TARİHİ: 25.04.2006
Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: “Aranızda en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.”
Sevgili kardeşlerim! Aradan 14 asır geçti. 14 asır sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediği, “Aranızda en hayırlınız Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir” açıklamasının mahiyeti tamamen unutuldu. Neye çevrildi? “Aranızda en hayırlınız Kur’ân-ı Kerim’in okunmasını; tilâvetini, kıraatini öğrenen ve öğretenler”e çevrildi.
Sevgili kardeşlerim! Kur’ân-ı Kerim’i istediğiniz kadar en usta Arapların okuyabileceği güzellikte okuyun. Bu okumanız, sizi cennete ulaştırmaz. Ne yazık ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediği söz, asıl anlamından çok uzaklara; hiç kimseyi cehennemden kurtaramayacak bir hüviyete ulaşmış durumdadır. Acaba Peygamber Efendimiz (S.A.V) ne demek istiyor? 2 ayrı cümleyle sonuca ulaşalım. “Aranızda en hayırlınız Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir.” diyor. Yani “Kur’ân-ı Kerim’in, lâfzını ve ruhunu öğrenen ve öğretendir.” diyor. Peki, ne olmuş? Ne olduğunu söylemeden evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in başka bir sözüne ulaşalım. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Sizden en hayırlınız Mehdi (A.S)’dır.” diyor. Acaba neden diyor bunu? Çünkü “O, Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını ve ruhunu sizlere öğretecek.” diyor. İşte, bugün Mehdi (A.S) görev yapıyor. Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını ve ruhunu öğretiyor, tilâvetini değil. Ayrıca Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in muradı; Kur’ân-ı Kerim’in lâfzının ve ruhunun sadece öğrenilmesi ve öğretilmesi değildir, onun yaşanmasını istiyor. Kur’ân’ı hayatımıza geçirmemizi istiyor.
Kur’ân-ı Kerim’de ne varmış ki, ne yokmuş ki? Biz soralım, Kur’ân-ı Kerim’de olmayan bir şey var mı acaba? Allahû Tealâ ne diyor? “Biz bu Kur’ân’a hiçbir şeyi eksik bırakmamak kaydıyla her şeyi dâhil ettik.” diyor. Kur’ân-ı Kerim’in kuru lâfzına bakıp da “Bu Kur’ân-ı Kerim’e her şeyin sığması mümkün olur mu?” diyerek Kur’ân-ı Kerim’i hafife alanlar var. Kur’ân-ı Kerim’in bir lâfzının, bir de ruhunun olduğunu unutmayın sevgili kardeşlerim. Lâfızda olmayan her şey ruhta vardır.
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ ne kadar “karanlık” kelimesini kullanmışsa, o kadar “aydınlık” kelimesi kullanmış. Ne kadar “gündüz” kelimesi kullandıysa, o kadar “gece” kelimesi kullanmış. Ne kadar “yerler” kelimesini kullandıysa, o kadar “gökler” kelimesini kullanmış. Yani bir merkezden ister sağa ve sola doğru eğer bir lâfız koymuşsa, o noktadan şu kadar uzağa (gene aynı noktadan o kadar uzağa), onun tam zıttına, onun tersi olan mânâyı da koymuş. Merkezden aynı uzaklıkta ne kadar negatif varsa, Kur’ân-ı Kerim’e giren o kadar da pozitif vardır.
Öyleyse Kur’ân-ı Kerim bir bütündür. İşte orada Kur’ân-ı Kerim’in tilâveti hiçbir mânâ ifade etmez. En güzel tilâvet eden; müzikle Kur’ân-ı Kerim’i en güzel okuyabilen, müzikal bir statü içerisinde onu kulağa hoş gelen bir hüviyete sokan kişidir, o kadar. Allahû Tealâ Kur’ân’ı camilerde okunsun diye, ölülerin arkasından Yâsîn okunsun diye, sadece daha güzel, daha güzel, daha güzel müzikal standartlarda okunsun diye indirmemiştir, sevgili kardeşlerim. Onun lâfzının ve ruhunun öğretilmesi ve Kur’ân’da geçen bütün emirlerin yerine getirilmesini sağlasın diye Peygamber Efendimiz (S.A.V) insanlara: “Aranızda en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” diyor. Kur’ân’da ne var ki? Kur’ân’da 7 safha var.
