}
Hak Geldi Batıl Zail Oldu 16.06.2007
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 111315

SOHBETİN ADI: HAK GELDİ BÂTIL ZAİL OLDU
TARİHİ: 16.06.2007


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha birlikteyiz. Konumuz: Hak geldi bâtıl zail oldu.

Hak nedir? Hak, Kur’ân’daki emredici hükümlerdir. Bâtıl nedir? Kur’ân’daki bu hükümlere aykırı oluşumlar. Oluşumların bir başka özelliği daha var; toplumun içinde yaygın bir kabul görmesi. Sevgili kardeşlerim, evvelâ İslâm’ın 5 şartından başlayalım:

1- Namaz kılmak.
2- Oruç tutmak.
3- Zekât vermek.
4- Hacca gitmek.
5- Kelime-i şahadet getirmek.

Bir de hadîs, derler ki: Bir bedevî, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaşıyor, diyor ki: “Ey Allah’ın Resûl’ü, ben cennete girmek istiyorum. Ne yapayım?”
-Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git, kelime-i şahadet getir.
“Ey Allah’ın Resûl’ü, ben bunları yaparsam gerçekten cennete girer miyim?”
-Girersin.

İşte bu uydurma bir hadîstir. Bunlar İslâm’ın 5 tane şartıdır, şartlarından 5 tanesidir. Ama bir insanın cennete girmesine yetmesi mümkün değildir. İslâm’ın 5 şartıyla ibadetini tamamladığını zanneden herkesin gideceği yer cehennemdir. Allahû Tealâ Yûnus Suresinde buyuruyor ki:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Onlar Allah’a mülâki olmayı (ruhlarını hayattayken Allah’a ulaştırmayı) dilemezler hem de mutlak surette dilemezler, muhakkak surette dilemezler.” “inne” kullanmış Allahû Tealâ.

İnne: Muhakkak ki
ellezîne: onlar,
lâ yercûne: dilemezler.
likâenâ: Bize
likâe: Mülâki olmayı
nâ: Bize, onlar bize mülâki olmayı muhakkak surette, kesin surette dilemezler.
ve radû bil hayâtid dunyâ: ve dünya hayatından razıdırlar.
vatme'ennû: ve tatmin olurlar,
bihâ: onunla, dünya hayatıyla tatmin olurlar, doyuma ulaşırlar yani onları tatmin eden, doyuma ulaştıran şey dünya hayatıdır.
vellezîne: onlar,  
hum: ki onlar, onlar onlardır ki,
an âyâtinâ: âyetlerimizden,  
gâfilûn: gâfildirler.”
Öyleyse Allah’a mülâki olmayı dilemeyenler Allah’ın âyetlerinden gâfil oluyor.
Ama bitmedi:   
Ulâike: İşte onlar
me'vâhumun nâru: onların gidecekleri yer, mevası,
nâru: ateştir,
bimâ: sebebiyle,
kânû: yaptıkları ameller.
 
Allahû Tealâ: “Onların gidecekleri yer, yaptıkları amellere dayalı olarak yaptıkları ameller sebebiyle cehennemdir, ateştir.” diyor. Neymiş bu insanların suçları? Bir tek şey; kesin şekilde Allah’a mülâki olmayı dilememek. Öyleyse İslâm’ın 5 şartı açısından 2 kişiyi mukayese ediyoruz. Birincisi, 15 yaşında sorumluluğuna başlamış, İslâm’ın 5 şartını 65 sene devam ettirmiş eksiksiz olarak; namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, kelime-i şahadet getirmiş ve “Allahû Tealâ beni hangi cennete alır ki acaba?” diye düşünüyor. 2. kat cennet mi? 3. kat cennet mi? Ama bu kişinin cehennemden kurtulması mümkün değildir. Eğer sadece bunları yaptıysa yani İslâm’ın 5 şartıyla amel ettiyse, bu kişinin cehennemden kurtulması mümkün değildir. Çünkü Allah’a mülâki olmayı dilemeyen kişinin amelleri boşa gider.

Bir defa Yûnus Suresi 7 ve 8. âyetleri bunu kesin olarak ispat ediyor ki; eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse o Allah’ın âyetlerinden gâfildir ve gideceği yer kesin olarak cehennemdir. Demek ki; bir altıncı müessese insanların mutlaka itibar edeceği, mutlaka uyması gereken, mutlaka yerine getirmesi gereken bir farz emir; Allah’a ulaşmayı dilemektir. Dilemezse İslâm’ın 5 şartını bir ömür boyu yapsa,  o kişinin kurtuluşu mümkün değildir cehennemden. Kur’ân-ı Kerim’in bir yedinci emri daha var. Farz ve çok önemli! Zikir. Neden çok önemli? Çünkü bütün ibadetlerden daha üstün olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. İşte Ankebût Suresi 45. âyet-i kerimesi:
 

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).

Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.


