun bana. Ve İslâm’ın 5 şartı seni kurtaracak zannediyorsun, öyle değil mi? O zaman ancak sözlerimizin mânâsını cehenneme gittiğin zaman anlarsın.

Sevgili kardeşlerim, sizlere sizleri kurtuluşa ulaştıracak olan şeyleri anlatmaya çalışıyoruz. Anlamıyor musunuz, bunlar bize söyleniyor; bizim sizlere söylememiz, sizleri uyarmamız için söyleniyor. İki saatlik bir konuşmadan sonra, o söylediklerimizin hepsinin sizin bir kulağınızdan girmiş öbür kulağınızdan çıkmış olduğunu görüyorum. Kendinize yazık etmiyor musunuz?

Eğer Allah’a ulaşmayı dilemezseniz gideceğiniz yer cehennem diyoruz. Bu 5 tane şartın ötesinde asıl şart, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Dilerseniz o şartların hepsini zaten gönlünüzün içinizden geldiği için gerçekleştireceksiniz. Allah verecek size o sevgiyi. O sevgiyle bütün ibadetlerinizi en güzel şekilde yapacaksınız. Mutlaka ruhunuzu Allah’a ulaştıracaksınız, eğer Allah’a ulaşmayı dilerseniz. Çünkü Allah diyor ki:

“Ben onların ruhlarını Kendime ulaştıracağım.” diyor,“Yeter ki Bana ulaşmayı dilesinler.”

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”



Bunca hakikatten hiç haberiniz yok ve bizim size bunları söylemekten dilimizde tüy bitmiş, siz bize hâlâ inanmak için şartlardan bahsediyorsunuz. A be evlâdım! Gideceğin yer cehennem. Anlamıyor musun beni? Tatmin olması lâzımmış. Senin tatmin olman veya tatmin olmaman, önemli olan bu değil evlâdım. Tatmin olsan da olmasan da Allah’a ulaşmayı dile. Dilemezsen eğer cehenneme gideceksin.

N. S:

SORU: “Bir sohbetinizde: ‘7 Sıratı Mustakîm.’ dediniz. Pek anlayamadık. Açıklar mısınız?”diyor.

CEVAP: Allahû Tealâ: “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse” diyor, “o, Sıratı Mustakîm üzerindedir.” Bu, 1. Sıratı Mustakîm.

“Mürşidine ulaşan kişi Sıratı Mustakîm üzerindedir.” diyor. Bu, 2. Sıratı Mustakîm.

Birisi 28 basamaklık İslâm merdiveninin 3. basamağında gerçekleşir. Diğeri 14. basamağında gerçekleşir. Ruhunuzu Allah’a ulaştırdığınız Sıratı Mustakîm, 3. Sıratı Mustakîm. Bir Tarîki Mustakîm de 3 tane sebîlden oluşur.

Allahû Tealâ: “Üzerinize… ”

“ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika.” diyor.

23/MU'MİNÛN-17: Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).

Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol yarattık ve Biz, yaratmaktan gâfil değiliz.



“Üzerinize 7 tane tarîk koyduk (vazettik, yarattık).”

Ve ruhunuzu Allah’a ulaştırdıktan sonra fizik vücudunuzu Allah’a ulaştırmak için yeni bir Sıratı Mustakîm’in üzerinde oluyorsunuz. Hepsine ayrı ayrı, ‘Sıratı Mustakîm’ler’ diyor Allahû Tealâ. Nefsinizi Allah’a teslim etmek için yeni bir Sıratı Mustakîm üzerindesiniz. İrşada ulaşmak için yeni bir Sıratı Mustakîm üzerindesiniz. İradenizi Allah’a teslim etmek için yeni bir Sıratı Mustakîm üzerindesiniz. Hepsi 7 tane Sıratı Mustakîm ediyor. İslâm’ın 7 safhası ve 7 tane Sıratı Mustakîm.

N. S:

“Kardeşlerime ve bize himmet eder misiniz? Bana ve Bodrum’da kardeşlerimize himmet ve dualarınızı ve yağmur da bekliyoruz. 9 aydır yağmadı.” diyor.

Dua ederiz inşaallah evlâdım. Hepiniz için dua ederiz inşaallah.

Bir dinleyici, H. G. adı:

“Kendisine nur, kılıç, kitap, sancak ve taht verilmiş olan Mehdi Hazretlerine tâbî oluyorum ve ellerinizden öpüyorum. Zikrinize girmek istiyorum. Allah razı olsun.”

Allah sizden de razı olsun sevgili kardeşim. Bu kadar insanın arasında bize huzur veren, Allah’ın bize verdiği bu görevi yapmanın mutluluğunu yaşatan, sizin gibi düşünen kardeşlerimizdir. Hamdolsun ki sayı her gün hızla artıyor. Hacet namazını kılıp Allah’tan soran, bizim hakkımızdaki işareti Allahû Tealâ’dan alıyor ve geliyor. Sevgili kardeşim, tebrik ederim. Hayırlı olsun inşaallah. Allah razı olsun. Allah’ın sizler gibi olanların hepsini hidayete erdirmesini Yüce Rabbimizden diliyoruz inşaallah.

Bir dinleyici diyor ki:

SORU: Bir hadîste geçen, Kur’ân’ın Arapçadan yana Allah’ça okunmasını açıklar mısınız? Bu hadîs, Fussilet-3. âyete uygun düşebilir mi?

CEVAP: Fussilet Suresinin 3. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

41/FUSSİLET-3: Kitâbun fussilet âyâtuhu kur’ânen arabiyyen li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).

(O), bilen bir kavim için, âyetleri tafsil edilmiş (fasıl fasıl açıklanmış) bir Kitap olan Arapça Kur’ân’dır.

 

kitâbun fussilet âyâtuhu kur’ânen arabiyyen li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne): Bilen bir kavim için âyetleri tafsil edilmiş (yani fasıl fasıl açıklanmış) bir Kitap olan Arapça Kur’ân’dır.” diyor.

“Bu hadîs, Fussilet Suresinin 3. âyet-i kerimesine uygun mu?” diyor.

Evet, uygun. Allah razı olsun.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
“Babam da sohbetlere gitmemi istemiyor. Eve gelmelerinden rahatsız. Bana bu konuda yaptığı her masraf onu rahatsız ediyor. Sohbete ve hizmete gitmek istiyorum. Bu benim için yemek yemek, içmek kadar zorunlu bir ihtiyaç. Tasavvufu yaşamasam nefes alamam ben. Nasıl davranmalıyım? Doğru davranmak için dua istiyorum. Sizi çok seven bir müridiniz. Esselâmu aleykum ve rahmetullâh.” demiş kardeşimiz.

CEVAP: Hiç kimseyle anlaşmazlık çıkarmayacağız. Babamızsa, ona saygıda kusur etmeyeceğiz. Ve ona anlatmamız lâzım Allah’ın hakikatlerini. Onu da kurtarmamız lâzım sevgili kardeşim.

Öyleyse insanlar, kendilerini hidayete erdirecek olan makamı iblisin onlara negatif tesir etmesi sebebiyle hep ters anlıyorlar. Hedeflere yürümeleri de bu sebeple mümkün değil. Onun için herkesle en iyi ilişkiler içinde olmalısınız. Baban, senin babandır. Ona saygı göstereceksin. Onu seveceksin ve sadece ikna etmeye çalışacaksın.

Senin yaşadığın o güzellikleri, bize şu sualleri soran bu zavallı kardeşlerimizin de yaşamasını ne kadar isterdik biliyor musun sevgili kardeşim. Biz, Allahû Tealâ’nın yolunda bu mutlulukları yaşarken onlar her zaman huzursuz, her zaman sıkıntılı. Onlara içimiz acıyor, içimiz yanıyor. Ama ne yazık ki karar kendi iradelerinin. Eğer bir insan kendi iradesiyle, kişisel iradesiyle, cüz’î iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilemezse biliyorsunuz sonuçları; o kişi küfürdedir, o kişi dalâlettedir, o kişinin gideceği yer cehennemdir, o kişi tagutun kuludur. Bütün bu vakıalara rağmen bu insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Düşünebiliyor musunuz, iblisin (şeytanın) insanlara verdiği vesvesenin neticelerini?

Erdek’ten H. Ü. Evrenos kardeşimiz diyor ki (bizim soydan):

SORU:
Yan yatarken zikir kabul ise sağ yan veya sol yan veya yüzükoyun yatmak arasında fark var mı?

CEVAP: Fark yok. Ama aslında ahsen olanını sormak istiyorsanız, ahsen olanı şudur: Kıbleyi sağa alacak şekilde yatağınızı kurmanız ahsen ve yüzünüzü ve vücudunuzu kıbleye döndürerek sağ kulağınızın üzerine yatmanız ahsen. Eğer kulağınızın üzerine yatarsanız çok güzel bir şeyi yaşayacaksınız. Çünkü birazcık yastığın üzerinde başınızı kımıldatırsanız, kalbinizin çift atışlarını kulağınızda basınç sebebiyle hissetmeye başlarsınız. O zaman içinizdeki sesle dilinizi de kımıldatmadan: “Allah, Allah, Allah, Allah,” diye zikretmeye başlarsınız. Bu sebeple Allahû Tealâ yan üstü yatmaktan bahsediyor Kur’ân-ı Kerim’de. Yakalayacaksınız daha birinci denemede. O zaman Allah’ın neden böyle söylediğini, büyük bir zevkle zikrinizi yaparken düşüneceksiniz. Allah’a hamd ve şükredeceksiniz.

SORU: Bazı kişiler Mehdi (A.S)’ın Mekke’de ve şu anda 10 yaşında olduğunu söylüyor.

CEVAP: Bunlar insanların uydurduğu hurafeler sevgili kardeşlerim. Bir sürü sözler söyleniyor. Bir mağarada yaşayan birisi varmış, ona tâbî olmuşlar. Birisi 10 yaşındaymış, Mekke’deymiş. Birisi Asya’daymış. Sevgili kardeşlerim, hurafelere değil Kur’ân-ı Kerim’e bakın, Allah Kur’ân’da ne söylüyor? Geri kalan, her an insanlar tarafından uydurulup değiştirilen hakikatlerdir.

Biliyor musunuz, şu hadîslere bu kadar değer veren kardeşlerimize sesleniyorum, hadîsler Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in irtihalinden 200 yıl sonra ortaya çıkan sadece rivayetlerdir. Ne kadar çok hadîsin Kur’ân-ı Kerim’e ters düştüğünü biliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Bunlarla meşgul olanlar, sizi oyalıyorlar. Ve eğer Allah’a ulaşmayı dileyemezseniz, kurtulamazsınız. Bizim söylediklerimize hiç değer vermeseniz bile kendi kurtuluşunuz için mutlaka ruhunuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı şuradan; kalbinizden bir dilekle dilemelisiniz. Dilinizle de ikrar etmelisiniz. Ondan sonra zaten sizin bir şey yapmanız gerekmiyor. Biz ne söylediysek sizin üzerinizde onlar zaten otomatik olarak tecelli eder. Çünkü Allahû Tealâ sizi mutlaka Kendisine ulaştırır. Ulaştırması için sizde çok değişiklikler yapacaktır. O değişiklikleri yaşadığınız zaman ne demek istediğimizi anlarsınız.

“Ülkemiz için çok özel dua etmenizi, ülkemizin savaşa girmemesini, girerse dahi en az zararla çıkmasını ve asla ülkemizin bölünmemesini çok çok dua buyurur musunuz?” diyor, “Ve çok özel olarak dua buyurur musunuz? Bütün benliğimle sizden bunu diliyorum.” diyor kardeşimiz.

Elbette dua ederiz inşaallah. Hemen gereğini yapalım.

Bir dinleyicimiz diyor ki:;

SORU: Efendimiz, size tâbî olup ama verdiğiniz görevleri tam yapmak zorunda mıyım?

CEVAP: Allahû Tealâ diyor ki: “Biz kimseden onun yapamayacağı şeyi istemeyiz.”

2/BAKARA-286: Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).

Allah kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef kılmaz (sorumlu tutmaz). Kazandığı (dereceler) onundur ve iktisap ettiği (kazandığı negatif dereceler) de onundur (sorumluluğu onun üzerindedir). Rabbimiz! Şâyet unuttuysak veya hata yaptıysak bizi aheze etme (sorgulama). Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bizim üzerimize ağır yük yükleme. Rabbimiz, takat (güç) yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme. Ve bizi af ve mağfiret et ve bize rahmet et (Rahîm esması ile bize tecelli et, rahmet nurunu gönder). sen bizim Mevlâmız’sın. Artık kâfirler kavmine karşı bize yardım et.



Sizin de kapasitenizin ne olduğunu Allahû Tealâ elbette biliyor. Sizden ondan daha fazlasını asla istemeyecektir.

“Meselâ zikir. O kadar fazla çekmeye vaktim yoksa veya sıkılıyorsam az ama öz yapsam kabul olur mu?”

Sevgili kardeşim, bu olaya 7 bin zikirle başlanır. 7 bin zikirse 20 dakikalık bir iştir hepsi hepsi. Bu kadarcık da yapamayacak mısın?

E. K. Yaş 25:

“Hocam, Allah’ımıza binlerce şükürler olsun, hamdolsun ki sizi bize nasip etti. Biz dînimizi sadece sizden öğrendik. Bize kimse dînimizi öğretmemişti. Allahû Tealâ’nın kanunlarının dizaynını ve Kur’ân’ı bize hiç kimse öğretmemişti. Biz de Kur’ân’sız amel eden cahillerdendik.”

Bu kardeşimizin sözleri, bize bu önemsiz sualleri soran dışarıdaki kardeşlerimize bir ibret olmalı.

“Sizi o kadar seviyoruz ki bir gün televizyon izleyemediğimiz zaman iki gün özlüyoruz. Elimizden geldiğince sizi ve Kur’ân-ı Kerim tefsirlerinizi insanlara anlatmaya çalışıyoruz. Allahû Tealâ sadece sizin için, sizin sohbetleriniz için bize bir kahvehane açmayı nasip etti. Sizin sohbetlerinizi insanlara dinletmeye çalışıyoruz. Ailemize, tanıdıklarımıza, imamlara, tarikat hocalarına, müftülük hocalarına Kur’ân-ı Kerim tefsirlerinizi gösteriyoruz. Ama ne acıdır ki bir türlü tasdik etmiyorlar.”