1. safha, Allah’a ulaşmayı dilemek.
2. safha, mürşide ulaşıp tâbiiyet.
3. safha, ruhu Allah’a ulaştırıp Allah’a teslim.
4. safha, fizik vücudun Allah’a teslimi.
5. safha, nefsi Allah’a teslim etmek.
6. safha, irşad olmak.
7. safha, iradeyi de Allah’a teslim etmek.
Kur’ân-ı Kerim, 7 safhada 4 tane teslim içerir. Ruhu, vechi (yani fizik vücudu), nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek, hepsi bu kadar. Yani? Yani sevgili kardeşlerim, Kur’ân-ı Kerim boşuna inmemiştir. Bütün ilimlerin muhtevası orada, Kur’ân-ı Kerim’dedir. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’in sırlarına dikkatle bakın. O Kur’ân-ı Kerim ki; Onun mânâsına varan o mânâyı kendiliğinden öğrenmemiştir. Mânâsına varabilen kişiye Allah öğretmiştir; öğretmiştir de o kişi onun mânâsına varmıştır.
İşte şu anda, şu dünya adı verilen gezegen üzerinde Kur’ân’nın ruhuna en çok nüfuz eden biziz. Biz bunu kendiliğimizden mi öğrendik? Hayır. O Kur’ân-ı Kerim’in ruhuna girmeyi ve ruhunun neler ihtiva ettiğinin öğrenilmesini Allah bize nasip kıldı, hepsini O öğretti. Allah öğrettiği için biliyoruz. Sevgili kardeşlerim! Bir defa daha altını çizerek söyleyelim; biz bir hiçiz, bir insanız sadece. Gaybı da bilmeyiz. Kur’ân-ı Kerim’i de doğru dürüst okuyamayız, Arapça’yı da doğru dürüst bilmeyiz. Ama Kur’ân’ı hem lâfzıyla hem ruhuyla şu dünya üzerinde en iyi bileniz. Ne demek istiyoruz? Şunu demek istiyoruz; biz bir hiçiz ama bu hiçe Allah öğretti; Kur’ân’ın lâfzını öğretti, Kur’ân’ın ruhunu öğretti. Öyleyse Kur’ân’ın tilâvetini biz beceremeyiz. Okunması bizi hiç mi hiç alâkadar etmiyor. Güzel bir şey değil mi? Güzel bir şey ama ne kadar faydalı. Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını ve ruhunu öğrenmekle, Kur’ân’ın tilâvetini öğrenmek aynı şey olabilir mi hiç sevgili kardeşlerim? Allah bize Kur’ân’ın hem lâfzını, kelimesel yapısını hem de o kelimesel yapının arkasındaki 7 tane ruhu öğretti. Öğretirse ne olur? Ancak öğretirse bir insan Allahû Tealâ tarafından, hem kendisine hem de etrafında o lâfzı ve ruhu öğrenmek isteyen herkese onu öğretebilecek olan bir yeteneğin sahibi kılınır.
Acaba Peygamber Efendimiz (S.A.V) neden, “Aranızdaki en sevdiğim kişi benim soyumdan olan Mehdi’dir.” diyor? Neden “En çok sevdiğim, Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını ve ruhunu öğretendir.” diyor? İşte bu devir; bu devir, hidayetin gelişme devridir ve bu devirde hidayetin dünya üzerindeki temsilcisi biziz. Hidayet insanlar tarafından doğru yol olarak bilinirken, ruhun Allah’a hayattayken ulaşması herkes tarafından, dîn âlimlerinin hepsi tarafından 22 tane Kur’ân-ı Kerim’de gizlenmeye çalışılırken (açıklanmaya değil; sözlerime dikkat edin sevgili kardeşlerim, gizlenmeye çalışılırken), Allah bize Kur’ân’ı öğretti, Kur’ân’daki ruhu öğretti, Kur’ân’daki teslimleri öğretti; Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslim kılınması.
