}
Mehdi (A.S)'ı Müjdeleyen Âyetler 30.05.2006
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 110222


SOHBETİN ADI: MEHDİ (A.S)’I MÜJDELEYEN ÂYETLER

TARİHİ: 30.05.2006  

 

Muhterem izleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, sizleri öylesine seviyoruz ki sevgili kardeşlerim, biliniz ki sadece sizler için yaşıyoruz. Gözümüzün önünde 70 milyondan fazla insanın cehenneme doğru gittiği bu noktada sevgili kardeşlerim, Allah’ın hakikatlerinin insanlar tarafından bilinmemesi ve dîn adamlarının Kur’ân’dan değil, kendilerine ehl-i sünnet vel cemaat âlimleri tarafından öğretilmiş olan hakikatleri, üstelik de onları kurtarması mümkün olmayan bilgileri, ilim olarak öğrendikleri ve öğrettikleri vakıasıyla karşı karşıyayız.


Öyle bir olay ki sevgili kardeşlerim, İslâm’dan bütün onları kurtaracak olan şeyler kopmuş durumda. Hidayet kavramı kopmuş. Hidayet; insan ruhunun Allah’a ölmeden evvel ulaşması konusu, bugün dîn âlimleri tarafından reddediliyor. “Ruh vücuttan çıkarsa insan ölür.” diyorlar.


İslâm’ın 5 şartına indirilmiş, 7 safha 4 teslim. Biz insanlar ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi, irademizi Allah’a teslim etmekle vazifeli kılınmışız. Bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe üzerlerine farz olan bu 7 safhayı da 4 teslimi de gerçekleştirmişler. O’ndan evvel Hz. İsa ve O’na tâbî olanlar gerçekleştirmişler. O’ndan evvel Hz. Musa ve O’na tâbî olanlar gerçekleştirmişler. 3 kitapta da hepsi farz. Hepsinin de gerçekleştirildiği açık bir şekilde yer almış. Neticede dînler yoktur diyoruz. Sadece bir tek dîn vardır. O da Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Yani Arapça adıyla İslâm dînidir, Allah’a teslim olma dînidir.


Sevgili kardeşlerim, insanlar Kur’ân’ın bütün insanları kurtuluşa ulaştıracak olan hükümlerini yok etmişler. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insan dalâlettedir, hüsrandadır, küfürdedir, gideceği yer cehennemdir, takva sahibi değildir.

 

Sevgili kardeşlerim, bu hakikatleri bilip de Allahû Tealâ eğer size Kur’ân’ı öğretmiş olsaydı, (bu hakikatleri öğretmiş olsaydı) ve dîn adamları tarafından bugün bütün İslâm âlemine öğretilen sistem, o insanları kurtarmasına imkân olmayan bir dîn öğretisi olsaydı ne yapardınız, sevgili kardeşlerim? Bizi dikkatle dinleyin ve yerli yerine oturtun, söylediklerimizi.

 

Biz Allahû Tealâ’nın bize öğrettiği şeyleri söylüyoruz. Bunlar dîn adamlarımızın, bütün dünya dîn adamlarının bildiği şeylerin dışında. Onların dışında olan Kur’ân hakikatleri. Onları Allahû Tealâ bize öğretti. Biz de size öğretmekle vazifeliyiz. Şimdi dîn adamlarımıza düşen vazife, söylediklerimizi inceleyip de eğer yanlış söylüyorsak, bizi ikaz etmeleri değil mi? “Sen yanlış söylüyorsun, yalan söylüyorsun! Çünkü şu âyet senin söylediğinin tam tersini söylüyor.” demeleri gerekmez mi? Hayır, inceledikleri zaman bütün söylediklerimizin doğru olduğunu görüyorlar. Bu doğrular onlar tarafından tasdik edildiği gün, İslâm âlemi değil sadece, bütün dünya kurtuluşa ulaşacaktır. Çünkü dînler yoktur. Bir tek dîn, Hz. İbrâhîm’in hanif dîni. O’nun Arapça adı İslâm dînidir. Üç özellik içerir.

1. özellik: Vahdet akîdesi. Allah tektir.  

2. özellik: Tevhid akîdesi. Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırkanın oluşturulması.

3. özellik: Teslim (ruhun, fizik vücudun, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi).


Sevgili kardeşlerim, insanlar söylediklerimizi incelemek gereğini eğer duyuyorlarsa, hakikatleri öğreniyorlar ama sonra susuyorlar. Çünkü dîn öğretim kadrolarının büyük kısmı, asırlardan beri kendilerine öğretilen, onları cehenneme götürecek olan; sadece cehenneme götürecek olan bir dîn öğretisinin sahipleri. Sevgili kardeşlerim, öyle korkunç ki durum. Gözümüzün önünde 70 milyondan fazla insan cehenneme doğru gidiyor. Ve biz buna mâni olamıyoruz. Sırf dîn adamlarımızın hakikatleri görememesinden, görenlerin de göremeyen büyük kitlenin elinde bir nevi esir olmasından. Öyleyse bir vebal var. Dîn öğretisi kadrolarının omuzlarında bir vebal var. Bu ağır vebali acaba kim ödeyebilir?