O zaman onlara mutlaka, ellerine geçmediyse eğer ihtarlarımızı mutlaka ulaştırmalısınız. O zaman kimlikleri ortaya çıkar. İtiraz edebiliyorlar mı? İtiraz etsinler, bize ulaştırsınlar da biz verelim cevabını. Şu anda da o ihtarları alıp da itiraz eden birileri varsa aranızda, hemen gecikmesin, bize ulaşsın. Biz hemen hepinizin gözleri önünde ona onun cevabını verelim. O insanlar bizim onlara sunduğumuz kurtuluş reçetesini hiç dikkate almıyorlar. Aslında kendi mahvlarını hazırlıyorlar; cehennemlerini. Ve biz de sadece üzülüyoruz; gözümüzün önünde bunca insan sadece söylediklerimizi dikkate almıyorlar diye cehenneme gideceklerinden.

Kur’ân bütünüyle unutulmuş artık sevgili kardeşlerim. İslâm’ın 7 safhası şart, farz üzerimize. Bütün sahâbe bunları gerçekleştirmiş. Ve biz bu farzları söylüyoruz, âyetlerle ispat ediyoruz. Bütün sahâbenin bu 7 safhanın 7’sini de gerçekleştirdiğini gene Kur’ân âyetleriyle söylüyoruz. Ve hepsinin felâha erdiğini, kurtuluşa erdiğini, en üst cennetlere, Adn cennetlerine gideceklerini gene Kur’ân âyetleriyle ispat ediyoruz. Ve Kur’ân’ın ne 7 safhasından ne bu 7 safhanın farziyetinden ne sahâbenin bunları gerçekleştirdiğinden haberi bile olmayan insanlar, sadece bizi reddetmekle meşgul. Biz onların kurtuluşu için hayatımızı vermişiz. Onlar da: “Hayır.” diyorlar, “Arkadaş, biz cehenneme gideceğiz. Sen bizim işimize karışma.” İyi mi?

Allah’a sorun diyoruz. Kendilerinden o kadar eminler ki gerek bile duymuyorlar. Zavallılar.

“Bunca birbirlerini tasdik eden Allah’ın mürşidleri varken niye bu yoldasın diyorlar.”

Zaten hikâye buradan başlıyor. Mürşid dedikleri insanlara bakıyoruz. Kendileri mürşidlerine tâbî olmamışlar ama mürşid olmuşlar. Allah’a ulaşmayı dilememişler ama mürşid olmuşlar. Kalp gözleri kapalı ama mürşidler. Bunlar Kur’ân-ı Kerim’e hiç uymayan hurafeler.

SORU: Hocam, bize öyle bir soru soruyorlar ki bu soruya bir türlü cevap veremiyoruz. Lütfen soruya siz cevap verin: “Madem Allahû Tealâ’nın Resûl’ü 28 yıldır Türkiye’de, neden şu anda Türkiye’deki Allah’ın evliyalarının haberi yok?”

CEVAP: Eğer o evliyalar bizim kimliğimizi Allahû Tealâ’ya sormadılarsa o zaman haberi olmaz. Ayrıca bir kişinin evliya olabilmesi Allah’a ulaşmayı dilemekle mümkündür. Eğer dilemiyorlarsa ki bu evliya dediğiniz kişilerin Allah’a ulaşma dileğini reddettiklerini görüyoruz, o zaman Allah’ın evliyalarının evliyalık hükmü size göre vardır, Allah’a göre yoktur.

“İstanbul’da Mahmut Efendi Hazretleri.”

Mahmut Efendi Hazretleri gerçekten bizden bu kardeşimizin söylediği gibi mi bahsediyor? Gidip soralım bakalım Mahmut Efendi’ye, biz kimiz?

“Abdülbaki Hazretleri.”

Sevgili kardeşlerim, onunla bir yolculuğumuz oldu, Ankara’dan Menzil’e kadar. Yakından tanıdığımız bir kardeşimizdir ve de eğer hakkımızda böyle bir şey söylüyorsa kendisine yazık etmiştir.

Bugün Nur cemaati tâbiiyeti ortadan kaldırmış durumda. Allah’a ulaşma dileği yok ve tâbiiyet yok. O zaman nasıl bu insanlar Allah’ın evliyası oluyorlar ki?

“Niye hiçbir şey söylemiyorlar?” diyor.

Bu sualin cevabı bizde yok. Bu sualin cevabı Allah’tadır. Onların ilk işi, kimleri kastediyorsanız onların ilk işi hakkımızdaki bu suali Allah’a sormak olmalıdır. 4 rekâtlık bir namaz; hacet namazı netice itibarıyla. Ve soran cevabı alır. Bu konuda bizim bir şey söylememiz söz konusu olmaz. Çünkü biz onlar değiliz. Herkes kendi düşüncelerinden mesuldür. Ve bu insanların (bahsedilen kişiler), Allahû Tealâ’nın âyetlerini incelememeleri de bizi gerçekten hüzne düşürüyor. Onlar da Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar, beraberlerinde olan kişiler de. Nasıl olacak bu iş sevgili kardeşlerim? Biz, Kur’ân âyetlerini söylüyoruz size. 14 asır evvel sahâbenin yaşadığı İslâm’ı söylüyoruz. Onların hepsinin 7 safhayı da yaşadığını söylüyoruz ve bu kardeşlerimiz bu safhaları yaşamıyorlar.

Bir kardeşimiz soruyor:

SORU:
Sizden önceki Allah’ın Resûl’ü kimdi?

CEVAP: Bu sualin cevabını vermek mecburiyetinde değiliz. Allahû Tealâ neyi emrederse sadece onu yaparız. Ayrıca biz, Allahû Tealâ’dan itaati öğrendik. Neyi emrederse biz sadece onu yaparız ve kendimizi insanlığın kurtuluşuna adamışız. Bizden evvelki resûl kimdi, ondan evvelki resûl kimdi, bunlar bizi de sizi de alâkadar eden konular değil diye düşünüyoruz. Biz Allah’ın emirlerini biliriz. Onları tebliğ ederiz ve yaşarız.

SORU- 2: Yanlış yolda olan 72 fırkadan birkaç tanesini söyleyebilir misiniz?

CEVAP: Dünya üzerinde yapılan İslâm’ın da dâhil olduğu araştırmalar, tam 72 tane fırka çıkardı ortaya. 72 çeşit inanış var dünya üzerinde, bir kısmı zülmanî ilimleri kapsayan. Ama bütün dünya incelendi. Yüzlerce vakıf; bu konuya kendini hasretmiş vakıf bütün dünyayı incelediler ve 72 tane fırka buldular. 73. fırka da bu her fırkanın içinde bulunan bizim gibi yaşayanlar. Şu anda dünyada ne kadar ülke varsa o ülkelerde onların diliyle şu anda onlara hitap eden resûller yaşıyor, dünya üzerindeki bütün ülkelerde. Allahû Tealâ Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesinde diyor ki:

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).

Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.



“Biz bütün ülkelere resûl göndeririz ve resûllerimizi art arda göndeririz (aralıksız göndeririz; ardı arkası kesilmeden göndeririz).” diyor. Ve gene söylüyor: “Hangi kavme resûl gönderdiysek bütün kavimler resûllerini yalanladılar,” diyor,“tekzib ettiler,” diyor Allahû Tealâ, “inkâr ettiler.” diyor.

Şimdi de bu ülkedeki resûl biziz ve bütün dünya için, daha ötesi için, kâinat için görevliyiz. Ve bu, bu tarzdaki sualleri soran kardeşlerimiz de şu anda bizi inkâr etmekle meşguller. Bütün resûllere aynı muamele yapılmıştır. Üstelik biz bir velî resulüz. Biz bir peygamber değiliz. Sadece nebî resûl değiliz, velî resûlüz. Bu risâlet müessesesi, işte insanların Kur’ân’ı bırakıp da başka kaynaklardan dînlerini öğrenmesi sebebiyle resûl ve nebî kavramları birbirine karışmış durumda dünya üzerinde. Bizim için söz konusu olan şey, risalet müessesesi. Allahû Tealâ’nın dizaynına göre: “Ne kadar kavim varsa” diyor, “Biz, hiçbir kavim yoktur ki Biz onlara (İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesi) kendi lisanlarıyla onlara konuşsun diye, onların arasından bir resûl göndermemiş olalım. Mümkün değildir.” diyor. “Hangi dil konuşuluyorsa o dildeki insanlara aralıksız resûl göndeririz.” diyor Allahû Tealâ.

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).

Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.


Ve İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).

Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.



“Biz, bir resûl göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyiz.” diyor.

Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesinde ise Allahû Tealâ buyuruyor ki:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).

Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.



“Kıyâmet günü cehenneme girenler, cehennemin kapısına gelirler. Cehennem bekçileri kapıları açarlar ve onlara derler ki: Size Allah’ın resûlleri gelip de Allah’ın âyetlerini okumadılar mı?”

Dikkat edin; şu anda Allah’ın Resûl’ü size Allah’ın âyetlerini okuyor. O güne kendinizi hazırlayın.

“Ve size; Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, gideceğiniz yer cehennemdir diye buraya geleceğinizi söylemediler mi?” diyor. Onlar da diyorlar ki (kim cehenneme gitmişse aynı cevabı veriyor): “Evet, söylediler. Azap bizlerin üzerine hak oldu.”

Ne yazık ki insanların %90’dan fazlası cehenneme gidecek. Ve cehennemde bu sualle karşılaşacak. İşte o gün size bu sual sorulduğu zaman bizi hatırlayın. Biz size diyoruz ki; Allah’a ulaşmayı dileyin.

Allahû Tealâ buyuruyor:

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).

Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.


18/KEHF-56: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîne, ve yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ(huzuven).

Biz, resûlleri sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Kâfirler (ise) hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ederler. Âyetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alay (konusu) ederler.



“Biz resûllerimizi, Allah’a ulaşmayı dileyenleri (âmenû olanları, Allah’a yönelenleri) müjdelemeleri için ve diğerlerini uyarmak için gönderdik,” diyor, “göndeririz.” diyor. “Her devirde bütün kavimlere göndeririz.” diyor.

Ve biz de bugün sizlere bunu söylüyoruz. Okuyun, Şûrâ Suresinin 51. âyet-i kerimesini ve Allahû Tealâ’nın resûllerini, Allah’a ulaşmayı dileyenleri müjdelemek için, diğerlerini de uyarmak için gönderdiğini öğrenin. Ve şu anda biz sizi uyarıyoruz; “Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, gideceğiniz yer cehennemdir.” diyoruz.

Üçüncü suali kardeşimizin:

SORU:
Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 48. âyet-i kerimesinde Peygamber Efendimiz (S.A.V) de dâhil olmak üzere hiç kimsenin şefaatinin geçerli olmayacağını mı söylüyor?

CEVAP: Size kim böyle bir şey söylüyorsa çok çirkin bir iftira bu. Allahû Tealâ şöyle söylüyor, Nisâ Suresi 64. âyet-i kerime:

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).

Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.


“Eğer o nefslerine zulmedenler sana gelselerdi ve senin önünde tövbe ederek Bizden mağfiret dileselerdi, sen de onlar için Bizden mağfiret dileseydin, Allahû Tealâ’nın her iki talebi de kabul ettiğini görecektin.” diyor.

İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sahâbe için Allahû Tealâ’dan yaptığı bu talep, Allahû Tealâ tarafından mutlaka kabul edilecek olan bir talep. Ve bunun adı şefaattir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), hadîs-i şerifinde diyor ki: “Benim şefaatim dünya için geçerlidir.” diyor.

Her devirde arşı tutan meleklerle beraber olan devrin imamına şefaat yetkisi verilmiştir. Bu dünyada geçerlidir; kıyâmet günü değil. Kıyâmet günü bir şefaatin hiç kimseye fayda vermeyeceğini söylüyorAllahû Tealâ kaç tane âyet-i kerimede.

2/BAKARA-48: Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).

Ve, bir kimseden diğer bir kimseye, bir şeyin ödenmeyeceği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım edilmeyeceği günden sakının.


2/BAKARA-123: Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ adlun ve lâ tenfeuhâ şefâatun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).

Kimseden kimseye bir şey ödenmediği ve onlardan bir fidye (bedel) kabul edilmeyeceği ve kendilerine şefaatin fayda vermeyeceği ve onlara yardım olunmayacağı bir günden sakının.




Ne zaman Kur’ân-ı Kerim’i öğreneceksiniz? Allahû Tealâ diyor ki Mu’min Suresinin 7. âyet-i kerimesinde:

40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke ve kıhim azâbel cahîm(cahîmi).

Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve Senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”



“Arşı tutan melekler ve onların etrafındaki kişi (devrin imamı), bazı insanlar için Allah’tan mağfiret talebinde bulunurlar (yani günahlarının sevaba çevrilmesi talebinde bulunurlar). ‘Ya Rabbi!’ derler, ‘Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Biz senin için devamlı zikir yaparız.’ Ve kim tövbe eder de (bir mürşidin önünde tövbe eder de) Senin yoluna girerse Sen, onlara mağfiret eyle. Onların günahlarını sevaba çevir.”

İşte bu, şefaattir. VeAllahû Tealâ Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesinde: “Kim tövbe eder de mü’min olursa (bu îmânı artan bir mü’mindir) ve nefs tezkiyesine başlarsa Biz, onların seyyiatlerini (günahlarını) sevaba çeviririz (hasenata çeviririz).” diyor Allahû Tealâ.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).



Tam aksine Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şefaatinin geçerli olduğunu ve bu geçerliliğin açık bir şekilde Nisâ-64’te yer aldığını görüyoruz. Açık olarak Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bahsediyor. Ama kıyâmet günü bir şefaatin mevcut olmadığını söylüyor Allahû Tealâ.

74/MUDDESSİR-48: Fe mâ tenfeuhum şefâatuş şâfiîn(şâfiîne).

Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda sağlamaz.

2/BAKARA-254: Yâ eyyûhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah(şefâatun), vel kâfirûne humuz zâlimûn(zâlimûne).

Ey âmenû olanlar! İçinde, ne bir alışverişin ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatin bulunmadığı gün (kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin (Allah için verin). Ve kâfirler, onlar zâlimlerdir.



“Kıyâmet günü,” diyor, “hiç kimsenin şefaati hiç kimseyi kurtaramaz.”

Söylediğimizi yalan karıştırarak, hakkımızda dedikodu konusu etmeyin.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
600’lü yıllarla 2000’li yıllar arasındaki İslâm dîni anlayışındaki farklılaşmanın nedeni nedir?

CEVAP: Nedeni iblistir (şeytandır). Biliyorsunuz, şeytan Allahû Tealâ’ya diyor ki Allah’ın onu huzurundan kovması üzerine:

Âdem (A.S)’a secde etmiyor. Bunun üzerine Allahû Tealâ huzurundan kovuyor iblisi. İblis diyor ki:

“Bana kıyâmet gününe kadar izin verir misin Allah’ım?” Allahû Tealâ da diyor ki: “Sen müsaade verilmişlerdensin.” İblis de diyor ki: “Ya Rabbi! Ben o Âdemoğullarının hepsini, pek azı hariç olmak üzere hepsini kendime bağlayacağım. Onların Sıratı Mustakîm’leri üzerine çıkacağım, oturacağım. Sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından onların sana ulaşmalarına mâni olacağım. Onların hidayete ermelerine mâni olacağım. Pek azı hariç hepsini kendime bağlayacağım.”