Sevgili kardeşlerim! Her şey öylesine güzel ki! Bütün insanların kurtuluş ümidinin yanlış bilgilere dayalı olarak hep yaşadığı ama hiç kimsenin kurtulamayacağı bir ortamda Allahû Tealâ bize hidayeti öğretti. Hidayetin, insan ruhunun Allah’a ulaşması olduğunu öğretti. Ruhun hidayetini ruhun Allah’a teslimi, fizik vücudun hidayetini fizik vücudun Allah’a teslimi, nefsin hidayetini nefsin Allah’a teslimi, iradenin hidayetini iradenin Allah’a teslimi olarak öğretti. Sevgili kardeşlerim! Dikkat edin. Bu bağlamda eksikliğin, bütün kanatlarda olan insanlarda ve cemaatlerde mevcut olduğunu görüyoruz. Öyle ki tasavvufu yaşayanlarda tasavvufun; Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye’den ibaret olduğunu zannetmeleri söz konusu. Hâlbuki bu 7 tane nefs kademesini geçiş, nefsin kalbinin sadece %51’ini aydınlatır sevgili kardeşlerim. Ondan sonraki kesimde bu %51, %80’ne varmadan kimse fizik vücudunu Allah’a teslim edemez. %100’e varmadan kimse nefsini Allah’a teslim edemez. Öyleyse ilmi mutlaka Allah’ın vazifeli kıldığı kişiden alacaksınız. Başkaları bilmiyorlar ki size öğretsinler.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Herkesi çok ama çok seviyoruz! Bu sevdiklerimiz arasında, en çok sevdiklerimiz tasavvufu yaşayanlardır. Bizimle sadece onlar, aynı paralelde. Ötekiler dînlerini unutmuşlar. Ama bakıyoruz ki tasavvuf mensupları arasında da “Ruhun, Allah’ın Zat’ına hayattayken ulaşması söz konusu değildir.” diyen insanlar var. Olur mu sevgili kardeşlerim? Allahû Tealâ ruhun Allah’ın Zat’ına ulaşarak, Allah’ın Zat’ında ifna olarak, fenâfillâh makamında Allah’a teslim olacağını söylüyor. Vuslat teslim değildir, vuslat; ulaşmaktır. Vasıl olmak kelimesinden, vasıl kelimesinden gelir. Ama ruhun Allah’a teslimi demek; Allah’ın Zat’ında, Allah’a ulaşan ruhun ifna olması, yok olması kişinin fenafillâh makamının sahibi olmasıdır.
Öyleyse sevgili kardeşlerim! Allah ile olan ilişkilerinizde hep AbdülhakHamit’i hatırlayın. “Kur’ân’dan alıp hakikati insanlara öğretmeliyiz.” diyor. Babıâli’deki dîn öğreticilerinin bir ümmî koğuşu yani okuma yazma bilmeyen insanların koğuşu olduğunu söylüyor. Bakıyoruz ki Kur’ân’ı biliyor. Çünkü Vel Asr Suresini ele almış, diyor ki: “Vel Asr Suresi bize ruhumuzun da vechimizin de nefsimizin de irademizin de teslimini anlatır, hepsine muhtevidir.” diyor. İnsanlar bugün ruhun Allah’a teslimi nedir, fizik vücudun Allah’a teslimi nedir, nefsin Allah’a teslimi nedir, iradenin Allah’a teslimi nedir, Kur’ân’da hangi âyetlerde geçiyor; bu konuda hiçbir bilgileri yok. Övünebileceğimiz bir taraf var, dîn âlimlerimizde çok güzel ve üst standartlarda bir ilim gelişmesi olmuş. Fıkıh konusunda mükemmel bir statüyle karşı karşıyayız. Biz onlara o konuda hayranlık duyarız. Gerçek anlamda çok başarılılar, bizim de onların yanında çok cahil kaldığımız bir ilim dalı.