Sevgili kardeşlerim, bundan bir süre sonra göreceksiniz ki onlar bizimle birlikte olacaklar. Doğruları öğrendikleri zaman, insanlık kurtulacak. O günler uzakta değil. Ama o noktaya ulaşabilmek için dîn adamlarımızı hakikatlere yöneltebilecek olan bir yardım bekliyoruz Allahû Tealâ’dan. Kim sözlerimizi incelemişse, eğer devreye kasıt girmemişse (art niyet yoksa) söylediklerimizin hepsinin doğru olduğunu onlar mutlaka gördüler. Ama kibirlerini bir tarafa bırakıp da söylemiyorlar. Söylemedikleri için de cehenneme doğru yol alan 70 milyon insanın cehenneme gitmesine mâni olmak şöyle dursun, onların ve kendilerinin de oraya (cehenneme) doğru yol almasını sağlamış oluyorlar.

Sevgili kardeşlerim, Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.



“Ey nebîler (peygamberler), sizlere kitap verdik ve hikmet verdik. Sizlerden sonra bir resûlümüz gelecek. O resûle îmân edeceğinize ve O’na yardım edeceğinize dair Bana misak verin. Bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” Cevap: “Evet.” olarak geliyor. Nebîlerden gelen cevap, ‘evet’ olarak geliyor.


“Sizlerden sonra bir resûlümüz gelecek ve sizlerin elinde bulunan kitapları tasdik edecek.” diyor, “O resûle îmân edeceğinize ve O’na yardım edeceğinize dair Bana söz veriyor musunuz? Sizlerden misak istiyorum.” Onlar da diyorlar ki: “Evet.” “Öyleyse misakinizi verin ve birbirinize şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” diyor Allahû Tealâ.

 

Acaba Allahû Tealâ’nın bu söylediği, ağır misak aldığı nebîler (peygamberler) kimler? Bunlar ulûl’azm peygamberler. Kimler olduğu da Ahzâb Suresinin 7. âyet-i kerimesinde açık bir şekilde anlatılıyor, Allahû Tealâ diyor ki:

 

33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsâbni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).

O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.



“O gün Hz. Nuh’dan, Hz. İbrâhîm’den, Hz. Musa’dan ve Hz. İsa’dan misak aldığımız zaman, ağır bir misak aldık. Ve senden de aldık (aynı misaki senden de aldık).” diyor Allahû Tealâ.

 

O gün ulûl’azm peygamberler olan bu 5 peygamber, Allah’a misak verdiler.  Kendilerinden sonra gelecek olan bir resûle yardım edeceklerine dair ve O’na îmân edeceklerine dair. Bu resûllerin arasında âyet-i kerimede anlatıldığı gibi Peygamber Efendimiz (S.A.V) de var sevgili kardeşlerim. Dolayısıyla onlardan sonra gelecek olan resûlün, O olması söz konusu değil.

Burada işaret edilen konu, son derece açık; beş peygamberden bahsediyor kendilerinden ağır misak alınan. Bu beş peygamberin arasında Peygamber Efendimiz (S.A.V) de kesin olarak yer alıyor. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra bir resûl gelecek. İşte o resûl öyle bir resûl olacak ki; o bir şeriat kitabının sahibi olmayacak. O sadece onların elindekini (elindeki kitapları) tasdik edecek. Yani Hz. Musa’nın Tevrat’ını, Hz. İsa’nın İncil’ini ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Kur’ân-ı Kerim’ini tasdik edecek. Ama kendisinin elinde bir şeriat kitabı olmayacak.

 

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra nebî gelmeyeceği kesin. Nübüvvet, Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından bitirilmiş. Diyor ki Allahû Tealâ Ahzâb Suresinin… Bu nübüvvetin sona ermesi Ahzâb Suresinin 40. âyet-i kerimesi, bu âyette; Ahzâb Suresinin 40. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

 

33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).

Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.

 

 “Muhammed, aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. O Allah’ın Resûl’üdür ve nebîlerin hitamıdır (nebîlerin hatemidir). Nebîlik müessesesi O’nunla hitam bulmuştur (sona ermiştir).” diyor Allahû Tealâ.


Öyleyse bu gelecek olan resûl; bir nebî resûl değildir (bir peygamber değildir); bir velî resûldür. Ne olacaktır? Onların elindeki kitapların hepsini tasdik edecektir. Diyecektir ki: “Hz. İbrâhîm’e de kitap verilmiş. Hz. Nuh’a da kitap verilmiş. Ama ondan sonra gelen üç peygambere Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz’e, bizim de elimizde bulunan, bugün dünya üzerinde mevcut olan kitaplar verilmiş.” Bunların hepsini tasdik edecek o gelen resûl. 


