}
Hikmet (İslâm'a Ters Düşen Hurafeler) 21.12.2005
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 109814

SOHBETİN ADI: İSLÂM’DAN KOPAN KAVRAMLAR- HİKMET
TARİHİ: 21.12.2005


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Hikmet. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde buyuruyor ki:

2/BAKARA-269: Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).

(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez.


“Allah hikmeti, dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona büyük hayır verilmiştir.”

Hikmet müessesesi iki ayrı yönde değerlendirilir. Aynı kökten gelen “hüküm” kelimesi, “hükmetmek” kelimesi, “hâkim” kelimesi, “ahkâm” kelimesi, hepsi aynı kökten geliyor. Hikmet sahibi olan bir insan iki ayrı cepheden özellik sahibidir.

Hikmet açısından;

1- O kişi ehl-i hükümdür. Bir hâkim olarak görev aldığı zaman veya bir hakem olarak görev aldığı zaman, mutlaka Allah’tan sorarak hüküm vereceği için o kişi, ehl-i hükümdür. Hikmet sahibi olan kişi, ehl-i hükümdür.

2- Aynı zamanda hikmet sahibi kişi, ehl-i hikmettir. Kur’ân-ı Kerim’in 28 basamağından birisine ait olan bir âyet gördüğü zaman, bir bakışta o âyetin 28 basamaktan hangisine ait olduğunu derhal ortaya koyar. Açıklamasını derhal yapabilir. Eğer bilmiyorsa Allah’tan soracaktır, cevabını alıp size ulaşacaktır.

Bu “bilmiyorsa” dediğimiz ne? Kur’ân’daki herhangi bir âyetin hangi basamağa ait olduğunu bilmemek değil. Onu mutlaka biliyordur. Onun ötesinde kendisine bir şey sorduğunuz zaman, eğer onu bilmiyorsa Allah’tan sorup öğrenecektir. Çünkü hikmet sahibi, aynı zamanda ehl-i tezekkürdür. Allah ile her zaman, her konuyu müzakere edebilecek olan hüviyette bir insan.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Burada Allah ile olan ilişkiler söz konusu. Hikmet kademesine baktığımız zaman bunun ulûl’elbab makamında başladığını görüyoruz. Ulûl’elbab makamı, ihlâs makamı ve salâh makamı; hikmet makamlarıdır. Ulûl’elbab makamında hikmet, 7 mertebe o kişiye verilir. İhlâs makamında 7 mertebe daha verilir. Salâh makamında ise 5 mertebe daha verilir. Böylece kişi, Allahû Tealâ’nın irşad makamına sahip olduğu güne kadar hikmet sahibi olduktan hikmet makamının nihai neticesi olan, irşada memur ve mezun kılınma noktasına ulaştığı zaman, 19 mertebe o kişinin kalbi (nefsinin kalbi) müzeyyen olmuştur.

Yani daimî zikre ulaşan bir insanın, daimî zikre ulaştığı zaman nefsinin kalbinde hiç afet kalmaz. Ve bu sebeple bu kişinin, Allahû Tealâ (sadece hasletlerden oluştuğu için artık) sadece nurlardan oluştuğu için nefsinin kalbi, Allahû Tealâ ona yeni bir imkân tanır. O kişinin kalp gözünü açar. Kalp gözüyle o kişi, Allah’ın kendisine gösterdiği şeyleri görür. Kalp kulağını açar. Kalp kulağıyla o kişi, Allah’ın kendisine söylediklerini işitir. Karşılıklı konuşma, mükâleme cereyan eder, Allahû Tealâ ile o kişinin arasında. Bu sebeple Allahû Tealâ: “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” buyuruyor.

21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.


