TARİHİ: 24.05.2006
Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha Allah'ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Takva.
Hepiniz biliyorsunuz ki takvanın lugat mânâsı; çekinmek, sakınmak ve korkmaktır. Ama takva sahibi olmak dediğimiz zaman farklı bir olayla karşı karşıyayız. Takva sahibi olan insanlara baktığımız zaman bunun çekinmekle, sakınmakla, korkmakla bir alâkası olmadığını, Kur’ân-ı Kerim'de 7 kademe takvanın geçtiğini görüyoruz. Her biri de değil Allah'tan korkmak, Allah'a her seferinde daha üst seviyede yakîn hasıl etmeyi ifade ediyor.
Öyleyse gerçekten lugat mânâsı korkmak olabilir. Ama Kur’ân-ı Kerim'i incelediğiniz zaman Kur’ân-ı Kerim'de 7 tane safha görürüz. 28 basamakta 7 safha.
1. safha: Allah'a ulaşmayı dilemek; 3. basamaktayız,
2. safha: 14. basamak; mürşidimize ulaşıp tâbiiyet,
1. safha da üzerimize farz, 2. safha da üzerimize farz.
Bütün sahâbe hem Allah'a ulaşmayı dilemişler hem tâbiiyetlerini gerçekleştirmişler.
3. safha: 21. basamak; Allah'a ulaşmak. Ruhun Allah’a ulaşması, hayattayken ulaşması. Bu kademe bütün insanlara farz ve Allahû Tealâ, kim Allah’a ulaşmayı dilerse onu mutlaka Kendisine ulaştıracağına dair söz vermiş durumda.
Daha ötesi, 25. basamakta fizik vücudumuzun teslimi. Vuslatın yani ruhun Allah’a ulaşmasının, ruhun Allah’ın Zat’ında yok olmasının 22. basamakta gerçekleştiğini ifade edelim. Daha sonraki teslim, fizik vücudun teslimidir; 25. basamak. Burası 4. takvadır.
5. takva: Nefsimizin Allah’a teslimi; 26. basamak.
6. takva: Muhlis olmak ya da irşad olmak. Bu da 6. safha.
Nihayet irademizin Allah’a teslimi, irşad makamına tayinimiz; 7. safha.
Allahû Tealâ ile olan ilişkilerimizde bu safhaların her birinin geçerli olduğunu görüyoruz. Her biri ayrı bir takva. Ama takvaları yerli yerine oturttuğumuz zaman Allah’tan korkmanın değil, Allah’ı sevmenin, O’na âşık olmanın, O’na hayran olmanın oluşturduğu bir dizi takva görüyoruz.
Takva gerçekten lugat mânâsı itibariyle sakınmaktır, korkmaktır, çekinmektir ama bu 7 safha boyunca bir insanın tekâmülü yaşaması söz konusu, manevî tekâmülü yaşaması söz konusu ve ruhunu, fizik vücudunu, nefsini ve en sonunda iradesini Allah’a teslim etmesi söz konusudur.
Öyleyse Allah’tan korkmaktan bahsediyorsak, Allahû Tealâ neden o zaman “Allah’a ulaşmayı dileyenlere korku yoktur.” diyor? İnsanlar Allah’a ulaşmayı diledikleri zaman takva sahibi oluyor ve “Onlara korku yoktur.” diyor Allahû Tealâ. Ama Allah’a ulaşmayı dileyen sadece, takva sahibi olabilir. Gelin âyetlere beraberce bakalım. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
“Allah’a yönel, Allah’a ulaşmayı dile ve takva sahibi ol.”
Hiç kimse Allah’a ulaşmayı dilemeden takva sahibi olamaz. Takva sahiplerinin gideceği yer Allah’ın cennetidir. Cennetin başlangıç noktası, kişinin takva sahibi olduğu noktadır.
İşte kişinin takva sahibi olması, açıkça görülüyor ki Allah’a yöneldiği dakikada gerçekleşiyor. Kim bu kişi? Allah’a ulaşmayı dileyen. Peki âyet-i kerimenin devamı, bir sonraki âyet-i kerime; Rûm-32:
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Allahû Tealâ Rûm-31’de: “Müşriklerden olma.” diyor, Rûm-32’deyse: “O müşriklerden olmayın ki onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanır.” diyor.
Öyleyse bir insanın şirkte olması, gizli şirkte olması, onun Allah’a ulaşmayı dilememesiyle oluşur ve Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi şirktedir. Özellikleri, fırkalara ayrılmış olmalarıdır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e soruluyor: “Ey Allah’ın Resûl’ü! Kaç fırka oluşacak?” “73.” diyor.
