SOHBETİN ADI: ZUMER SURESİ 68-75, MU'MİN SURESİ 1-7 (Âyetlerin Sırları)
TARİH: 15.07.2004
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bir Kur’ân-ı Kerim Tefsiri konusunda inşaallah gene birlikte olacağız. Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, yani Kur’ân’ın ruhunun anlatılması.
68. âyet-i kerime:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
39/ZUMER-68: Ve nufiha fîs sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh(şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn(yanzurûne).
Ve sur’a üfürülmüş, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar ölmüşlerdir. Sonra ona (sur’a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar.
ve nufiha: Ve üfürüldü.
fî: -de, içinde.
es sûri: Sûr.
fe: Böylece, artık.
saıka: Bayıldı, öldü.
men: Kimse.
fî: -de, içinde.
es semâvâti: Semalar, gökler.
ve men: Ve kimse.
fî: -de, içinde.
el ardı: Arz, yer.
illâ: Hariç.
men: Kimse, kişi.
şâe: Diledi.
allâhu: Allah.
summe: Sonra.
nufiha: Üfürüldü.
fîhi: Ona, onun içine.
uhrâ: Diğer.
fe: Böylece, artık, sonra.
izâ: Olduğu zaman.
hum: Onlar.
kıyâmun: Ayağa kalkarak.
yanzurûne: Bakarlar, bakınırlar.
Ve şöyle oluyor sonuç:
“Ve sur’a üfürülmüş. Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar bayılmışlardır.”
Bu sur’a üfürülmüş. Ve onlar… “fe: O zaman,” diyor Allahû Tealâ, “Göklerde ve yerde olanlar çarpılıp yıkıldı (öldüler).” diyor Allahû Tealâ.
Ama aynı konu, bayılma anlamına da geliyor. “Yerde olanlar ölmüşlerdir veya bayılmışlardır.” Çarpılıp yıkılmayı biz… Burada, Allahû Tealâ bir başka âyetinde, iki defa ölümden, iki defa dirilmeden bahsediyor.
2/BAKARA-28: Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn(turceûne).
Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? (Kıyamet günü sur’a üfürüldükten sonra) siz ölü idiniz. Sonra sizi (kıyamet günü) diriltti. Sonra sizi (sur’a ikinci defa üfürüldüğünde) öldürecek. Sonra sizi (sur’a üçüncü defa üfürüldüğünde) diriltecek. Sonra (İndi İlâhi’de) O’na döndürüleceksiniz.
Bu, orada ikinci ölümü ve ikinci dirilmeyi ifade ediyor. Birinci ölüm, bu dünyada gerçekleşiyor ve birinci dirilme de bu dünyada, ölümden sonra herkesin dirilmesi şeklinde. Ama orada İndi İlâhi’de ikinci defa ölüm söz konusu, sur’a üfürüldüğü zaman. Ondan sonra da sur’a ikinci defa üfürüldüğünde ölenlerin tekrar dirilmesi.
Âyet-69:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
39/ZUMER-69: Ve eşrekatil ardu bi nûri rabbihâ ve vudıal kitâbu ve cîe bin nebiyyîne veş şuhedâi ve kudıye beynehum bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve Rabbinin nuru ile yeryüzü aydınlandı. Ve kitap ortaya kondu. Peygamberler ve şahitler getirildi. Ve onların aralarında onlara zulmedilmeksizin hak ile hüküm verildi.
ve eşrekati: Ve parladı.
el ardu: Arz, yer.
bi nûri rabbi-hâ: Rabbinin nuru ile.
ve vudıa: Ve konuldu.
el kitâbu: Kitap.
ve cîe bi: Ve getirildi.
en nebiyyîne: Nebîler, peygamberler.
ve eş şuhedâi: Ve şahitler.
ve kudıye: Ve hüküm verildi.
beyne-hum: Onların arasında.
bi el hakkı: Hak ile.
ve hum: Ve onlar.
lâ yuzlemûne: Zulmedilmez.
Netice şöyle oluşuyor:
“Rabbinin nuru ile yeryüzü aydınlandı ve kitap ortaya kondu. Peygamberler ve şahitler getirildi ve onların aralarında, onlara zulmedilmeksizin hak ile hüküm verildi.”
Peygamberler; yani nebîler. Burada Allahû Tealâ nebîlerden bahsediyor. Peygamberler getirildi, bir de ve şahitler getirildi.
Şahitler:
*Bütün kavimlerdeki her devirdeki imamlar.
*Sonra, o imamlardan sonra gelen mürşidler.
*Onlardan sonra gelen onların yardımcıları olan mürşidler.
Ve böylece şahitler oluşuyor. Şahitlerin, aslında peygamberler de şahitlerdir, bütün kavimlerdeki resûller de şahitlerdir, bütün kavimlerdeki mürşidler de şahitlerdir, onlara yardımcı olan mürşidler de şahitlerdir. Ayrıca kirâmen kâtibîn melekleri de şahitlerdir.