Aynı zamanda zikir ehli, hikmet ehlidir. Çünkü ehl-i tezekkür olan bir kişi, aynı zamanda ehl-i hükümdür, ehl-i hikmettir. Bir başka özelliği, onun ehl-i hayır olmasıdır. Allahû Tealâ: “Kime hikmet verilmişse, ona büyük hayır verilmiştir.” diyor. Ona en büyük hayır verilmiştir çünkü o kişi, daimî zikirdedir. Zikirse devamlı derecat kazanmayı ifade eder. Daimî zikirde olduğu için o kişi, her Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediği âlim kelimesini, Allahû Tealâ bu seviyedeki kişiler için kullanıyor, irşad makamına tayin edilmiş kişiler için, hikmet sahipleri için kullanıyor. Diyor ki: “Âlimin uykusu, cahilin bütün ibadetlerinden daha çok kazandırır.”

Öyleyse bir insan derecat kazanılan bir iş yapıyor; namaz kılıyor, zikir yapıyor veya birilerine hayırla, birilerine karşı onlara hayır olacak olan yardımlarda bulunuyor. Bunun karşılığında bu kişi, yaptığı her derecat kazandırıcı olayın karşısında, kazandığı 1 derece için onun 10 katını alır. Bütün insanlar bu noktadadırlar. Baştan söylediğimiz noktaya gelinceye kadar, 1’e 10 kat verilir herkese. Derecat kaybettiği zaman 1 dereceye karşılık, 1 derece kaybedilir. Ama derecat kazanıldığı zaman; 1 dereceye karşılık, 10 derece kazanılır. Herkes için bu geçerlidir. Kişi günahkâr da olsa, Allah’a ulaşmayı dilemese de eğer ibadet ediyorsa, o ibadetlerin karşılığında derecat kazanır, 1’e 10 alır. Başkalarına bir iyilikte bulunuyorsa gene bir hayır yapıyorsa gene 1’e 10 kazanır. Böyle bir insanın namaz kılmakta olduğunu veya zikretmekte olduğunu düşünün. Kazanacağı derecat, her saniye 1’e 10’dur. Daimî zikre ulaştıktan sonra, hayra ulaşmış olan birisinin de uykuda olduğunu düşünelim. Bu kişi uykuda iken de zikretmektedir ama her saniye 1’e 700 kazanmaktadır.

Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediğine dikkatle bakın! Birisinin kazancı her saniye 10 derece kazanmak, ibadet etmekte olmasına rağmen, o sırada namaz kılmasına rağmen veya zikir yapmasına rağmen. Diğeri ise uykuda, uykuda iken de zikrettiği cihetle derecat kazanıyor ama kazandığı derecatın 700 katını kazanıyor. Yani normal hak ettiği derecatın 700 katını kazanıyor. Öyleyse sevgili kardeşlerim, böyle bir müessese, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in o sözünü ifade eder.

Ulûl’elbab makamında kişiye yerlerin melekûtu gösterilir. 7 kat cehennem gösterilir. Sonra da sıfır kat yani zemin kat gösterilir. Zemin kattaki devrin imamının dergâhını görür kişi. Sonra ne olur? Sonra gök katları gösterilmeye başlanır. 1. gök katı gösterildiği anda o kişi artık ulûl’elbab makamını bitirmiştir, ihlâs makamının sahibi olmuştur.  Ve de ihlâs makamının sahibi olarak yaşamaya devam eder.

