}
Kur'ân'ı Kerim'in Lafzı ve Ruhu 24.04.2006
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 110124


SOHBETİN ADI: KUR’ÂN-I KERİM’İN LAFZI VE RUHU

TARİHİ: 24.04.2006

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı. Konumuz: Kur’ân’ın lafzı ve ruhu.

Kur’ân, 28 tane basamak içerir.

 

1. basamakta insanlar olayları yaşar.
2. basamakta olayları değerlendirir kendisine göre ve tavrını ortaya koyar.

İşte bu noktada Allahû Tealâ, insanların çok büyük bir kısmını seçer Kendisine ulaştırmak üzere. Ve 3. basamağa sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler ulaşır.


3. basamak, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin basamağıdır. Dilemedikçe hiç kimse 3. basamağa ulaşamaz.

4. basamakta, kişinin irşad makamını görmeyen gözleri ve görme hassası irşad makamını görecek hüviyete getirilir.

6. basamakta irşad makamının söylediklerini işitmeyen, mânâsına varamayan o kişinin, irşad makamının söylediklerini işitecek bir hale gelmesi temin edilir. Hem uzvu hem de hassası açılır.

Ve 7. basamakta o kişinin gördüklerini, duyduklarını idrak etmesi sağlanır. Böylece bu  kişinin idrak etmesi sağlanır. Bu noktadan itibaren Allah o kişinin kalbine ulaşır, o kişinin kalbini Allah’a çevirir. O kişinin Allahû Tealâ, nefsinin kalbinde %2 rahmet birikimi vücuda getirir. Bu kişi böylece huşûya ulaşır; huşû sahibi olur. Mürşidini isteme hakkı doğar.

 

Ve de 13. basamakta hacet namazını kılar.  14. basamakta Allah’ın kendisine gösterdiği mürşide ulaşıp, tâbî olur. Tâbî olunca ruhu vücudundan ayrılır ve de kişi nefs tezkiyesine başlar (amilüssalihata başlar). Kişinin bu noktadan itibaren nefs tezkiyesi başlayacaktır. Kişi zikir yapacaktır. Zikir yaptığı zaman Allah’ın katından gelen rahmet, fazl ve salâvât nurlarından fazıllar, o kişinin nefsinin kalbinde yerleşecektir. Başlangıçta %2 rahmet yerleşmiştir ve mürşidine kişi tâbî olduktan sonra, bu kişinin nefsinin kalbindeki nurlar %7, %7 artacaktır. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde %7 nur artışları tahakkuk eder kişinin nefsinin kalbinde. Bu, kalbin aydınlanmasıdır ve kalbin aydınlanması o kişinin nefsinin kalbinde %7, %7 nur birikimiyle gerçekleşir. Burada Kur’ân-ı Kerim’in lafzı söz konusudur. 

 

Kur’ân’da 7 tane safha ulaşır. Her safhanın bir lafzı vardır, bir de ruhu vardır. Ama yedinci safhaya geldiğiniz zaman bu yedinci safha…

1. safha: Emmare.

2. safha: Levvame.

3. safha: Mülhime.

Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye; 7 tane nefs tezkiye kademesi vardır. Bunların oluşmasıyla kişi, irşad makamına ulaştıktan sonra başlayan bu nefs tezkiyesi olayıyla nefsin kalbini %51 nurlarla doldurur. Burası ruhunun Allah’a ulaştığı yerdir.

Kur’ân-ı Kerim’in lafzı, daimî zikre kadar lafız olarak gider. Her kademe için; Emmare kademesi için, Levvame kademesi için, Mülhime kademesi için; ruhun, vechin ve nefsin teslimi konularında her kademede bir lafza karşılık bir ruh söz konusudur. Öyleyse Nefs-i Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde lafız ve ruh beraberce hareket ederler.

Kelime yapısıyla Kur’ân-ı Kerim’in ruhu; lafız ve ruh her zaman birbirine eşit değildir. Lafızdan çıkarılan mânâ ve ruh birbirini tutmayabilir; birbirinden farklı sonuçlara yol açabilir. İşte ruhun lafzı açtığı müesseselere baktığımız zaman ulûl’elbab makamı, ihlâs makamı ve salâh makamı bu muhtevayı ifade eder.

Lafız, kelime mânâsıdır. Ruh, bu kelime mânâsının arkasındaki gerçek hüviyetidir; o kelimenin, o kaidenin gerçek hüviyeti.