Allahû Tealâ bir evvelki âyette, kıyâmet günü ölümü ve dirilmeyi ifade ediyor. Kıyâmet günü yaşamayan insanlar, kıyâmet gününe ulaşamayan insanlar, kıyâmetten evvel ölmüşlerdir. Sur’a birinci üfürüldüğü zaman, kıyâmet günü yaşayanlar da ölüyor. Bu ölenler, sur’a birinci üfürülmesi sebebiyle ölüyor ve sur’a birinci üfürüldüğü an, zaten zaman durmuştur. Yani Allah’ın gezegenlere verdiği kinetik enerji, gezegenleri birbirinden ayırarak, insan vücudu şeklindeki kâinatı büyütmekte olan enerji sona ermiştir, büyüme durmuştur. Büyümenin durmasıyla beraber, zaman da durmuştur. Bir noktadan ayrılan noktaların vücuda getirdiği zaman, burada durmuştur. Ve büyüme durduğu için, durağan bir statü alan ve bütün dengeleri bozulan hünnes ve künnes kanunları çalışmaz olmuştur. Bunun mânâsı, bütün büyük kütlelerin, küçük kütleleri kendisine çekmesidir yani gravitasyondur. Ve Ay, Dünya tarafından çekiliyor, Dünya da Güneş tarafından çekiliyor. Kur’ân-ı Kerim bunları açıkça yazıyor: “Ay Dünya’yla birleştiği zaman, Dünya da Güneş’le birleştiği zaman.”
75/KIYÂME-9: Ve cumiaş şemsu vel kamer(kameru).
Ve Güneş ve Ay birleştirildiği (zaman).
Öyleyse yeryüzünün aydınlanması söz konusu. Buradaki hüküm verme olayı, orada mahşer meydanındaki bir hüküm verme olayı. Ve bu ölüm ve dirilme, şahitlerin getirilmesi, birinci ölümü ve birinci dirilmeyi ifade ediyor. İnsanlar, daha evvel ölenler ölmüşlerdir, kıyâmet günü yaşamakta olanlar da kıyâmet günü sur’a üfürülmesiyle ölmüşlerdir. Dünyadaki bir ölüm olayı, dünyadaki şahitler, kitabın ortaya konması, yeryüzünün aydınlanması.
Bu ölmek ve yeniden dirilme olayı, başlangıçta yeryüzünde bir dirilmeyi ifade ediyor. Çünkü zaman geriye doğru gidiyor, birinci üfürülmede insanlar yeryüzünde ölüyorlar ve zaman geriye doğru dönmeye başlıyor. Büyüme durduğu için, zaman duruyor. Geriye doğru dönmeye başlayınca bütün insanlar, evvelâ kıyâmet günü yaşamakta olanlardan başlayarak, hayata tekrar geriye dönüyorlar. Ta Âdem (A.S)’ın canlanmasına kadar, bütün devirlerde yaşayan insanların hepsi daha evvel ölmüşler, kıyâmet günü yaşayanlar kıyâmet günü ölmüşler ve o gün hepsi yeniden canlanıyorlar. Yani birinci ölümlerinden sonra, birinci dirilmeleri. Dirildikleri zaman ne oluyor? Dirildikleri zaman, göğe doğru yukarı yükseliyorlar. Mezarlarından yukarıya yükseliyorlar ve yerçekimi kuvveti olmadığı için orada, mahşer meydanında buluşuyorlar ve mahşer meydanında sur’a ikinci defa üfürülüyor ve herkes diriliyor. Şahitlerin getirilmesi orada gerçekleşen bir olay. Mahşer meydanındaki bu dirilmenin arkasından, herkes hayat filmlerinin görüleceği İndi İlâhi’de toplanıyor ve İndi İlâhi’de toplanmadan evvel sur’a ikinci defa üfürüldüğü için herkes canlanmıştır. Canlananların da sur’a ikinci defa üfürüldüğü zaman, kıyâmet günü orada, İndi İlâhi’de toplananlar da ölmüştür. Bu ölenlerin ikinci ölümlerinden sonra, tekrar canlanması söz konusu olacaktır. O üçüncü defa sur’a üfürülüşte gerçekleşiyor ve böylece olay tamamlanıyor.
Üçüncü defa sur’a üfürülüşte ikinci defa ölenler, aynı yaşta olmak üzere yeniden canlanıyor, nefsler fizik vücutlara tekrar giriyor. Bedenler, iki beden birleşiyor; nefslerin birleşmesi olayı. Sonra da mahşer meydanından İndi İlâhi’ye ulaştırılıp bütün insanlar kendi hayat filmlerinin önüne götürülüyorlar ve şahitler orada. Herkes kendi hayat filminin başında. Ve o zaman onlar için hüküm veriliyor. Yani hayat filmleri herkese, her saniye kazandığı ve kaybettiği dereceleri bildiriyor. Neticede kimin kazançları daha fazlaysa onların gidecekleri yer cennettir, kitapları sağlarından veriliyor. Kimlerin hayat filmleri, negatif rakamı daha çok ihtiva etmişse, nakıs rakamı daha çok ihtiva etttiyse, nakıs taraf daha yüksekse, günahlar daha yüksekse onlara da kitapları soldan veriliyor. Bir kısmı cehennemde kalacak olanlardır; kitapları soldan verilenler, bir kısmı cennette kalacak olanlardır; kitapları sağdan verilenler.