Allahû Tealâ orada “nebî” kelimesini kullanmıyor. “Sizlerden sonra bir nebîmiz gelecek (bir peygamberimiz gelecek).” demiyor, “Bir resûlümüz gelecek.” diyor.


Şimdi insanlarda bir inanç var: Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra resûl gelmeyecektir diye. Oysa ki Allahû Tealâ diyor ki: “Kıyâmete kadar Biz, resûllerimizi göndermeye devam edeceğiz.” Çünkü diyor ki İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde:

 

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).

Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

 

“Biz, bir resûl göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyiz.”

 

Ama kıyâmet günü cehennemin kapılarındaki cehennem bekçileri, cehenneme giren herkese: “Size Allah’ın resûlü geldi mi? Size Allah’ın âyetlerini söyleyerek, sizi uyardı mı?” diye soruyorlar. Ve cevap: “Evet. Uyardılar. Ama azap kâfirlerin üzerine hak oldu.” diyorlar.

 

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).

(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).

Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).

Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

 

Bütün insanlara bu sual sorulduğuna göre cehenneme, bütün insanlardan cehenneme uğramayacak olan hiç kimse kıyâmet günü olmayacak.

Meryem Suresi 71. âyet-i kerime:

 

19/MERYEM-71: Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).

Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.

 

O zaman herkes bu suale muhatap oluyor. “Size Allah’ın resûlü geldi mi, sizi uyardı mı?” sualinin cevabı herkes için: “Evet.” Bütün kavimlerde, bütün zaman parçalarında bu resûller mutlaka bulunacak. Bulundu ve kıyâmete kadar da bulunacak.


Öyleyse böyle bir durumda bu resûl, açık bir şekilde Peygamber Efendimiz (S.A.V) de o kendilerinden ağır bir misak alınan grubun içinde olduğuna göre, onlardan sonra gelecek olan bir resûl. Böyle bir resûlden Allahû Tealâ bahsediyor mu Kur’ân-ı Kerim’de? Evet, açık ve kesin bir dilde bahsediyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra bir resûlün geleceği kesinlik kazanıyor Kur’ân-ı Kerim’de. Aslında hiçbir devre, hiçbir kavimde resûlsüz kalmayacak ama bir tanesi, özel birisi. İşte Duhân Suresi 10, 11, 12, 13 ve 14. âyetler onu söylüyor:

 

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).

Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).

(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.

44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).

Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).

Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.

44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).

Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.

44/DUHÂN-15: İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).

Muhakkak ki Biz, azabı biraz kaldırsak (bile), şüphesiz ki siz (şirke) dönecek olanlarsınız.

 

 “Habîbim! O günü; o gelecekteki o günü gözetle ki; gökyüzünü kesif bir duman kaplamış olacak. Bu duman insanları saracak olan bir azaptır.” diyor Allahû Tealâ. “Onlar diyecek ki: Ya Rabbi, biz mü’minleriz. Bizden bu azabı kaldır.’ Sizden azabı biraz kaldıracağız. Ama siz gene küfre döneceksiniz.” diyor Allahû Tealâ. Sonra da diyor ki: “Onlara apaçık bir resûlümüz geldi. O resûle: ‘Şeytandan vahiy alıyor. Şeytan tarafından öğretilmiş.’ dediler ve ‘mecnun.’ dediler (deli dediler; şeytandan vahiy alıyor ve deli dediler). O’nun sözlerinden ibret almadılar ve O’ndan yüz çevirdiler.”

 

İşte bu görüntü, Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından müşahede ediliyor. O’nun geleceğe bakması isteniyor. Kıyâmete yakın bir devrede (kıyâmet devresinde), göklerin bir dumanla kaplanması olayı tahakkuk etmiştir. Rafinerilerin yakılmasıyla gökler, yerler dumana boğulmuştur. Ve de aynı zamanda bir sıkıntı, bir fitne bütün dünyayı pençelerinde inletmektedir.


Bütün dînlerde, dînlerin temel faktörleri ortadan kaldırılmıştır. Yani İslâm’ın 7 safhasının 7’si de Tevrat’ta da İncil’de de Kur’ân-ı Kerim’de de var olmasına rağmen 3 dînde de insanlar tarafından artık itibar edilmemektedir. Ve 3 dînde de insanlar, cehenneme mahkûm edilmiş durumdadır.


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, bu olayı hepiniz biliyorsunuz. Bu olay yaşandı. Ve bize “Deli.” dediler, “Şeytandan vahiy alıyor.” dediler. Biz sizlere tam üç defa; “Allah’a ulaşmayı dileyin. Yoksa gideceğiniz yer cehennem olur.” diye size uyardığımız halde, hiçbiriniz hatırlamıyorsunuz bile söylediklerimizi.