Nefs tezkiyesi nefsin temizlenmesi demektir; bu bir lafızdır. Ama bu lafzın ruhuna girdiğiniz zaman 7 tane kademe çıkacaktır karşınıza. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye. Her birinde %7 aklanma söz konusudur afetlerden. Nefsin kalbinin neticede tamamen Allah’ın nurlarıyla %51 dolmasını ifade eder. Öyleyse Allahû Tealâ’nın bu babta ortaya koyduğu realite, o isimlerin muhtevasının ötesindedir. İsimler Emmare’yi, Levvame’yi ifade eder.          

 

*Nefs-i Emmare: Nefsin tamamen şeytanın emrinde olduğu bir devre.

*Levvame: Nefsini kişi kınamaya başlamıştır.

*Mülhime: Kişi Allah’tan ilham almaya başlamıştır.

*Mutmainne: Kişi doyuma ulaşmıştır.

*Radiye: Allah’tan razı olmuştur

*Mardiyye: Allah da ondan razı olmuştur

*Tezkiye: Nefsinin kalbini %51 nur doldurarak, kişi ruhunu Allah’a ulaştırmıştır

 

Vuslat, konunun ruhudur. Ruhun Allah’a doğru yaptığı yolculuğun Allah’ta son bulmasıdır. Bu ruhtur. Lafzın adı vuslattır. Vuslat, ruhun Allah’a ulaşmasını ifade eder. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’in hep lafzından hareket ediyorlar sevgili kardeşlerim. Ve lugat mânâlarını söylerseniz, bundan bir neticeye ulaşamazsınız.

Takva nedir diye size sorarsam, takvanın lugat mânâsı; korkmak, sakınmak, çekinmektir. Oysaki Kur’ân-ı Kerim’de 7 ayrı takva söz konusudur. Allah’a ruhunu ulaştırmayı dileyen kişi, 1. takvadadır. Ondan evvel takvayla alâkası yoktur. Kişi Allah’tan korkar ama takva sahibi değildir. Korkması (bizim anladığımız fizik anlamda bir korku); o kişinin Allah’tan korkması halinde takva sahibi olması söz konusu değildir. Herkes Allah’tan korkar. Ama takva sahibi olabilmek, ancak Allah’a ulaşmayı dilemekle sağlanan bir müessesedir.

Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

 

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

 

“Allah’a yönel ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol.”

munîbîne ileyhi vettekûhu: Allah’a yönel ve takva sahibi ol (Allah’a ulaşmayı dile ve takva sahibi ol).”

 

Yani? Yani Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’a ulaşmayı dilemezseniz, sizin Allah’tan korkmanız hiçbir işe yaramaz, siz takva sahibi olamazsınız.”


Mürşide tâbiiyet de yeni bir takvayı ifade ediyor.

 

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


“yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete.”
diyor Allahû Tealâ.


“Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun. Kim sizi Allah’a ulaştıracaksa (Allah’a ulaştırmaya vesile olacaksa), işte o vesileyi Allah’tan isteyin.” diyor Allahû Tealâ.

 

“Kim sizi Allah’a ulaştıracaksa o vesileyi Allah’tan isteyin,” diyor, “ulaştırmaya vesile olacaksa o vesileyi Allah’tan isteyin.”

 

Ne oldu? Mürşidi Allahû Tealâ’dan istemek de 2. bir takvayı ifade ediyor. Bunun gibi ardı ardına takvalar geliyor. Ruhu Allah’a ulaştıran kişi de takva sahibidir. Ama bu 3. takvadır. Fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi, 4. takvanın sahibidir. Nefsini Allah’a teslim eden kişi, 5. takvanın sahibidir. İrşad olan kişi 6. takvanın sahibidir. İradesini Allah’a teslim eden kişi, 7. takvanın sahibidir. Resûl olup da nebî olmayanlar, 8. takvanın sahipleri. Nebî resûllerse 9. ve en üst takvanın sahipleridir.

 

Ne oldu? Takva kelimesi; Allah’tan sakınmak, çekinmek, korkmak demek. Ve insanlar bizim Kur’ân-ı Kerim tefsirlerine (meallerine) bir göz atarsanız sevgili kardeşlerim, nerede takva kelimesi geçmişse; 7 kademenin 7’si de ayrı bir takvayı ifade eder ama nerede takva kelimesi geçmişse bu sevgili Kur’ân-ı Kerim meali veren kardeşlerimiz, oraya hep “Allah’tan korkun.” diye yazmışlar. Oysaki söylediğimiz anlamlar, 28 basamaklık bir İslâm merdivenin devamlı daha üst boyutlara ulaştığı yerdir.

