}
Duhân Suresi 40-59, Câsiye Suresi 1-4 (Âyetlerin Sırları) 11.11.2004
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 108634


SOHBETİN ADI: DUHÂN SURESİ 40-59, CÂSİYE SURESİ 1-4 (Âyetlerin Sırları)
TARİHİ: 11.11.2004


Sevgili öğrenciler, izleyenler dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bir Kur’ân Tefsiri dersinde inşaallah birlikteyiz. Kur’ân Tefsiri deyince bir defa daha hatırlatalım ki; bu tefsir müessesesi, başkaları hangi açıdan değerlendirirse değerlendirsin, Allahû Tealâ’nın ifadesiyle Kur’ân’ın lafzının değil, ruhunun anlatılmasıdır. Tefsir, ruhun açığa çıkarılmasıdır. Kur’ân-ı Kerim, bir lafızdan ve yedi tane ruhtan oluşur. Bu yedi ruhun yedincisi de kendi arasında yedi safhayı ifade eder ve bir bütündür.

 

Öyleyse Duhân Suresinin 40. âyet-i kerimesiyle inşaallah yolumuza devam ediyoruz.

 

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.


44/DUHÂN-40: İnne yevmel faslı mîkâtuhum ecmaîn(ecmaîne).

Muhakkak ki fasıl günü, onların hepsinin belirlenmiş vaktidir.


inne: Muhakkak ki.

yevm: Gün.

el faslı: Fasıl, ayırma.

mîkâtu-hum: Onların belirlenmiş vakti.

ecmaîne: Hepsi.


“Muhakkak ki fasıl günü, onların hepsinin belirlenmiş vaktidir.”

Yani günahların sevaplardan ayrıldığı, ikisinin mukayese edildiği fasıl fasıl,
ayrılıklarının gözler önüne serildiği gün. Yani kıyâmetin birinci devresi değil, ikinci devresi. Birinci devrede herkes, mahşer meydanında. Mahşer meydanında insanlar ölüyorlar. Sonra tekrar diriliyorlar. Herkes… Bu ölüm ve dirilme, herkesin kendi bulundukları mekânda gerçekleşiyor. Kâinatın neresinde yaşıyorsa insanlar, o gün, kıyâmet günü bulundukları yerde yaşamakta olanlar mutlaka ölüyorlar. Sur’a birinci üfürülme. Herkes ölmüştür. Evvelkiler zaten önceden ölmüştür. O gün hayatta olanlar, kıyâmet günü hayatta olanlar da sur’a birinci üfürülmeyle ölüyorlar; birinci ölüm. Ve zaman duruyor. Zaten kıyâmetin kopması, zamanın durması sebebiyledir. Zaman duruyor, kıyâmet kopuyor. Zamanın durması, geçmişten geleceğe doğru uzanan zamanın durması; ondan sonra da geriye dönmesiyle sonuçlanır.

Allahû Tealâ zamanı vücuda getiriyor, devreye sokuyor. Ne zaman? Kâinatı yarattığı an. Zaman, bir noktadan ayrılan bütün partiküllerin, kâinatı yaratmak üzere harekete geçmesiyle o ayrılıştan, yola çıkmadan doğan ve yolun devamı müddetince var olan bir faktördür. Ama bir saniyeden daha kısa zamanda bütün partiküller, enerji partikülleri ulaşacakları yere ulaşıyorlar ve orayı vücuda getirmek üzere bir çift nötrinodan bir çift elektron; bir çift karşıt nötrinodan bir çift karşıt elektron oluşuyor ve enerji maddeye dönüşüyor. O zaman mademki zaman, bir noktadan ayrılan bir sistemin, ayrılma özelliğinin ortaya koyduğu bir faktördür. Öyleyse o noktadan uzaklaşma var olduğu sürece zaman devam edecektir. Ama bir saniyeden daha kısa zaman içerisinde nötrinolar zaten varacakları yere varmışlar. Öyleyse zamanın devamı için başka bir faktör daha devreye girmesi lâzım. Allahû Tealâ bütün gezegenlere, bütün sabitelere hareket enerjisi veriyor. Bütün gezegenler ve merkezdeki güneş sistemleri, birbirinden, her bir grup diğer bir gruptan ayrılıyor. Bizim güneş sistemimiz, diğer güneş sistemlerinden ayrılıyor.

Bütün sistem, insan vücudu şeklinde olan kâinatın bu yapısını hiç bozmadan, devamlı birbirinden ayrılıyor, kâinat büyüyor. Bu büyüme devam ettikçe, devam ettiği sürece zaman, geçmişten geleceğe doğru yürüyecektir. Ne zaman ki Allah’ın bütün gezegenlere verdiği, şu kâinatı büyüten kinetik enerji sona erecek; o zaman o noktadan ayrılanlar, ayrılabilecekleri son noktaya kadar, kinetik enerjinin devam ettiği son noktaya kadar geleceklerdir. Oradan sonra ise durma söz konusu olacaktır. Enerji, kinetik enerji sona erdiği için büyüme duracaktır ama durmakla kalmayacaktır, devreye yer çekimi kuvveti girecektir. Yer çekimi kuvveti, Ay’ın Dünya’ya yapışmasını oluşturacaktır. Yer çekimi kuvveti, gravitasyon, Dünya’nın da Güneş’e yapışmasını sağlayacaktır, vücuda getirecektir. Bütün gezegenlerin hepsi, Güneş’e yapışacaklardır.