Bugün yapılan incelemeler, 100’den fazla vakıf tarafından ya da bu konunun araştırılmasıyla kendisini vazifeli kılan grup tarafından yapılan araştırmalarla, 72 inanç çeşidini ortaya çıkarmışlardır. Bunların hepsinin kurtuluşu mümkün değildir. Bir de 73. fırka var: Bu 72 grubun içinde yaşamakta olup da Allah’a ulaşmayı dileyenler. Onlar 73. fırkadır ve onların gidecekleri yer Allah’ın cennetidir. Onlar şirkte olmayan yegâne gruptur. Onlar aynı zamanda kâfir olmayan, mü'min olan yegâne gruptur.
Mü'min olmak sadece Allah’a inanma mânâsına gelmiyor. Ya da şöyle söylemek daha doğru: Cennete girecek mü'min olabilmek için sadece Allah’a inanmak yetmiyor. Nasıl takva kelimesi Allah’tan korkmaksa ama takvaları anlattıkça göreceğiz ki; daha üst seviye takva sahibi olmak, aslında Allah’tan korkmayı arttıran değil, Allah’ı sevmeyi arttıran, Allah’a âşık olmayı, Allah’a hayran olmayı oluşturan bir gidişattır. Bu sebeple takvayı Allah’tan giderek daha çok korkmak olarak değerlendirmek çok büyük bir hatadır.
Allahû Tealâ Kendisinden korkulan bir Allah olmak istemiyor. Allahû Tealâ sevilen ve sevdikçe Allah’a daha çok yaklaşan kullarının olmasını istiyor. Sevilen Allah, kullarının her geçen gün Kendisini daha çok sevmesini istiyor.
Allah’ı en çok zikredenler, Allah’ı en çok sevenlerdir. Bir insan bir günde ne kadar Allah’ı zikrediyorsa, Allah’ı o kadar seviyor. Eğer 2,5 saat zikir yapabilen birisi söz konusuysa bu, Allah’ı ancak %10 seven bir insandır. Kişi %90 kendisini seviyor. Allah’ı en çok sevenler, daimî zikre ulaşabilenlerdir. Onlar kısa bir zaman sonra zaten tespihe ulaşırlar. İradî yapılarının dışında İlâhi İrade, onları sonsuz bir zikrin sahibi kılar.
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
“O Allah’ın evliyası var ya onlara korku yoktur.” diyor. Öyleyse korkuyu Allah’ın devre dışı bıraktığı bir insan. “Onlara korku yoktur. Onlar âmenû olmuşlardır. Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir ve böylece Allah’a ulaşmayı diledikleri için takva sahibi olmuşlardır. Onlara dünyada da ahirette de müjdeler vardır.”
İşte Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, 1. kat cennetin sahibidir. Takva sahibi olmuştur. Dünya müjdesini, ahiret müjdesini almıştır.
Mürşidine ulaşıp tâbiiyetinde 2. kat cennetin sahibidir. Dünya mutluluğu yeni bir hüviyet kazanacaktır. 3. kat cennetin sahibi olduğu zaman kişinin ruhunu Allah’a ulaştırması söz konusudur. Bu kişi 3. kat cennetin sahibidir. Nefsinin tezkiye olması söz konusu olduğu cihetle, dünya mutluluğunun da yarısına sahip olmayı başarmıştır.
Öyleyse kişi takva sahibi değilken Allah’tan korkuyor ama takva sahibi olduğunda Allah’ın kendisini cezalandıran değil, mükâfatlar veren bir Allah olduğunu görüyor ve Allah’ı seviyor, korkunun yerini sevgi alıyor.
Öyleyse bu 1. takva. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş ve 1. takvanın sahibi olmuş. Allahû Tealâ: “Onlara korku yoktur.” diyor. Allah’ın kendilerini cehenneme atacağı korkusu onlar için geçerli değildir. Mahzun da olmazlar. Yani “Allah neden başkalarını cennetine alıyor da beni almıyor, diye mahzun da olmazlar.” diyor. Korku sahibi olmayanlar, mahzun olmayanlardır. Onlar da âmenû olanlar. Gördük ki âmenû olmanın 1. safhası Allah’a ulaşmayı dilemektir. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyen kişi âmenû olabilir.