 

*Kişi Allah’a ulaşmayı diler; 1. takvanın sahibidir.

*Mürşidine ulaşıp tâbî olur; 2. takvanın sahibidir.

*Ancak ruhu Allah’a ulaştığında 3. takvanın sahibidir.

*Fizik vücudunu teslim ettiğinde 4. takvanın sahibidir.

*Nefsini teslim ettiğinde 5. takvanın sahibidir

*Muhlis olduğu zaman, 6. takvanın sahibidir.

*İradesini Allah’a teslim ettiği zaman, 7. takvanın sahibidir.


O kişinin Allahû Tealâ tarafından risalete tayini, doğmadan evvel onun risalete seçilmiş olmasını ifade eder. Bu 8. takvadır. Bir de peygamberler vardır; nebîler. Nübüvvet müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından tamamlanmıştır. İşte nebîler 9. takvanın sahipleridir. Daha ötede kimse yok. En üstün seviyede nebîler var.


İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah ile olan ilişkilerinizde bir takva kelimesine bakıp da onun hep Allah’tan korkmak olarak sadece değerlendirilmesi, Kur’ân’ın ruhunun hiç bilinmemesi sebebiyle hükümfermadır. Bu kelime gerçekten korkmak, sakınmak, çekinmek anlamlarına gelir. Ama 28 basamağa konuyu dağıttığınız zaman, 7 safhanın 7’si için de ayrı ayrı takva kademelerinin var olduğunu görürsünüz. Öyleyse bilmiyorsa kişi Kur’ân-ı Kerim’i; Kur’ân-ı Kerim’in ruhunu bilmiyorsa lafzından hareket edecektir ve o kişi kendisinin takva sahibi olduğunu söyleyecektir. Kelime yapısı itibarıyla âyetlere bakarsanız hep aldanırsınız.


Muhlis olmanın lugat mânâsı, hâlis olmak demektir. Ama nefsin kalbi bir evvelki kademede de hâlis. Ulûl’elbab makamında da nefsin kalbinde hiç afet yok. Bundan bir üstteki makam, muhlisler makamı; ihlâs makamı. Nefsin kalbi birincisinde 7 mertebe müzeyyen, ihlâs makamında 14 mertebe müzeyyen. Salâh makamında 5 mertebe daha ilâve ediliyor; 19 mertebe müzeyyen. Ancak o zaman irşad makamına tayin oluyor kişi.


Allahû Tealâ’nın dizaynında Allah’ın tarifleri var. İrşad yolunu kendinize yol edinmek mecburiyetindesiniz. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse irşad yolunu yol edinmemiştir. O, gayy yolunu seçmiştir. Ama Kur’ân-ı Kerim’in ve insanların Kur’ân’a verdiği mânâların standartları içinde İslâm’ın 5 şartını ele alırsanız; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek, bu 5 tane şartı uygulayan kişi Allah’a öyle bir güvenin sahibi oluyor ki; kişi gerçekten kendisini cennete gidecek zannediyor. Çünkü ona demişler ki: “İslâm’ın 5 tane şartı vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Kim bunları yapıyorsa; bu İslâm’ın 5 şartını yerine getiriyorsa; İslâm’ın 5 şartı olduğuna göre, İslâm da Allah’a teslim olmak demek olduğuna göre; bu kişi 5 şartı yerine getiriyor ve de İslâm’ın bu kişi Allah’a teslim olan kişidir.”


Nüfus kâğıdında herkesin İslâm yazıyor, müslüman yazıyor veya. İster İslâm yazsın, ister müslüman yazsın, bu teslim olan demek. Hele müslüman kelimesi, ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi de Allah’a teslim etmek demektir. Ama lugat mânâsından hareket edildiği için, müslüman, “inanan” mânâsına kullanılıyor. Herkesin nüfus kâğıdında yazıyor. Hâlbuki Hz. İbrâhîm’e Allahû Tealâ müslümandan bahsettiği zaman, Hz. İbrâhîm’in bulunduğu ortamda bir tek aile çıkıyor; ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ederek gerçek Müslümanlardan olmuş; lafzî mânâsıyla değil (lugat mânâsıyla değil), gerçek hüviyette Kur’ân’daki 28 basamaklık bir diziyi takip ederek.