Sevgili kardeşlerim! Biz sadece Allah’ın bize öğrettiklerini biliriz, Allah bize fıkıh öğretmedi. Ama Kur’ân-ı Kerim öğretti, Kur’ân-ı Kerim’de o konudaki açıklamalar ne kadar varsa, onları biliriz. Nitekim Kur’ân tefsirimiz, Allah eğer bir engel koymazsa gelecek senenin sonuna varmadan inşallah 19 cilt olarak tamamlanacak. Sevgili kardeşlerim! Allah’ın yardımıyla sadece biz onu gerçekleştirebiliriz. İnşaallah. Allahû Tealâ eğer o konudaki engelleri kaldırırsa biz bunu gerçekleştirebiliriz. Biliyorsunuz Kur’ân-ı Kerim’in şu anda 10. cildini basmakla meşgulüz ve 9 cildin 7’sinin de lâfzı tamamlanmış durumda, yalnız kitap haline getirilmesi kalıyor.
Sevgili kardeşlerim! Sizlere 10.000 sayfa civarında 19 ciltten oluşan bir Kur’ân külliyatı sunmak istiyoruz, sadece Allah’tan aldığımız ilimle. Başka âlimlerin söylediklerinin sadece Allah’ın söylediklerine bir örtü olduğunu, onu anlaşılmaz hale getirdiğini tespit ettik ve bu bizi can evimizden yaraladı. Bunca insan Kur’ân-ı Kerim meali vermiş sevgili kardeşlerim, hep lügat anlamlarından hareketle. Böyle bir olay hiç kimseyi hedefe götüremez. Lügatler sadece mânâyı söyler. Ama onların, o mânâların, o kavramların aksiyoner olarak devreye girmeleri yani görev yaptıkları konu her neyse o konudaki bilgilerini Kur’ân’ın içerisinde bütünüyle yakalamak, bütünü o konunun içinde açıklamak. İşte Allahû Tealâ bize bunu öğretiyor.
Sevgili kardeşlerim! Kur’ân-ı Kerim Allah’ın öyle bir öğretisidir ki bütün sırlar onun içindedir. Ve başkaları bu konuda gene başka insanların yaptıkları çalışmalardan hareketle sonuçlara gidiyorlar. Biz öyle bir çalışmada hiç bulunmadık, yani başkalarının yazdıkları kitaplardan, aman onlar ne yazmışsa biz de yazalım diye hiçbir alıntıya girmedik. Tam aksine Allah’ın bize öğrettikleriyle, onların kitaplarını karşılaştırdığımız zaman arada bir uçurumun mevcut olduğunu gördük. Çünkü hepsi kendilerinden evvel gelen âlimlerin söylediklerine esir olmuşlar. Kur’ân’da bunun ötesinde ne var diye araştırmamışlar, öyle olduğu için de Kur’ân’ın temel kavramlarının hepsi kaybolmuş. Ne kaybolmuş?
1. Her şeyden evvel Allah’a ulaşmayı dilemek kaybolmuş.
2. Mürşide ulaşıp tâbiiyet kaybolmuş.
3. Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim kaybolmuş.
4. Vechi (fizik vücudu) teslim kaybolmuş.
5. Nefsi teslim kaybolmuş. Muhlis olmak kaybolmuş.
6. Salih olmak kaybolmuş.
7. Allah’a salih olunca, iradeyi teslim etmek kaybolmuş.
Yani Kur’ân-ı Kerim’in bütün temel kavramları yok olmuş. Geriye ne kalmış? İslâm’ın 5 tane şartı ve iblisin insanlara nasıl büyük bir tuzak hazırladığını, onları kendisiyle beraber cehenneme ulaştırmak için ne korkunç bir tuzağı, bütün insanların tatbik ettiği bir noktaya nasıl ulaştırdığını, Allahû Tealâ bize öğretti. Sevgili kardeşlerim! Vasıtaları hedef haline getirmiş, hedefleri de yok etmiş. Hedef 7 safhada 4 tane teslim; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek. İslâm öğretisinde hiç biri yok. Alın Kur’ân’ı bir kenara bırakın, insanların bugün yazdığı kitaplara bakın, asırlardan beri yazılan kitaplara bakın. İnsanların elleriyle yazdığı kitaplar ve de Kur’ân’ın temel hükümlerinin hiç mevcut olmadığını göreceksiniz. Fıkıh konusunda Kur’ân’ı en güzel şekilde ifade eden birçok kitap bulabilirsiniz ama onun dışına çıktığınız zaman her şeyin nasıl tarümar olduğunu görürsünüz. Bakın bakalım, ne demişler insanlar? Resûl ve nebî kavramaları konusunda Kur’ân-ı Kerim’le hiç alâkası olmayan bir sürü zırva uydurulmuş ve de kavramlar böylece yok edilmiş. Akait bu sebeple yanlışlarla dolu bir öğretim müessesesidir.