Allahû Tealâ Yûnus-62’de: “Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn: Onlar âmenû olmuşlardır, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir ve takva sahibi olmuşlardır.” diyor. Ama “Onlara korku yoktur.” diyen de Allahû Tealâ. Öyleyse takva sahiplerine korku yoktur. “Allahû Tealâ beni cehennemine atacak.” diye bir korku onlar için geçerli değildir.
Öyleyse Allahû Tealâ’yı cezalandıran bir Allah olarak değil, kendisini seven, çok seven bir Allah olarak değerlendiriyor kişi. Takva kavramı bu sebeple korkuya dayalı bir kavram olarak hüküm ferma olamaz. Lugat mânâsının o olması, korkmak, çekinmek, sakınmak olması, realiteyi değiştiremez.
Şimdi 2. seviye takvaya bakalım. 1. seviye takva, Allah’a ulaşmayı dilemektir; 3. basamak.
1. basamakta olayları yaşarız.
2. basamakta değerlendiririz ve tavrımızı ortaya koyarız.
Allahû Tealâ o kişinin kalbine ulaşır. Kalbini Allah’a çevirir. O kişinin göğsünden kalbine nur yolunu açar. O kişi zikir yapmaya başlar. Kalbine Allah’ın rahmeti ve fazlı girmeye başlar ve neticede bu kişi %2 fazl birikimiyle, nefsinin kalbinde %2 rahmet birikimiyle, huşû sahibi olur. Mürşidini Allah’tan sorar. Allah mutlaka mürşidini gösterir. Ne zaman bu kişi mürşidine ulaşıp da tâbiiyetini gerçekleştirirse, işte o zaman bu kişinin 2. takvaya ulaştığını görüyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
“Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olun.”
Nasıl olacağız? “Kim sizi Allah’a ulaştırmaya vesile olacaksa o vesileyi Allah’tan isteyin. Allah’tan istediğiniz zaman ancak takva sahibi olursunuz.” diyor.
vebtegû: ve ibtiğa edin, isteyin, dileyin.
ileyhi: Ona, Allah’a,
vesîlete: vesile olacak kişiyi.”
İşte 2. takva; 14. basamak. Kişi hacet namazını kılmış, Allah mürşidini göstermiş, gitmiş kişi tâbî olmuş. Bu, takvalardan ikincisi. Peki, bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilemeden Allah’tan korkusu yoktu da takva sahibi olunca mı Allah’tan korkmaya başladı? Tam aksine, takva sahibi olmadan Allah’tan korkuyordu. Çünkü Allah’ın emirlerini yerine getirmemiş bir insan, mutlaka Allah’ın kendisini cezalandıracağını bilir. Ama Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi, Allah’ın âyetlerine baktığı zaman cehenneme gitmeyeceğini kesin olarak görüyor. O zaman niye korksun? Yûnus Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allahû Tealâ: “Onlar ki Bize mülâki olmayı, Bize ulaşmayı kesin şekilde dilemezler, muhakkak surette dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar, dünya hayatıyla mutmain olurlar. Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir. Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” diyor.
Öyleyse bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse cehenneme gireceğini biliyor, Kur’ân âyetlerini öğrenmiş. Ama dilediği zaman cehennemden kurtulup cennete gireceği kesinleşen bir insan. Öyleyse bu kişinin cehennem korkusu olabilir mi? Allah’a ulaşmayı dilemiş, cehennemden kurtulmuş. Öyleyse korkunun, cehennem korkusunun devreden çıktığı bir olay.
Allah’a ulaşmayı dilediği an kişi cehennemden kurtuluyor. Allah’a ulaşmayı dilediği zaman kişi takva sahibi oluyor. Gördük, cennete girenlerin de takva sahibi olanlar olduğunu Allahû Tealâ söylüyor. Kimdir cennete girenler? Sevapları günahlarından fazla olanlar. Mu’minun-102’de Allahû Tealâ günahlarla ilişkili konuyu ifade ediyor. Diyor ki:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
“Kıyâmet günü mizanlar kurulur. Kimin sevapları fazla olursa onlar felâha erenlerdir. Onların gideceği yer Allah’ın cennetidir.”
Bir evvelki âyet-i kerimede: “Kıyâmet günü mizanlar kurulur.” demişti.
Mu’minun-103: “Kimin de günahları sevaplarından fazla olursa, onlar hüsranda olanlardır. Gidecekleri yer cehennemdir, ebediyyen orada kalacaklardır.”