“O’nun uyarılarına cevap vermediler.” diyor Allahû Tealâ. “Uyarılarına uymadılar.” diyor. “O’nun söylediklerinden ibret almadılar. Söylediklerini yerine getirmediler.” diyor.


İşte bu görüntü, Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından görüldüğüne göre kıyâmete yakın bir olay, kıyâmetin bir habercisi duhan olayı olduğuna göre, bu resûlün Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra geleceği kesindir. Böyle bir olayı bütün ülke halkı takip ettiler. Herkes kesinlikle olayın aynen Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14, 15. âyetlerinde söylediği gibi olduğunu gördüler.


Son nokta: “Ve ondan yüz çevirdiler.” ifadesi. Bizim üzerimize ağır bir baskı kuruldu. Bize ve eşyalarımıza zarar verilmeye başlandı. Ve hapse atıldık. Bir sürü olay. Sonra ne oldu? Sonra da buraya gelmek zorunda kaldık, Amerika’ya. Şu anda da buradayız. Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra bir resûlün geleceği, Kur’ân-ı Kerim’le kesinleşmiştir.

Dört profesör ve bir takdimci, bir tuzak kurdular Mehdî Resûl’e. Ama Allahû Tealâ diyor ki Kur’ân-ı Kerim’de: “Onlar Allah’a karşı mekir yaparlar,” diyor, “hile yaparlar.” diyor. “Ama Allah’ın hilesinin onların hilesinden daha büyük olduğunu düşünemezler.” diyor.


Şimdi sevgili kardeşlerim, bizi izleyenler, dinleyenler, bakın bakalım o olaylar dizisine. Allah o olayla bizim risaletimizi ve görevimizin ne olduğunu kesin bir şekilde 14 asır evvelden bildirmemiş mi? Hepsi gerçekleşmedi mi? Öyleyse biz niçin bu kadar ağır bir yükün altına girmişiz? Şu anda dünya üzerinde bizim omuzlarımızdaki yük kadar ağır bir yük, hiç kimsenin üzerinde olamaz. Bir koskoca dîn camiasına karşı savaş vermek mecburiyetindeyiz;                                                      onları o öğrendikleri hurafelerden kurtarmak üzere. Hristiyanlara da Yahudilere de dînlerindeki o unuttukları, İslâm’ın da unuttuğu 7 safha ve 4 teslimin onlara da farz olduğunu, onların peygamberleri zamanında da -ki hepimizin peygamberleridir- yaşanmış olduğunu kesin olarak ispat edebilecek noktadayız.

 

Öyleyse bir “Dünya İnananların Birliği” bizim liderliğimizde kurulabilir. Başka bir dizayn mümkün değildir. Yetmez, ayrıca bir Türk İslâm Birliği mutlaka kurulacaktır. O da Mehdi (A.S)’ın liderliğinde (başkanlığında) kurulabilir. Başka bir alternatif yok sevgili kardeşlerim.

 

Öyleyse nelerden bahsediyoruz? İnsanlar, biz bunları söylediğimiz zaman hiçbir söylediğimizi incelemek gereği duymuyorlar ve diyorlar ki: “Hayır, o yalan söylüyor.”

A benim zavallı kardeşlerim, bir insanın yalan söyleyip söylemediğini tahkik etmek herkesin elindedir. Hele bizim. Neden? Çünkü biz hepinizin elinde olan Kur’ân âyetleriyle konuşuyoruz. Ve sizin bilmediğiniz, yetmez, sizleri cehennemden kurtaracak olan Kur’ân âyetlerini Allahû Tealâ bize öğretti. Hiç kimse bunu inkâr edemez.

 

Hidayet, bütün boyutlarıyla unutulmuşken hidayeti biz size öğrettik. Başka birisi çıkıp da: “Hayır, biz daha evvel bunu biliyorduk.” diyebilir mi? Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın gideceği yerin cehennem olduğunu, küfürde olduğunu, dalâlette olduğunu, hüsranda olduğunu, takva sahibi olmadığını, kaybettiği derecelerin kazandığı derecelerden fazla olduğunu, amellerinin boşa gittiğini ve sizlerin bilmediği daha nice hakikatleri sizlere öğretmedik mi?

Öyleyse hiç kimsenin bilmediği hidayet. Ne diyorlardı hidayet için? “Hidayet doğru yoldur.” Çok güzel. Hay Allah razı olsun. “Peki, Sıratı Mustakîm nedir?” “Sıratı Mustakîm de doğru yoldur.” diyorlar. “Peki, bu doğru yol nereye götürür?” Cevap yok.

 

Oysaki Sıratı Mustakîm gerçekten bir yoldur ve Allah’a götürür, Allah’a ulaştırır. İşte Nisâ Suresinin 175. âyet-i kerimesi:

 

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).

Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

 

Allahû Tealâ diyor ki: “Kim Allah’a ulaşmayı ve Allah’a sarılmayı dilerse, Allah onları rahmetinin ve fazlının içine koyar. Ve onları Kendisine ulaştıran (Allah’a ulaştıran) Sıratı Mustakîm’e vasıl eder (iletir).”


Neymiş Sıratı Mustakîm? Allah’a ulaştıran yolmuş. İnsanlar Allah’a insan ruhunun ulaşacağına inanmıyorlar ki evvelâ. Kur’ân-ı Kerim, Allah’a insan ruhunun hayattayken ulaşmasını farz kılıyor ve insanlardan bu, bucak bucak saklanıyor. Hidayet gizleniyor.

Şimdi olay buysa, Allahû Tealâ hidayetin, insan ruhunun Allah’a ulaşmasını söylüyorsa öyle mi söylüyor? Elbette öyle söylüyor. İşte Âli İmrân-73:

 

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).



“innel hudâ hudallâhi.”

 

inne: Muhakkak ki.

el hudâ: Hidayet.

hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.

 

İşte Bakara Suresinin 120. âyet-i kerimesi:

 

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


“inne hudâllâhi huvel hudâ.”


inne
: Muhakkak ki.

hudâllâhi: Allah’a ulaşmak (Allah’a vasıl olmak).

huve: İşte o.

el hudâ: Hidayettir.

 

Ve insanlar bunu gizleyebilmek için ne kadar numaralar yapmışlar. Sevgili kardeşlerim, özellikle gizlenmeye çalışılmış. Lütfen okuyun. Hidayetin gizlenmesi konusundaki bütün âyetleri, ülkemizdeki 22 Kur’ân’dan da aldık. 22 tane Kur’ân var piyasada. Hepsini aldık, hepsini de inceledik hidayet âyetlerinin. Bir korkunç gerçekle karşılaştık. Yürekler acısı bir durum. Bütün dîn adamları hidayeti gizlemekte adeta birbirleriyle yarış etmişler. Yani herkes insan ruhunun hayattayken insan, Allah’a ulaşması diye bir müessesenin mevcut olmadığını

ispata çalışmış. Oysaki Allahû Tealâ bunu farz kılıyor üzerimize.

Muzzemmil Suresi 8. âyet-i kerime:

 

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.

 

vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen): Allah’ın İsmi’yle zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş.”


Hele bir âyet var ki sevgili kardeşlerim, onu söylemeden geçmek olmaz. Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesi:

 

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).

Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

 

Allahû Tealâ kelime kelime şöyle söylüyor:

 

vellezîne: Ve onlar.

yasılûne: Vasıl ederler (ulaştırılar).

: Şeyi.

emerallâhu: Allah’ın emrettiği şeyi.

bihî: O’na.

en yûsale: Ulaştırmayı (yani ulaştırılmasını).

“Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi O’na ulaştırırlar.”

 

Bu âyetin karşısında tüyleriniz ürperir. Türkçesini dinlediğiniz zaman, gördüğünüz zaman:

 

“Onlar akrabalık bağlarını kuvvetlendirirler.”

“Onlar sılayı rahma riayet ederler.”

“Onlar akrabalıklarını güçlendirirler.”

 

Sevgili kardeşlerim, ne alâkası var? Hiçbir kelimesi geçmeyen şeyleri, bu insanlar doğruymuş gibi Kur’ân meallerine koymuşlar ve de bundan hiç utanç duymuyorlar.

 

Sevgili kardeşlerim, öyleyse Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14 ve 15. âyetleri ile Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinin birleştirilmesiyle ortaya konan hadise, Allah’ın hilesinin onların hilesinden ötede olduğunu, kesin olarak Allahû Tealâ’nın onları tuzağa düşürdüğünü görüyoruz. Çünkü bizim kimliğimiz kesin bir şekilde orada ispat edilmiştir.


İşte o, “Şeytan tarafından öğretildi.” denilen, “Deli.” denilen, kendisinden yüz çevrilen ve söylediklerine itibar edilmeyen kişi, onun biz olduğumuz %100 oturmuyor mu yerli yerine?


Allahû Tealâ bu konunun dışında da Kur'ân-ı Kerim’de, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra gelecek olan bir resûlden bahsediyor; Furkân Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde. Gelin beraberce okuyalım:

 

25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).

Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).

Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).

Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).

Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.

 

“ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).”


“Zâlimlerin her biri iki elini ısırdığı o günde şöyle diyecekler,” diyor Allahû Tealâ, “ne olurdu, o resûl ile beraber sebîli (Allah’a ulaştıran yolu) tutsaydık.”

 

Diyoruz ki: “Allah’a ulaşmayı dileyin, yoksa gideceğiniz yer cehennemdir.” Dileyen kişi dilediği anda dalâletten kurtulur. Artık o sebîlin üzerindedir.  Dilemeyen kişi, o takva sahibi olamaz, şirktedir, dalâlettedir. İşte bu resûl öyle bir resûl ki; onlara bir yol gösteriyor. Diyor ki: “Allah’a ulaşmaya dileyin ve böylece sebîlin üzerinde olursunuz.”