İhlâs makamında bu kişiye, 7 gök katı gösterilir. 7. gök katında Sidretül Münteha’yı görür kişi. Gördüğü zaman Tövbe-i Nasuh’a davet edilir. Tövbe-i Nasuh; ihlâs makamının sonudur, son noktasıdır. Kim Sidretül Münteha’yı görürse mutlaka Allahû Tealâ’dan bir mükâfat alır. Bu mükâfat; Allahû Tealâ tarafından o kişinin Tövbe-i Nasuh’a davet edilmesidir.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir insanın böyle bir hedefe yürümesi, o kişinin hikmet sahibi olmasının 3. aşamasını gösterir. Ulûl’elbab makamı, o kişinin hikmet sahibi olmasının 1. aşamasıdır. İhlâs makamı, 2. aşamasıdır. Ondan sonraki salâh makamı da, 3. ve son aşamasıdır. Hikmet sahibi olan kişi yoluna devam ettiği takdirde yani ölmediği, hayatta kaldığı takdirde, mutlaka bu vetireyi tamamlayacaktır. Allahû Tealâ onu daimî zikre ulaştırdıktan sonra boş bırakmayacaktır. O kişinin nefsinin kalbini salâh makamında da müzeyyen kılmaya devam edecektir. Ne yapacaktır? O kişinin tâbiiyetinden sonraki günahlarını örtecektir. Sonra o kişinin başının üzerine salâh nurunu verecektir. Sonra o kişinin günahlarını sevaba çevirecektir. O kişinin iradesini teslim alacaktır. O kişi iradesini Allah’a teslim ettiği zaman, irşad makamının sahibi kılınır. Nasıl Allahû Tealâ onunla konuşarak Tövbe-i Nasuh’u yaptırdıysa, salâh makamının o 5. kademesinde Allahû Tealâ, o kişiyi “İrşada memur ve mezun kılındın” cümlesiyle müjdeleyerek, irşad makamına tayininin neticesine ulaştırır. Kişi artık Allah’ın tayin ettiği bir mürşiddir. Bütün bu noktaya ulaşan mürşidler hikmet sahibidir. Hikmet sahibi olmanın temelinde, daimî zikir vardır.

Bütün sahâbe bu hedeflere ulaşmışlar mı? Evet. Allahû Tealâ’nın dizaynı bu istikamette. Bu son noktada Allahû Tealâ tebligatını yapar: “İrşada memur ve mezun kılındın.”

“Memur kılındın yani Benden aldığın emirleri yerine getireceksin.”

Memur; emri ifa eden demek. Amir de emri veren demek. Allahû Tealâ amir olacaktır, kişi de memur olacaktır. Sadece Allah’tan aldığı emirleri uygulayacaktır. Allahû Tealâ onu hep kontrolü altında tutacaktır. Ne yapması lâzım geldiğini devamlı olarak ona söyleyecektir. Böyle bir hüviyette, o kişi için yapılması lâzım gelen hususlar açık ve kesindir.

Öyleyse tüm güzellikleri düşünün! Her şey Allahû Tealâ’nın dizaynı içinde gerçekleşir. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Muhtevayı Allah’ın emrettiği biçimde yerli yerine oturtmak mecburiyetindeyiz. Bir insan ne zaman hikmet sahibi olur? Daimî zikre ulaştığı zaman. Peki, bu noktaya kadar hangi kademelerden geçmiştir? O kişi Allah’a ulaşmayı mutlaka dilemiştir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse, hiçbir şekilde hikmet sahibi olamaz. Dilediği zaman ne olur? Dilediği zaman bir defa, cehennemden mutlaka kurtulur. Yetmez! Allahû Tealâ’nın bir sözü var, diyor ki Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse, onları Kendisine ulaştırır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ bu söylediğimiz âyet-i kerimesi gereğince, (Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi gereğince) onu mutlaka Kendisine ulaştırır. Kişinin Allah’ın Zat’ına ulaşması söz konusudur. Ulaştıran da kişi değil, Kendisine ulaştıran Allah’tır. Kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde, bütün ibadetleri sevmesini Allah garanti etmektedir. Severek yapmasını Allah garanti etmektedir. Öyleyse bir insan: “Ben Allah’a ulaşmayı diliyorum ama ibadetlerimi yapamıyorum.” diyorsa, o kişi bilsin ki kesin olarak Allah’a ulaşmayı dilememiştir. Dileseydi, mutlaka bu hedefler tahakkuk edecekti. Allah ona mutlaka bütün ibadetleri sevdirerek Kendisine ulaştıracaktı.