7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).

(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.

7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).

(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.

7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).

(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.

7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).

Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.



Şimdi Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de diyor ki Hicr Suresinde:

15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnâz zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).

Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim’i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.



“Bu Kur’ân’ı Biz indirdik ve onun muhafızı Biziz Biz.”diyor Allahû Tealâ. Yani: “Bu Kur’ân-ı Kerim'i kimseye elletmeyiz.” diyor. “Kimse Kur’ân-ı Kerim’i değiştiremez.” diyor Allahû Tealâ.

İblis de Kur’ân-ı Kerim’i değiştiremeyeceğini çok iyi biliyor. Ne yapması lâzım? Kur’ân-ı Kerim’i unutturması lâzım. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, sahâbenin muhtevasını bütünüyle veriyor. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, İslâm’ın 7 tane safhasının da farz olduğunu söylüyor. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, bütün sahâbenin İslâm’ın 7 safhasını da bütün farzları da yaşadığını, irşad makamına çıktığını, tâbiînin ensara ve muhacirîne tâbî olduğunu söylüyor.

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.



Sevgili kardeşlerim, tâbiiyet, gerçek mürşidlere yapılması lâzım gelen bir tâbiiyettir. Mürşidi de Allah seçer.

16/NAHL-9: Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câirun, ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).

Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.



“alâllâhi kasdus sebîli.” diyor.

Şimdi böyle bir dizaynda gördüğümüz şey ne? Bütün sahâbe Kur’ân’daki farzları yaşamışlar. 7 safha da farz. 7’sini de gerçekleştirmişler. Ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmişler. Her biri Kur’ân âyetleriyle sabit.

14 asır sonra şu anda bakın bakalım, dîn âlimleri sizlere sesleniyorum, bakın bakalım durumunuza. İslâm’ın 7 tane safhasını biliyor musunuz evvelâ? Bırakın tatbik etmesini, o 7 safhayı biliyor musunuz? Bu 7 safhanın 7’sinin de farz olduğunu biliyor musunuz Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayarak? Ve onları sizin yerine getirmediğinizi ve İslâm’ın 5 şartıyla kurtuluşa ulaşacağınızı zannettiğiniz doğru değil mi? Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimsenin Allah’ın cennetine girmesi mümkün değil. Sizlere bunu defaatle ispat ettik.

Bunu niçin yaptığımızı zannediyorsunuz? Hayatımızı bu kadar çileli bir hayat haline getirmenin mânâsı var mı? Hepinizin saldırılarına muhatap olmak, hayatımızı sizlerin saçma sapan suallerinize cevap vermekle geçirmek ve gene de sizleri kurtaramamak. Anlamıyor musunuz, biz hayatımızı sizlerin kurtuluşuna adamışız. Allah bizi vazifelendirmiş. Size Kur’ân’daki bilmediğiniz hakikatleri anlatıyoruz. Siz hâlâ uyuyorsunuz. Sadece uyusanız çok önemli değil. Şimdi iblisin ne yaptığına bakın: Kur’ân-ı Kerim’i değiştiremeyeceğini bilen iblis, Kur’ân’ı unutturmak için harekete geçiyor ve 14 asırda bunu kesin olarak başarmış durumda. Artık Kur’ân unutulmuş. İnsanlar hadîslere ve âlimlerin yazdığı kitaplara dayalı bir dîn anlayışı kurmuşlar kendilerine. Şimdi konunun can alacak yerine geliyorum; bu dîn anlayışının içerisinde bugün bizim anlattığımız standartların dışında yaşayan herkes için İslâm dînini yaşamak asla söz konusu değildir. Onlar İslâm’ı yaşamıyorlar.

İslâm’ı yaşayan sahâbeydi. Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayarak 7 safhayı da yaşadılar. Hepsi de farz. Biz size unuttuğunuz bu farzları hatırlatıyoruz, siz arkanızı dönüyorsunuz. Şeytan, hep bizim kişiliğimiz hakkında ve de Allahû Tealâ’nın bize verdiği isimler hakkında sadece insanları şüpheye düşürmeye çalışıyorsunuz. Niçin yaşıyoruz biz? Sizler için değil mi sevgili kardeşlerim? Sizleri kurtarmak için hayatımızı vakfetmiş değil miyiz? Kim söylediklerimizin aksini söyleyebilir ki? Bu, bize karşı olanların hiç birisi Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Hepsinin gideceği yer cehennem. İslâm’ın 5 şartıyla kurtuluşa ulaşacaklarını zannediyorlar. Farz olan zikri yapmıyorlar. 6. şart yok.

Şimdi İslâm, hedeflerden oluşur. İslâm, bu hedefleri gerçekleştirmek için vasıtalardan oluşur. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehâdet getirmek birer vasıtadır. İbadetlerin hepsi vasıtadır. Şeytan bu vasıtalardan en önemlisini, bu 5’inin toplamından daha fazla değer kazanan, değeri olan nefs tezkiyesini sağlayabilecek olan yegâne unsuru; zikri devreden çıkarmayı başarmış 14 asırda. Kim aksini iddia edebilir? Zikir de farz. Çok zikir de farz. Daimî zikir de farz. 2 defa ispat ettik size bugün bunu. Ve sizler zikir yapmıyorsunuz. Ve zikir, farzların arasında yok. İblisin nasıl bir oyun oynadığının farkında değil misiniz? Kur’ân farzlarını gözünüzün önünde çalıyor. Sürmeyi gözünüzden çalıyor, hiç sesiniz çıkmıyor. Size bunları hatırlatan, bunları öğreten kişiye çatıyorsunuz. O zaman düşünmüyor musunuz, biz bunları nereden öğrenmiş olabiliriz? Daha Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda tagutun kulu olmaktan, şeytanın kulu olmaktan kurtuluyorsunuz, Allah’ın kulu olmak şerefine eriyorsunuz. Ve size bunları öğreten kişiye negatif, olmayacak istinatlarda bulunuyorsunuz.

Sonuca ulaşıyoruz sevgili kardeşlerim: Kur’ân bir bütündür ve bütün insanları 7 kurtuluşun, 7 kat cennetin 7’sine de ulaştıracak olan bütün hükümleri muhtevîdir. Ve bunların hepsi şu anda unutulmuş durumdadır. Eğer biz bunları size anlatmasaydık şu anda üniversitelerde okuduğunuz dîn ilmiyle bunlardan hangisine sahip olabilirdiniz? Hangi babayiğit karşıma çıkıp da bunun cevabını verebilir bana?

“2000’li yıllar arasında 600’le İslâm dîni anlayışındaki farklılaşmanın nedeni nedir?

Bunun cevabını verdik.

“En büyük nedeni insanlık misyonunun değişmesi mi yoksa zihniyetleri yönlendirecek unsurların olmaması mı?”

Asıl sebep sevgili kardeşim, Kur’ân’ın unutulması. 14 asır evvel İslâm, Kur’ân’la yaşandı. Bugün Kur’ân, sadece rafa asılı bulunan bir kitaptır. Birisi öldüğü zaman arkasından Yâsîn okumak için kullanılır. Oysaki Kur’ân-ı Kerim, bir hayat kitabıdır.

Bir dinleyicimiz:

SORU:
“7 vakit namazı nasıl kılıyorsunuz, anlatır mısınız?” diyor.

CEVAP: Sabah namazından sonra, sabah namazıyla öğle namazı arasında 2. namazımızı kılarız. Bunun adı kuşluk sünnetidir. Sonra öğlen namazı; 3 oldu.
Namazları sizin gibi kılarız. Zaten bizim namazı nasıl kıldığımızı bize niye soruyorsunuz ki? Camide namazları kılıyoruz ve bilgisayarda yayınlanıyor. Bakın namazımıza, nasıl kıldığımızı kendiniz görün.

Öğle namazından sonra ikindi namazı kılıyoruz, sonra akşam namazı, sonra yatsı namazı. Gecenin normal zamanlarda 12’sinden sonra şu anda saat 1, o, 1 saat ileri alındığı için saatler, saat 1’den sonra da teheccüd namazı kılıyoruz. Tam sahâbenin yaşadığı İslâm’ı yaşıyoruz. Bunun için de Allahû Tealâ’ya çok hamd ediyor, çok şükrediyoruz.

E. K. diyor ki:

SORU: Muhterem Efendimiz, hürmetle ellerinizden öpüyorum. Biz âyetlerden bahsedip bu âyet şunları anlatıyor dediğimiz zaman, “Bu âyetleri, bu yol, bu grup üzere hazırlanmış.” diyorlar. Ne buyurursunuz?

CEVAP: Açık bir şekilde şunu görüyoruz sevgili kardeşlerim: İslâm’ın hakikatleri Kur’ân Türkçeleştirmelerinde tamamen gizlenmiştir. Alın kitabımızı, bir gözden geçirin bakalım. Hidayet âyetlerindeki o örtüşü teker teker tespit edin. Allahû Tealâ hidayetten bahsediyor. Hidayet, insan ruhunun Allah’a o kişi hayattayken ulaşmasıdır. Ama bizim bütün âlimler… O kitabı alın inceleyin; hidayetin gizlenerek insanların cehenneme girmesini oluşturan âyetlerin gizlenmesi, âyetlerdeki, hidayet âyetlerindeki mânânın gizlenmesi.

Sevgili kardeşlerim, bir tek misal verelim. Allahû Tealâ diyor ki Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesinde:

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.



“vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).”

 

“vellezîne: Ve onlar.”
“yasılûne: Vâsıl ederler; ulaştırırlar.”
“mâ: Şeyi.”
“emerallâhu: Allah’ın emrettiği şeyi.”
“bihî: O’na.”
“en yûsale: Ulaştırılmasını.”

“Ve onlar, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (yani ruhlarını) Allah’a ulaştırırlar.” Âyet-i kerime bu.

Şimdi evinizdeki hangi Kur’ân-ı Kerim varsa ona gidin bakın. Alın notunuzu buraya; Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesi.

“Onlar,” diyor,“akrabalık bağlarını kuvvetlendirirler.”
“Onlar, Allah’ın emirlerini yerine getirirler.”
“Onlar, sıla-i rahim yaparlar. Dostlarını ziyaret ederler.”

Sevgili kardeşlerim, hiç birisi: “Ve onlar, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar (O’na ulaştırırlar).” dememiş.

Türkiye’de 23 tane Kur’ân-ı Kerim satılıyor. Hepsini teker teker inceledik, o kitaba yazdık ibret için. Açın bilgisayarlarınızı, oraya bakın. Sahtekârlığı göreceksiniz. “Bu yol, bu grup için hazırlanmış.” diyorlarmış. Allahû Tealâ’nın âyetleri, özellikle hidayet âyetleri gözümüzün önünde özellikle örtülmüşse yapacağımız şey elbette onları açıklığa kavuşturmaktır, kelime kelime. Bu konuda hiç kimse karşımıza çıkıp da bu yanlıştır diyemedi bugüne kadar. Varsa aranızda böyle birisi, şimdi söylesin. Şimdi cevaplaşalım.

Bir başka soru:

SORU:
Recep ayında oruç tutup namaz kılan, Allah’ı bilip daha çok saygı göstermek, Allah için sadaka vermek, Allah’ın ayı olduğunu söyleyerek bu yönde ibadetini arttıran, Allah o kişiyi cennetine kor. Ve o sülaleden 70 kişiyi de cennete kor.” diyorlar. Bu konuda ne buyurursunuz?

CEVAP: Eğer bu kişiler Allah’a ulaşmayı dilememişlerse hiçbir zaman, hiçbir şekilde Allah’ın cennetine giremezler. Hayallerle uğraşıyorsunuz. Hurafelerle uğraşıyorsunuz. Kur’ân’a bakın. Hakikat, Kur’ân’ın içindedir.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Benim sorum şu: Herkesin gittiği sohbetler başka başka. Benim kendime göre istediğim eğer yanlış değilse ne olur birimiz hepimiz, hepimiz birimiz olsak?

CEVAP: Ah, ne olur böyle olsak? Bizim de tek istediğimiz şey bu. Allah’ın doğrularını şöyle karşılıklı oturup bir tezekkür etmek, hiçbir zaman nasip olmadı normal standartlarda.

Sevgili kardeşlerim, bütün üniversitelere konferans verelim diye talepte bulunduk. Sadece iki üniversite kabul etti. Bir, İzmir Üniversitesi, orada konuştuk. Ve hiç itiraz edilmedi. Sonra Erzurum Üniversitesi kabul etti, oraya gittik. Orada bir kısmı kabul edilmedi söylediklerimizin. “O zaman” dedik, “bu akşam beraber olalım.” Sabaha kadar o kardeşlerimizle beraber olduk. Sabahleyin oradan ayrıldığımız zaman aramızda Kur’ân üzerinde hiçbir farklılık kalmamıştı sevgili kardeşlerim. Geri kalan üniversiteler bizi kabul etmediler. Diyanet İşleri Başkanları’ndan sadece bir tanesi kabul etti. Hiç unutamam, Yazıcıoğlu. Ve ona 3 saat süreyle Allah’ın sohbetini yaptık. Sonunda da bize dedi ki: “Ben Kelâmcıyım. Aslında bütün bu söylediklerinize itiraz etmem lâzım. Ama siz bana hurafeleri anlatmadınız, siz bana Kur’ân’ı anlattınız. Bu benim için bir büyük zevkti.” diyor.

Sevgili kardeşlerim, aklı başında olan birçok insanın yaşadığını biliyoruz. Bir kısmı sözlerimizi inceledikleri zaman, onlara gönderdiğimiz ihtarı inceledikleri zaman hepsinin doğru olduğunu kesin olarak kabul ediyor. Bir kısım aklı evvellerse öğrendiklerinin doğru olduğu konusundaki zanları o kadar kuvvetli ki incelemek gereğini bile duymuyor adam. “Bu ukala da kim?” diyor.

Biz de hepimizin bir, birimizin hepimiz için olmasını isteriz. Hepimiz bir çatı altında birleşsek ne kadar isterdik. Meselâ böyle bir forum yapsak, hepimiz iştirak etsek, Allah’ın doğrularını karşılıklı konuşsak, tartışsak. Hayır, insanlar bizimle Allah’ın doğrularını tartışmak istemiyor. Herkes bizim kimliğimizi tartışmak istiyor. Şeytanın buradaki hilesini görebiliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Kur’ân-ı Kerim’de açıkça hangi resûl olduğumuz, hangi şartlar içinde Kur’ân’da var olduğumuz kesin olarak anlatılmış olmasına rağmen insanlar ona kulp takmakla meşguller.