Kim bu insanlar? Cehenneme girenler, cehennemde kalacaklar, hüsranda olanlar. Kurtulanlar kim? Sevapları günahlarından fazla olanlar. Onlar cennete girecekler. Peki, ne zaman bir insanın sevapları günahlarından fazla olur? İşte kişinin hüviyetine baktığımız zaman Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi bize bu konuda cevap veriyor.
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
“Ey îmân edenler, takva sahibi olun.”
Takva sahibi olmadan îmân edenler için kurtuluş yok.
“Takva sahibi olun ki Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün. Daha sonra da size mağfiret etsin, günahlarınızı sevaba çevirsin.”
Bu âyetteki en önemli unsur: “Takva sahibi olun ki Allah sizin günahlarınızı örtsün.” Anlaşılan, takva sahibi olmayan inananlar var. Bu inananların kurtuluşu mümkün değil ancak takva sahibi oldukları takdirde mümkün. Takva sahibi olmanın da başlangıç noktası, Allah’a ulaşmayı dilemek.
Rûm-31 ve 32’yi ele aldığımız zaman Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin takva sahibi olmadığını yani şirkte olduğunu görüyoruz. Öyleyse buradaki takva, kişinin cehennemden kurtulmasını icap ettiren ilk takva. Çünkü kişi cehennemden kurtuluyor. O takva sahibi olmasaydı gideceği yer cehennemdi. Öyleyse bu bapta kişi mü'min Enfal-29’da ama takva sahibi değil. Allahû Tealâ: “Takva sahibi olun ki Allah’a ulaşmayı dileyin ki; Allah sizin günahlarınızı örtsün.” diyor.
Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyince günahları örtüyor. Peki, ne olur? Olan çok açık bir şekilde ortada. Kişi Allah’a ulaşmayı diliyor, takva sahibi oluyor, günahları örtülüyor. Günahları örtülürse ne olur? Günahları sıfırlandığına göre kişinin sevapları mutlaka günahlarından fazla. Öyleyse Mu'minun Suresinin 102. âyet-i kerimesine göre bu kişinin gideceği yer Allah’ın cenneti. Ne olmuş? Takva sahibi olmuş ve gideceği yer Allah’ın cenneti.
Bundan sonraki takvanın mürşide ulaşıp tâbiiyet sırasında gerçekleştiğini görüyoruz. Demin söyledik. Allahû Tealâ: “Mürşidinize tâbî olun. Sizi kim Allah’a ulaştıracaksa o vesileyi Allah’tan isteyin ve takva sahibi olun. İsteyin, istedikten sonra tâbî olacaksınız.” diyor. Tâbî olunca kişi 2. takvanın sahibi, 14. basamak.
5/MÂİDE-93: Leyse alâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cunâhun fîmâ taimû izâ mâttekav ve âmenû ve amilûs sâlihâti summettekav ve âmenû summettekav ve ahsenû vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Âmenû olanlar ve salih amel yapanlar (ıslâh edici amel, nefs tezkiyesi yapanlar) üzerine, takva (1. takva) sahibi olmadıkları zaman yediklerinden dolayı bir günah yoktur. Âmenû olun ve amilûssâlihat yapın! Sonra da takva sahibi olun (3. takvaya ulaşın)! Âmenû olun sonra da takva sahibi olun (4. takvaya ulaşın) ve ahsen olun! Allah muhsinleri (ahsen olanları, 4. takvaya ulaşanları) sever.
Allahû Tealâ: “Leyse alellezîne âmenû: Âmenû olanlar için değildir. Ve amilûs sâlihâti: Nefsi ıslâh edici ameller işleyenler için değildir. Cunâhun fîmâ taimû izâ mettekav: Takva sahibi olmadan evvel yediklerinden dolayı yani Allah’ın yasak ettiği etleri yemişlerse, onlara bir günah yoktur.” diyor ve emirler geliyor ardı ardına.
izâ mettekav: takva sahibi oldukları zamandan evvel.
Allahû Tealâ: “Takva sahibi olmadan evvel.” dediğine göre burada, 1. takvadan bahsediyor.
Allahû Tealâ diyor ki: “Âmenû olun ve amilüssalihat işleyin, nefsi ıslâh edici amel işleyin.
summettekav: böylece takvaya ulaşın.
Nefsi ıslah edici amelleri ne zaman işler kişiler? Mürşide ulaşıp tâbiiyetini gerçekleştirdikten sonra o kişi zikir yaparsa, o kişinin zikri onun kalbine 7 kademede fazılları getirip yerleştireceği için Allah’a doğru yola çıkacak kişi. Burası 3. takvadır.