Böyle bir dizayn söz konusu ve bu yapışma, daha sonra güneş sistemlerinin birbirine yapışmasını, birbiriyle birleşmesini, daha sonra yıldızların birbirine birleşmesini, daha sonra galaksilerin birbirine birleşmesini sağlayacaktır. Uzay, her varlığın içindeki uzay giderek küçülecek ve zaman bu süre içinde devamlı geriye doğru gidecek. En sonunda aynı noktaya ulaşan kâinat, o noktada tekrar bir nokta hüviyetine geri dönecektir. Zaman da geriye dönen zaman da orada sıfırlanacaktır. İşte bu sur’a birinci üfürülmedir. Zaman geriye doğru gitti. Bu geriye doğru gidiş sırasında kâinatın neresinde insanlar varsa, insanlar bulundukları mezarlardan, zaman kendi bulundukları, yaşadıkları noktaya ulaştığında ölmeden bir gün evvel, onların hepsi yaşıyorlardı. Ve yaşadıkları noktada tekrar hayatta oluyorlar zaten; ama bulundukları yerde yerçekimi kuvveti yok. Yerçekimi kuvvetinin olduğu tek yere doğru hepsi yükselip ulaşıyorlar. Orası mahşer meydanıdır. Mahşer meydanına ulaşıyorlar, daha sur’a birinci defa üfürülmüş. Kıyâmet günü yaşamakta olanlar da ölmüş. Evvela zaman geri gittiği için evvela onlar dirilmiş. Nerede bulunuyorlarsa orada dirilmişler. Zamanın geriye gittiğinde bütün insanlar dirilmişler; Âdem (A.S)’dan son insana kadar. Hepsi; bu dirilen insanların hepsi mahşer meydanında toplanıyor. Birinci sur’a üfürülüş.

Sur’a ikinci defa üfürülüyor. Hepsi, bütün canlananlar yeniden ölüyor. Bu, ikinci ölümdür. Birinci ölümden sonra birinci dirilme, zamanın geriye dönüşü esnasında gerçekleşmiştir. Ve mahşer meydanına ulaşanların hepsi, mahşer meydanında ölmüşlerdir; ikinci ölüm. Sur’a üçüncü üfürülüşünde yeniden dirilmişlerdir; ikinci dirilme. Birinci ölüm; birinci dirilme, ikinci ölüm; ikinci dirilme. Hepsi bu kadar. Sadece iki defa ölürüz, iki defa diriliriz. Dünya üzerindeki yaşantımız bir yaşantı, arkasından ölümle sona erer. İkinci defa dirilmemiz, mahşer meydanında tahakkuk eder. Birinci dirilmemiz, öldüğümüz yerde, noktada. Zamanın geri gelmesinde hayatta olduğumuz güne zaman geri dönünce biz zaten hayattayız. O noktadan itibaren mezarlardan yükselerek ya da kişinin ait olduğu noktadan yükselerek mahşer meydanına ulaşması söz konusu.

Demek ki ikinci defa sur’a üfürülmeyle o bütün canlanan insanların hepsi ölüyorlar. Üçüncü defa sur’a üfürülmeyle, yepyeni bir dizaynla yeniden yaratılıyorlar. Cennet veya cehennem hayatını yaşayacak olan bir enerji beden statüsünde bütün insanlar yeniden canlanıyor. Bu, ikinci dirilmedir. Sonra nefsler fizik vücutların içine giriyor ve nefslerle fizik vücutlar, enerji bedenler birlikte bir hayat yaşayacaklar cehennemde. Gene şu anda olduğu gibi, nasıl nefsiniz fizik vücudunuzun içindeyse o zaman da nefsiniz, gene fizik vücudunuzun içinde olacak; ama fizik vücudunuz ihtiyarlamayan, yaşlanmayan, zamandan etkilenmeyen, milyarlarca sene yaşayabilecek olan bir özellikle oluşuyor. Sonsuz bir cennet hayatına ehil oluyorsunuz. Nefsler, fizik vücutlara girdikten sonra, mahşer meydanından İndi İlâhi’ye ulaşılıyor. İndi İlâhi’de herkesin hayat filmleri var. İşte o hayat filmlerinde, kazandığınız dereceler sağ tarafta yeşil rakamlarla görünür. Kaybettiğiniz dereceler, sol tarafta kırmızı rakamlarla görünür. Ve son rakam daima bellidir. Bu sebeple kimin kazandığı derecelerin fazla olduğu, kimin kaybettiği derecelerin fazla olduğu bir bakışta görülür. İşte bu, buradaki “yevm’el faslı,” fasıl gününün ifadesi. O gün kazançlar, kazanılan dereceler ve kaybedilen dereceler birbirinden net olarak ayrılır. Bu, son derece önemli bir şeydir. Kimin kazandığı dereceler fazlaysa o kişi cehenneme kıyâmet günü girecek ve bütün cehennemi aynı gün dolaşacak; yedi kat cehennemleri ve sonra mutlaka oradan çıkıp cennete ulaşacaktır. Cehennemde kalacak olanlar da cehenneme girecekler ama bir daha çıkamayacaklardır. Bu cehenneme girip çıkma olayı, sadece kıyâmet günü gerçekleşen bir olgudur. Cehenneme girmeyen hiç kimse olmayacaktır. Herkes cehenneme girecektir ama bir kısım insanlar, cehennemin ne kadar korkunç bir yer olduğunu görüp Allah’a şükretmek, hamdetmek üzere cehenneme girip sadece seyirci olarak orada bulunacaklardır ve oradan çıkıp tekrar cennete ulaşacaklardır. Ama diğer grup, yani günahları sevaplarından fazla olanlar, onlar cehenneme girecekler, cehennemin kapıları açılacak, burunları sürtünerek girecekler cehennemin kapısından içeri ve cehennemde ebediyyen kalacaklar.