Allah’a şunun için hamd ediyoruz şükrediyoruz ki; Ceviz Kabuğu rezaleti 60 milyon insanın huzurunda cereyan etti. O insanlar bizim şeytan tarafından öğretilmiş olan, üstelik de deli olan birisi olduğumuzu iddia ettiler. Ve de öyle bir beraberlikti ki 4 profesörle bizim cevizoğlucevizin beraberliği, Türkiye’deki kamuoyu, bizim şeytan tarafından vahiy aldığımıza, onun tarafından öğretildiğimize, deli olduğumuza inandılar. Ve o devrede tam 3 defa biz size “Allah’a ulaşmayı dileyin.” ihtarında bulunduk. Ve hiç kimse o ihtarları duymamış gibi bugün. Hâlbuki bizim orada var oluş sebebimiz oydu. Sadece hepinize Allah’a ulaşma dileğinin olmadığı takdirde gideceğiniz yerin cehennem olduğunu, dalâlette kalacağınızı, küfürde olduğunuzu anlatabilmekti. Sonra bizden ne kadar yüz çevrildiğini, bugünlerde hakkımızda yapılan iftiralardan rahatlıkla anlayabilirsiniz. Ve de ibret almadınız. Büyük çoğunluk sözlerimizden ibret almadı. Duhân Suresi, bu 4 unsurdan bahsediyor: “O Resûl’ün,” diyor,“sözlerinden ibret alınmayacak.” diyor.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).

Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).

Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.



“Onlar, o Resûl’ün sözlerinden ibret almadılar. Resûl’e deli dediler.” diyor, “Öğretilmiş dediler.” diyor,“Ve şeytandan vahiy alıyor, şeytan tarafından öğretilmiş dediler.” diyor. “Ve ondan yüz çevirdiler.” diyor.

Bu kadar düşmanlık, bizden yüz çevrildiğinin kesin işareti değil mi sevgili kardeşlerim? Her biri o resûlün biz olduğumuzu ispat ediyor. Biz diyoruz ki; Kur’ân’ı terk etmiş herkes, Kur’ân’ı raflara asmış.

Allahû Tealâ, Furkân Suresinin 27, 28, 29, 30. âyet-i kerimelerinde bizden bahsediyor:

25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).

Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).

Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).

Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).

Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.



Öyleyse niçin ayrıyız sevgili kardeşlerim? Bu kardeşimiz çok güzel bir konuyu işlemiş:

“Hepimiz bir çatı altında birleşsek.”

Zaten çatı tek; Kur’ân çatısı.

“O tarikat bu tarikat değil de sadece Allah C.C.’nin önder olduğu bir birliktelik istiyorum.”

Tarikatların birbirinden ayrılığı yok aslında. Hepsi Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a doğru yolculuk yaptıklarını düşünüyorlar. VeAllahû Tealâ’nın emri de odur. Sıratı Mustakîm üzerinde oldukları için bir ayrılık yok. Hepsi bir, beraber sayılırlar.

“Ben Allah’ıma âşığım. İnşaallah hayranlığa da geçerim.”

İnşaallah.

“Ama hep beraber olalım. Gelin şuraya gidelim dediğinizde, tabiî geliriz diyenlerden olalım. Senin yol, benim yol olmasın. Hep beraber Allah’a ulaşalım. Âmin.”

Hep beraber Allah’a ulaşalım. Âmin diyoruz biz de. Zaten sevgili kardeşlerim, insanlar Allah’a ulaşmayı diledikleri zaman Allah’tan soracaklar mürşidlerini. Allah gösterecek hepsine. O zaman insanların ulaştığı her mürşid, hak mürşiddir.

Bir dinleyici: “Benim sorum şu…”

Bandırma’dan G. F. diyor ki:

Deminki suali tekrar okumuşum: “O tarikat bu tarikat değil de ben aynı tarikat istiyorum.”

Ondan sonraki sual Bandırma’dan G. F:

SORU:
Ben Bandırma’nın E. köyündenim. Efendimiz, Esma-ül Hüsnâ’yı çekerken Allah diyeyim, kulağımın sesini kulağım duyuyor. Kulağımı kaynar suya sokmuşum. Allahû Tealâ yakmadı. Bunların sırrı nedir?

CEVAP: Allahû Tealâ’nın sırrı o. Yakmamışsa mutlaka Allahû Tealâ’nın bir hikmetini senin üzerinde göstermesi söz konusu, Allah’a daha çok bağlanman için. Hayır olsun. Hayırlı olsun inşaallah.

“Senin dualarını, beyimin ve çocuklarımın hidayete kavuşması dualarını dilerim.”

Hepiniz için dua ederiz inşaallah. Allah razı olsun.

Bir dinleyici:

SORU:
Said-i Nursi Hazretleri’nin söylediği: “Zaman tarikat zamanı değil, îmânı kurtarma zamanıdır.” sözünü açıklar mısınız?

CEVAP: O sözü söyledikten sonra Said-i Nursi Hazretleri, kendisi tarikatın içinde olmuştur. Ve etrafındaki herkesin ona tâbî olduğunu biliyoruz. Bize böyle söylüyorlar. Ama ondan sonra tâbiiyet müessesesi yok artık, Nur cemaatinin arasında. Bu da bizi gerçek anlamda üzüyor.

Sevgili kardeşlerim, en büyük hatanız Kur’ân-ı Kerim’i devre dışı bırakıp, A ne söylemiş, B ne söylemiş, C ne söylemiş diye insanların söylediklerine bakmak. Said-i Nursi Hazretleri’nin yüzden fazla kitabı var. Onları okudunuz mu? Sadece bunun üzerinde duruyorsunuz.

Ankara’dan bir bayan öğrencimiz diyor ki:

SORU:
Hürmetle ellerinizden öperim. “Biz Kimiz” isimli programınızdaki açıklamalarınızdan sonra bizim diğer insanlarla ilişkilerimiz ne olmalı?

CEVAP: Saygılı ve samimi olmalısınız. O insanlar bizi sevmeyebilirler ama unutmayın ki onlar, şeytanın kontrolü altındalar. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes tagutun kuludur. İşte Allahû Tealâ açık ve kesin olarak söylüyor, Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!



“vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi: Onlar (yani sahâbe) taguta kul iken Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler) ve Allah’a kul oldular. Onlara müjdeler vardır.” diyor Allahû Tealâ.

Neden Allah’a kul oldular diyoruz? Çünkü diyor: “Kullarımı müjdele.”

Taguta kul olmaktan kaçınmışlar, kendilerini kurtarmışlar. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemişler.

“Onlara müjdeler vardır.” diyor Allahû Tealâ ve “Kullarımı müjdele.” diyor.

Taguta kul iken Allah’a kul olmuşlar. İşte herkes için geçerli, şeytana kul olmak yerine Allah’a kul olmak. Hep böyle olmalı diye düşünüyoruz.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Hangi âyette olduğunu hatırlayamıyorum şu an, Peygamberimize vahyettiğini, Musa’ya vasiyet ettiğini belirtiyor. Vahiy ile vasiyetin neyi anlattığını belirtiyor?” diye sormuş kardeşimiz.

CEVAP: Bu söylediği, Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).



Allahû Tealâ gerçekten: “Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e indirdiğimizi,” diyor, “sonra da Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya verdiğimizi sana da vahyetmek suretiyle size de şeriat kıldık.” diyor. “Onların şeriatını; hepsinin şeriatı tek şeriattı.” diyor, “Hz. Nuh’un, Hz. İbrâhîm’in, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın. O şeriatı sana da şeriat kıldık.” diyor. “Sana vahyetmek suretiyle size de şeriat kıldık.” diyor.

Tek şeriat olduğunu söylüyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e vahyediyor. Ama orada vasiyet kullanmamış. “İndirdiğimiz.” demiş Allahû Tealâ. Vasiyet kelimesi bir başka âyette geçiyor; En’âm Suresinin 152 ve 153. âyetlerinde geçiyor.

Allahû Tealâ diyor ki:

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).

Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.



“Allah’ın ahdini ifa edin. İşte bu Sıratı Mustakîm’dir. Sıratı Mustakîm’e tâbî olun. Sakın Sıratı Mustakîm’in dışındaki fırkalardan herhangi birine tâbî olmayın ki o zaman fırkalara ayrılmış olursunuz. Ve Allahû Tealâ size bunu vasiyet ediyor ki bununla takva sahibi olasınız diye.”

Allah’ın vasiyetiyle Allah’ın ahdi aynı hüviyette ve bu hüviyetteki müessesede ruhun, vechin  (yani fizik vücudun), nefsin ve iradenin Allah’a teslimi var.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU: “Öncelikle bu muhteşem ziyafeti bize bahşettiği için Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd eder, şükrederiz. Denizli’den kardeşlerimizle buraya gelebildiğim ve diğer şehirlerden kardeşlerimizle de burada kucaklaşabildiğim için ayrıca mutluyuz. Hep beraber sizinle olduğumuz için çok çok mutluyuz.” Denizli’den M. G. “Muhterem Efendimiz, müsaadenizle bir sorum olacak: Engeller insanlara ne zaman konur, ne zaman alınır? Doğuştan var mıdır?

CEVAP: Allahû Tealâ, engeller konusunda Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerinde diyor ki:

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).

Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.



“Habîbim! O kâfirler için sen söylesen de söylemesen de birdir. O kâfirler mü’min olmazlar. Böyle olduğu için de Biz, onların görme hassaları üzerine (basar isimli görme hassalarının üzerine) gışavet isimli bir perde koyarız,” diyor, “bir engel koyarız.” diyor. “Onların,” diyor, “sem’î isimli işitme hassalarını mühürleriz.” diyor (daveti kabul etmedikleri için). “Ve” diyor, “onların kalplerini de mühürleriz.”

Câsiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde de aynı şeyi söylüyor Allahû Tealâ.

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?



“Habîbim! O hevalarını kendilerine ilâh edinenleri görüyor musun? Allah, onları onların ilimleri üzere dalâlette bırakır.”

İşte şimdiki ilim sahibi olduğunu zanneden zavallılar gibi; ilim üzere dalâlette bırakılanlar.

“Allah, onların basarları (görme hassaları) üzerine gışavet isimli bir perde çeker. Onların işitme hassalarını mühürler, kalplerini de mühürler.” diyor Allahû Tealâ.

Tebliğle birlikte vücuda geliyor olay. Tebliğe muhatap olan kişi, ya hiç aldırmıyor ve etkilenmediği için, aldırmadığı için Allahû Tealâ engeller koyuyor.

Peki, bunun ötesi? Bunun ötesi, kişinin karşı çıkması hali. Karşı çıkanları da İsrâ Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde anlatıyor Allahû Tealâ.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).

O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.



“Habîbim! Sen, Kur’ân’ı tek tek, Allah’ın tekliğini zikrederek onlara tilâvet ettiğin zaman (okuduğun zaman, kıraat ettiğin zaman) o Allah’a ulaşmaya inanmayanlarla senin arana hicab-ı mesture koyarız (yani onların gözleri üzerine hicab-ı mesture adlı bir perde koyarız). Onların kulaklarına vakra koyarız; seni işitemesinler diye. Onların kalplerine ekinnet koyarız; seni idrak edememeleri için. Sen sözlerini bitirdiğin zaman onlar, nefretle arkalarını dönerler.” diyor Allahû Tealâ.

Karşı çıkanlar, reddedenler; onların kalpleri, kulakları ve gözleri Allahû Tealâ tarafından kapatılıyor. Kime karşı? İrşad makamına karşı.

İşte bu kadar insanın bizi tanıyamaması, görememesi, idrak edememesi bu sebebe dayalı sevgili kardeşlerim. Bu iki olay da tebliğle birlikte oluşur. Ya kişi karşı koyar veya koymaz, kayıtsız kalır. Bir de kendileri Allah’ın yoluna girmedikleri gibi başka insanları da Allah’ın yolundan çevirmeye çalışanlar var. Onlarsa Allah’ın yolundan alıkoyanlar. Onlar sadece kendi günahlarından sorumlu olmayacaklar. Omuzlarına aldıkları vebalin karşılığını da ödemek mecburiyetindeler. Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).

Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.



“Onlar ki bunca kitapla insanlara anlatmamıza rağmen (açıklamamıza rağmen) hidayeti ketmederler; gizlerler. Allah da onlara lânet eder, lânet edenlerin de hepsi lânet eder.”

Şu anda aynı durumu yaşıyoruz sevgili kardeşlerim. Biz, size hidayeti açıklıyoruz. İnsanlar hidayeti doğru yol diye bir rafa kaldırmışlar.

Hidayet; insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasıdır. Ve hidayet ne yazık ki gizlenmiş. O kitabı mutlaka okumalısınız bilgisayardan. Download edebilirsiniz. Her şey orada.

Engeller insanlara lakayt kalırlarsa, kayıtsız kalırlarsa hassalar; karşı çıkarlarsa uzuvlar üzerine engeller koymak suretiyle tahakkuk eder. Ama hemen arkasından Allahû Tealâ, birincilere yani hassalara engel koyduğunun arkasından, uzuvlarına da engel koyuyor kişinin. Uzuvlarına da engel koyduklarına, Allahû Tealâ’nın yoluna girmedikleri sürece arkadan mutlaka hassalarına engeller de geliyor.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Ben tasavvufu dış dünyadaki insan ilişkilerinde yaşıyorum. Fakat ev içerisinde annem ve babamla olan ilişkilerimde yaşayamıyorum. Annemle babama nasıl davranmamı önerirsiniz?

CEVAP: Onlarla da aynı şeyi yaşamanı öneririz. Onlar, senin annen ve baban. Onlara çok saygı göstermek mecburiyetindesin. Onları çok sevmelisin. Senin dünyaya gelmende onlar vasıta oldular. Ve onları sevgiyle bağrına basmalısın.

“Babam, Allah sohbetlerini ve hizmetleri gereksiz görüyor.”

Olabilir. Onun fikri.

“Annem tasavvufta. Fakat onunla da hizmetlerde anlaşamıyorum.”

Anlaşmalısın.

“Her şeyi kendisinin istediği gibi yaptırmak istiyor.”

Anlaşılan henüz nefsinin afetlerinde tahakküm var ve sana tahakküm ediyor.

“Ya da program değişiklikleri yapıyor. Yaptığım hiçbir şeyi beğenmiyor. Her ikisini de mutlu edemiyorum. Allah için olmak dışında başka bir hedefim yok şu anda. Hayatımda sorunları aşamıyorum. Nasıl davranmalıyım?”