Ve 70. âyet-i kerime:
39/ZUMER-70: Ve vuffiyet kullu nefsin mâ amilet ve huve a’lemu bimâ yef’alûn(yef’alûne).
Ve her nefse (herkese) yaptığının karşılığı ödendi. Ve O (Allah), onların yaptıklarını çok iyi bilir.
ve vuffiyet: Ve vefa edildi, ödendi.
kullu: Her, hepsi.
nefsin: Nefs, kişi.
mâ: Şey.
amilet: Yaptı.
ve huve: Ve O.
a'lemu: Çok iyi bilir, en iyi bilir.
bi mâ: O şeyi.
yef'alûne: Yapıyorlar.
“Ve her nefse (herkese) yaptığının karşılığı ödendi.” Yani: “Hayat filmleri, bütün kazançları ve kayıpları ortaya çıktı). Ve karşılığı ödendi. İkisinin arasındaki fark tespit edildi ve hayat filmleri, o farka göre sağdan veya soldan kendilerine teslim edildi.”
“Ve O (Allah), onların yaptıklarını çok iyi bilir.”
Hayat filmleri görüldü herkes tarafından ve neticeler belli oldu. Kitapları sağlarından veya sollarından verilerek kimin cennete, kimin cehenneme gideceği, daha hayat filmindeki rakamlar belli olur olmaz ortaya çıktı, garanti edildi.
Ve 71. âyet-i kerime:
Bismillahirrahmanirrahim.
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
vesîka: Sürüldü.
ellezîne: Onlar.
keferû: İnkâr ettiler.
ilâ cehenneme: Cehenneme.
zumeran: Zümre zümre.
hattâ: Hatta, olunca.
izâ: Olduğu zaman.
câu-hâ: Ona geldiler.
futihat: Açıldı.
ebvâbu-hâ: Onun kapıları.
ve kâle: Ve dedi.
lehum: Onlara.
hazenetu-hâ: Onun bekçileri.
e: -mi?
lem ye'ti-kum: Gelmedi.
e lem ye'ti-kum: Gelmedi mi?
rusulun: Resûller.
min-kum: Sizden, sizin içinizden.
yetlûne: Tilâvet ediyor, okuyor.
aleykum: Size.
âyâti: Âyetler.
rabbi-kum: Sizin Rabbiniz.
âyâti rabbi-kum: Rabbinizin âyetleri.
ve yunzirûne-kum: Ve sizi uyarırlar.
likâe: Karşılaşma, ulaşma.
yevmi-kum: Sizin gününüz.
hâzâ: Bu.
kâlû: Dediler.
belâ: Evet.
ve lâkin: Ve fakat.
hakkat: Hak oldu.
kelimetu el azâbi: Azap sözü.
alâ: Üzerine.
el kâfirîne: Kâfirler.
“Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin bekçileri) onlara derler ki: ‘Size sizden (sizin aranızdan olan) resûller gelmedi mi ki; size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?’ Cehenneme gidenler dediler ki: Evet geldiler, fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.”
Zumer Suresi 71. âyet-i kerime, Kur’ân’daki en önemli âyetlerden bir tanesidir. Burada açık ve kesin olarak bütün insanlara Allah’ın Resûllerinin geldiği, cehenneme her girene soruluyor: “Size resûller gelmedi mi ki size Rabbinizin âyetlerini okusun?” Yani: “Size bugüne (buraya) geleceğinizi söyleyerek sizi uyarsın.”
Ne yapıyormuş resûller? Allah’ın âyetlerini okuyormuş.
Allahû Tealâ resûller konusunda diyor ki:
18/KEHF-56: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîne, ve yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ(huzuven).
Biz, resûlleri sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Kâfirler (ise) hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ederler. Âyetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alay (konusu) ederler.
“Biz, resûllerimizi uyarsınlar ve müjdelesinler diye göndeririz.”
Bir başka âyette: “Âmenû olanları müjdelesinler, diğerlerini uyarsınlar diye göndeririz.” diyor, “Resûllerimizi de nezirlerimizi de.”
6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.
Öyleyse ne söylüyorlarmış? Âmenû olanları müjdeleyeceklerine göre, âmenû olmayanlara onları da uyaracaklarına göre ne demeleri lâzım?
“Siz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, dilemediğinize göre cehenneme gideceksiniz. Ya Allah’a ulaşmayı dileyin, cennetinizi hak edin ya da bilin ki gideceğiniz yer cehennemdir.”
İşte Allah’ın bütün resûlleri bunu söylerler insanlara. Her kavimde resûller, her devirde mutlaka yaşarlar ve bu tebliğ herkese mutlaka yapılır. Çünkü bütün cehenneme gidenlere bu sözün söylendiği ve onlardan da: “Evet, geldiler.” cevabını cehennem bekçilerinin aldığı, bu âyetle kesinleşmiş durumda. Herkese mutlaka cehennemin kapısında bu söz söylenir. Cehenneme girenler için kesin bir etkidir bu.