 

İşte “Hadi gelin, ihlâsla bir namaz kılalım.” diyenlere deyin ki: “Siz daimî zikre ulaşmadan ihlâsla namaz kılamazsınız.” İhlâsla namazı sadece muhlisler kılar. Muhlislerse sadece nefslerinin kalbi afetlerden tamamen temizlenenler değildir. Bu temizlenmenin 14 mertebe olması halinde kişi muhlis olur.

 

Sevgili kardeşlerim, lugat mânâsından hareketle hiçbir yere varmak mümkün değildir. O lugat mânâsının Kur’ân-ı Kerim’deki çeşitli yerdeki; çeşitli yerlerinde Kur’ân-ı Kerim’in hüviyetine bakacaksınız. Bir defa 28 basamağı mutlaka çok iyi öğrenmek mecburiyetindesiniz. Bu basamaklara göre kelimelerin yapısı yerli yerine oturacaktır. Nasıl bir insan Allah’a ulaşmayı dilemeden mürşidine ulaşıp tâbî olursa (herhangi bir mürşide), o tâbiiyet bu kişiye hiçbir şey kazandırmaz. Hiçbir değişiklik olmaz kişide. Kişi zikir yapar, Allah’ın katından nur falan gelmez. Öyleyse Allahû Tealâ ancak zikirle insanların kalbine nur gönderdiğini söylüyor. İnsanlar, Allah’ı zikrettikleri takdirde böyle bir sonuca ulaşabileceklerdir.

 

Sevgili kardeşlerim, Kur’ân’ın lafzından hareketle, muhtevayı kurtaracağını zannedenler hiçbir şey kurtaramaz. Cehenneme odun olurlar. Bir insan: “Ben takva sahibiyim.” diyerek, takva sahibi olmaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse takva sahibi olamaz. Kişi derse ki: “Ben Allah’tan korkuyorum. Öyleyse takva sahibiyim.” Bu, boş bir hayaldir.

Velî kelimesi, evliya kelimesi dost demek. Kişi zanneder ki; İslâm’ın 5 şartını yerine getirdiği zaman Allah’ın dostu olmuştur. Hiç kimse İslâm’ın 5 tane şartıyla Allah’ın dostu olamaz. Teslim kelimesini ele alalım. Teslim; ruhun teslimidir, fizik vücudunun teslimidir, nefsin teslimidir, iradenin teslimidir.

 

22. basamakta ruh teslim olur Allahû Tealâ’ya. Bizatihi Allah’ın Zat’ına ulaşarak. 25. basamakta fizik vücut teslim edilir (teslim olur), 26. basamakta nefs teslim olur, 27. basamağın 5. kademesinde irade Allah’a teslim olur.


İslâm kelimesi, silm kökünden geliyor. “Teslim olan” demektir mânâsı. Ve de insanlara bakıyoruz: “lâ ilâhe illâllah diyen Müslüman olur.” diyorlar. “lâ ilâhe illâllah muhammeden resûlullâh diyen Müslümandır.” diyorlar. “lâ ilâhe illâllah muhammeden resûlullâh” demek, kimseyi Müslüman kılmaz. Müslüman; ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslim eden kişidir. Öyleyse bir kişinin kendisini, nüfus kâğıdında Müslüman yazıyor diye Müslüman zannetmesi, onun sadece lugat mânâlarından hareket ettiğini gösterir.

 

Allahû Tealâ, “mü’min” kelimesini kullanıyor Kur’ân-ı Kerim’de. O, “îmân eden” demektir. Piyasada insanlar şunu söylerler hep: “Mü’min, mutlaka Allah’ın cennetine girer. Kalbinde zerre kadar îmânı olan kişi Allah’ın cennetine mutlaka girer.” Neden? Onlara demişler ki: “Allah’a inanan kişi mü’mindir. Mü’minlerin gideceği yer mutlaka cennettir.”


Oysaki bakıyoruz; inanmak kimseyi cennet sahibi kılmıyor. Kişi Allah’a inanıyor ama o inandığı Allah’a ulaşmayı dilemiyor. Dilemediği sürece o kişinin cehennemden kurtulması mümkün değildir. Allah’a inanan ama Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi de Kur’ân-ı Kerim’de mü’min adıyla geçiyor. Allah’a inanan ve Allah’a ulaşmayı dileyen kişi de mü’min adıyla geçiyor. 7 kademe mü’min var Kur’ân-ı Kerim’de.