Sevgili kardeşlerim! Bundan 14 asır evvel Kur’ân’dan başka bir kitap yoktu. Peygamber Efendimiz (S.A.V), bütün öğrettiklerini Allah’ın kendisine yazdırdığı Kur’ân-ı Kerim’den öğrendi ve öğretti. Her konuyu Cebrail (A.S)’dan sordu ve o cevabı da öğrenerek insanların hepsine, sevgili sahâbesine öğretti. Öyleyse neden bahsediyoruz? Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’inden bahsediyoruz. İşte o Kur’ân-ı Kerim, insanlar tarafından unutulmuş hatta şunu da demek mümkün unutturulmuş, çünkü bütün ilim Kur’ân-ı Kerim’in içinde mevcut. Ama iblis insanların ona bakmasını engellemiş. Demiş ki: “Siz Kur’ân-ı Kerim’i anlayamazsınız.” Sevgili kardeşlerim! Biz de Allahû Tealâ bize Kur’ân-ı Kerim’i daha ilk öğretmeye başladığı noktadan itibaren etrafımızdaki bütün kardeşlerimize açıklamalarda bulunduk. Birçok âlim geçinen kişi bize geldi ve “Sen kim, Kur’ân-ı Kerim açıklaması kim?” dediler. Biz de onlara, bizim bu ilmi bilmediğimizi, Allah bize ne kadarını öğretirse sadece o kadarını öğretmekte olduğumuzu söyledik. Onlar da dediler ki: “Yani sen Allahû Tealâ’dan vahiy mi alıyorsun?” Biz de dedik ki: “Evet, Allahû Tealâ bize öğretiyor.” Ne zaman ki öğrettiklerimizin, (Allah’ın öğrettiklerini biz de etrafımızdaki insanlara öğretiyoruz.) kendi ölçülerine uymadığını ama Kur’ân’a tam olarak uyduğunu gördükleri zaman gelip bizi tebrik ettiler.
Sevgili kardeşlerim! Çok insan bu konuda bize ulaşmıştır. Allah yolunda yaptığımız hizmetten dolayı bizi tebrik etmiştir. Ama toplumun çok büyük bir kısmı bizi bir sahtekâr olarak tanımıştır. Sahte peygamber! Sevgili kardeşlerim! Binlerce defa size bu televizyondan, vaktiyle başka televizyonlardan diyoruz ki: “Yahu, biz peygamber değiliz. Biz nebî değiliz. Allah’ın bize yazdırdığı kitap bir şeriat kitabı değildir; bir sohbet kitabıdır.” Allahû Tealâ bizden evvel kaç tane velîsine bunu yazdırmış. Erzurum’lu İbrâhîm Hakkı Hazretleri’ne yazdırmış, Yûnus’a yazdırmış, Mevlâna Celalettin Rûmi Hazretleri’ne yazdırmış, Abdülkâdir Geylani Hazretleri’ne yazdırmış, Eşref Rûmi Hazretleri’ne yazdırmış. Bizim bunlardan farkımız ne? Farkımız, Allahû Tealâ’nın bizi risaletle görevlendirmesi. Bize yazdırdığı kitaba “Risalet Nurları” adını vermesi. Ne yazık ki risaleti peygamberlik müessesesi zannediyorlar.