Şimdi 41. âyet-i kerimeye başlıyoruz. Duhân Suresi 41. âyet-i kerime:

44/DUHÂN-41: Yevme lâ yugnî mevlen an mevlen şey’en ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).

O gün, dosttan dosta (hiç)bir şey fayda vermez. Ve onlara yardım olunmaz.


yevme: O gün.

lâ yugnî: Fayda vermez.

mevlen: Dost.

an mevlen: Dosttan.

şey’en: Bir şey.

ve lâ: Ve olmaz.

hum: Onlar.

yunsarûne: Yardım olunurlar.

 

Şöyle çıkıyor mânâ:

“O gün, dosttan dosta hiçbir şey fayda vermez. Ve onlar yardım olunmazlar. (Ve onlara yardım olunmaz).”

Neden yardım olunmaz? İlâhi adalet yerini bulsun diye yardım olunmaz. Herkesin amel defterindeki derecat ne ise ona göre mutlaka ilâhi hüküm verilmiştir. Bu, Mahkeme-i Kübra’dır. Ne avukatların ne hâkimlerin ne savcıların ne davacının ne de davalının olmadığı bir mahkeme. Kendi kendinizle muhatapsınız. Amel defterinizde yaptığınız bütün fiilleri, hayatınız boyunca işlediğiniz her şeyi hem fiil olarak ne yapmışsanız onu göreceksiniz hem de düşünce yapınızla göreceksiniz. Hangi işlevleri bilerek, kasten gerçekleştirdiniz, hangi işlevleri bir kaza olarak oluşturdunuz, bunların hepsi görülecek orada, o gün. Ama oradaki rakamlara göre hareket edilmesi kesin olduğu için kimseden kimseye bir yardım ulaşması mümkün değildir. O rakamlar asla değişmeyecektir kıyâmet günü.

Duhân Suresi 42. âyet-i kerime. Allahû Tealâ buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm.


44/DUHÂN-42: İllâ men rahimallâh(rahimallâhu), innehu huvel azîzur rahîm(rahîmu).

Ancak Allah’ın rahmet (Rahîm esmasıyla tecelli) ettiği kimse hariç. Muhakkak ki O, Azîz’dir, Rahîm’dir.


illâ: Ancak, hariç.

men: Kimse.

rahime: Rahmet etti (Rahîm esmasıyla tecelli etti).

allâhu: Allah.

inne: Muhakkak ki o.

huve: O.

el azîz: Azîz’dir.

er rahîmu: Rahîm esmasıyla tecelli eden.

 

“Ancak Allah’ın rahmet ettiği (Rahîm esmasıyla tecelli ettiği) kimse hariç. Muhakkak ki O; Azîz’dir, Rahîm’dir.”

Ne demek, “Rahîm esmasıyla tecelli ettiği hariç?” Çünkü Allahû Tealâ kime Rahîm esmasıyla tecelli ettiyse o, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Ne olmuştur? Daha Allah’a ulaşmayı diler dilemez; Allahû Tealâ onda tecelli etmiştir, bütün günahlarını örtmüştür. Örtünce günahları kalmamıştır kişinin. O kişi bundan sonra hiç amel yapmadan da ölse mutlaka Allah’ın cennetine girecek ve o gün, kıyâmet günü amel defterinde kazandığı derecelerin kaybettiği derecelerden mutlaka fazla olduğu görülecektir. Neden? Çünkü bütün günahları Allahû Tealâ tarafından örtülmüştür. Onların günahlarını örtüyor Allahû Tealâ.

“Onların günahlarını örteriz.” buyuruyor. İşte Enfâl Suresi 29. âyet-i kerime:

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun. Allah’a ulaşmayı dileyin ki; Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün. Sonra da size mağfiret etsin. Günahlarınızı örtmekle de kalmasın, günahlarınızı sevaba çevirsin.”diyor Allahû Tealâ. İşte bunun neticesi.

Ve Duhân Suresinin 43. âyet-i kerimesi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-43: İnne şeceretez zakkûm(zakkûmi).