 

*Allah’a ulaşmayı dileyenler de mü’mindir.

*Mürşidine ulaşıp tâbî olanlar da mü’mindir.

*Ruhlarını Allah’a ulaştıranlar da tâbîdir.
*Fizik vücutlarını teslim edenler de.

*Nefslerini teslim edenler de.

*İradelerini Allah’a teslim edenler de. Bu arada ihlâs sahibi olanlar da muhlis olanlar da hepsi mü’mindir.

Oysaki her biri daha üst kat cennete gideceklerdir ve de mü’minlerin öyle bir kademesi vardır ki; bunlar Allah’a inanırlar ama Allah’a ulaşmayı dilemezler. Kur’ân-ı Kerim onları mü’min olarak kabul etmiyor. “Onların kalplerinde îmân yoktur.” diyor Allahû Tealâ. Kimin kalbinde îmân yoktur? Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimsenin kalbinde îmân yoktur. Ne zaman kişinin kalbine îmân girer? Allah’a ulaşmayı dilediği anda. Ama nefsin kalbinin %51 nurla dolması halinde, o kişi ruhunu Allah’a teslim eden bir mü’mindir. Sonra fizik vücudunu teslim eden mü’min olacaktır. Sonra nefsini Allah’a teslim eden mü’min olacaktır. Sonra iradesini Allah’a teslim eden mü’min olacaktır. Hepsi mü’mindir. Ama her biri daha üst makamı ifade ediyor. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e buyuruyor ki: “Habîbim! O kişilerle; Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim eden insanlar, onlar salihlerdir.” diyor Allahû Tealâ.


Kişi her teslimde daha üst boyutta bir takvanın, daha üst boyutta bir huşûnun sahibi olur. Daha üst boyutta bir îmânın sahibi olur. Îmân; inanmak demektir. İnanmak, 8 kademede oluşur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen ama Allahû Tealâ’ya inanan bir kişi hiçbir zaman cennete ulaşamaz. Onun gideceği yer mutlaka cehennemdir; bir daha çıkmamak üzere. Ama mü’min; Allah’a inanıyor. İnanıyor ama o insanların zannettiği gibi Allah’a inanıyor diye o kişinin cennete girmesi mümkün değildir. Öyleyse kavramlarla onların Kur’ân-ı Kerim’deki skalaya göre, Kur’ân-ı Kerim’deki 28 basamağa göre o tarifler birbirinden çok farklı hüviyetler gösterir. Âmenû olmak da yani îmân; mü’min olmak da 7 kademedir. Söylediğimiz gibi her Kur’ân-ı Kerim kavramında, bu 7 kademe mutlaka yer alır. 7 kademe mü’min vardır. 7 kademe âmenû olmak vardır. 7 kademe takva sahibi olmak vardır. 7 kademe huşû sahibi olmak vardır. Böylece lugat mânâlarının kişiyi hiçbir yere ulaştırmasının mümkün olmadığını görüyoruz.

 İnsanlar Kur’ân’dan bir kavramı öğreniyorlar. O kavramın gereğini yerine getirdikleri zaman diyorlar ki: “Biz, tamam, doğru cennete gideceğiz.” Oysaki Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse Allah’ın cennetine giremez; hangi çeşit ibadeti yaparsa yapsın.

 

Amilüssalihat deyince, insanlar bütün ibadetleri amilüssalihat olarak değerlendiriyor. Oysaki amilüssalihat; nefsin kalbinde Allah’ın nurlarını yerleştiren bir ibadet türüdür. Kişi zikir yapar, Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurları göğsüne gelir, kalbine ulaşır, kalbine yerleşmeye başlar. Nefsin kalbindeki nurlar %51’i bulduğu zaman, o kişi ruhunu Allah’a teslim etmiş olan bir insandır. Öyleyse herkes Allah’a teslim olduğunu iddia edebilir. Ama bu iddialar bir şey ifade etmez. Öyleyse herkes Allah’a teslim olduğunu iddia edebilir ama Allah’a göre bu, bir şey ifade etmez sevgili kardeşlerim.