Sevgili kardeşlerim! Kur’ân’ın temel unsurlarından hiçbir şey kalmamış geriye. Her şey insanların yanlış öğretileriyle çığırından çıkmış ve yanlış bir fonksiyon eda eder duruma gelmiş. İşte bugün İslâm’ın 5 şartına baktığımız zaman; İslâm’ın 5 şartının 5’i de vasıtadır. Namaz kılmak vasıtadır, oruç tutmak vasıtadır, zekât vermek vasıtadır, hacca gitmek vasıtadır, kelime-i şehadet getirmek bir vasıtadır. Neyin vasıtası? Dînin vasıtası. Peki, hedefler nedir? Hedefler; ruhu, fizik vücudu, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmektir. Allah’a ulaşmayı dilemeden bunlardan hiçbirini gerçekleştiremezsiniz. Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan, mürşide ulaşıp tâbiiyetle 2. safhaya ulaşan ki; birincide 1. kat cennetin, ikincide 2. kat cennetin sahibi olursunuz. Sonra ruhun Allah’a teslimiyle 1. devrenin son bulduğu bir olaylar dizisi gerçekleşir. Allahû Tealâ hem bunu üzerimize farz kılmış; Allah’a ulaşmayı dilemeyi hem de Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi Kendisine ulaştıracağına dair Kur’ân-ı Kerim’de garanti vermiştir. İşte 2 âyeti kerimeden birisi Ra’d Suresinin 27. âyeti kerimesi:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
“Allah dalâlette olanları bırakır, onlarla ilgilenmez. Ama o dalâlette olanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah, onları mutlaka Kendisine ulaştırır, hidayete erdirir.”
Kimmiş bu insanlar? Allah’a ulaşmayı dileyenler. Allah garanti ediyor. İşte Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allah dilediğini Kendisine seçer. Seçtiklerinden kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştırır.”
Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 73. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
inne: muhakkak ki
hudâ: hidayet
hudallâhî: Allah’a ulaşmaktır
“Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır.”
Sevgili kardeşlerim! Her şeyin çığırından çıktığı bir devrede yaşıyoruz. Bu devreye dikkatle bakın! İnsanlar, Allah’ın bütün güzelliklerini zaman içerisinde yok etmişler, mahvetmişler. Ve neticede Allah’ın insanları kurtuluşa ulaştıracak olan bütün hükümlerinin yok olduğu, hedeflerin yok olduğu ve vasıtaların hedef haline getirildiği bir sonuca ulaşmışız. Bir defa daha söyleyelim; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, Kelime-i şehadet getirmek; bunların hepsi Allah’a ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi teslim etmek için mutlaka gerçekleştirmemiz lâzım gelen vasıtalardır, yetmez vasıta olarak da noksandır. Bu 5 tane vasıtaya mutlaka 6. vasıtayı eklemek mecburiyetindeyiz; o, zikirdir.
Zikir farzdır, sevgili kardeşlerim! Hem zikir farzdır hem günün yarısından daha fazla zikir etmek farzdır hem de daimî zikir farzdır. Zikir en büyük ibadettir! Ama İslâm’ın 5 şartı arasında yok. En büyük ibadet midir? Hadi gelin Kur’ân-ı Kerim’e bakalım. Ankebût Suresinin 45. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
“Habibim! Sana vahyettiğim o Kur’ân-ı Kerim var ya onu onlara (sahâbeye) oku ve anlat. Ve namaz kıl. Çünkü namaz münkerden ve fuhuştan men eder.” Neden men eder? Çünkü kişi namazla meşgul olduğu için namaz kıldığı sürece kimseye bir kötülük yapamaz. Onun için bütün kötülüklerden men eder. Allahu Tealâ: “Ve le zikrullâhi ekber(ekberu): Ama muhakkak ki Allah’ı zikretmek; Allah, Allah, Allah, Allah, Allah diye Allah’ı zikretmek en büyük ibadettir.” diyor. Allah’ı zikretmenin en büyük ibadet olduğunu söylüyor. Eee! Nereye ulaştık? Dîn adına 4 senelik üniversitelerde okutulan ilimler hiç kimseyi Allah’ın cennetine götüremez. Götürmesi mümkün değildir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi cennete asla giremez. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar ki muhakkak surette, kesin olarak bize mülâki olmayı (ruhlarını bize ulaştırmayı) dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar, dünya hayatıyla mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar. Onlar bizin âyetlerimizden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer kazandıkları dereceler itibariyle ateştir.”