Muhakkak ki zakkum ağacı.


inne: Muhakkak ki.

şecerete: Ağaç.

ez zakkûmi: Zakkum.


“Muhakkak ki zakkum ağacı.”

Zakkum ağacı, cehennemdekilere yemek olmak üzere, Allahû Tealâ’nın cehennemde yetiştirdiği özel bir ağaç. Cehennemdekilerin yemelerini temin etmek üzere o ağaçtan.

Ve 44. âyet-i kerime, Duhân Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.


44/DUHÂN-44: Taâmul esîm(esîmi).

Günahkârların yemeğidir.


taâmu: Taam, yenilen yemek.

el esîmi: Günahkâr.

 

“Günahkârların yemeğidir.”

“Günahkâr olan, günah işleyenler, günah işleyenlerin yemeği; yani cehennemde olanların yemeği.”

Âyet-45, Duhân Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.


44/DUHÂN-45: Kel muhl(muhli), yaglî fîl butûn(butûni).

Erimiş maden gibi karınlarında kaynar.


ke: Gibi.

el muhli: Erimiş maden.

yaglî: Kaynar.

: İçinde.

el butûni: Karınlar.

 

“Erimiş maden gibi karınlarında kaynar.”

“Erimiş maden gibi karınlarının içinde kaynar.”

Zakkum ağacını yemek mecburiyetinde cehennemdekiler ve onu yedikleri zaman erimiş maden gibi karınlarının içinde kaynar.

Cehennemdekiler için Allahû Tealâ diyor ki:

43/ZUHRÛF-77: Ve nâdev yâ mâliku li yakdi aleynâ rabbuk(rabbuke), kâle innekum mâkisûn(mâkisûne).

Ve (mücrimler): “Ey malik (ey cehennem bekçisi)! Rabbin bizim üzerimize hüküm versin (bizi öldürsün).” diye seslendiler. (Malik): “Muhakkak ki siz, (bu azabın içinde) kalacak olanlarsınız.” dedi.


“Onlar ölmek isterler. Meleklere seslenirler:  ‘Rabbine söyle de bizi öldürsün. Bu işkence bitsin.’ diye.” Ama Allahû Tealâ: “Onlar yaşamakta devam edecekler.” diyor, “İşkence içerisinde.”


Bunlar birçok kişiye hayal gibi gelir ama bir gün cehennemi gördükleri zaman, bizim anlattığımız cehennemin aynını görecekler orada. O zaman bunun hayal olmadığını çok acı bir şekilde anlayacaklar; ama ne yazık ki sevgili kardeşlerim, iş işten geçmiş olacak.

Âyet-46, Duhân Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-46: Ke galyil hamîm(hamîmi).

Kaynar suyun kaynaması gibi.


ke: Gibi.

galyi: Kaynama.

el hamîmi: Kaynar su.

 

“Kaynar suyun kaynaması gibi.”

Karınlarının içinde zakkum ağacı, sanki bir şey onu kaynatıyormuş gibi, kaynar suyun kaynaması gibi yanacak ve kaynar su nasıl yakarsa insanı, onların da karınlarını yakacak.

Duhân Suresi, 47. âyet:

Bismillâhirrahmânirrahîm.


44/DUHÂN-47: Huzûhu fa’tilûhu ilâ sevâil cahîm(cahîmi).

Onu tutun (yakalayın)! Hemen cehennemin ortasına sürükleyin.


huzû-hu: onu tutun.


“fa’tilûhu (fe i’tilûhu).”

fe: Öylece, hemen.

ı’tilûhu: Onu sürükleyin.

 

ilâ sevâi: Ortaya, ortasına.

el cahîmi: Cahîm, cehennem.


“Onu tutun (yakalayın)! Hemen cehennemin ortasına sürükleyin.”

İşte cehennemde olanların hali. Ve bütün bu cehennemden insanların kurtuluşu, sadece bir Allah’a ulaşmayı dilemekle mümkün. Bu kadar büyük işkenceleri o insanlar, yaşayacaklarını bilmiyorlar. Buna inanmıyorlar; ama bütün anlatılanlar gerçek. Bunları ancak Allah’ın gösterdiği kişiler bilir. Ve cehennemin ne olduğu hakkında bir fikri olmayanlar, o zaman yana yana cehennemin ne olduğunu görecekler; ama sonsuz bir azaptan o zaman kurtulamayacaklar.

Duhân Suresi 48. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-48: Summe subbû fevka re’sihî min azâbil hamîm(hamîmi).

Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün.


summe: Sonra.

subbû: Dökün, boşaltın.

fevka: Üst, üstüne.

re’sihi: Onun başı.

minazâbi: Azaptan.

el hamîmi: Kaynar su.

 

“Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün.”

“Başının üzerine azap olarak kaynar su dökün.”

Kaynar su; bir defa midesi kaynıyor. Midesinde yanmakta olan, ergimiş maden nasıl kaynarsa öyle kaynayan bir insan düşünün, bir de başının üzerine kaynar su dökülüyor. Derileri yanıyor, yandıkça deriler değiştiriliyor, yeniden yanıyor.