“Ben ruhumu Allah’a teslim ettim.” demekle, ruhum Allah’a teslim olmaz. Nefsimin kalbinde %51 nur birikimi (%49 fazl, %2 rahmet olarak) teşekkül etmezse; nefsimin kalbi yarıdan fazla Allah’ın nurlarıyla aydınlanmazsa kişi ruhunu Allah’a teslim etmiş olmaz. Ermiş evliya da olmaz.

 

Böylece Kur’ân-ı Kerim’in kavramlarına baktığımız zaman, Allahû Tealâ’nın her söylediği mânânın farklı bir boyut kazandığını görüyoruz. Yûsuf-108’de Allahû Tealâ diyor ki:

 

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilâllâhi alâ basîratin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).

De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”

 

“Habîbim! De ki…”

Allah’ı kalp gözüyle görenler… Kimdir Allah’ı kalp gözüyle gören? Allah’ı kalp gözüyle görenler, salâh makamının 5. kademesine ulaşanlardır. Ruhlarını, vehlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ettikleri zaman Allah’ın Zat’ını görebilirler. Rüyetullah olmak o zaman mümkündür. O zaman zaten Allahû Tealâ o kişiyi, “irşada memur ve mezun kılındın” cümlesiyle irşad makamına tayin eder (emriyle irşad makamına tayin eder). Öyleyse bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilemedikçe zikir de yaptığını düşünün. Aslında zikir yapmış olmaz. Namaz kıldığını düşünün; namaz kılması bir şey ifade etmez. Bu kişi İslâm’ın 5 şartını yerine getirse ama Allah’a ulaşmayı dilemese hiçbir zaman cehennemden kurtulması mümkün değildir. 

 

Öyleye sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’ın vücuda getirdiği dizayna lâzım gelen önemi vermedikçe hiçbir zaman lafızdan hareketle hedeflere giremezsiniz. Mutlaka ruhun mânâsına nüfuz edeceksiniz. Kelime mânâsından gittiğiniz zaman her şey karmakarışık olur.

İşte kelime mânâsından gidenler, “Hidayet nedir?” diye sorduğumuz zaman, “Hidayet,” diyorlar, “doğru yoldur.” “Peki, Sıratı Mustakîm nedir?” diyoruz; ona da “Doğru yoldur.” diyorlar. “Bu doğru yol nereye götürür?” diyoruz, bu doğru yolun nereye götürdüğü konusunda bir fikrin sahibi değiller. Çünkü onlara göre insan ruhu hayattayken; o kişi hayattayken asla Allah’a ulaşamaz ve ancak kişi öldükten sonra onun ruhu Allah’a ulaşır; böyle zannediyorlar. O zaman tabiatıyla vuslat konusundaki bütün her şeyi gizlemiş oluyorlar (ketmetmiş oluyorlar).

 

Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’e ardarda kavramlar koymuş. Zikir kelimesi, lugat mânâsıyla hatırlamak demektir. Ama zikrullah; Allah’ın İsmi’ni “Allah, Allah, Allah, Allah,” diye tekrar etmek. İkisi birbirine eşit mi? Alâkası yok. Öyleyse ne tarz bir olaydan bahsediyoruz? Ne tarz bir olay? Kavramları ruhuyla tanımak mecburiyetindeyiz, Kur’ân’da ihtiva ettikleri mânâyla tanımak mecburiyetindeyiz. O mânâya dayalı olarak onları değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Onların gerçek hükmü ancak bu standartlarda oluşur.

 

Öyleyse Kur’ân-ı Kerim olarak Türkiye’de 22 ayrı kişinin veya grubun yazdığı Kur’ân-ı Kerim’ler satılıyor. Hepsini aldık, hepsini inceledik. Ve gördük ki hep Kur’ân-ı Kerim’lerde lugat mânâlarından gidilmiş kelimelerin. Öyle olduğu için de Allah’ın söylemek istediği ya da işaret ettiği anlamlar bütünüyle kaybolmuş. Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ “vuslat” dediği zaman, insan ruhunun Allah’a vasıl olması gelir. Onunla ancak hedefe gidebilirsiniz.

Hûd Suresinin 29. âyet-i kerimesinde, Hz. Nuh diyor ki:

 

11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).

Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

           

“Ben, bu yanımda bulunan âmenû olanları yanımdan kovacak değilim. Çünkü onlar mutlaka Allah’a ulaşacaklardır.” diyor.