 

Dilediğiniz anda artık Sıratı Mustakîm’in üzerindesiniz. Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir. Öyle mi diyor Allahû Tealâ? Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin gideceği yer cehennem mi diyor? Evet, öyle diyor. Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetleri, Allahû Tealâ buyuruyor.

 

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

 

Diyor ki: “innellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne), ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).”

 

“Onlar muhakkak surette (kesin surette) Allah’a mülâki olmayı; ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ilkâ etmeyi (ulaştırmayı) dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar (doyuma ulaşırlar). Onlar Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibarıyla ateştir (cehennemdir).” diyor Allahû Tealâ.  

 

Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi Allah’ın âyetlerinden gâfildir. Gideceği yer de cehennemdir. İşte: “Sebîli tutsaydım.” demekten murat o. O resûlü dinlemeyenler, o sebîli tutamazlar. Allah’a ulaşmayı dilemezler. Dilemedikleri için gidecekleri yer cehennemdir. O resûl, o bugünkü resûl; Mehdî Resûl. Zaten sonunda kesinleşiyor konu:


Furkân-28:

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).

Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

 

“yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen): Yazıklar olsun bana, ne olurdu filanı dost edinmeseydim.”

 

O filancayı yani Allah’ın hakikatlerinden haberdar olmayan insanları dost seçtiği için Allah’ın resûlleriyle beraber sebîli tutamamış.

 

Birçok kişi burada diyor ki: “Tamam işte O. Oradaki resûl, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir.” Değildir, sevgili kardeşlerim. Neden olmadığını şimdi ispat edeceğiz size. O filan dedikleri, bir sürü irşad makamında olduğunu zanneden veya bunun açıklamasını yapan insanlar, bir sürü mürşid yoktur diyen insanlar, her biri bir yerde bir şeyler, iddialar sarf ediyorlar. Ve insanları bu iddialarıyla çekiyorlar kendi taraflarına, onları da kendileriyle beraber cehenneme sürüklüyorlar.


Furkân-9:

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).

Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

 

“lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen): Andolsun ki bana Kur’ân gelmişken o, beni zikirden saptırdı. Şeytan insanı yalnız bırakır.”


“Kur’ân gelmişken.”

Ne diyor Mehdî Resûl? “Kur’ân asıldır.” diyor. “Dört elle Kur’ân’a sarılın.” diyor. “Onun, Kur’ân’a uymayan her şey hurafedir,” diyor, “yalandır.” diyor, “Dînimize sokulan hurafelerdir.” diyor. Bunları söylüyor Mehdî Resûl.

 

Ve burada: “Andolsun ki bana Kur’ân gelmişken o beni zikirden saptırdı.” ifadesi, o dost edindikleri dîn adamları, dost edindikleri yanlış şeyleri söyleyenler.


Furkân- 30:

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran).

Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.


“ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ(mehcûran): Resûl dedi ki: Ya Rabb, benim kavmim Kur’ân’dan hicret ettiler (Kur’ân’ı terk ettiler).”

 

“Ha işte!” diyorlar, “Bu resûl, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir.”

 

Hayır, değildir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde Kur’ân terk edilmediği gibi, Kur’ân’ı bütünüyle îmân edenler ve tatbik edenler, onlar sahâbedir. İşte Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

 

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tu’minûne bil kitâbi kullihi, ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca “Biz îmân ettik.” dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden ölün.” Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

 

 “Ey sahâbe! Onlar size buğzettikleri halde (size kötü davrandıkları halde), siz onlara gene de muhabbet beslersiniz. Çünkü siz, Kitab’ın bütününe îmân edenlersiniz.”


Kitab’ın bütününe îmân eden sahâbe, Kur’ân’ı terk etmiş olabilir mi sevgili kardeşlerim? Bugünden bahsedildiği bu kadar açık değil mi? Biz yırtınıyoruz, insanlara Kur’ân hakikatlerini anlatalım diye. Hayatımızın şu kadarcık değeri yok. Yok olabiliriz bu davada, hiç umurumuzda bile olmaz. Ama bu olmayacağı gibi, yok olmamız söz konusu olmadığı gibi o hedefe mutlaka Allahû Tealâ sizlerle beraber bizi ulaştıracak. Hakkımızdaki bütün ithamların son bulduğu bir güne doğru yaklaşıyoruz. Çünkü insanlar inceleyecekler. İnceledikleri zaman doğruyu görmemeleri mümkün değil. Ondan sonra itiraz eden sahtekârdır.


Sevgili kardeşlerim, biz Allah’tan Kur’ân’ı öğrendik. Hem de hiç Arapça’yı bilmezken. Hem de dînle uzaktan yakından alâkamız yokken öğrendik. Öğreten O. O, her şeye kaadirdir.