En iyi davranışlarla davranmalısın. Onlarla konuşurken zikretmeye çalış içinden. O zaman Allahû Tealâ’dan rahmet, fazl ve salâvât geleceği için kalbine, onlara karşı öfkelenemezsin. Huzursuz da olmazsın. Onlarla beraberken kalp zikri yap inşaallah.

“Annem sohbetlere gelmek istemiyor.”

İstemiyorsa onu kendi haline bırakmak mecburiyetindesin. Davet edersin. Gelirse gelir, gelmezse o zaman ısrar etmen doğru olmaz.

Bir dinleyici:

SORU:
Görevlerimi yapamadığımda tekrar biat etmem gerekiyor mu?

CEVAP: Hayır gerekmiyor. Görevlerini yapamazsan bu yolda yavaş ilerlersin.

SORU: Amerika’dan ne zaman geleceksiniz?

CEVAP: Allah’ın emrettiği zaman.

“Eşimin Allah yoluna girebilmesi için dua eder misiniz?”

Dua ederiz inşaallah.

SORU: Sizinle birlikte bu yolda nasıl mücadele edebiliriz?

CEVAP: Kalbî mücadeleniz söz konusu olur. İnsanlara anlatabilirsiniz Allah’ın güzelliklerini. İnsanları anlamak çok kolay değil. İnsanlar var, onları ateşe çağırıyor, onlara itaat ediyorlar. İnsanlar var, onları Allah’a ve Allah’ın cennetine çağırıyor, onlara düşman oluyorlar. O düşman oldukları bizleriz. İblisin tuzağındaki korkunçluğu görebiliyor musunuz sevgili kardeşlerim; insanları nasıl alet ediyor, insanları hidayetten uzaklaştırabilmek için.

Bursa’dan D. A:

SORU: Sevgili Efendimiz ellerinizden sevgiyle hasretle öperiz. Birinci soru: Bir tebliğe muhatap olunmaksızın bir kişi Allah’a ulaşmayı dileyebilir mi? Açıklama yapabilir misiniz?

CEVAP: Tebliğe muhatap olmuyorsa bilmez ki. Nasıl yapacak? Yapması mümkün değil. Mutlaka tebliğ olmalı ki o kişi Allah’a ulaşmayı dilesin. Bugün o Ceviz Kabuğu’ndaki gece, olayı izleyen 60 milyona yakın insana biz açık bir şekilde üç defa Allah’a ulaşmayı dilemelerini tebliğ ettik.

“Muhatap olunmaksızın Allah’a ulaşmayı dileyebilir mi?” diyor.

Dilemek istiyorsa diler tabiî. Ama nasıl dileyecek eğer bilmiyorsa? Sevgili kardeşlerim, tebliğ herkese mutlaka yapılmıştır. Hiç kimseye yapılmaması mümkün değildir. Çünkü Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesi; cehenneme giren herkese şöyle bir sual soruluyor:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).

Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.



“Size Allah’ın Resûl’ü gelip de: ‘Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, gideceğiniz yer cehennemdir.’ tarzında bir ihtarda bulunmadı mı? Size Allah’ın âyetlerini okuyarak buraya, cehenneme geleceğinizi söylemedi mi size Resûl?” diyor. Ve cehenneme insanların %90’dan fazlası gidecek. Hepsi de “Evet.” diyorlar, “Bize Resûl geldi.”
Öyleyse Resûl’e muhatap olmayan kimse olamaz. Tebliğ mutlaka herkese yapılır, hiç istisnasız.

SORU: Daha önce tebliğe muhatap olmayan bir insana Resûl’ün tebliğiyle Allah’a ulaşmayı dilediği anda engel koyma açısından nasıl değişiklik meydana gelir?

CEVAP: Eğer tebliğe muhatap olmamışsa o kişi evvelce, Allahû Tealâ onun kalbindeki ekinneti alır ve ona, onun kalbine ihbat koyar. Yaptığı şey o kadardır. Ama o kişinin tebliğe muhatap olmadığını kabul etmek çok zor bir olay. O olayı unutmayın.

Bodrum’dan S. kardeşimiz diyor ki:

“Size olan sevgimiz ve saygımızdan kelimeler kifayetsiz kalıyor. Her şeyin doğrusunu, gerçeğini sizden öğrendim. İyi ki varsınız. Bu kıymetli konferanslarınızın Bodrum’da yapılması ve her konudaki kıymetli dualarınızı bekler, ellerinizden hürmetle öperiz.” S. diyor.


İnşaallah S. Allah nasip ederse orada da bir konferans vermeyi elbette isteriz. Orada ilgilenirseniz, bu konuda bir şeyler yaparız inşaallah.

Bir dinleyici diyor ki:

SORU:
Mehdilik ilan eden, mehdiyim diyen birçok insan var. Bunların cevabını nasıl vermeliyiz?

CEVAP: Bu mehdilik ilan eden insanlara, onların Kur’ân bilgisini ölçmek suretiyle cevap vermek lâzım. Allahû Tealâ mehdi olarak vazifelendirdiği kişiye önce Kur’ân’ı öğretir, hidayeti öğretir. Ve mehdi, hidayete erdiren demektir. Hidayete erdirmesi için hidayetin ne olduğunu bilmesi lâzım. Allahû Tealâ, bize Risalet Nurları’nı indirmeye başladığı zaman bizim hidayetten haberimiz bile yoktu. Hidayeti, herkes gibi doğru yol olarak biliyorduk. Ve bize hidayeti Allah öğretti; sizlere hidayeti öğretmemiz için.

SORU: “Uzay ve Big-Bang ile ilgili bir şeyler anlatır mısınız?” diyor kardeşimiz.

CEVAP: Sevgili kardeşlerim, Big-Bang, büyük patlama, Enbiyâ Suresinin 30. âyet-i kerimesinde anlatılıyor. Diyor ki Allahû Tealâ:

21/ENBİYÂ-30: E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).

İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?



“Evvelce gökler ve yerler bir idi. Sonra Biz, onları mekânlarından kopardık ve dağıttık (patlattık; mekânlarından kopardık) ve kâinatı böylece yarattık. O kâfirler hâlâ inanmazlar mı?” diyor.

Ne olmuş? Zaman başlamış. Bir noktadan ayrılan ve uzayın devreye girmesiyle kâinatı oluşturan bir bütün. Ve partiküller, gezegenleri oluşturuyor, gezegenlere de Allahû Tealâ hareket enerjisi veriyor; kinetik enerji. Ve gezegenler birbirinden ayrılarak bu insan vücudu şeklindeki kâinatı büyütmeye devam ediyor. Şu anda da kâinat hâlâ büyümekte. Kıyâmete kadar bu büyüme devam edecek, kinetik enerji devam edecek. Kinetik enerjinin bittiği gün büyüme duracak, zaman da duracak ve gravitasyon başlayacak (yer çekimi). Böylece bütün güneş sistemleri birleşecek. Evvelâ güneş sistemleri, kendi içindeki gezegenleriyle birleşecek. Güneşin etrafındaki peyklerle birleşecek. Sonra bu güneşlerin birleşmiş hali, diğer güneşlerle birleşecek. Neticede de bütün uzaylar kalkarak dünya, o bir tek noktaya, kâinat, o bir tek noktaya tekrar geri dönecek. Başlangıç ve sonuç. Allah razı olsun.

SORU: Ölülerimize nasıl dua etmeliyiz?

CEVAP: Onlara Allahû Tealâ’nın ni’met vermesi için dua edin. Onlar için hatim indirin. Yaşlı olanlara hürmet edin. Onların Allah’a ulaşmayı dilemeleri için elinizden gelen bütün gayreti sarf edin. Ve şu dünyadan Allah’a ulaşmayı dileyerek ayrılmalarını, Allah’ın cennetine gitmelerini sağlamış olursunuz. Allah razı olsun.

SORU: “Büyü hakkında da anlatır mısınız?” diyor kardeşimiz.

CEVAP: Büyü veya Kur’ân-ı Kerim’deki adıyla sihir, şeytanın tuzaklarından bir tanesidir. Ve gerçekten tesirli bir müessese. Kime tesir edebilir? Başının üzerinde bizim ruhumuz bulunmayan herkese tesir edebilir. Tesir, tâbiiyetten sonra kalkar. O noktadan itibaren kimseye ne büyüyle ne hüddamla şeytan bir şey yapamaz. Devrin imamının ruhu, kim Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilerse mutlaka onun başının üzerine gelecektir; kalbine îmân yazıldığı gün. O günden itibaren o kişiye kimse hüddam yapamaz, büyü de yapamaz.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU: Öncelikle hürmetle ellerinizden öperim. Ben görevlerimin hiçbirini yapamıyorum. Dua eder misiniz?

CEVAP: Elbette dua ederiz.

“Efendimiz, dersime başladığım anda içimde bir ses: ‘Hiçbirini yapma.’ diyor. Ne yapmam lâzım? Çok zor durumdayım.” diyor.

Yapman lâzım gelen şey belli değil mi? O şeytanın sesi. Diyeceksin ki: “Sen bana bunları söylemeye devam et. Ama ben görevlerimi yapacağım. Allahû Tealâ bunları farz kılmış. Sadece ara sıra zikri değil, günün yarısından daha fazla zikri de farz kılmış.” diyeceksin. “Daimî zikri de farz kılmış. Sen,”diyeceksin, “çatlasan da patlasan da ben zikrimi yapacağım.” Neticeyi bana da bildir. Allah razı olsun.

A. G. diyor ki:

SORU: İstanbul’dan Bursa’ya konferansınıza geldim. Üç aydır sizi televizyondan izliyorum. Sizlerin zikrine katılmak istiyorum. Ve İstanbul’da sizlerin daha geniş çalışmasına yardım etmek istiyorum.

CEVAP: Bütün misafirlerimizin, kardeşlerimizin başımızın üzerinde yeri var sevgili kardeşlerim. Orada birçok yetkili kardeşimiz zaten var şu anda. Onlara ulaşın ve tâbiiyetinizi gerçekleştirin inşaallah. Ama Allah’a ulaşmayı dilemeyi sakın unutmayın.

Bir dinleyicimiz:

SORU: Hocam, ben Nakşî yani Adıyaman tarikatına gittim. Birincisinde çok güzel günler yaşadım. Ama daha sonra olmadı. Arayış içindeyim. İnşaallah siz olursunuz. Kimden tövbe alınacak? Bursa’dan isim verir misiniz?

CEVAP: Oradaki idarecilere müracaat edin. Birçok isim var orada size tâbiiyet gerçekleştirecek olan. Meselâ Sait Bey var orada, ona ulaşırsınız.

“Tâbî olurken söylenen sözleri açıklar mısınız? Annem sordu, cevap veremedim. Dualarınızı istiyoruz.” diyor.

Bize telefonla ulaşırsanız annenizle beraber, biz ona gerekli şeyleri söyleriz inşaallah. Allah razı olsun.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Furkan herkese aynı seviyede mi verilir, yoksa herkesin kapasitesine göre mi? Bu konuyu inşaallah açıklar mısınız?

CEVAP: Furkan, herkese aynı seviyede verilir. Yani kör olan gözler, sağır olan kulaklar, idraksiz kalpler ve göremeyen görme hassası, işitemeyen işitme hassası, idrak edemeyen kalp herkeste eşit seviyede çalışır hale getirilir. Seviye farkı, bundan sonra kişinin göstereceği gayrete göredir.

“Muhterem Efendimiz, sizi çok ama çok seviyoruz. Mübarek ellerinizden öperim.” İstanbul’dan talebeniz C. B.

Biz de gözlerinizden öperiz. Biz de sizleri çok ama çok seviyoruz. Hele bu kardeşlerimize şu, Allah’ı, Kur’ân-ı Kerim’i tanımayan, bilmeyen o emaniyye bilgilerle kalplerini ve kafalarını doldurmuş o zavallı kardeşlerimizle hemhâl olduğumuz zaman çok üzülüyoruz sevgili kardeşlerim. Onlar sizin gibi değiller. Kafalarındaki o harabeyi yıkıp da Kur’ân hakikatlerini kalplerine yerleştirmeleri lâzım, kafalarına yerleştirmeleri lâzım. Uğraşıları çok kolay değil.

Bir dinleyici:

SORU:
Yazılan Kur’ân meallerinde resûl geçen bütün yerlerde “peygamber” olarak ama Hacc-75 âyetinde melek resûle “elçi” yazmışlar.

CEVAP: Yok, hepsinde peygamber olarak geçmiyor. Bir kısmında elçi de deniyor. Sadece Hacc-75’te değil, başka yerlerde de var.

“Bu onların bu konuyu bilerek gizlediklerini söyleyebilir miyiz?”

Hayır sevgili kardeşlerim, söyleyemeyiz. Gerçekten bilmiyorlar zavallılar, bilmiyorlar. Ve onlara acımaktan başka bir şey yapamazsınız. Akıllarını başlarına toplayamadıkları sürece cehennemden kurtulmaları mümkün değil sevgili kardeşlerim.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Allah, size hayat ve uzun ömür versin inşaallah. Bir gün hak vaki olur da birbirimizden ayrılırsak, biz tekrar mı hacet namazı kılıp mürşidimizi arayacağız?

CEVAP: Tekrar kılmanız gerekmeyecek. Çünkü kıyâmete kadar başlarınızın üzerinde duracak olan bizim ruhumuz.

SORU: Sizden ricam, Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde Hz. Ebûbekir ve diğer halifelerin devrin imamı oluşları nasıl oldu?

CEVAP: Seçimle oldu. Devrin halifeleri seçimle iş başına geldiler. Hz. Ebûbekir; Hz. Ömer’i, Hz. Ali’yi birer tarafına aldı ve dedi ki: “Bu ikisinden birisini seçin.” Ama Hz. Ömer’le Hz. Ali ve Hz. Osman, Hz. Ebûbekir’i seçtiler. Ve hep seçimle geldi halifeler. Ama sahâbe de Allah’tan soruyorlardı kimi seçmeleri lâzım geldiğini tabii.

Bir dinleyici:

SORU:
Kaza namazlarına nasıl niyetlenilir?

CEVAP: Niyet ettim Allah rızası için vaktinde kılamadığım sabah namazının kazasına, öğle namazının kazasına, ikindi namazının kazasına diye dua edilir. Vaktinde kılıp eda edemediğim falanca namazın kazasına.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Bayanlar için de bu izlenilen Allah’a ulaşma yolu aynı mıdır?

CEVAP: Aynıdır. Hiçbir farklılık yoktur.

“Bu yolu isteyenler nasıl bir yol izlemelidirler?”