72. âyet-i kerime:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
39/ZUMER-72: Kîledhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvâl mutekebbirîn(mutekebbirîne).
(Onlara): “Orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin!” denildi. Artık kibirlenenlerin mesvası (kalacağı yer) ne kötü.
kîle: Denildi.
udhulû: Dâhil olun, girin.
ebvâbe: Kapılar.
cehenneme: Cehennem.
hâlidîne: Ebedî olarak, ebediyyen.
fî-hâ: Orada.
fe: Böylece, artık.
bi'se: Ne kötü.
mesvâ: Mesva, kalınacak yer.
el mutekebbirîne: Kibirlenenler, büyüklenenler.
“(Onlara): ‘Orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin.’ denildi. Artık kibirlenenlerin mesvâsı (kalacağı yer) ne kötü.”
İşte yeryüzünde kibirlenenler o insanlar. A’râf Suresinin 146. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
7/A'RÂF-146: Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîlâ(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
“Onları âyetlerimizden çevireceğiz ki onlar, yeryüzünde haksız yere kibirlenenlerdir. Onlar bütün âyetleri görseler inanmazlar. Allah’ın irşad yolunu gördükleri zaman (rüşd yolunu), o yolu yol edinmezler. Gayy yolunu (kendilerini cehenneme götürecek olan yolu) gördükleri zaman, o yolu yol edinirler. Bunun sebebi onların Allah’ın âyetlerini yalanlamaları ve âyetleri tekzib etmeleridir.”
Öyleyse mütekebbirîn, bu tekebbür sahipleri:
1- Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlar.
2- Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardır.
Her devirde bu insanlar mutlaka vardırlar ve toplumun büyük kısmını Allah’ın yolundan ayırmayı da her devirde başarmışlardır.
73. âyet-i kerime:
39/ZUMER-73: Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn(hâlidîne).
Rab’lerine karşı takva sahibi olanlar (cehennemi gördükten sonra) zümre zümre cennete sevkedilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman onun (cennetin) kapıları açılır. Ve onun (cennetin) bekçileri, onlara: "Selâmun aleykum, siz temize çıktınız (aklandınız) ve öyleyse ebedi olarak ona (cennete) girin" derler.
vesîka: Sevk edildi.
Sevk kelimesi, vesika kelimesi aynı kökten: Sevk edildi.
ellezîne: Onlar.
ittekav: Takva sahibi oldular.
rabbe-hum: Onların Rabbi.
ilâ el cenneti: Cennete.
zumeran: Zümre zümre.
hattâ: Hatta, olunca.
izâ: Olduğu zaman.
câû-hâ: Ona geldiler.
ve futihat: Ve açıldı.
ebvâbu-hâ: Onun kapıları.
ve kâle: Ve dedi.
lehum: Onlara.
hazenetu-hâ: Onun bekçileri.
selâmun: Selâm.
aleykum: Sizin üzerinize, size.
tıbtum: Siz temize çıktınız, aklandınız.
fedhulû-hâ (fe udhulû-hâ): Ona girin, öyleyse ona girin.
hâlidîne: Ebedî olarak, ebediyyen.
“Rabb’lerine karşı takva sahibi olanlar, zümre zümre cennete sevk edilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman, onun (cennetin) kapıları açılır ve onun (cennetin) bekçileri onlara: ‘Selâmun aleykum. Siz temize çıktınız (aklandınız). Ebediyyen kalmak üzere ona cennete girin.’ denir.”
Cennete girenler, kazandıkları dereceler kaybettikleri derecelerden fazla olanlardır ve burada açık bir şekilde kazandıkları dereceler kaybettikleri derecelerden fazla olanların cennete gideceği, orada selâmla karşılaşacakları ve mutluluğa, sonsuz bir cennet hayatına orada başlayacakları ifade ediliyor.
74. âyet-i kerime:
39/ZUMER-74: Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu ve evresenel arda netebevveu minel cenneti haysu neşâ(neşâu), fe ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Ve cennetlikler dediler ki: "Hamd, vaadine sadık olan Allah’a mahsustur. Ve (cennetteki) bu yere bizi varis kıldı. Cennette dilediğimiz yerde kalabiliyoruz." (Salih) amel yapanların ecri ne güzel.
ve kâlû: Ve dediler.
el hamdu: Hamd.
lillâhi (li allâhi): Allah için.
ellezî: O ki.
sadaka-nâ: Bize sadık oldu, bizim için yerine getirdi.
va'de-hu: Onun vaadi, onun sözü.
ve evrese-nâ: Ve bizi varis kıldı.
el arda: Arz, yer.
netebevveu: Kalırız.
min: -den.
el cenneti: Cennet.
haysu: Yer, yerden.
neşâu: Dileriz, diliyoruz.
fe: Böylece, artık.
ni'me: Ne güzel.
ecru: Ecir, ücret, mükâfat, karşılık.
el âmilîne: Amel edenler, amel yapanlar.