Kişinin Allah’a ulaşması, 21. basamaktaki olaydır. Ulaştığı zaman Allah’ın Zat’ında yok olur. Kişi o noktada 22. basamaktadır. 22. basamak, herkesin Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde mutlaka ulaşacağı bir yerdir. Kişi hikmet sahibi olmuş mudur? Olmamıştır. Ruhu Allah’a ulaşmıştır. Ruhu Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Ermiş evliya olmuştur. Allah sözünü yerine getirmiştir. Nefsinin kalbinde, %51 nur birikimi gerçekleşmiştir. Bu nur birikimiyle o kişi, yeni bir noktaya ulaşmıştır. Burada o kişi için söz konusu olan şey, Allah’ın hedef gösterdiği, ruhunu Allah’a ulaştırma işlemini gerçekleştirmiş olması, nefsinin kalbinin %50’den fazlası, %51’i nurlarla kaplanmış olması, bu sebeple dünya mutluluğunun %50’den fazlasını kişinin ele geçirmesidir. Ve de bunun karşılığı sadece bir tek dilektir: Allah’a ulaşmayı dilemek. Bu kişi, bu bapta Allah’ın sevgisini kazanmış birisidir artık.

Öyleyse her şeyin en güzeli, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’ın tayin ettiği metotlarla sağlananlardır. Bu noktada bu kişi ruhunu Allah’a ulaştırmıştır ve 3. kat cennetin sahibidir. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes, 1. kat cennetin sahibi olur. Mürşidine ulaşıp Allah’tan mürşidini sorarak, mürşidine ulaşan ve o mürşide tâbî olan kişi, 2. hidayetin sahibidir ve 2. kat cennetin sahibidir.

Allah o kişinin ruhunu mutlaka Kendisine ulaştırır. Kim böylece ruhunu Allah’a ulaştırmışsa; o kişi 3. kat cennetin sahibi olur. Nefsinin kalbinde de nurlar, %51’i bulur. Yani şeytan, o kişinin başlangıçta %100 kumandanı iken, %100 ona nefsine emredebilirken, emredebilme kabiliyeti %49’a, yarıdan aşağıya düşmüştür. Kişi savaşı kazanmıştır. 3. kat cennet herkes tarafından garantiyle elde edilen bir husustur.

Bundan sonra daha ötede bu kişi 25. basamakta, nefsinin kalbindeki nurlar şu noktada %51’dir. %81’e çıktığı zaman fizik vücudunu da Allah’a teslim eder. Hikmet sahibi olmuş mudur? Hayır, olmamıştır. Zikri günün yarısını geçmiştir. Nefsinin kalbindeki nurlar %81’e yükselmiştir. Ama o kişi hikmet sahibi olmamıştır. Peki, hikmet sahibi olduğu yer neresidir? Hikmet sahibi olduğu yer, bundan sonraki makam olan ulûl’elbab makamıdır. Hiç kimse daimî zikre ulaşmadan ulûl’elbab yani lübblerin sahipleri olamaz.

Öyleyse hikmet sahibi olmak farz mıdır? Hikmet sahipleri Allahû Tealâ’nın ulûl’elbab dediği kişiler olduğuna göre, ulûl’elbab olmak farz mıdır? Bakalım beraberce, Allahû Tealâ Nisâ-103 de diyor ki:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, her istikamette mutluluk mu istiyorsunuz? Daimî zikre ulaşmaya çalışın. Kim daimî zikre ulaşırsa, o kişi bu hedefin sahibi kılınır. Mutluluk bütün boyutlarıyla o kişi için oluşmuş olur. Öyleyse ulûl’elbab makamına ulaşan birisi bu noktada hikmet sahibi olur. Öyleyse hikmet sahibi olabilmek için bir insanın ulaşacağı standart söz konusu. İşte bakıyoruz ki hikmet sahibi olmak yani ulûl’elbab olmak Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Peki, bütün sahâbe ulûl’elbab olmuşlar mı? Olmuşlar. Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ sahâbe için diyor ki:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).

Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“O sahâbe var ya! Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına, en güzel olanına yani Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenmiş olanına tâbî olurlar.”