Hacet namazını kılıp Allah’tan mürşidlerini, Allah’a ulaşmayı dilemelidirler. Diledikleri takdirde Allahû Tealâ mutlaka onlara mürşidini gösterecektir. Zaten dilediklerinden itibaren bir hafiflik hissedecekler. Namazlarını çok rahat bir şekilde kılacaklar. Yani şimdi birisi: “Ben hem Allah’a ulaşmayı diledim hem de namazlarımı zorlanarak kılıyorum. İbadetlerimi yapamıyorum.” diyorsa o kardeşimize biz söylüyoruz ki; hayır, sen Allah’a ulaşmayı dilememişsin. Çünkü dileseydin, Allahû Tealâ mutlaka sana namazı da sevdirecekti, zikri de sevdirecekti. Bütün ibadetleri bir büyük hazla, zevkle yapmakta olacaktın. Olay bu.

Bir kişi Allah’a ulaşmayı kalbiyle dilemelidir ve diliyle de ikrar etmelidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) -bu Allah’a ulaşmayı dileme konusu için misal veriyorum bunu- savaşa gidip de döndüğü zaman savaşa iştirak etmeyen münafıklar, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyorlar ki: “Biz seninle gelmek istiyorduk ama bırakamadıkburadaki mallarımızı. Korunması lâzım gelen insanlar vardı. Gelemedik. Ama bundan sonraki seferde mutlaka sana katılacağız.” Allahû Tealâ diyor ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Onlar kalplerinde olmayan şeyi sana söylüyorlar.” diyor.

48/FETİH-11: Se yekûlu lekel muhallefûne minel a’râbi şegaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festagfir lenâ, yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallâhi şey’en in erâde bikum darren ev erâde bikum nef’â(nef’en), bel kânallâhu bi mâ ta’melûne habîrâ(habîren).

Araplardan muhallefunlar (geride kalanlar), sana: “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Artık bizim için mağfiret dile.” diyecekler. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki: “Eğer Allah, size bir zarar veya fayda dilerse, bu taktirde sizin için Allah’tan (gelen) bir şeye kim mani olabilir (fayda veya zararı önleyebilir)? Hayır (öyle değil), Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.”



İşte siz de Allahû Tealâ’ya: “Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum.” dediğiniz zaman, eğer şuranızda, kalbinizde o yoksa, kalbî talebiniz mevcut değilse, o zaman Allahû Tealâ sizin Allah’a ulaşma dileğinizi hesaba katmıyor. Ve size furkanlar vermiyor. Bizi işitebilir, anlayabilir, idrak edebilir olamıyorsunuz.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU: “Efendi Hazretleri, ben üç defa Allah’a ulaşmayı diledim. Hacet namazı da kıldım. Mürşidimi göremedim. Benim için Allah’a dua eder misiniz?” diyor.

CEVAP: Dua ederiz inşaallah. Ama söylememişsin, namazlarını zevkli kılıyor musun, zikirlerini gerçek anlamda yapıyor musun? Öyle olduysa Allah’a ulaşmayı dilemişsindir. Üç defa da olabilir, daha fazla da olabilir. Eğer kalbinden, şuradan dilemiyorsan o zaman olmaz.

Bir dinleyicimiz:

SORU:
“Efendimiz, takvayı açıklar mısınız?” diyor.

CEVAP: Daha evvel açıklamıştık 1. takva, 2. takva diye. 1. takva; Allah’a yöneldiğiniz zaman vücuda gelen takvadır. Ve Allah’a ulaşmayı dileyenler sadece takva sahipleridir.

Allahû Tealâ buyuruyor Rûm-31’de:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.



munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na (Allah’a) yönel (Allah’a ulaşmayı dile) ve O’na karşı (Allah’a karşı) takva sahibi ol.”

Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse takva sahibi olamaz. “Allah’tan korkan takva sahibidir.” diyenler, bu konudaki yanlışlarını mutlaka düzeltmelidirler. Her konudaki furkan, Kur’ân-ı Kerim’dir. Doğruyu yanlıştan ayıran odur ve Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ 7 ayrı takvadan bahsediyor. Biz size 1. takvayı söyledik. 2. takva, mürşide ulaştığınız zaman olan takva. Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesi diyor ki:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.



“Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun. Allah’a sizi ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan isteyin (mürşidi Allah’tan isteyin).”

*O mürşide ulaştığınız an 2. takvanın sahibisiniz.
*Ruhunuz Allah’a ulaştığı zaman 3. takvanın sahibisiniz.
*Sonra fizik vücudunuzun teslimi; 4.
*Nefsinizin teslimi; 5.
*İrşada ulaşmanız; 6.
*İradenizi Allah’a teslim etmeniz; 7. takva.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
“Mü’min olmayı açıklar mısınız?” diyor.

CEVAP: Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi, mü’min olmak şerefine eremez. Allah’a inanan kişi mü’min olur zannediyorlar; Allah’a ulaşmayı dileyen kişi mü’mindir. Allah’a inanan kişi mü’min olmak şerefine ermemiştir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe kişiyi mü’min kabul etmiyor.

İşte Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.



“Şeytan, insanlara olan vaadini yerine getirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.”

İşte o şeytana kul olanların hepsi, Allah’a ulaşmayı dilemeyen, şirkte olan, küfürde olanlar. Ve de Allah’a ulaşmayı dileyenler, sadece bir tek fırka, onlar da mü’minler.

SORU: “Allah’la kul arasına kimse giremez.” diyor bir dinleyicimiz, “Bu konuda ne buyurursunuz?”

CEVAP: Allah’la kul arasına Allahû Tealâ, özellikle insanları soktuğunu söylüyor. Diyor ki Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde:

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

 

“ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ.”

“İnsanlardan imamlar kılarız,” diyor, “emrimizle hidayete erdirsinler diye.”

Onlar zavallılar, Kur’ân gerçeklerinin farkında olmadan bu masalları kendilerine anlatmışlar onların ağa babaları. Onlar da bugün başka insanlara anlatıyorlar. Onlar Kur’ân’ı bilmezler. Ve de böyle konuşurlar, “Allah ile kul arasına hiç kimse giremez.” derler. Ama Kur’ân-ı Kerim’de de Allahû Tealâ diyor ki: “Özellikle Ben,” diyor, “tayin ederim insanlarla Kendim arasına hidayetçiyi.” İşte o hidayetçilerinden biriyle karşı karşıyasınız şu anda. Allah tayin eder. Hem de o tarif, tam bizim tarifimiz. Çünkü devrin imamından bahsediyor.

SORU: Siz, şeytanın iç sesimizi taklit ederek bizi kandırmak istediğini söylediniz. Hamdolsun ki öğrendik. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?

CEVAP: Açabiliriz tabii. Ne zaman Allah’ın yasak ettiği bir fiili içinizden bir ses istiyorsa o, şeytanın sesidir. Ne zaman Allah’ın emrettiği bir şeyi içinizden bir ses yapmamanızı istiyorsa o da şeytanın sesidir. Bu kadar basit. Allah’ın emirleri var, yasakları var. Şeytan, mutlaka emirleri yaptırmamak isteyen sestir; mutlaka yasakları işletmek isteyen sestir.

Bir dinleyicimiz diyor ki (İstanbul’dan A. Y):

SORU:
Muhterem Efendim, ellerinizden hürmetle öperim. Zikrin önemini açıklar mısınız? Zikrin maddî ve manevî faydaları nelerdir?

CEVAP: Zikir Allah’ın İsmi’nin; “Allah, Allah, Allah,” diye tekrar edilmesidir. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerde hükümfermadır. Sadece onlara faydalı olur. Çünkü kişi Allah’a ulaşmayı dilediği anda, Allah Rahîm esmasıyla o kişiye tecelli eder. Bu tecelli o kişide furkanların oluşmasına sebebiyet verir. Kör, sağır, dilsiz olan kişi; işiten, bilen, gören olur. Sonra Allahû Tealâ o kişiye mutlaka mürşidini gösterir. Mürşidini sevdirir. Namazı, orucu her şeyi sevdirir. Kişi mürşidine tâbî olur.

Zikir, tâbiiyetten sonra fayda sağlayan bir müessesedir. Kişi tâbî olduğu zaman, o kişinin göğsünden kalbine nur yolunu Allahû Tealâ açmıştır. Kalbinin nur kapısını, kalbini Allah’a çevirmiştir. Ve kişi zikir yaptığı zaman Allah ona mutlaka Rahîm esmasıyla rahmetle fazl, rahmetle salâvât isimli iki grup nur gönderir. Ve bu nurlar o kişinin zikriyle, “Allah, Allah, Allah,” diye sesle veya sessiz Allah’ı zikretmesi üzerine gelirler göğsüne. Göğsünden, yarıktan geçerek kalbine ulaşırlar. Kalbe gelen rahmet, fazl ve salâvât nurları, kalpteki Allah’ın mürşide tâbiiyet anında yazdığı îmân kelimesinin çekim alanına girerler. Bunlardan sadece fazıllar, îmân kelimesinin çekim alanıyla karşı kutba sahip olduğu için îmân kelimesine yapışırlar ve kalbi işgal etmeye başlarlar. Bu, nefs tezkiyesidir. Nefs tezkiyesi arttıkça, nefsin kalbindeki Allah’ın bütün emirlerine karşı çıkan, yasaklarını işlemeye çalışan afetler adım adım azalır ve yerlerini fazıllar doldurur. Onlar da tam aksine Allah’ın bütün emirlerini yapmak isteyen, yasak ettiklerini asla yapmak istemeyen bir hüviyet taşırlar. Ve nefsinizin kalbi giderek Allah’ın nurlarıyla dolar. Neticede daimî zikre ulaştığınız zaman Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hüviyet kazanırsınız. Mutluluğun %100 içinde olursunuz. Çünkü iç dünyanızda nefsinizle ruhunuz arasındaki kavga bitmiştir. Sulh ve sükûn oluşmuştur, kesintisiz bir sulh ve sükûn hali. Bu, mutluluktur. Dış dünyanızda başka insanlarla olan kavganız kesilmiştir. Bu da dış dünya mutluluğudur. Allah ile olan ilişkilerde ise Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen birisiniz. Bu, ancak zikirle gerçekleşen bir müessesedir. Allah razı olsun.

Bursa’dan İ. H. diyor ki:

SORU:
1-Dârülharp, 2-Dârülislâm, 3-Hicret, 4-Müstedab kavramlarını açıklar mısınız?


CEVAP: Bu kavramların bu devirde artık bir önemi kalmamıştır sevgili kardeşlerim. Hepiniz gerçekleri öğrenecek ve Allah yoluna gireceksiniz. O günlere doğru gidiyoruz. Bütün şüphelerin kalkacağı bir güne ulaşıyoruz. O gün bütün boyutlarıyla Allah yolunda olacaksınız. Onun için bu tabirleri bırakın, Kur’ân’a sarılın. Allah’a ulaşmayı dileyin. Bu tabirlerin mânâsını bilseniz ne olacak, bilmeseniz ne olacak? Yaşantınızdaki değişikliğe dikkat edin. Allah için var olun. Allah’a ulaşmayı dileyin. Dilemezseniz kurtulamazsınız. Ne olacak sizlerle halimiz be kardeşim? Allah’ın bunca gerçeğini elinizin tersiyle itiyorsunuz. Nerelere takılmış olan kafanızda birçok örümcek sualler sizi meşgul ediyor. Asıl meşgul olmanız gereken şey, Kur’ân-ı Kerim.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Allah’ın gerçeklerini o kadar güzel anlatıyorsunuz ki buna rağmen insanların anlamamalarının sebebi nedir?

CEVAP: Anlamamalarının sebebi gözlerinde hicab-ı mesture olması, görme hassalarının üzerinde gışavet olması, kulaklarında vakra olması, işitme hassalarının mühürlü olması, kalplerinde ekinnet olması, kalplerinin mühürlü olması sevgili kardeşlerim. Onlar işitmiyorlar. En kötüsü, bu işitmeyen insanlar başka insanlara kılavuz durumunda.

Bir dinleyici diyor ki:

SORU:
Allah’a ulaşmayı diledikten sonra görevleri yapıyoruz. Ara verdiğimizde veya iki görev yaptığımızda ne olur?

CEVAP: Ara verdiğinizde bir şey olmaz. O kadar zaman geç Allahû Tealâ’ya ulaşırsınız. İki görev yaptığımızda ne olur diyorsunuz. Bunun ne demek olduğunu anlayamadım. İki görev yapmak, iki görevi aynı anda yapmak mı? Meselâ namaz kılarken zikir yapmak çok güzel bir şey. Zikirle namaz kılmak namazların en güzeli. İki görev, böyle iki görev yapıyorsanız harika.

Ya da görevlerinizden sadece iki tanesini yapmak mı? O zaman meselâ zikir yapmıyorsanız yücelemezsiniz. Allah’a lâyık olamazsınız.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Hürmetle ellerinizden öper, sizinle beraber kıldığı için Rabbimize çok hamd ederim. Babam 77 yaşında. 15 yıl önce ilk kez sizden dinlediği İslâmiyet’i hayranlıkla Isparta’ya döndüğünde dinlediklerini anlattığı grup: “Tamam. Mürşid farz. Senin yerin de burası olmalı.” dedikleri için oradaki grupla beraber. Geçen ay gördüğüm zaman şimdi size daha çok hayran olduğunu fark ettim. Edep dışı olacağını düşünerek şimdi hacet namazı kılmaya çekiniyor ya da idrak edemiyor.

CEVAP: Oysaki kılması lâzım. Hiç kimseyi bulmasa oralarda bizim bir kardeşimiz mutlaka vardır ona tövbe verebilecek. Gereğini yapmalı.

“Sormamı istedi. Acaba bu grupla devam etmeli mi? Ne yapmasını buyurursunuz?”

O, kalbî talebine bağlı. O grupla beraber olmayı diliyorsa o grupla beraber olmalı. Ama Allah’a ulaşmayı mutlaka dilemeli. O zaman zaten Allahû Tealâ ona kendi mürşidini gösterecektir; hacet namazı kıldığı zaman.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

Birinci Soru:

SORU:
Cinlerin ruhları var mıdır?

CEVAP: Hayır yoktur. Cinler nefs ve fizik vücuttan oluşurlar.

“Onlar nasıl hidayete eriyorlar?”

Ruhlarını Allah’a ulaştırarak değil, nefs tezkiyesi yoluyla hidayete eriyorlar.

İkinci  Soru:

SORU: Salâh makamının 2 ve 4. kademelerinde günahlar örtülüyor ve sevaba çevriliyor. Daimî zikirde olan kişinin nasıl günahı oluyor?