Eee, ne olmuş? Açık değil mi ne olduğu? Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yer cehennemdir. O, Allah’ın âyetlerinden gâfildir.” diyor. Detaylara girmeyeceğiz ama bu kadar aslî unsuru söylemek yeterli ki insanlar Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, İslâm’ın 5 şartını ömür boyu yapsalar hiçbirisi Allah’ın cennetine giremez; Allah’a ulaşmayı, ruhunu Allah’a ulaştırmayı Allah’tan dilemedikçe. Dilerse ne olur? Dilerse, Allahû Tealâ onu mutlaka cennetine alır, daha dilediği anda alır. Neden? Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun günahlarını örter. Kişi dilemeden ölürse o zaman da o kişinin yaptığı bütün ibadetlerden kazandığı derecelerin hepsi yanar. O kişilerin amelleri boşa gider. İkisini de gösteren 2 âyet-i kerimenin birincisinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Allahû Tealâ: “Kim Allah’a mülâki olmayı inkâr ederse, onun amelleri boşa gider.” diyor. Adam 70 sene ömrü boyunca 5 vakit ibadetini yapmış; namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, kelime-i şehadet getirmiş. 15 yaşında sorumluluğunu öğrenmiş, 65 sene bu işi yapmış, 80 yaşında da ölmüş. Bu adam cennetlerden cennet beğenemiyor; “Acaba 3. kat cennet mi, 4. kat mı? Yoksa Allahû Tealâ beni 5. kata mı alır?” diye hesaplar yapıyor ama gideceği yer cehennem. Neden? Bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemedi.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ’nın dizaynına baktığımız zaman görüyoruz ki Allah’ın öğretisi asıldır. Neden Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Benim ümmetimin arasında en hayırlısı Mehdi’dir.” diyor? Çünkü Allah ona bütün ilmi öğretmiştir. İnsanların unuttuğu ilmi, bugünkü okullarda öğretilmeyen ilmi. Biz hidayetin gerçekte Kur’ân’a göre ne olduğunu anlattığımız güne kadar, bu dünya üzerinde hiç kimse hidayeti; insan ruhunun Allah’a ulaşması olarak değerlendirmiyordu. Çünkü böyle bir şeyden kimsenin haberi yoktu. Allahû Tealâ bize öğretmeseydi gene olmayacaktı. Öyleyse hidayet konusu Kur’ân’dan kaybolmuş, yok olmuş. İnsanların bu konudaki dizaynı aslından sapmış. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Aranızda en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” diyor, insanlar Kur’ân’ın tilâvetini öğreniyor ve öğretiyorlar. Herkes bununla meşgul ve zannediyorlar ki Peygamber Efendimiz (S.A.V) ondan bahsediyor. Hayır, ondan bahsetmiyor, Kur’ân-ı Kerim’in okunmasından bahsetmiyor. “Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını ve ruhunu öğrenen ve öğreten en hayırlıdır.” diyor. Sonra da açıklıyor: “Aranızda en hayırlınız benim soyumdan gelecek olan Mehdi’dir. Çünkü o Kur’ân’ın lâfzını ve ruhunu size öğretecek.” diyor.
Biz kitaplardan mı okuduk da bunu öğrendik? Hanginiz herhangi bir kitap gösterebilirsiniz? İslâm’ın 7 safhasını gösteren, ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslim edilmesinin, Kur’ân’daki 7 safhanın 7’sinin de farz olduğunu gösteren âyetleri dünya üzerinde başka kim biliyor ki? Sadece o kadar mı? Allah’ın bize öğrettikleri sadece o kadar mı? Hayır, 7 safhanın 7’sinin de Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de farz olduğunu söylüyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün sahâbe tarafından gerçekleştirildiğini söylüyor. Yeter mi? Hayır, yetmez. Allahû Tealâ ondan evvel İncil’de Hz. İsa zamanında da 7 safhanın 7’sinin de farz olduğunu söylüyor. Ve İncil Hz. İsa’yla beraber ona tâbî olan bütün havarilerin, 7 safhanın 7’sini de yaşadığını ispat ediyor. Bir adım daha geriye gidiyoruz. Hz. Musa ve ona tâbî olanların hepsi 7 safhanın 7’sini de yaşamışlar. Tevrat, bunu kesin olarak ispat ediyor. Yeter mi? Hayır, gene yetmez. Tevrat, bu 7 safhanın 7’sinin de farz olduğunu yazıyor. Eee, nereye ulaştık? 3 kitap için de Allahû Tealâ: “Onlar nurdur. Onlar Allah’ın hidayet rehberleridir.” diyor. Tevrat da İncil de Kur’ân-ı Kerim de. O zaman şimdi bütün bunları Allahû Tealâ bize öğrettikten sonra, aranızdan kim çıkıp da bize, “Dînler vardır. İslâm başka bir dîndir, Hristiyanlık başka bir dîndir. Yahudilik başka bir dîndir” diyebilir? Dînler yoktur, sevgili kardeşlerim. Dînler hiç olmamıştır. Sadece bir tek dîn var olmuştur. Puta tapmak bir dîn değildir. Dînler yoktur, dînde tekâmül de yoktur. İslâm ne son dîndir ne en mütekâmil dîndir ne de başka bir dîn vardır.