Bugüne kadar insanlara, bırakınız her şeyi ama hidayeti biz öğrettik. O doğru yol diye düşündükleri, nereye götürdüğü bilinmeyen, Sıratı Mustakîm’le eş anlamlı olan o doğru yolun Allah’a götüren yol olduğunu öğrendiler bizden. Hidayetin, insan ruhunun o insan hayatını yaşarken, bu hayattayken ruhunu Allah’a ulaştırması olduğunu öğrendiler bizden. Çok şey öğrendiler. İslâm’ın 5 şartının hiç kimseyi kurtuluşa ulaştıramadığını, İslâm’dan İslâm’ın temelini teşkil eden 19 ayrı müessesenin çatır çatır koparıldığını öğrendiler.

“Ve resûl dedi ki: “Ya Rabbim, benim kavmim Kur’ân’ı terk ettiler.”


İşte Allahû Tealâ bize Kur’ân’ı öğretti. Bütün açıklamalarımız Kur’ân üzerinden yapılır. Ve de Kur’ân’ın terk edildiğini, her safhada terk edildiğini, her açıdan terk edildiğini size defalarca ispat ettik. Şimdi onlar, bir utancın içersindeler dîn adamları. Ve korkuyorlar; “Bu hakikatler herkes tarafından öğrenilecek. Öğrenilince durumumuz ne olacak?” diye. Oysaki korkmalarına sebep var mı sevgili kardeşlerim? Hiç kimse kendisine öğretilmeyen bir ilmi başkalarına öğretemez. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.


Kim iddia edebilir ki onlara doğrular öğretildi de onlar başkasına öğretilmiyor. Hayır, onlara öğretilen doğrular değildi. Onlar da bunun tabiî neticesi olarak sadece kendilerine öğretilen ilmi başkalarına öğretiyorlar bugün. Haklıdırlar. Ama bu haklılıkları nereye kadar gider? Allah’ın hakikatlerini onlara defaatle ulaştırdık. Yetmez, sevgili kardeşlerim, onları mahkemeye verdik. Ve mahkemede her üniversite hakkındaki söylediğimiz şeyler, mahkeme de (mahkemeyi oluşturanlar da) dînlerini bilmedikleri için bizim aleyhimize neticelendi. İyi mi?

 

Sevgili kardeşlerim, ne kadar korkunç bir şeytanî tuzakla karşı karşıyayız. Hepiniz cehenneme doğru gidiyorsunuz. Ey bizim sözlerimizi anlamayan zavallı kardeşlerim! Hepiniz cehenneme doğru gidiyorsunuz! Anlamıyor musunuz hâlâ bizi? Biz O’yuz; “Ya Rabbi, benim kavmim Kur’ân’ı terk etti.” diyen kişiyiz. Öyle olmadı mı?

Öyleyse Tevbe-32 ve Tevbe-33’e bakalım beraberce sevgili kardeşlerim. Bakalım, bizden mi bahsediyor. Diyor ki Allahû Tealâ Tevbe-32’de:

 

9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).

(Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.

 

“yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).”

“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Ve Allah; kâfirler kerih görseler de nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.”

 

Nurun tamamlanması ne demek? Sadece İslâm âleminde değil, Hristiyan âleminde de Yahudilerde de Allah’ın tek dîninin; 7 safha 4 teslimden oluşan Hz. İbrâhîm’in hanif dîni olduğu gerçeği mutlaka öğrenilecek. Mutlaka bu dînlerin sahipleri bir araya gelecek sevgili kardeşlerim. Başka bir dîn hiç olmamış, Âdem (A.S)’dan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kadar, Hz. İbrâhîm’in dîni olan o dînden başka bir dîn hiç olmamış. Öyleyse Allah nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.


Tevbe-33:

9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).

Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen O'dur.


“huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı.”


“O’dur ki resûlünü hak dînle ve hidayetle göndermiştir.” Dikkat edin: “Hidayetle göndermiştir.” diyor Allahû Tealâ.


Var mı? Biz size hidayeti açıklamadan önce, herhangi bir kişiden hidayetin insan ruhunun Allah’a ulaşması olduğunu hiç duydunuz mu? Size bunu ne kadar çok âyetle ispat etmedik mi? Öyleyse hidayetle ve hak dîn ile gönderen Allahû Tealâ, dînin bütününü ortaya koyması için.


Öyleyse Allahû Tealâ bu konuda açık bir şekilde, Allahû Tealâ’nın dînini tamamlamaktan başka bir şey istemediğini söylediğini görüyoruz. Öyleyse Allahû Tealâ’nın söylediği şey; hidayetle göndermesi ve hak dîn ile göndermesi.