 

Neden ulaşacaklar? Çünkü âmenû olmuşlar; Allah’a ulaşmayı dilemişler. Ee, dilemişlerse ne olur? Allah’ın verdiği sözü gerçekleştirmesi söz konusu olur. Ne diyor Allahû Tealâ?

 

“Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.”

İşte Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

 

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

           

“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları Kendisine ulaştırır.”

 

Sevgili kardeşlerim, öyleyse lafız ve ruh birbirinden tamamen ayrı kavramlardır. Kur’ân-ı Kerim’deki 6 safhanın bir lafzı ve bir ruhu vardır. Ama 7. safhada yani salâh makamında bir lafız var (aynı lafız var); ama o lafızda 7 tane kademe yerleştirilmiştir.

 

Ulûl’elbab makamında Allahû Tealâ, kişiye yer katlarını gösterir yani cehennemleri gösterir. 7 tane cehennem, 7 cehennem katını oluşturur. Bu 7 tane cehennemin dizaynında Allahû Tealâ her kat cehenneme ayrı bir isim vermiştir. Ne yapılırsa hangi cehenneme gidileceği, ne yapılırsa hangi cennete girileceği Kur’ân-ı Kerim’de bütün açıklığıyla yer almıştır.

 

İradesini Allah’a teslim eden kişi de cennete gidecektir ama 7. kat cennete. Sadece Allah’a ulaşmayı dilemiş, ondan sonraki herhangi bir noktaya ulaşamadan ölmüş olan bir kişi de cennete gidecektir; ama ilk kat (1. kat) cennete girecektir. Öyleyse 2. kat cennete girenler; yani Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşidlerine ulaşıp da tâbî olanlar sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerden daha üstündürler. Çünkü onlar 2. kat cennete gideceklerdir.


Öyleyse Kur’ân-ı Kerim muhtevası içerisinde ulaşılan bir sonuç görüyoruz. Her kavram eğer 7 kademe taşıyorsa, 7 kademe de birbirinden mutlaka farklı olacaktır. O kavramın hangi kademelere ait olduğu, gelen âyetin genel durumundan açıkça belli olur. Değerlendirmeyi ona göre yapmak mecburiyetindeyiz.


Sevgili kardeşlerim, o zaman lafzı ve ruhu önem derecesine göre ayırırsak, lafzın hiçbir değeri kalmıyor. Önemli olan Kur’ân’ın ruhudur. Aynı kelimenin, meselâ takva kademesinin ya da kelimesinin 7 tane kademe göstermesi bir vaka iken, 7 kademeye göre de Kur’ân-ı Kerim’de âyet mevcutken, bunu sadece Allah’tan korkmak, çekinmek, sakınmak olarak aldığınız zaman büyük bir yanılgıya düşmüş olursunuz.

 

Öyleyse sevgili kardeşlerim, siz siz olun, Kur’ân’ın lugat mânâsından sakın hareket etmeyin. Bu lûgat mânâsının neye göre değerlendirileceğini öğrenin. Öğrendiğiniz zaman ancak Kur’ân-ı Kerim’deki 7 safhayı da öğrenmiş ve herkese öğretebilecek bir boyut kazanmış olursunuz.

 

*Allah’a ulaşmayı dilemek; 1.

*Mürşide ulaşıp tâbiiyet; 2.

*Ruhu Allah’a ulaştırmak; 3.

*Fizik vücudu Allah’a; ulaştırılmaz fizik vücut, teslim edilir. Fizik vücut gene bu dünyada yaşamasına devam eder ama Allah’a teslim olmuştur.


Dört…

*Nefsi Allah’a teslim etmek.

*Fizik vücudu teslim etmek Allah’a.
*Nefsi Allah’a teslim etmek.
*Muhlis olmak.
*Ve irşada memur ve mezun kılınmak; her biri ayrı bir kademeyi ifade eder.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, öyleyse Kur’ân’ın lafzını sakın önemli bir şey zannetmeyin. Bu lafız, gerçek bir anlam taşımaz. Önemli olan Allah’a ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi teslim etmektir. Her biri ayrı bir kademeyi gösterir. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’in lafzı ve ruhu birbirinden ayrı kavramlardır. Ruhu öğrenmeye çalışın. O zaman  7 kademenin de hususiyetlerini başkalarından daha fazla öğrenmiş olursunuz.  

 

Allahû Tealâ’nın hepinizi, hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.

İmam İskender Ali M İ H R