Hz. İbrâhîm, Hz. Musa’dan da Hz. İsa’dan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den de evvel yaşamış olan bir peygamberdir. Ve acaba Allahû Tealâ neden: “Babanız İbrâhîm” diyor? Çünkü Kur’ân’ın bütün hükümlerini Hz. İbrâhîm söylüyor. “Tevhid” diyor, “vahdet” diyor ve “teslim” diyor. “Allah tektir. Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir toplum vardır. Dînin içinde o tek toplumun dışındakilerin hiçbirisi Allah’ın yolunda olanlar değildir. Kurtuluşa da ulaşamazlar.” diyor. Hz. İbrâhîm’in Allah’tan öğrendiği teslim; ruhun teslimi, vechin teslimi, nefsin teslimi, iradenin teslimi yani bugün bizim size öğretmekte olduğumuz 4 tane teslim. Aranızdan hanginiz bize, “bir başkası daha, bunları söylüyor” diyebilir?
Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in: “Aranızda en hayırlınız Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını ve ruhunu öğrenen, Kur’ân-ı Kerim’i öğretendir.” demekten neyi kastettiğini şimdi hepiniz bütün boyutlarıyla anlamış bulunuyorsunuz. Kur’ân-ı Kerim’in tilâvetini demiyor, kıraatını demiyor. “Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir. Kur’ân-ı Kerim’in lâfzını ve Kur’ân-ı Kerim’in ruhunu öğrenen ve öğretendir.” diyor. İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den 14 asır sonra o Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediği hedefe ulaşılmış durumdadır. Diyor ki: “Aranızda en hayırlınız Kur’ân-ı Kerim’i yani onun lâfzını ve ruhunu öğrenen ve öğretendir.” Arkasından da diyor ki: “Aranızda en hayırlınız benim soyumdan gelen, bizden olan Mehdi’dir.” Bu iki kavramı yan yana getirdiğiniz zaman bugünkü gerçeklerle karşı karşıyasınız. Bugün Kur’ân’ın lâfzını ve ruhunu öğreten dünya üzerinde bir tek kaynak var; o kaynak biziz. Biz bu ilmi Allah’tan aldığımız için sizlere bunları anlatabiliyoruz. 14 asır evvel Kur’ân-ı Kerim’den başka bir kaynak yoktu. Bugün de bizim için Kur’ân-ı Kerim’den başka bir kaynak yok. Allahû Tealâ bize sadece Kur’ân hakikatlerini öğretiyor. Başka âlimlerin öğrettiği standartlarda değil. Onların öğrenemediği standartlarda, öğrenmelerinin mümkün olmadığı standartlarda. Çünkü onların hepsi kendilerinden evvel gelen âlimler neyi söylemişse, sadece onları sizlere ulaştırabilirler. Ama biz, Allah’ın bize öğrettiği, onların hiçbir zaman ulaşamayacakları bir sonucu size açıklıyoruz. Kur’ân-ı Kerim’in lâfzının ve ruhunun öğretilmesi asıldır, temel konu budur. Hamdolsun ki Allahû Tealâ bize onu öğretti.
Sevgili kardeşlerim! Bütün bu hakikatleri sizlere ulaştırmanın büyük mutluluğunu ve huzurunu yaşayarak, bu büyük mutluluğu oluşturmaktan, buna sebebiyet vermekten, bunu vücuda getirmekten kâm alarak huzur içerisinde huzurlarınızdan ayrılıyoruz. Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırması dualarımızla ve dileklerimizle.
İmam İskender Ali M İ H R