“Cennetlikler dediler ki: Hamd, vaadine sadık kalan Allah’a mahsustur. Ve bu yere (cennetteki bu yere), bizi varis kıldı. Cennette dilediğimiz yerde kalabiliyoruz. Salih amel yapanların ecri ne güzel.”
Cennetlikler diyorlar ki:
“Hamd, vaadine sadık olan Allah’a mahsustur. Ve O Allah, buraya (cennete) bizi varis kıldı. Cennette dilediğimiz yerde kalabiliyoruz. Salih amel yapanların yeri ne güzel (yeri cennet).”
Ve 75. âyet-i kerime, Zumer Suresi.
Cennete giren insanlar söz konusu, salih amel işlemişler, takva sahibi olmuşlar, adım adım takvalarını geliştirmişler. Onların yeri, Allah’ın cenneti.
Ve 75. âyet-i kerime:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
39/ZUMER-75: Ve terel melâikete hâffîne min havlil arşı yusebbihûne bi hamdi rabbihim, ve kudıye beynehum bil hakkı ve kıylel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve görürsün ki, arşın etrafında onu kuşatan melekler, Rab’lerini hamd ile tesbih ederler. Ve onların (cennetliklerin) aralarında hak ile hüküm verildi. Ve (cennetlikler tarafından): "Âlemlerin Rabbine hamdolsun." denildi.
ve terâ: Ve görürsün.
el melâikete: Melekler.
hâffîne: Kuşatanlar, çevreleyenler.
min: -den.
havli: Etraf.
el arşi: Arş.
yusebbihûne: Tesbih ederler.
bi hamdi: Hamd ile.
rabbi-him: Onların Rabbi.
ve kudıye: Ve hüküm verildi, hükmedildi.
beyne-hum: Onların aralarında.
bi el hakkı: Hak ile.
ve kîle: Ve denildi.
el hamdu: Hamd.
lillâhi (li allâhi): Allah için, Allah'a mahsus.
rabbi el âlemîne: Âlemlerin Rabbi.
“Ve görürsün ki; arşın etrafında onu kuşatan melekler, Rabb’lerini hamd ile tesbih ederler. (arşın etrafında onu, arşı kuşatan melekler, Rabb’lerini hamd ile tesbih ederler). Ve onların (cennetliklerin) arasında hak ile hüküm verildi. Ve (cennetlikler tarafından): ‘Âlemlerin Rabbine hamd olsun.’ denildi.”
Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in orada ne göreceğini anlatıyor Allahû Tealâ:
“Görürsün ki,” diyor, “Arşın etrafını kuşatan melekler, Rabb’lerini hamd ile tesbih ederler.”
Ve hüküm verilmiş: “Cennetliklerin aralarında hak ile.”
Sonra ne demişler cennete girenler?
“Âlemlerin Rabbine hamd olsun.” demişler. “Böyle denildi.” diyor Allahû Tealâ.
Sevgili kardeşlerim, sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Zumer Suresi, bu 75. âyet-i kerimeyle inşaallah sona eriyor. Bir sureyi daha bitirmenin bahtiyarlığını, mutluluğunu işte Allahû Tealâ bize bir defa daha bize yaşattı sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.
Ve inşaallah yeni bir sureye giriyoruz.
Mu’min Suresi, 1. âyet:
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
40/MU'MİN-1: Hâ mîm.
Hâ, Mîm.
hâ mîm: İki harf.
Burada Mu’min Suresinden sonraki altı sure de “hâ ve mîm” ile başlıyor. Bu yedi surenin özelliği bu. Birbiri arkasından gelen yedi sure, hepsi hâ ve mîm ile başlıyor; hâ mîm. Bunlar mukattaa harfleri.
Bu konuda Reşat Halife’nin bir iddiası ve önerisi vardı: “Bu mukattaa harfleri, o surede kaç defa geçiyor, o tetkik edildiği zaman mutlaka on dokuzun katı kadar çıkar.” diyordu. Bu konu denendi, bir kısmı gerçekten tuttu, on dokuzun katı çıktı. Ama bir kısım surelerde çıkmadı. Konu orada, o tarzda başladı ve bitti.
2. âyet; Mu’min Suresi, 2. âyet.
Diyor ki Allahû Tealâ:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
40/MU'MİN-2: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil alîm(alîmi).
Bu Kitab’ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Alîm olan (en iyi bilen) Allah’tandır (Allah tarafındandır).
“Bu Kitab’ın indirilişi (inzal edilmesi) Azîz (yüce ve üstün) ve Alîm olan (en iyi bilen) Allah tarafındandır.”
Nüzul: İndirilme, indiriliş.
“Bu Kitab’ın indirilişi, Azîz ve Alîm olan Allah tarafındandır (Allah’tandır).” Yani: “Allah tarafındandır.”
minallâhi: Allah’tan.
Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’i Allahû Tealâ’nın indirdiğine dair bir defa daha Allahû Tealâ açıklamada bulunuyor.
3. âyet-i kerime, Mu’min Suresi, 3. âyet-i kerime:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
40/MU'MİN-3: Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil masîr(masîru).