Âyet-49, Duhân Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-49: Zuk, inneke entel azîzul kerîm(kerîmu).

(Azabı) tat! (Hani) sen, gerçekten azîzdin ve kerimdin (kendini öyle zannediyordun).


zuk: Tat.

inne-ke: Muhakkak ki sen.

ente: Sen.

el azîzu: Azîz.

el kerîmu: Kerim, şerefli.

 

“Azabı tat. (Hani) seni gerçekten azîzdin ve kerimdin.” Yani: “Kendini öyle zannediyordun. Kendini azîz kabul ediyordun, kerim kabul ediyordun. Hani sen, gerçekten azîzdin, kerimdin? Herkese kendini öyle gösteriyordun. Kendini öyle zannediyordun.”

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Âyet-50, Duhân Suresi 50. âyet-i kerime:

44/DUHÂN-50: İnne hâzâ mâ kuntum bihî temterûn(temterûne).

Muhakkak ki bu azap, sizin şüphe ettiğiniz şeydir.


inne: Muhakkak ki.

hâzâ: Bu.

: Şey.

kuntum: Siz oldunuz.

bi-hi: Onu, onun hakkında.

temterûne: Siz şüphe ediyorsunuz.

 

“Muhakkak ki bu azap, sizin şüphe ettiğiniz şeydir.”

Yani insanlar şu dünya hayatını yaşarlarken, zannederler ki cehennem diye bir şey yoktur. Bu dünyada her şey yaşanır, ötesi yoktur. Oysaki bu dünya, oradaki hayatın; cehennem hayatının veya cennet hayatının sonsuzda biri kadar az bir zaman size hayat hakkı tanır. Büyük hayat, uzun hayat, sonsuz hayat oradadır ve bu hayat, ya cennet hayatı olacaktır; sonsuz bir zaman aralığında enerji bedenlerle hayatınızın her saniyesinin mutlu geçtiği bir yer veya cehennem azabı olacaktır; sonsuz bir zaman aralığında sonsuz işkencelerle geçecektir.

Duhân Suresi 51. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-51: İnnel muttekîne fî makâmin emîn(emînin).

Muhakkak ki takva sahipleri, mutlaka emin makamlardadır.


inne: Muhakkak ki.

el muttekîne: Muttekiler, takva sahipleri.

: İçinde, -da.

makâmin: Makam, oturulan yer.

emînin: Emin, güvenli.


“Muhakkak ki takva sahipleri, mutlaka emin makamlardadır.”

“Takva sahipleri için emin makamlar,” yani: “Cennet söz konusu.” buyuruyor Allahû Tealâ.

Kimdi takva sahibi?Allah’a ulaşmayı dileyen herkes. Allah’a ulaşmayı dilediği anda, kişi takva sahibidir. İşte Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi:


30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“munîbîne ileyhi vettekûhu: O’na yönel (Allah’a yönel) ve Allah’a karşı takva sahibi ol.”

Yöneldiği anda kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği anda takva sahibidir.

Allah’a yönelmek: Allah’a ulaşmayı dilemek. Ve o takva sahipleri, emin makamlardadır.  Bu cehenneme gideceklerin tümü, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler. Dünya üzerindeki makamları, işleri ne olursa olsun, eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilememişse o dilemeyenlerin gidecekleri yer cehennemdir. Sadece takva sahipleri için cennet söz konusudur (Duhân Suresi 51. âyet-i kerime).

Başka nerede diyordu Allahû Tealâ, “Takva sahiplerinin gidecekleri yer cennettir.” diye? Âli İmrân Suresinin 15. âyet-i kerimesinde diyordu:

3/ÂLİ İMRÂN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).

De ki: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için, Rabb'lerinin katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan cennetler, temiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah kullarını en iyi görendir.

Başka nerede diyordu? Âli İmrân Suresinin 198. âyet-i kerimesinde söylüyordu.

3/ÂLİ İMRÂN-198: Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh(indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun lil ebrâr(ebrâri).

Fakat Rab'lerine karşı takva sahibi olanlar...Onlar için altlarından nehirler akan, içinde ebediyen kalacakları cennetler, Allah tarafından ziyafet sofraları vardır.Ve Allah’ın katında olan şeyler, ebrar kullar için daha hayırlıdır.

Başka nerede söylüyordu? Kaf Suresinin 31 ve 32. âyetlerinde söylüyordu.

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.

Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).

İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.

“Takva sahiplerinin gidecekleri yer, cennettir.”

Burada da yani Duhân Suresinin 51. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ cennetin, takva sahiplerinin yeri olduğunu söylüyor. Onların emin makamlarda olduğu ifade ediliyor. İşte o emin makamların ne olduğu 52’de veriliyor.

Duhân-52:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-52: Fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).

Cennetlerde ve pınarlarda.


: İçinde.

cennâtin: Cennetler.

uyûnin: Pınarlar.

 

“Cennetlerde ve pınarlarda.”

“Cennetler içinde ve pınarlar içinde (cennetlerde ve pınarlarda).”