Kişi mürşide tâbiiyetle amilüssalihata başlamıştır. Bu 2. takvadır. Tâbiiyet gerçekleşmiştir. Allahû Tealâ: “Summettekav: Sonra takva sahibi olun.” ifadesinden sonra diyor ki: “Ve tekrar âmenû olun ve tekrar takva sahibi olun.” Burada fizik vücudun teslimi söz konusu oluyor. Allahû Tealâ: “Ahsen olun. Fizik vücudunuzu Allah’a teslim edin ve muhsinlerden olun.” diyor. Bu, 4. takvadır.
• Allah’a ulaşmayı dilemek: 1. takva.
• Mürşide ulaşıp tâbiiyet: 2. takva.
• Ruhu Allah’a ulaştırıp teslim ettiğiniz zaman 3. takvanın sahibi oluyorsunuz. Ruhunuz Allahû Tealâ’nın Zat’ında yok oluyor ve buradaki takva 3. takvadır.
• Sonra da Allahû Tealâ muhsinlerden bahsediyor. “Muhsin olun. Allah muhsinleri sever.” diyor. Muhsinler 4. takvanın sahipleridir.
Allah’a ulaşmayı dileyenler 3. basamakta 1. takvanın sahipleri, mürşidine tâbî olanlar 14. basamakta 2. takvanın sahipleri, ruhlarını Allah’a teslim edenler 22. basamakta 3. takvanın sahipleri, fizik vücutlarını Allah’a teslim edenler 25. basamakta 4. takvanın sahipleridir.
Allahû Tealâ 5. takva için Bakara Suresinde buyuruyor ki:
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.
“Ey ulûl’elbab! Sizin için kısasta hayır vardır. Umulur ki takva sahibi olursunuz.”
İşte ulûl’elbabın ulûl’elbab olduğu nokta, daimî zikre ulaştığı noktadır.
Bu âyet-i kerimede Allahû Tealâ: “Takva sahibi olursunuz.” diyor. Yani ulûl’elbab olarak takva sahipleri olanlar, bu 5. takvayı ifade ediyor. Kişi daimî zikre ulaştığı zaman ulûl’elbab makamının sahibidir ve o kişi nefsini kapkaranlık eden şeytana, nefsinin kalbini pırıl pırıl %100 nurlarla aydınlattığı zaman, şeytanın kendisine oynadığı oyunun tam zıddını ona kısas olarak ödetmiş oluyor. Şeytan onun kalbini kapkaranlık tutan bir varlıktı. Bu kişi ise daimî zikre ulaşarak nefsinin kalbini %100 nurlarla doldurdu.
Sıfır noktasını, orta noktayı, nefsin kalbinin yarısını aydınlık kabul ederseniz, geriye doğru gittiğiniz zaman zifiri karanlığa ulaşırsınız. Sıfır kodda burası %100 kapkaranlıktır ama ulûl’elbab olduğunuz noktada nefsinizin kalbi %100 nurlarla dolmuştur, burası da öbür kutuptur. Öyleyse biri ötekinin zıddıdır. Nefsin kalbinin nurlarla dolması, şeytana karşı bir kısas uygulamaktır. Karanlıklara, zulmete, nefsin kalbini %100 kuşatan afetlere karşı bir kısas uygulamaktır. İşte burada kişi yeni bir takva sahibi olur: Ulûl’elbab takvası.
Bu ulûl’elbab’ın ulûl’elbab olduktan sonra yaptığı işlemlere bakarsak, Allahû Tealâ diyor ki:
5/MÂİDE-100: Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev a’cebeke kesretul habîs(habîsi), fettekullâhe yâ ulîl elbâbi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
De ki; “Habisin (haram, murdar ve fesadın...) çokluğu senin hoşuna gitse bile, habis (haram ve kötü olan) ile tayyib (helâl ve temiz olan) bir değildir.” Ey Ulûl Elbâb! Artık Allah’a karşı takva sahibi olun! Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
“Ey ulûl’elbab! Allah’a karşı takva sahibi olun. Umulur ki siz felâha erersiniz.”
İşte burada kişi ulûl’elbab olduktan sonra yeni bir takvaya ulaşıyor. Bu, Allah’a karşı yeni bir takva. Kısasa ulaştığı zaman bir takva, kısasa ulaştırıp ulûl’elbab olduktan sonra yeni bir takvaya ulaşıyor kişi. Bu takva muhlislerin takvasıdır.