(O ki) günahları mağfiret eden, tövbeleri kabul eden, cezası şiddetli olan, ihsan, fazl ve kerem sahibi olandır. O’ndan başka İlâh yoktur. Dönüş, O’nadır.
gâfiri: Mağfiret eden.
ez zenbi: Günah.
ve kâbili et tevbi: Ve tövbeyi kabul eden.
şedîdi el ikâbi: Cezası şiddetli.
zî et tavli: İhsan, fazl ve kerem sahibi.
lâ ilâhe: İlâh yoktur.
illâ: -den başka.
hûve: O.
ileyhi: O’na.
el masîru: Dönüş.
Diyor ki Allahû Tealâ:
“(O ki) günahları mağfiret eden, tövbeleri kabul eden, cezası şiddetli olan, ihsan, fazl ve kerem sahibi olandır. Ondan başka İlâh yoktur. Dönüş, O’nadır.”
Allahû Tealâ burada: “Dönüş O’nadır.” diyor, “Dönüş Allah’adır.” diyor.
Acaba neyin dönüşünden bahsediyor? Ruhun dönüşünden bahsediyor evvel emirde. İnsan ruhu, Allah’tan üfürülmüştür ve Allahû Tealâ üzerimize tam on iki defa farz kılmıştır, ruhumuzun ölmeden evvel Allah’a ulaşacağını, ulaştırılması gerektiğini üzerimize on iki defa farz kılmıştır Allahû Tealâ.
“ilâllâhil masîr,” geçiyordu Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde. Orada Allahû Tealâ diyordu ki, nefsin tezkiyesinden bahsediyordu:
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse o kişi bunu kendi nefsi için yapar.
Çünkü nefsi Allah’a, tezkiye ve tasfiye olacağına dair yemin vermiştir.
“ve ilâllâhil masîr.” diyordu orada da. Bu nefs tezkiyesi neticesinde ruhu Allah’a döner, Allah’a ulaşır.
Burada da aynı şey söyleniyor:
“Dönüş O’nadır. O’ndan başka İlâh yoktur, dönüş O’nadır.”
Ruhlarımız Allah’a dönecek. Fizik vücutlarımız? Onlar da İndi İlâhi’ye ulaşacaklar ölümden sonra, kıyâmet gününde. İndi İlâhi’de hesap görülecek. Ondan sonra da cennete veya cehenneme sevk edilecekler. Ama ruhumuzun Allah’a dönüşüyle fizik vücudumuzun Allah’a dönüşü arasında büyük farklılık var. Ruhumuz Allah’a, Allah’ın Zat’ında yok olmak üzere döner. Çünkü Allah’a ait olan bir vücudumuzdur. Bize üfürülmüştür.
Secde Suresi, 9. âyet-i kerime:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Ve bu bize emanet olarak verilen ruhumuzu, Allahû Tealâ on iki âyetiyle bizim Allah’a mutlaka iade etmemizi üzerimize farz kılıyor. Nisâ-58’de diyor ki Allahû Tealâ:
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
“innallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah, emanetleri (ruhunuz da vechiniz de nefsiniz de iradeniz de bir emanettir) Allah’a tevdi etmenizi (teslim etmenizi) emreder.” diyor.
Zumer-54’de diyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu: Üzerinize azap gelmeden evvel Allah’a yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin ve Allah’a teslim olun.” diyor, Allahû Tealâ.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek ve Allah’a teslim olmak: Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek. Bütün teslimler Zumer-54’de yer alıyor.
En’âm-152’de Allahû Tealâ: “ve bi ahdillâhi evfû.” diyor, “Allah’ın ahdini yerine getirin.” Yani: “Ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allah’a teslim edin.” diyor Allahû Tealâ:
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
Üç âyet-i kerime de Allah’a dört tane teslimin yapılması gerektiğini söylüyor. Ama sadece Allah’a ulaşmayı dilemek, yani Allah’a yönelmek de tek başına da farz kılınmıştır. Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde diyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“O’na yönel (Allah’a yönel) ve O’na karşı (Allah’a karşı) takva sahibi ol ve müşriklerden olma.”
Rûm-32’de diyor ki:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki onlar, fırkalara ayrılmışlardır. Ayrı ayrı zümreler oluşturmuşlardır (hizipler oluşturmuşlardır). Her hizip kendi elindekiyle ferahlanır.” diyor.
Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin oluşturduğu bütün fırkalar, fırkalara ayrılmışları oluşturuyor.
İşte sevgili kardeşlerim, burada Allahû Tealâ’ya ruhumuzun ölmeden evvel mutlaka ulaştırılması ve bütün vücutlarımızı da teslim etmemiz, açık ve kesin bir şekilde emir olunuyor.
İşte Muzzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesi:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah’ın İsmi’yle (Rabbinin İsmi’yle) zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş.”
Ulaşmanın da ruhu Allah’a ulaştırmanın da zikirle olacağı ifade ediliyor. Burada da: “Dönüş O’nadır.” deniliyor.