CEVAP: Salâh makamının 2 ve 4. kademelerinde günahlar örtülüyor ve sevaba çevriliyor. Evet. Daimî zikirde olan kişinin nasıl günahı oluyor diye soruyor kardeşimiz. Eğer o kişi bir günah işlerse günahı olur. Yani kirâmen kâtibîn melekleri hem düşüncelerinizi hem de fiiliyatınızı filme alıyorlar. Derecat kaybeden bir işlemde o kişinin kaybettiği dereceler söz konusu olur. Ama onların, daimî zikre ulaşmış olan bir kişinin böyle bir yanlış yapması halinde (daimî zikirde olduğuna göre nefsinde afetler yok) afetlere müteallik bir günah işlemesi söz konusu olmaz. Öyleyse herhangi bir günah işlediği zaman bu günah ona birkaç derecat kaybettirir. Ama o her saniye 700 derece kazanan birisidir. Bu günahın da onun üzerinde bir tesiri oluşmaz.

Bir dinleyici:

SORU:
El yazması ve emaniyye dediğimiz kitapları anlatır mısınız? İslâm’ın 14 asırda esasları yok edilmişse ve bu zamana kadar gerçekten İslâm’ı yaşayanlar kimlerdir?

CEVAP: Küçük küçük gruplar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den bu tarafa gelen bir tâbiiyet müessesesi içinde tâbiiyetlerini devam ettirenler.

Sonra diyor ki kardeşimiz:

“Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a ulaşmayı dilemek, âmenû olmak neden açık olarak ifade olmamış?”

Neden açık olarak ifade olmamış? Defaatle açık olarak ifade edildiğini söylüyoruz. Allahû Tealâ, ‘âmenû olma’ kelimesini ve ‘munîb olma’ kelimesini bunun için kullanıyor. İşte Allahû Tealâ’nın söylediği şey; diyor ki Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).



“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu):
Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse (Allah’a ulaşmayı dilerse), onları Kendisine ulaştırır.”

Neymiş bu kişi? Munîb olan kişiymiş. Neden Allahû Tealâ açık açık söylememişmiş? Söylemiş.

SORU: Mehdi (A.S)’ın gelişinden sonra kıyâmet kopacak diye biliyoruz. Öyleyse sizden sonra zamanın imamı gelmeyecek mi?

CEVAP: Bu sualin cevabı bizde yok.

“Yoksa sizinle son mu bulacak?”

Bunun da cevabı bizde yok. İstanbul’dan S. Allahû Tealâ’dan sorun hacet namazı kılıp, cevabı kendiniz alın.

Bir dinleyici:

SORU:
Konferans yarım saat geç başlasaydı, namaz saati geçirilmemiş olurdu. Namazda keyfî geçirilme olur mu? Bazı arkadaşlarımız konferans esnasında size karşı namaz kıldılar. Kıble haricinde hiçbir yerde namaz kılınır mı?

CEVAP: Oradaki şartların neyi gerektirdiğini bilmiyoruz. Aslında namazın elbette kıbleye karşı kılınması lâzım. “Kıble haricinde hiçbir yerde namaz kılınır mı?” diye soruyor kardeşimiz. Kılınır tabiî. Meselâ yürürken namaz kılmak mecburiyetinde kalırsınız, Kur’ân-ı Kerim yürürken de namaz kılınacağını söylüyor. O zaman istikbal-i kıble kalkar. At üzerinde seyahat halindeyseniz, arabayla bir yere gidiyorsanız, gene istikbal-i kıble kalkar.

2/BAKARA-239: Fe in hıftum fe ricâlen ev rukbânâ(rukbânen), fe izâ emintum, fezkurûllâhe kemâ allemekum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).

Fakat eğer (hayatî bir tehlikeden) korkarsanız, o zaman yaya yürürken veya binekte iken (namazınızı kılın). Nihayet emin olduğunuz zaman, (Allah’ı nasıl zikredeceğinizi) siz bilmiyorken size öğrettiği şekilde, artık Allah’ı zikredin.



“Konferansta zikir çekenler var.”

Çekilebilir. Aslında zikir, daimî bir müessesedir. Biz öyle anlarda kardeşlerimize bilek zikri yapmalarını isteriz. Nabızlarının atışlarıyla zikir yapmalarını isteriz. Ama bazı kardeşlerimiz tesbihle yapıyorlarsa onu da yapabilirler.

“Bir mürşidi dinlemek gerekmez mi?”

Zikir yaparken dinlemediklerini mi düşünüyorsunuz? Daha iyi dinlerler.

“Konsantrasyonu bozulmuyor mu?”

Deneyin. Bakalım bozulacak mı?

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU: Sayın büyüğümüz, Ceviz Kabuğu programını izlerken Kur’ân âyetleri, çorak, kurumuş, enkaz kalbime nur nur indi. Sizi izleyen birçok insan gibi kapınıza kul oldum. Sizinle sizi ve Rabbimi, insanları sevdim. Hayatı tanıtıp yaşattığınız için, şeytana pabucu ters giydirdiğiniz için sonsuz hamd olsun.”

CEVAP: Şeytana pabucunu ters giydiriyormuşuz. Aslında bu söz nasıl söylenirse söylensin, doğru bir söz. Çünkü şeytanın bizim karşımızda değerli bir şey yapabilmesi mümkün değil. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren şeytana hepiniz pabucunu ters giydirebilirsiniz. Size hiçbir şey yapamaz, ta ruhunuz Allahû Tealâ’ya ulaştırılıncaya kadar. Çünkü Allahû Tealâ söz vermiş: “Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben, onu mutlaka Kendime ulaştıracağım.” diyor.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).



“Allah, güneş gibi üstümüzedoğan sizi başımızdan eksik etmesin.”

Allah razı olsun böyle düşünen, kurtuluşa ulaşan bu kardeşlerimizden.

“Bize, sizinle haşr olmamız için dua eder misiniz?”

Dua ederiz inşaallah. Orada da beraberiz. Endişelenmeyin. Allah razı olsun.

“Sizi seviyorum Efendimiz.” diyor.

Biz de sizleri seviyoruz.

Bir kardeşimiz:

SORU: Muhterem Efendimiz, sizi çok seviyoruz ve ellerinizden hasretle öperiz. Namazda gözlerimi açıp kapatarak zikretmeye çalışıyorum.

CEVAP: Olabilir, yapabilirsiniz.

“Vird, esma, salâvât çekerken, konuşurken zikretmek istiyorum.”

Onu da yapabilirsiniz. Bir engel yok. Elinizi nabzınıza koyup nabız zikri yapın.

“Bugün daimî zikir konusunda büyük bir çalışmaya başlamak ve daimî zikre ulaşıncaya kadar hep zikretmek istiyorum.”

O kadar çabuk oraya ulaşamazsınız. Ama gayret etmeye hemen başlayın inşaallah.

“Mutlaka daimî zikre ulaşmak istiyorum. Ne yapmalıyım?”

Her gün biraz daha fazla zikretmeye çalışın. Meselâ her gün, dünkünden bir dakika fazla zikir. Ne diyorsunuz? Yapabileceğinizi göreceksiniz. İnşaallah başarırsınız. Kulağınıza da mp3’leri takın, zikir sesini devamlı kulağınız duysun. Ona paralel olarak kalbinizin sesiyle Allah demeye çalışın.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Kıymetli Sultanımız, önce böyle bir birlikteliği nasip kıldığı için Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz. Mübarek ağzınızdan Allah’ın sonsuz ilmini öğrendiğimiz için, Allah dostlarıyla birlikte olduğumuz için, sizin öğrencilerinizden olduğumuz için ne kadar mutluyuz.

Efendimiz, böyle bir Allah’a davet sohbetinde Allah’a ulaşmayı dilemeyen, reddeden ve başkalarını da engelleyen zavallılara Allah’ın o an engeller koyduğunu söylemiştiniz. O zaman bizler doğarken engelli doğmuyor muyuz?

CEVAP: Hayır, doğmuyorsunuz. Doğarken engelli doğmuyorsunuz.

“Engeller, işitmeyi reddettiğimiz zaman mı konuyor?”

Evet. Engeller, işitmeyi reddettiğiniz zaman konuyor. Ve bu kadar insan bunca tahsillerine rağmen bizi anlayamıyorlarsa, işitemiyorlarsa, sebep sadece o kulaklarındaki, kalplerindeki engeller, gözlerindeki engeller sevgili kardeşlerim.

“Bin canım olsa bini de size feda olsun.”diyor kardeşimiz.

Beni çok duygulandırıyorsunuz sevgili kardeşlerim. Allah hepinizden razı olsun.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Ellerinizden hürmetle öper ve böyle bir güzelliği bize yaşatan Rabbime sonsuz hamd ve şükrederim. Mersin’den gelen can dostlarınızdan biri. Şöyle bir sorum olacak: İnşaallah bir kardeşimiz zikir sohbetlerimizden çok zevk alıyor. Evinde Nur TV ile seyrediyor. Israrla “Beni çağırın.” diyor. Ancak daha önce Allah’a ulaşmayı dilemeden Mevlevî tarikatına mensup bir mürşide tâbî olmuş.

CEVAP: Hiçbir mahsuru yok. Çok iyi. Mürşide tâbî olanlar çok daha güzel bir şekilde faydalanırlar bizim sohbetlerimizden.

“Hatta sohbetle görevli olduğunu söylüyor.”

Tamam. Mevlevî tarikatının sohbetlerini bu kardeşimiz devam ettirmeli.

“Allah’a ulaşmayı dileyip zikir yapmasını, daha sonra da hacet namazı kılıp Allah’tan mürşidini sormasını söyledik. “Ben tâbî oldum. Hocama saygısızlık yapmış olmaz mıyım?” diyor.

Bunu ona bırakın. Böyle bir şey söylemeyin. Mürşidine tâbî olmuş zaten kardeşimiz. O, o mürşide tâbiiyette devam etsin. Birgün değiştirmesi gerekirse Allahû Tealâ zaten ona ilhamını verecektir.

Bir kardeşimiz diyor ki:

SORU:
Öncelikle ellerinizden öper, Allah’ın selâmı üzerinize olsun deriz. Efendimiz, ben Allah’a ulaşmayı dilemek istiyorum. Ama bu talep bir türlü kalben gerçekleşmiyor. Bana bu konuda inşaallah yardımcı olur musunuz?

CEVAP: Dua ederiz inşaallah sizin için.

“Ne yapmam gerekiyor?”

Kalbinizden dilemeniz gerekiyor. Başka bir izahı yok. Dua ederiz inşaallah. Allah razı olsun.

Eskişehir’den müridleriniz:

“Efendimiz siz bir harikasınız.”

Sizler bir harikasınız. Allah razı olsun.

“Rabbimizden istediğimiz, dileğimiz sana sonsuz güç vermesini ve seni üzenlerin, nefslere anlattırmayan iblisi helak etmesini istiyoruz. Allahû Tealâ’dan kardeşlerimizle hepimiz birden talep ediyoruz. Allah’a emanet olun. Allah razı olsun.” diyor.

Allahû Tealâ iblisi helâk etmeyecek. Cehenneme girecek o. Ve o zamana kadar da kıyâmete kadar da yaşayacak. Tabiî acısı da o kadar süre içinde kat be kat artacak.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
“Efendim, bize böyle bir fırsat sunduğunuz için size minnettar olduğumu belirtirim, saygıyla selâmlarımı sunar, ellerinizden öperim. Benim size bir sualim olacak: Ailece Hepatit B hastasıyız. Fakat 8 yaşında olan kızımda daha yüksek. Karaciğerinde 2 buçuk santim büyüme var. Kan sayımı düşük olduğundan dolayı, hepatit bu hastalığı çok etkiliyor denildi bize doktorlar tarafından. Sürekli B vitamini alması gerekiyormuş, çaresi yokmuş. İki sene içerisinde siroz olabilirmiş, tedavisi o zaman olur dediler. Beni bu konuda aydınlatır mısınız? Ne yapmam gerekiyor söyler misiniz? Allah rızası için yardımlarınızı bekliyorum.” diyor.

CEVAP: Eğer bu sırada, orada salonda Kütahya’dan kardeşlerimiz varsa Kütahya’da bir bitkilerle tedavi eden kardeşimiz var, Hacı Bey. Ona ulaşın. O size bitkisel ilaçlar verecektir inşaallah. Kütahya’dan birisi yoksa da kardeşlerimizden Kütahya’daki o Hacı Bey’in adresini alabilirsiniz.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Lütfederseniz çok karşılaştığım bir soruyu sormak istiyorum. Allah razı olsun.
Mürşidin sağ olması gerektiği konusu ile ilgili âyet acaba hangileri?

CEVAP: Allah razı olsun. Mürşid ölünce o kişinin mürşidsiz kalmaması lâzım. Onun için yeni bir mürşide ulaşması lâzım. Allahû Tealâ o kişi tâbî olduğu zaman onun başının üzerine mürşidinin değil, devrin imamının ruhunun geldiğini söylüyor. Âyet-i kerimeler açık.

Ne kadar zamanımız var? Bir saat. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, şimdi zamanımızı sordum. Salonun kapanmasına çok az bir zaman kalmış. Bu sualin de cevabını verelim. Ama bu elimde daha üç sayfa var, dört sayfa var.

Şurası kesin: Bir kişi, mürşidi öldüğü zaman mutlaka hacet namazını kılıp mürşidini Allah’tan sormalı. Bu sorma işlemi Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesiyle farz kılınmış.

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.



Allah razı olsun.

Bir kardeşimiz bir şiir yazmış. Onu da okuyalım. Ondan sonraki sualleri biz gene devam edeceğiz. Ama konferanstaki kardeşlerimiz dinleyemeyecekler. Bilgisayardan ve televizyondan yayınlayacağız inşaallah.

Diyor ki kardeşimiz:

Yer gök sizi arıyor sanki.
Açılmayı bekleyen kilitli kalpler,
Gel, gel diyor kâinatın dört bir yanından.
Azıcık nasiplenmek için o ni’metten,
Neler verilmez ki?

Sırtlanmış koca âlemi yüreğiniz.
Kim bilebilir ki tutmayınca o elin kıymetini?
Kim bilebilir ki ilminizle dünyanın bir cennet olduğunu?
Kim bilebilir ki tatmayınca Allah’ın balını?
Kim bilebilir ki sonsuzluğa eşdeğer o aşkı, âşık olmayınca?

Allah’ın kâinata bahşettiği emsalsizi,
Yegâne hidayetçisi,
Dünyayı aydınlatan güneş,
Mihr camiasının kurucusu,
Can içre canların Efendisi,
Sevgili Resûl’ümüz.

Şeytanı temsil edenlere,
Bile bile cehennemin kör kuyularına göz yumanlara,
İslâm’ı, Kur’ân’ı hiçe sayıp attıkları iftiralarla Allah’ın gazabına uğrayanlara,
Dünyayı ucu bucağı olmayan karanlıklara boğmaya çalışanlara,
Rabbimizin verdiği tek bir cevap var: Mehdi, İmam, Halife, Resûl.