Takva sahiplerinin yeri cennetler, cennetlerde de her tarafta pınarlar; her türlü içecek. Cennetlerde insanın hoşuna giden bütün rayihalarda (kokularda), bütün vasıflarda her türlü meyve suyu, en güzel içecekler, içeceklerin bu dünyada mevcut olmayanları, orada cennette mevcut sevgili kardeşlerim ve sonsuz bir hayat ve enerji bedenlerle, yaşlanmadan.

Âyet-53, Duhân Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-53: Yelbesûne min sundusin ve istebrakın mutekâbilîn(mutekâbilîne).

Karşılıklı ipekten ve atlastan giysiler giyerler.


yelbesûne: Giyinirler, giyerler.

min sundusin: İpekten.

ve istebrakin: Ve atlas (kumaş).

mutekâbilîne: Karşılıklı olarak.


“Karşılıklı ipekten ve atlastan giysiler giyerler.”

“Karşılıklı.” diyor, “İpek.” Yani üstü de ipek, altı da ipek, üstü de atlas, altı da atlas. Bir de buradaki “mutekâbiliyyet, mutekâbilîn” ifadesi, orada karşılıklı oturmayı da ihtiva eder.

“Karşılıklı otururlar, sohbet ederler.”

Duhân Suresinin 54. âyet-i kerimesinde:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-54: Kezâlik(kezâlike), ve zevvecnâhum bi hûrin în(înin).

İşte, böyle. Ve onları, iri gözlü huriler ile evlendiririz.


kezâlike: İşte böyle.

ve zevvecnâ-hum: Ve onları evlendirdik.

bi hûrin: Hûriler ile.

înin: İri gözlü.


“İşte böyle. Ve onları iri gözlü hûriler ile evlendiririz.”

Cennette hizmet eden iki grup var:

*Hûriler: Hanımlar.
*Gılmanlar: Erkekler.

“Onları hûriler ile evlendiririz.”diyor Allahû Tealâ. Yani erkek olan cennet taamını yiyecek olanlar, cennete girenleri Allahû Tealâ’nın hûrilerle evlendirmesi söz konusu; iri gözlü hûriler.

Ve 55. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-55: Yed’ûne fîhâ bi kulli fâkihetin âminîn(âminîne).

Orada emniyet içinde her çeşit meyveden isterler.


yed’ûne: İsterler.

fîhâ: Orada.

bikulli: Hepsinden.

fâkihetin: Meyve.

âminîne: Emniyet içinde.


“Orada emniyet içinde her çeşit meyveden isterler.”

Bir şey daha, orada şişmanlamak diye bir müessese yok. Onlar enerji bedenleriyle orada her türlü meyveden diledikleri kadar yerler. Damak zevkinin tamamının tatbikatı söz konusudur; ama şişmanlamak, yaşlanmak, ihtiyarlanmak diye bir şey asla söz konusu değildir.

Duhân Suresi 56. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-56: Lâ yezûkûne fîhel mevte illel mevtetel ûlâ, ve vekâhum azâbel cahîm(cahîmi).

Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah, böylece) onları cehennem azabından korumuştur.


lâ yezûkûne: Tatmazlar.

fî-hâ: Orada.

el mevte: Ölüm.

illâ: -den başka.

el mevtete: ölmek, ölüm.

el ûlâ: Evvelki, ilk.

ve vekâ-hum: Ve onları korudu.

azâbe: Azap.

el cahîmi: Cahîm, cehennem.


“Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar ve (Allah) onları cehennem azabından korumuştur.”

“Ve (böylece Allah) onları cehennem azabından korumuştur.”

İlk ölüm, neredeki ölüm? Dünyadaki ilk ölüm; tattıkları ölüm o. Cehennemden, cennetten evvel tattıkları bir ikinci ölüm var mı? Evet. İkinci ölümleri de üçüncü defa sur’a üfürüldüğünde. Birinci defa sur’a üfürüldüğünde canlı olanlar ölüyor, evvelkiler zaten ölmüşler; birinci ölüm. Ve zaman geriye dönünce tekrar canlanıyorlar. Sonra da orada sur’a ikinci defa üfürülüyor; ikinci defa ölüyorlar. Ve sur’a üçüncü defa üfürülüyor; tekrar canlanıyorlar ama enerji bedenlerle canlanıyorlar. Burada ilk ölümden murat,  gerçek anlamda ölüm. Bu ikinci ölüm, o tarzda bir ölüm olmadığı için onu ilk ölüm saymıyor Allahû Tealâ; çünkü geçici bir zaman parçasında kişi ölüp tekrar canlanıyor.

Ve 57. âyet-i kerime, Duhân Suresinin:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-57: Fadlen min rabbik(rabbike), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Senin Rabbinden fazl (lütuf) olarak işte bu, (en büyük kurtuluş) fevz-ül azîmdir.


fadlen: Fazl, lütuf.

min rabbi-ke: Senin Rabbinden.

zâlike: İşte bu.

huve: O.

el fevzu: Fevz, kurtuluş.

el azîmu: Azîm, büyük.


“Rabb’lerinden fazl (lütuf) olarak işte bu, fevz-ül azîm’dir (en büyük kurtuluştur).”