İki açıdan değerlendirmek mümkün bunu. Birincisi; Allahû Tealâ’nın Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kalbine yazdığı Kur’ân-ı Kerim; “Habibim” diyor, “Ne diye uğraşıyorsun, Sana söylediğimiz şeyleri ezberleyeceğim diye? O Kur’ân’ı Sana, kalbine yazdıran, O Biziz. Kur’ân’ı Senin kalbine yazdıran, Biziz. Ve de Biz, dilediğimiz an Sana O’nu hatırlatmaya da muktediriz. Onun için kendini boşuna kalbine yazdığımız Kur’ân’ı ezberleyeceğim diye uğraştırma.” diyor Allahû Tealâ. “Biz, O’nu senin kalbine koyan Biz, dilediğimiz anda O’nun âyetlerini de Sana hatırlatırız.”                       

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım,  bu standartlar içinde Allahû Tealâ, kişinin daimî zikre ulaşması halinde onu hikmetle teçhiz ediyor, cihazlandırıyor. Ve işte bu Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde diyor ki sahâbe için: “Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenmiş olanına tâbî olurlar.”

O, Kur’ân açıklıyorsa, Kur’ân’a göre ahsen olan sözü söylemiştir, Kur’ân söylemiştir. Ahsen olan sözdür. O, Allah’ın sözüdür.

“Onlar” diyor Allahû Tealâ, “Hidayete erdiler.” Yani ruhlarını Allah’a ulaştırdılar. Ve arkasından da diyor ki: “Onlar ulûl’elbab oldular, (lübblerin sahipleri oldular).”

Ulûl’elbab olmak farz. Bütün sahâbe ulûl’elbab olmak şerefine ermişler.
 
İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ ile olan ilişkilerimizde bu muhtevaya baktığımız zaman, ulûl’elbabın hikmetin daha ötesine geçtiklerini görüyoruz. Hepsi ihlâs makamının sahibi olmuşlar. Diyor ki Allahû Tealâ Bakara Suresinin 139.âyet-i kerimesinde:

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).

De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dîni O’na hâlis kılanlarız).”


“O kitap sahiplerine deyin ki; Allah sizin de Allah’ınız, bizim de Allah’ımız. Ama biz Allah’a muhlis olanlarız.”

“nahnu lehu muhlisûn.”
diyor Allahû Tealâ.

Hikmetin 2. kademesi, muhlis olmaktır. Bütün sahâbe 2. kademeyi de gerçekleştirmişler. Peki, hikmetin 3. safhası? Orası salâh makamıdır. Hikmetin 3. safhasının sonunda da Allahû Tealâ, o kişiyi irşad makamının sahibi kılar. Allahû Tealâ bütün insanları salâh makamına ulaştırmak ister. Üzerimize farz kılmış, Hakka tukatihi takvaya ulaşmamızı. Âli İmrân Suresi 102.âyet-i kerime:  

3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).

Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!


“Onlar nasıl hakka tukatihi takvaya ulaşmışlarsa, bihakkın takvaya, siz de ulaşın.” Yani  “Siz de iradenizi Allah’a teslim edin.” diyor Allahû Tealâ.

Sonra da bakıyoruz ki bütün sahâbe, hikmetin son aşamasına da ulaşmışlar, iradelerini teslim etmişler. Tevbe Suresi 100.âyet-i kerime:
 

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.


“O sabikûn-el evvelîn var ya! Onların bir kısmı ensardandı bir kısmı muhacirîndendi. Bir de ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardandı.”

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, böylece bütün sahâbenin irşad makamına tâbî oldukları kesin. Çünkü sahâbeye tâbiîn tâbî olmuş. Yani onlara tövbe verebilecek olan bir irşad kademesinin, bütün sahâbe sahibi kılınmış. Hikmetle davranmışlar. Emri bil ma’ruf yaparak, münkerden nehyederek görev yapmışlar. Hikmet sahiplerinin ulaşacağı son nokta burasıdır. Emri bil ma’ruf ve münkerden nehyederek insanları üst seviye bir noktaya ulaştırmak, insanları irşada ulaştırmak.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada sona erdiriyoruz.                       

İmam İskender Ali  M İ H R