Ruhun dönüşü Allah’ın Vech’inedir, Zat’ınadır, Zat’ta yok olur. Ama fizik vücudunuzun dönüşü Allah’ın İndi İlâhi’sinedir, huzurunadır. Orada, huzurda herkes kendi hayat filmini görerek, Mahkeme-i Kübra’da hesaba çekilir. Mahkeme-i Kübra; hâkimi, savcısı ve avukatı, davalısı, davacısı olmayan bir mahkemedir. Orada herkes kendi hayat filminin başında, üç boyutlu olarak boşlukta kendi hayatını seyreder ve her saniye kazandığı ve kaybettiği dereceleri görür. Sonuç bellidir. Kimin kaybettiği dereceler fazlaysa o kişinin gideceği yer cehennemdir, diğerlerininse cennettir. Öyleyse fizik vücutlar Allah’ın huzuruna giderler, Allah’ın Zat’ında yok olmazlar. Ama ruh Allah’a ulaşır, Allah’ın Zat’ında yok olur ve burada ki: “Dönüş O’nadır.” ifadesi, ruhun Allah’a ulaşıp, Allah’ta yok oluşunu ifade ediyor.
Ve Mu’min Suresi, 4. âyet-i kerime. Allahû Tealâ buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
40/MU'MİN-4: Mâ yucâdilu fî âyâtillâhi illellezîne keferû fe lâ yagrurke tekallubuhum fîl bilâd(bilâdi).
Kâfirlerden başkası, Allah’ın âyetleri hakkında mücâdele etmez. Artık onların şehirlerde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın.
mâ yucâdilu: Mücâdele etmez.
fî: İçinde, hakkında.
âyâti allâhi: Allah'ın âyetleri.
illâ: -den başka.
ellezîne: Onlar.
keferû: İnkâr ettiler.
fe: Artık, öyleyse.
lâ yagrur-ke: Seni aldatmasın.
tekallubu-hum: Onların dönüp dolaşması.
fî el bilâdi: Beldeler arasında, şehirler arasında, beldelerde.
Diyor ki Allahû Tealâ: “Kâfirlerden başkası Allah’ın âyetleri hakkında mücâdele etmez.”
Allah’ın âyetlerinin hakkında mücâdele edenler neden kâfirlerdir? Çünkü kâfirler, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir ve onlar da Allah’a ulaşmak diye bir şeyin olmadığını ispat için çalışırlar. “Allah erişilmez.” derler. “Ayrıca” derler, “Ruh insana hayat verir, vücudunuzdan ayrılırsa hafazanallah ölürsünüz.” Öyleyse ölmeden evvel kimsenin ruhu vücudundan ayrılmaz iddiasının sahipleri ve Allahû Tealâ da tam aksini söylüyor; ruhumuzun Allah’a ulaşmasını, ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını üzerimize tam on iki defa farz kılmış.
İşte 5. âyeti Mu’min Suresinin:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
40/MU'MİN-5: Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzâbu min ba’dıhım ve hemmet kullu ummetin bi resûlihim li ye’huzûhu ve câdelû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
Onlardan önce Nuh (A.S)’ın kavmi ve onlardan sonra da (başka) fırkalar, (resûllerini) yalanladılar. Ve bütün ümmetler, onları yakalamak için resûllerine hücum ettiler. Hakkı, bâtılla yok etmek için mücâdele ettiler. Sonunda Ben, onları yakaladım. O zaman Benim ikabım (cezam) nasıl oldu?
kezzebet: Yalanladı.
kable-hum: Onlardan önce.
kavmu nûhın: Nuh (A.S)’ın kavmi.
ve el ahzâbu: Ve hizipler, fırkalar, taifeler.
min ba'dı-hım: Onlardan sonra.
ve hemmet: Ve hamle yaptı, hücum etti.
kullu: Hepsi, bütün.
ummetin: Ümmet.
bi resûli-him: Onların resûllerine.
li ye'huzû-hu: Onu yakalamak için.
ve câdelû: Ve mücâdele ettiler.
bi el bâtılı: Bâtıl ile.
li yudhıdû: Gidermek için.
bi-hi: Onunla.
el hakka: Hak.
fe: Böylece, artık.
ehaztu-hum: Ve onları yakaladım.
fe: Böylece, artık, sonunda.
keyfe: Nasıl.
kâne: Oldu.
ıkâbi: İkabım, cezam.
“Onlardan önce Nuh (A.S)’ın kavmi ve onlardan sonra da başka fırkalar (resûllerini) yalanladılar. (Sonra) bütün ümmetler onları yakalamak için resûllerine hücum ettiler. Hakkı batılla yok etmek için mücâdele ettiler. Sonunda ben onları yakaladım, o zaman benim ikabım (cezam) nasıl oldu?”
“Ve bütün ümmetler, bütün milletler, onları yakalamak için resûllerine hücum ettiler.” diyor Allahû Tealâ.
Mu’minûn Suresinin 44. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, bütün kavimlere resûl gönderdiğini ifade ediyor ve hangi kavme resûl gönderdiyse o kavimlerdeki çoğunluğun mutlaka resûllerini inkâr ettiklerini söylüyor.