“Senin Rabbinden fazl (lütuf) olarak; işte bu, fevz-ül azîm’dir (en büyük kurtuluştur).”

Burada Allahû Tealâ’nın “fevz-ül azîm” ifadesini kullanması, irşad makamına yükselebilmiş olanlar için özel bir işaret taşıyor. O son anlatılanlar, demek ki fevz-ül azîm’in sahipleri. Kimdir fevz-ül azîm’in sahipleri? Kimdir hazz’ul azîm’in sahipleri? Kimdir fazl’ıl azîm’in sahipleri? Hepsi irşad makamına tayin edilenler. Allahû Tealâ’nın en büyük fazlı, en yüksek rütbeli kişiler içindir. Onlar, irşad makamına Allahû Tealâ’nın o kişiler hayattayken tayin ettikleridir.

Ve 58. âyet, Duhân Suresi:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

44/DUHÂN-58: Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).

İşte böylece O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i), senin lisanın ile kolaylaştırdık. Umulur ki onlar tezekkür ederler.


fe innemâ: Ancak, işte böylece.

yessernâ-hu: Onu kolaylaştırdık.

bi lisâni-ke: Senin lisanın ile.

lealle-hum: Umulur ki onlar.

yetezekkerûne: Tezekkür ederler.

 

“İşte böylece O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i) senin lisanın ile kolaylaştırdık. Umulur ki onlar tezekkür ederler (ibret alırlar, düşünürler diye, doğruya ulaşırlar diye).”

Yani cehenneme gideceklere bu Kur’ân’la Allahû Tealâ, bir ihtarda bulunuyor. “Kendinizi toplayın, cehennemde bunlar, bunlar, bunlar var. Orada azap edileceksiniz. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyin ve Allah’ın cennetini kazanın.” istikametinde Allah, Kur’ân-ı Kerim’de bütün ihtarlarını yapmış.

Duhân Suresi, 59. âyet-i kerime:

44/DUHÂN-59: Fertekib innehum murtekıbûn(murtekibûne).

Artık gözle (bekle)! Muhakkak ki onlar da (bekleyenler) gözleyenlerdir.


“fertekib.”

fe
: Artık, o zaman.

irtekib: Gözle, bekle.

inne-hum: Muhakkak ki onlar.

murtekibûne: Gözleyenler, bekleyenler.

 

“Artık gözle (bekle)! Muhakkak ki onlar da gözleyenlerdir (bekleyenlerdir).”

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, burada bir Sure daha, Duhân Suresi sona eriyor ve inşaallah Câsiye Suresine başlıyoruz.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

 

45/CÂSİYE-1: Hâ mîm.

Ha, mim.


Birinci âyet, mukattaat harfleri. Mukattaat harflerinin sırrı gerçek anlamda hâlâ çözülememiştir. Mukattaat harflerinin her surede 19 olduğu iddia edilmiştirbir ara; ama bütün sureler için geçerli olmadığı görülmüştür. Onun için konu tamamlanmamıştır, o noktada kalmıştır.

2. âyeti, Câsiye Suresinin:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

45/CÂSİYE-2: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).

Kitab’ın indirilmesi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.


tenzîlu: İndirildi (indirilme).

el kitâbi: Kitap.

min allâhi: Allah’tan.

el azîzi: Azîz.

el hakîmi: Hakîm, hüküm ve hikmet sahibi.

 

“Kitab’ın indirilmesi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.”

Kur’ân-ı Kerim, Allahû Tealâ tarafından indirilmiştir.

Câsiye Suresi 3. âyet-i kerime:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

45/CÂSİYE-3: İnne fîs semâvâti vel ardı le âyâtin lil mû’minîn(mû’minîne).

Muhakkak ki mü’minler için göklerde ve yerde mutlaka âyetler (deliller) vardır.


inne: Muhakkak ki.

fîs semâvâti (fî es semâvâti): Semalarda, göklerde.

ve el ardı: Ve arz, yer.

le: Elbette, mutlaka.

âyâtin: Âyetler.

li el mû’minîne: Mü’minler için.


“Muhakkak ki mü’minler için göklerde ve yerde mutlaka âyetler (deliller) vardır.”

İster yere bakın ister göklere bakın; âyetler (deliller) bulacaksınız. Yer de 7 katmandan oluşuyor, gök de 7 tane atmosferden oluşuyor. Bütün bu yıldızların ötesinde 7 tane daha gök katı var. Yıldızlar, zemin katın tavanı. Öyleyse göklerde de ibretler var, yerlerde de ibretler var. Ve Allahû Tealâ, göstermek istediklerine göğün bütün katlarını, bütün hususiyetleriyle gösterir. Size defalarca derslerimizde hangi gök katında nelerin bulunduğunu, neler yapıldığını uzun uzun anlattık. Bütün göklerde, bütün arzlarda (yerlerde) bütün insanlar için mutlaka âyetler var.

Ve Câsiye Suresi 4. âyet-i kerime:

45/CÂSİYE-4: Ve fî halkıkum ve mâ yebussu min dâbbetin âyâtun li kavmin yûkınûn(yûkınûne).