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
“Onlar emrolunmadılar, nefslerinin kalbini muhlis kılmakla ve böylece Allah’a karşı görevleri yapmakla emrolundular.”
ve mâ umirû: onlar emrolunmadılar.
illâ li ya’budûllâhe: sadece Allah’a abd olmak için.
muhlisîne: muhlisler olarak.
lehud dîne: O’nun dîninde, O’nun dîni içinde, O’nun dîni muhtevası içersinde.
hunefâe: hanifler olarak.
Allah’ın dîninde nefslerinin kalbini halis kılanlar… Bu halis kılanlar muhlisler oluyor. Burası 6. kademe takvadır: Muhlisler takvası.
Bir yeni noktaya daha ulaşacağız. Kişinin iradesini Allah’a teslim ettiği noktada artık o kişi yeni bir takvanın sahibi olacaktır: Hakka tukatihi takva.
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!
Allahû Tealâ: “Bihakın takvanın sahibi olanlar nasıl bir takvanın sahibi ise aynı onlar gibi siz de takva sahibi olun.” diyor.
Bütün insanlığa emirlerini gönderiyor. Hakka tukatihi takva, bihakkın takva, bu irşad makamına tayin olanların seviyesindeki takvadır. “Allah’a teslim olun.” ifadesi, “İradenizi de Allah’a teslim edin. Hakkıyla teslim olun.”
Bihakın takvanın sahibi, bihakkın teslimin sahibidir. Bihakkın teslim, son kalan nesnenin, iradenin Allah’a teslimi ve kişinin irşad makamına tayinini ifade ve ihata eder.
İşte sevgili kardeşlerim, her ne kadar takva kelimesinin lugat mânâsı Allah’tan korkmaksa, sakınmaksa, çekinmekse de aslında takva müessesesinin Allah’a karşı duyulan aşkın, Allah’a karşı duyulan sevginin, 7 takva kademesinde giderek artışı, neticede daimî zikirle en üst noktaya ulaşması, Allah aşkının en üst seviyeye ulaştığı yerde iradenin de kişinin sahibi olan Allah’a teslim edilmesiyle, kişi bihakkın takvanın sahibi olur.
Hani takva Allah’tan korkmaktı? Lugat mânâsı Allah’tan korkmak olan takva, daha başlangıç kademesinde Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar takva sahibi oldular. Onlara korku yoktur.”
Öyleyse takva sahipleri için korku yoktur. Cehennem korkusu, takva sahipleri için sıfırlanmıştır. 7. kademeye ulaşanlar 7. kat cennetlere, Adn cennetlerine girecek olanlardır.
Görülüyor ki takva müessesesinin mânâsı, Allahû Tealâ’dan korkmaktır, sakınmaktır, çekinmektir. Ama bu nasıl sakınmaktır, çekinmektir ki; her geçen gün Allah’a karşı sevgiyi arttırıyor, sevgi aşka dönüşüyor, aşk hayranlığa dönüşüyor. Korkmak değil, sevmek, sevmek, en üst boyutta sevmek…
Öyleyse piyasada satılan 22 tane Kur'ân-ı Kerim mealinde, nerede Allahû Tealâ “Takva sahibi olun.” demişse, hep “Allah’tan korkun.” demişler. Sanki 7 kademedeki takvaların hepsinin sadece Allah’tan korkmak mânâsına geldiği ifade edilmiş. Oysaki çevrelerindeki ifadeye baktığımız zaman, her takvanın birbirinden farklı bir basamağı ifade ettiğini görüyoruz.
Gördük ki Kur'ân-ı Kerim’de 7 tane takva var ve bu 7 takva, bütün insanlar için bir bütünü vurguluyor. Takva; Allah’tan korkmak değil, Allah’ı sevmek, daha çok sevmek, âşık olmak, neticede de Allah’a hayran olmak.
Başlangıçtaki Allah’a karşı duyulan, sevgiden, hoşlanmaktan başlayan dizayn sevgiye, sevgi aşka, aşk hayranlığa dönüşüyor. Bu süreç içersinde de o kişi büyük bir mutluluğu yaşıyor. Takva, Allah’tan korkmak olarak lugat mânâsı olabilir ama bunu 7 kademede de Allah’tan korkmak olarak değerlendirirseniz, o zaman 7 kademenin hiç birisine gerçek hakkını vermiş olmazsınız. Bu tarzda meal verenler, Kur'ân’ın ruhunu bilmiyorlar. Ama yakın gelecekte öğrenecekler.
Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinizi selâmlıyoruz sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım ve huzurlarınızdan burada inşaallah ayrılıyoruz.
İmam İskender Ali M İ H R