23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
Bu âyet de Mu’min Suresinin 5. âyet-i kerimesi de bu konuda bir kilometre taşıdır. Resûllerin bütün kavimlerde, bütün ümmetlerde resûllerin üzerine onları susturmak için, öldürmek için hücum edildiğini açık bir şekilde ifade ediyor. Görevleri ne? Şeytanın görevlendirdiği bu insanlar, hakkı batılla yok etmek için resûle saldırıyorlar. Her devirde bu olay mutlaka olmuştur. Şu anda da bütün kavimlerde Allah’ın resûlleri hayattalar.
Zaten hangi resûl, hangi kavimde ölse Allahû Tealâ mutlaka o resûlün yerine bir yenisini hemen vazifeli kılar. Hiçbir kavim hiçbir devrede resûlsüz kalmamıştır. Resûller öldürülmüştür ama yerine mutlaka yenisi hemen Allahû Tealâ tarafından tayin edilmiştir ve tebliğ hiç bitmemiştir.
Ve Mu’min Suresinin 6. âyet-i kerimesi:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
40/MU'MİN-6: Ve kezâlike hakkat kelimetu rabbike alellezîne keferû ennehum ashâbun nâr(nâri).
Ve işte böylece Rabbinin "onların mutlaka (muhakkak) ateş ehli olduğu" sözü, kâfirlerin üzerine hak oldu.
ve kezâlike: Ve işte böylece, böyle.
hakkat: Hak oldu.
kelimetu rabbi-ke: Senin Rabbinin sözü.
alâ ellezîne: Onların üzerine, onlara.
keferû: İnkâr ettiler.
enne-hum: Onların olduğu.
ashâbu en nâri: Ateşin ehli.
“Onların ateş ehli olduğu inkâr edildi.”
Onların ateş ehli olduğu ne oldu? “Kâfirlerin üzerine hak oldu.”
Şimdi bütününe bakalım âyetin:
“İşte böylece Rabbinin: ‘Onların ateş ehli olduğu’ sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.”
“İşte böylece Rabbinin: ‘Onların ateş ehli olduğu’ sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.”
“ennehum.” diyor Allahû Tealâ.
“Onların mutlaka ateş ehli olduğu (muhakkak ateş ehli olduğu) sözü, kâfirlerin üzerine hak oldu. Muhakkak ki onlar, ateş ehlidirler.” diyor Allahû Tealâ.
Kimdir kâfirler? Allah’a ruhunu ulaştırmayı dilemeyen herkes için Allahû Tealâ aynı ifadeyi kullanıyor: “Onlar kâfirdirler.” diyor.
Ve 7., Mu’min Suresinin 7. âyet-i kerimesi:
Bu âyet-i kerime, arşı tutan meleklerin ve oradaki devrin imamının görevini bildirdiği için Kur’ân-ı Kerim’deki önemli bir âyet-i kerime:
40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke ve kıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve Senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”
Ve Allahû Tealâ buyuruyor:
ellezîne: Onlar.
yahmilûne el arşa: Arşı taşıyorlar, tutuyorlar.
ve men havle-hu: Ve onun etrafındaki kişi.
yusebbihûne: Tesbih ederler.
bi hamdi: Hamd ile.
rabbi-him: Onların Rabbi.
ve yû'minûne: Ve îmân ederler.
bi-hi: Ona.
ve yestagfirûne: Ve mağfiret dilerler, günahları sevaba çevirmesini dilerler.
li ellezîne: Onlar için.
âmenû: Âmenû oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler, âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler.
rabbe-nâ: Rabbimiz.
vesi'te: Sen kuşattın.
kulle şey'in: Her şey.
rahmeten: Rahmet.
ve ilmen: Ve ilim.
fagfir (fe ıgfir): Ve mağfiret et.
li ellezîne: Onlar için, onları.
tâbû: Tövbe ettiler.
vettebeû (ve ittebeû): Ve tâbî oldular.
sebîle-ke: Senin yolun.
vekı-him: Onları koru.
azâbe el cahîmi: Cehennemin azabı.
Şöyle bir sonuçla karşı karşıya oluyoruz:
“Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (huzur namazının imamı), Rabb’lerini hamd ile tesbih ederler ve O’na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah’tan) mağfiret dilerler. Rabbimiz! Sen her şeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece tövbe edenleri ve Senin yoluna tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir) ve onları cehennemin azabından koru (cehennem azabından koru).”
“Böylece mürşidin önünde tövbe edenleri ve Senin yoluna tâbî olanları( Senin yoluna; Sıratı Mustakîm’e tâbî olanları) mağfiret et (günahlarını sevaba çevir) ve onları cehennem azabından koru.”
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bir Kur’ân Tefsiri dersi daha burada inşaallah sona erdi. Sizlerle beraber olmak, bir büyük zevk. Ama her başlangıcın bir sonucu oluyor. Zamanımız gene tamamlandı ve Kur’ân-ı Kerim Tefsiri de tamamlandı.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada bitiriyoruz, tamamlıyoruz.
Allah, hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R