Sevgili kardeşlerim, Allah ile olan ilişkilerimizde bugünkü muhtevayı beraberce gözden geçirdiğimiz zaman ortada birisi var, çırpınıyor. Cehenneme doğru gitmekte olan, en azından kendi milletindeki 70 milyondan fazla insanı kurtarmak için hayatını koymuş ortaya. Başka bir şey için yaşamıyoruz sevgili kardeşlerim. Bu söylediklerimizi biz söylemiyoruz; O söyletiyor.


Ve hidayet müessesesi bütünüyle kaybolmuş. Allahû Tealâ 7 tane safhayı ve 4 teslimi emrediyor. Allah’a ulaşmayı dilemekten başlıyor olay.


*Allah’a ulaşmayı dilemek, mürşide tâbiiyet (3. basamak, 14. basamak).
21. basamak; ruhun Allah’a ulaşması.

25. basamak; fizik vücudun teslimi.

26. basamak; nefsin teslimi.

27. basamak; irşad olmak.

28. basamağın 5. kademesi; irşad makamına tayin olmak.


Üç dînin de temelini bu oluşturuyor. 7 safhanın 7’si, üçünde de var. Üçünde de farz. Ve bunlar bütünüyle unutulmuş. Bu, dînin hedefidir. 7 tane safhayı yaşayarak ruhun, fizik vücudun (vechin), nefsin ve iradenin Allah’a teslimi. Zaten İslâm, teslim demek. 4 teslim herkesin üzerine farz. Ve konunun temeli, Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. 14 asır sonra bunların hepsi yok edilmiş. İslâm kalesindeki, kalelerindeki bütün burçlar yerle bir edilmiş. Ve İslâm, İslâm’ın 5 tane şartına bağlanmış: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadet getirmek.


Nerede Allah’a ulaşmayı dilemek? Ve de zikir de farzken, günün yarısından daha fazla zikretmek de farzken, daimî zikir de farzken zikir; İslâm’ın 5 şartının arasından tereyağından kıl çeker gibi çıkarılmış. Bu korkunç oyunu oynayan, iblis. Şu anda dünya üzerinde en çok kızdığı, nefret ettiği kişi; o biziz. Ama bize bir şey yapması da mümkün değil. Hırsından çıldırıyor iblis.


Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz, O’nun muhafazası altında olduğumuz için. Bunları bu kadar açık ve kesin olarak söylemeyi nasip kıldığı için bize. İşte buradan bütün dünyaya haykırıyoruz ki hidayet çağı gelmiştir. Dîn üzerine önce Yahudilerin üzerinde, sonra Hristiyanların üzerinde, sonra da İslâm üzerinde asılların unutulması konusunda iblisin yaptığı bütün hamleler neticesinde, üç dînde de 7 safhanın ve 4 teslimin tamamen unutulduğu bir noktada Allahû Tealâ bize bir görev veriyor; 7 safha ve 4 teslimi bütün dünyaya haykırmamız için. İşte haykırıyoruz.

 

Kıyâmete yakın bir devrede bir dabbet-ül arz çıkacaktı. O çıktı. O, Nur TV’dir. Bugün göklerden bütün insanlara sesleniyor: “Dînler yoktur.” diyor. “Sadece bir tek dîn vardır.” diyor,  “O dîn hak dîndir. Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. İsevîliğin de Musevîliğin de İslâm’ın da aslı sadece O’dur. Hiçbiri ondan farklı bir dîn değildir.


Öyleyse dînler arası savaşlar derhal durdurulmalıdır. Sevgili kardeşlerim, bunların gerçekleştiğini göreceksiniz. Belki savaşlar biraz daha devam edecek. Savaşın içinde olacağız ama ondan sonra savaşlar bitecek. Dünyayı misli görülmemiş bir sulh ve sükûn devresi kaplayacak. Öyleyse o günlere geldik sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.  


Allahû Tealâ’nın hepinizi cennet saadetine ve dünya saadetine ulaştırması dualarımızla, dileklerimizle sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Hidayet çağının sahibinden hepinize selâmlar. Kucak dolusu selâmlar, sevgiler.


Allahû Tealâ’nın hepinizi, cennet saadetine ve dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlamak istiyoruz inşaallah sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım.


Bu arada bir şey daha var: En çok istediğimiz ne biliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Şu dîni bildiklerini iddia eden insanlar bir heyet hazırlasalar, biz de onların karşısında olsak bu televizyonda. Onlar bize sualler sorsalar, biz de onlara cevaplar versek. Biz onlara sualler sorsak, bakalım onlar bize cevap verebilecekler mi? Bir gün buna cesaret edebilecekler mi dersiniz sevgili kardeşlerim? Şimdilik kaçıyorlar.


Allahû Tealâ’nın insanların hidayetine engel olanları devreden çıkarmasını ve insanlığı iblisin elinden kurtarmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi bitiriyoruz; Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinizi selâmlayarak.

 

 

 

İmam İskender Ali M İ H R