Ve sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) hayvanlardan üretip yaydıklarında, yakîn sahibi kavim için âyetler (deliller) vardır.


ve fî halkı-kum: Ve sizin yaratılışınızda.

ve mâ: Ve şey.

yebussu: Üretip, yayar.

min dâbbetin: Hayvanlardan.

âyâtun: Âyetler.

li kavmin: Kavim için.

yûkinûne: Yakîn sahibi olurlar.

 

“Ve sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) hayvanlardan üretip yaydıklarında, yakîn sahibi kavim için âyetler (deliller) vardır.” diyor Allahû Tealâ.

“Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) hayvanlardan üretip yaydıklarında, yakîn sahibi kavim için (yakîn sahibi grup için, insanlar için, kavim için) âyetler vardır (deliller vardır, ibretler vardır).” diyor Allahû Tealâ.

Kavimden muradı ne? İnsan topluluğu. Yakîn sahibi olmak ne demek? Allahû Tealâ 3 yakîn kullanıyor Kur’ân-ı Kerim’de: İlm’elyakîn, Ayn’el yakîn, Hakk’ul yakîn. 28 basamaklık bir İslâm merdiveninde birinci ile ikinci basamaklar, yakînin dışındaki insanları kapsar. İlm’el yakîn’in başlangıç noktası, kişinin Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, mürşidine ulaşmasıyla başlar. İrşad makamı öğretinin sahibidir. Ve kişinin nefsinde giderek artar Allah’ın nurları. Bu artan nurlar (fazıllar), o kişinin idrak sahasını devamlı olarak genişletir. Ve tebliğ, konunun başlangıcıdır. Tebliğden sonra söz konusu olan tilâvettir. Üçüncü basamaktan başlar, on dördüncü basamağa kadar tilâvet gelir. On dördüncü basamakta kişi mürşidine ulaşır, nefs tezkiyesi oluşur. Nefs tezkiyesinin tamamlanması, nefsin kalbinde %51 nur birikimini ifade eder. Burası, nefsin kalbinde nurun, aydınlığın sıfırdan %51’e yükseldiği noktadır. İlim de o kişiyi %51 oranında kaplamıştır. Burası, İlm’el yakîn’in sonudur; yirmi birinci basamak. Sonra yirmi ikinci basamak gelir; ruh Allah’ın Zat’ında yok olur. Sonra kişi fizik vücudunu Allah’a teslim eder. Evvelâ ruh, Allah’ın Zat’ında yok olduktan sonra o kişiye bir taht verilir (altın taht) Allah’ın katında. Sonra o kişi, zühd sahibi olur. Sonra fizik vücudunu Allah’a teslim eder. İlm’el yakîn’den sonraki kademeye hâlâ geçmemiştir. Ne zaman ki bu kişi, daimî zikrin sahibi olacaktır, o zaman bu sebeple nefsinin kalbinde afet kalmayacaktır, kalp gözü açılacaktır, kalp kulağı açılacaktır, Allah ile tezekkür etmek imkânının sahibi olacaktır. Hayır ehli olacaktır, hikmet ehli olacaktır. Bu kişi Ayn’el yakîn’dedir. Kalp gözü açıldığı için kalpte ayn vardır artık, açık bir göz vardır; zahirî âlemin ötesini görebilen bir göz. Allah’ın gösterdiği, fiziğin ötesindeki her şeyi görebilen bir göz. Burası Ayn’el yakîn’dir. İkinci defa yakîn hâsıl etmiştir kişi. Sonra  yer, gök, yerlerin melekûtunu görür, göklerin melekûtunu görür ve salâh makamına ulaşır. Salâh makamının beşinci kademesinde Allah’ın Zat’ını görür; iradesini de Allah’a teslim ettiği zaman. Burası Hakk’ul yakîn’dir.

Öyleyse yakîn hasıl eden bir kavim, üç gruptan oluşur:

*İlm’el yakîn’in sahipleri.
*Ayn’el yakîn’in sahipleri.
*Hakk’ul yakîn’in sahipleri.

Tilâvet, birinci kesimi ifade eder. Tilâvetten sonra nefsin tezkiyesi gelir. Nefs tezkiyesi boyunca kişi, hep İlm’el yakîn’dedir. Tezkiyenin sonuna kadar İlm’el yakîn’de devam eder. Tezkiyenin sonunda İlm’el yakîn tamamlanır. Ayn’el yakîn’e daimî zikirden evvel, normal standartlarda kimse ulaşamaz. Hikmetin sahibi olamaz. Ayn’el yakîn’in sahipleri, hikmet sahipleridir. Yani mutlaka daimî zikrin sahibi olmak gerekir. İşte yakîn sahibi olan kavim, üç türlü yakîn hasıl eder. Bakara Suresinin 151. âyet-i kerimesi, bu muhtevanın bütününü veriyor.

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).

Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap’ı (Kurânı Kerim’i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

Hikmeti de veriyor, hikmetin ötesi olan irşada, irşad makamının sahip olan kişiyi de kapsıyor.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, burada bugünkü konumuz inşaallah tamamlanıyor.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

Allah, hepinizden razı olsun.


İmam İskender Ali  M İ H R