İlk akıncı beyi Evrenos Gazi torunu,
Katıksız, Osmanlı kanı taşıyan Osmanlı’nın en son temsilcisi,
Hidayete eren, erdiren, beklenen Mehdi Resûl!
Bizler hamdolsun ki müridiniz olmak şerefine nail olduk.
Bilsek ki kanımızla sulanacak kâinat,
Kanımızla yanındayız.

“Eşsiz Bursa konferansı münasebetiyle bizleri sizinle birlikte kılan Yüce Rabbimize sonsuz hamd eder şükrederiz. Önünüzde saygıyla eğilir, hürmetle mübarek ellerinizden öperiz himmetinizle.” diyor bir kardeşimiz.

Ve konferansın bu son dakikalarında sizlere inşaallah veda ediyoruz sevgili kardeşlerim. Allahû Tealâ’nın bizleri el ele, gönül gönüle daha nice konferanslara ulaştırması dualarımızla, dileklerimizle Allahû Tealâ’nın hepinizi, bize muarız olanları da bizimle birlikte yüreği çarpanları da hepinizi Allah’ın cennet saadetine ve dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

Konferansın süresi bitti. Ama biz suallerimizi, geri kalan sualleri inşaallah sizlere ulaştıracağız.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Ruh için fenâfişşeyh, fenâfirresul, fenâfillah olayları var mı?

CEVAP: Evet var. Fenâfillah; ruhun Allah’ta, Allah’a ulaşıp Allah’ın Zat’ında kaybolması halidir.

“Sıralaması doğru mu?”

Doğru.

“Hangi basamaklarda gerçekleştiğini açıklar mısınız?” diyor kardeşimiz.

Burada bir basamak olayı yok. Kişi daimî zikre ulaştıktan sonra hepsi mümkün oluyor ve zamanı da Allah’a ait.

Bir dinleyicimiz diyor ki;

SORU: “Ey mübarek babacığım! Allah sizden razı olsun. Duanız için sonsuz teşekkürler ederim. Deccalin kim olduğunu, nerede yaşadığını söyler misiniz? Hürmetle ellerinizden öpüyorum.” diyor.

CEVAP: Deccal ortalıktan kaybolmuş durumda şu anda. Yıllar evvel bir ilan vermişti New York Times’a bir sayfa büyüklüğünde ve demişti ki: “Ben bir konuşma yapacağım. Bir tek lisanda yapacağım. Ama hangi dilde olursa olsun herkes anlayacak.” Bu konuşmayı yapamadı, gerçekleştiremedi ve ortadan kayboldu. Tibet’te olduğuna dair söylentiler var. Onun halk arasındaki adı Lord Mentre’dir. Ama onun bir numaralı yardımcısı Maharishi bugün sahnededir. Dünyayı ele geçirmek üzere takımıyla beraber büyük çalışmalar içerisinde. Dünya cumhurbaşkanını falan seçmiş durumdalar. İlluminati, Maharishi eliyle son oyunlarını oynamaya devam ediyor.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

“Her şey o kadar güzel ki bir sohbetinizde söylediğiniz gibi; oradan daha önce geçmişsiniz ama oradaki güzellikleri farketmemişsinizdir. O güzellikleri sizin himmetinizle farkına vardığım anlar oldu. Bu aralar zikir ve namazlarda geriledim. O güzellikleri hep görmek istiyorum. Tüm kalbimle sizden dua istiyorum. Hürmetle ellerinizden öpüyorum.” diyor.

Dua ederiz inşaallah. O zaman etrafınızda bütün güzelliklerin mevcut olduğunu yeniden göreceksin inşaallah.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Efendim, Allah’a ulaşmayı çok istiyorum. Fakat hiç Kur’ân-ı Kerim okumaya ve öğrenmeye fırsat olmadı. İki ay önce başlamıştım. Tecvidli Kur’ân öğreniyordum. Fakat eşim farklı yaşam tarzıyla beni engellemeye çalıştı. Ne yapmalıyım? Yardım edin bana.

CEVAP: Onun dışındaki zamanlarınızda gene Kur’ân öğrenmeye devam edin inşaallah.

“Alkol kullanıyor ve ben bundan rahatsızlık duydum. Bir daha gitmedim ama çok içten istiyorum. Huşûyla Yâsîn-i Şerif’i bile dinlesem sürekli ağlıyorum. Benim amacım, kocamın şeytanî davranışlardan vazgeçip namaz kılıp Kur’ân’ı beraber öğrenmek, çocuklarıma da öğretmek istiyorum. Dualarınızı bekliyorum.”

Sizin için de aileniz için de dua ederiz inşaallah.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

“Kardeşlerimizden ben H E.Ç.”

SORU: Lütfen bana en önemli duayı nasıl yapacağım? Ben 9 yaşındayım. Benim namaz kılmam ve zikir yapmam için her konuda dua eder misiniz? Allah razı olsun.

CEVAP: Sen Fâtiha’yı öğren. İhlâs’ı ve sadece ‘kul huvallâhu’yu öğren, yeter. Çok kısa zamanda bunu öğrenebilirsin. Ondan sonra bu ikisini tekrar edip namazlarını kılarsın inşaallah. Allah razı olsun.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

“Efendim ben zikrimi yapamıyorum. Bana ve aileme ve hasta olan anneme dua eder misiniz?

Dua ederiz inşaallah.

Bir dinleyicimiz:

“Efendim, hürmetle ellerinizden öperiz. Sizi çok seviyorum ve İzmir’den geldim. Çocuklarımın Allah yoluna girmeleri için, idrak etmeleri için dualarınıza muhtacım. Torunumun Anadolu Lisesi’ni kazanmasını, damadımın havayollarına girebilmesi için, bütün rahatsızlıklarım için, Allah rızası için dua eder misiniz?”

Hepsi için dua ederiz inşaallah. Konuşma bitince inşaallah dua ederiz.

Bir dinleyicimiz:

“Muhterem Efendimiz, bizim bir mahkememiz var. Hayırlısıyla kazanabilmemiz için ve Allah’a, size lâyık olabilmemiz için dua eder misiniz? Ellerinizden hürmetle öperim. Allah razı olsun. İzmir’den bir talebeniz.”

Adaletin yerine gelmesi için dua ederiz inşaallah. Allah razı olsun.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
İnsanlara hep iyilik yapıyorsunuz ama bazı insanlar bunu anlamıyor.

CEVAP: Anlamaları gerekmez. Onlar anlamasa da siz gene iyilik edeceksiniz. İyilik etmeye devam edeceksiniz inşaallah.

“Hep kötülük düşünüyor. Bu tür insanlar nasıl iyiliğe yöneltilir?”

Siz şu anda başkasının sahasında top oynuyorsunuz. Kendi sahanıza çekilin. Siz başka insanlara en güzel davranışlarda bulunduğunuz zaman, onlardan da aynı şekilde mukabele göreceksiniz. Öyleyse anahtar sizde. Siz davranışlarınızı değiştirin. Onların da değiştiklerini göreceksiniz. Onlara rağmen, onların size kötü davranmalarına rağmen siz onlara mutlaka iyi davranmalısınız. Allah razı olsun.

Ve İzmir’den N. K:

“Selâmun aleykum canım Efendimiz, gönlümüzün nuru, yolumuzun ışığı canım Efendimiz! İyi ki varsınız. Benim Allah’ıma lâyık bir kul, Efendimize lâyık bir mürid olabilmem için dualarınızı bekliyorum. Oğlumun ve kızımın, torunlarımın Allah yoluna girmeleri, Allah’a ulaşmaları için sizlerden dualarınızı rica ediyorum. Saygıyla ellerinizden öpüyorum.

Bir dinleyici:

“Selâmun aleykum, ufukların Efendisi, Osmanlı’nın bugünkü tek temsilcisi, kâinatın Efendisi sevgili Efendimiz, bizler İzmirli hanımlar, sabah 6’da aracımıza binip amacımıza ulaştık. Konferansınıza yetiştik elhamdülillah. Hepimiz çok mutluyuz. Bu konferansınızı dinleyenlerin de Allah’ın araçlarını kullanarak amaçlarına ulaşmalarını diliyoruz.”

Allah razı olsun.

“Sizi çok seviyoruz. İyi ki varsınız. Biz iyi ki geldik. Hürmetle ve hasretle mübarek gül kokulu ellerinizden öpüyoruz. (S. Ç.)”

Allah razı olsun S.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

“Çok değerli ve kıymetli Efendimiz, bizler sizinle doğduk. Sizinle var olduk. Allah’ın güzelliklerini sizinle yaşıyoruz. Gerisi boş ve de masal. Rabbim size uzun ömürler versin ve sizi bize bağışlasın.” diyor bir kardeşimiz.

Dua ederiz inşaallah.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU
: “Efendimiz, Allah’a hamd eder, şükrederim ki Bursa Konferansı’na kardeşlerimizle birlikte manevî atmosferin çok yoğun olduğu ilde huzurundayız. Sağlıkla ilgili bir sorum olacak inşallah: Beyinde bir hormon, diğer hormonun düzenli çalışmasını sağlıyormuş. Bunun eksikliğinin ırsi olabilir, diyorlar. Kişi, bunun eksikliğinde kişi iradeyi kullanamıyor. Bu, onu depresyona götürüyor. Tıbbî antidepresan ilaçları da kişide ise diğer başka ters cinsiyet hormonunu tetikliyor. Birini tedavi edecek ilaç diğer hastalığı getiriyor. Böyle bir hastalığı olan yakınım var. Nasıl tedavisi olur? İnşaallah dualarınızla çok sevdiğim bu yakınım inşaallah iyi olur. Allah razı olsun. Hürmetle ellerinizden öpüyorum.” diyor. “Bir gönül dostu.” diyor.

CEVAP: Siz de Kütahya’daki o kardeşimize ulaşın. Bitkisel ilaçlar veriyor. Birçok kardeşimizde onun gönderdiği ilaçlar iyiliği oluşturdu. Sizde de olabilir diye düşünüyorum. %100 başarılı olması hiç kimsenin mümkün değildir. Ama birçok kardeşimize ilaçlarıyla iyilik nasip kıldığını biliyoruz. Meselâ şu anda bizde de olan sinüs, sinüzit hastalığını bu kardeşimizin kesinlikle tedavi ettiğini biliyoruz. Allah razı olsun. İnşaallah sinüzitin tedavi ilacını bize de gönderir ha? Ne diyorsunuz sevgili kardeşlerim?

Bir dinleyicimiz diyor ki:

SORU:
Sizi çok seviyorum Efendimiz. İki erkek kardeşim var.  Allah’a ulaşmanın farz olduğuna inanmalarına rağmen bizim için çok erken, biz daha sonra düşünürüz deyip Allah’a ulaşmayı dilemekte ve tasavvufa girmekte üzerlerine düşeni yapmıyorlar. Ayrıca ikisi de çok sinirli. Anneme çok saygısızlık ediyorlar.

CEVAP: Allah’ın yoluna girmeyen insan sinirli olur tabiî. Çünkü şeytan devamlı onlara tesir ediyor.

“Efendimiz, kardeşlerimi nasıl ikna edebilirim?”

İkna etmeye çalışacaksın. Ne kadar yapabilirsen o kadar geçerli. Kurtuluşa ulaşacak olan onlar. Onların karar vermesi lâzım. Bizim konuşmalarımızı dinletirsen faydalı olur diye düşünüyorum.

“Ve davranış şeklim nasıl olmalı?”

Onlar yanlış da davransalar da sen onlara iyi davranmalısın ki tasavvufta olan birisine hem saygı duysunlar hem de örnek olsun. Sen onlara örnek ol.

“Bu konuda ve her konuda kıymetli dualarınızı bekliyorum.”

Dua ederiz inşaallah. Allah razı olsun.

Bir dinleyici kardeşimiz diyor ki:

“Muhterem Efendimiz, mübarek ellerinizden sonsuz hürmetle öperim. Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükürler olsun ki; mutluluğu Allahû Tealâ Efendimizi tanımayı nasip ettikten sonra yaşamayı öğrendim.”

Daha bundan sonra çok daha fazla mutlu olacaksın. Her geçen gün mutluluğun artacak. Pencereleri açıp mutluyum diye bağırmak geçecek içinden. Saadet yoludur, mutluluk yoludur. Allah razı olsun.

Bir dinleyicimiz diyor ki:

“Muhterem Efendimiz, mübarek ellerinizden sonsuz hürmetle öperim. Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükürler olsun ki mutluluğu, Allahû Tealâ Efendimizi tanımayı nasip ettikten sonra yaşamayı öğrendim. Efendimiz, himmetinizle cümlemize mutluluğu Allahû Tealâ’nın nasip etmesi dileğiyle Allah razı olsun.”(İstanbul’dan D. E.

Bir dinleyicimiz:

Bu kardeşimiz için dua ederiz inşaallah. Allah razı olsun. Mutluluklar dileriz ona da hepinize de.

Ve son dinleyicimiz diyor ki:

“Değerli Efendimiz, siz bizlere Allah’ı sevmeyi, sahâbeyi, Osmanlı’yı sevmeyi, insanları sevmeyi öğrettiniz. Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen kardeşlerimizle buram buram sevgiyi kokladık. Sizinle, tüm kardeşlerimizle tekliği oluşturduk. İnşaallah himmetinizle siz varsınız ve biz de sizinle hayat bulduk. Hepimiz çok mutlu bir gün yaşadık. Sizi çok seviyoruz. Dualarınızı bekler, ellerinizden hasretle öperiz.”

Bunlar Denizlili kardeşlerimiz. Allah hepinizden razı olsun. Onlar da sözlerini “Allah razı olsun” diye bitirmişler.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bütün sualleriniz, konferans sualleri inşaallah burada tamamlanıyor. Son, konferans salonu kapatılacağı için son suallerimize cevap verememiştik. Onlara da şu anda hem dua taleplerine hem de suallere inşaallah Allah, cevap vermeyi nasip kıldı.

Sevgili kardeşlerim, görüyorsunuz, cehaletin hangi ölçülerde mevcut olduğunu. Söylediğimiz sözler, o dîni bildiklerini zanneden insanlarda hiçbir tesir ulaştırmıyor. Çünkü gözleri kör, görme hassaları gışavet isimli bir perdeyle örtülü. Kulaklarında vakra var, işitme hassaları mühürlü. Kalpleri mühürlü ve kalplerindeki idrak hassaları da mühürlü.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, biz dağlarda açan ahlât ağacıyız. Onlar, ahlât ağacının meyvelerinden yemek isteseler de istemeseler de ahlât ağacı meyvelerini verir.

Bir şeyi daha unutmayın sakın; meyve veren ağaç taşlanır.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.


İmam İskender Ali M İ H R