Diyor ki: “Sana kitaptan öğrettiklerimizi, onlara oku, tilâvet et.”
ve ekımıs salât: Ve namaz kıl,
innes salâte: muhakkak ki (salât) namaz,   
tenhâ anil fahşâi vel munker: münkerden ve fuhuştan,
tenhâ: nehyeder, men eder.   
ve le: mutlaka, muhakkak
zikrullâhi: Allah’ın zikri,
ekber: daha büyüktür.

Ne diyor Allahû Tealâ? “Namazdan da Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de daha büyük bir ibadet, (namazdan daha büyük bir ibadet) zikirdir.” diyor. Oysaki biz ne biliyorduk? “Namaz dînin direğidir.” Evet, bunu bir vakıa olarak kabul edelim. Namaz dînin direği ise zikir, o direğin etrafına oturtulacak olan çadırdır. O direkle birlikte olarak insanları rüzgârdan, fırtınadan, yağmurdan, kardan koruyan bir koruyucu. Öyleyse bir yedinci faktör daha giriyor devreye; zikir! Farz mıdır? Allahû Tealâ diyor ki:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“Allah’ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.” Yani zikrin insan ruhunu Allah’a ulaştıracak olan temel müessese olduğu ifade ediliyor. Neden? Çünkü zikir, insanın nefsinin kalbine %100 afetlerle dolu olan kalbine, Allah’ın katından rahmet, fazl ve salâvât nurlarını taşır. Fazıllar o kişinin kalbine, Allahû Tealâ’nın mürşide tâbiiyetten evvel yazacağı îmân kelimesine gelip yapışarak o kişi zikir yaptıkça Allah’ın katından gelen rahmet, fazl ve salâvâttan fazılların, o kişinin kapkaranlık olan, afetlerle dolu kalbinde, nurların adım adım çoğalmasını, neticede duruma hâkim olmasını, asıl sonuçta da nefsin kalbinin tamamen %100 nurlarla dolmasını ifade eder, daimî zikre ulaşınca kişi. Nurlar mutluluğu temsil eder.

İşte bir insanın mutlu olabilmesi, Allah’ın emirlerini yerine getirmesi ve yasak ettiği fiilleri işlememesi şekliyle tezahür eder. Bu ise ancak nefs tezkiyesiyle, yarı yarıya nefsteki afetlerin yarısının yok olmasıyla gerçekleşebilir. Afetlerin tamamen yok olmasıyla da tamamlanır. O kişi hayatını sonsuz bir mutluluk içinde geçirir. Öyleyse nefs tezkiyesi yani nefsimizin kalbine nurların gelip yerleşebilmesi zikirle mümkün olabileceği için zikir hayati bir konudur ve Kur’ân’ın olmazsa olmaz farzıdır. Bir insan zikir yapmazsa o kişinin cehennemden kurtulması mümkün değildir.

Aslında Allah’a mülâki olmayı dilemek, kurtuluşun temelidir. Bir insan düşünelim; Allah’a ulaşmayı dilemiş ve ölmüş ibadetini falan yapamadan. O kişinin gideceği yer mutlaka Allah’ın cennetidir. Bir insan düşünelim; 65 yıl İslâm’ın 5 şartını yerine getirmiş ama Allah’a mülâki olmayı dilememiş. O kişinin de gideceği yer ne yazık ki; cehennemdir. Öyleyse bu açık hükümleri ait olduğu yere oturtmanın zamanı gelmiştir. Kim bu muhtevayı gerçekleştirmezse, Allah’a mülâki olmayı dilemezse gördük ki gideceği yer kesin olarak cehennemdir. O kişinin cehennemden kurtulması mümkün değildir. Öyleyse ne gördük? Zikir müessesesi var ve Alahû Tealâ: “Zikret ve Bana ulaş.” diyor. Öyleyse zikir farz. Bu, ara sıra zikretmek. Ama günün yarısından daha fazla zikir de farz, Ahzâb Suresinin 41. âyet-i kerimesinde:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).

Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.


Allahû Tealâ: “Ve Allah’ı öyle bir zikirle zikret ki; bu çok zikir olsun.” diyor. Ama bu kadarla da kalmıyor. Daimî zikir de farz kılınıyor Allahû Tealâ tarafından. Nisâ Suresi 103. âyet-i kerime:
     

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).

Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.

    
“Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin!” Öyleyse farz mı? Farz. E! Bakıyoruz, 32 farzın içinde zikir yok. Bakıyoruz, 54 farzın içinde de zikir yok. Öyleyse uyarı zamanı gelmiştir. Zikir farzdır ve İslâm’ın 7. hayati farzıdır. İnsanlar zannediyorlardı ki; zikir farz değil. Asırlardan beri bu yanlış zanla milyonlarca insan ne yazık ki; öldüler ve gidecekleri yer cehennem.

Ama Osmanlı tasavvufu yaşadı. Onlar bunu bütün boyutlarıyla gerçekleştirdiler, İslâm’ın 7 safhasını da yaşadılar, Allah’a ulaşmayı dilediler. Osmanlı’nın %90’dan fazlası:
 
•    Allah’a ulaşmayı dilediler.
•    Mürşidlerine tâbî oldular.
•    Ruhlarını Allah’a ulaştırdılar.
•    Fizik vücutlarını teslim ettiler.
•    Nefslerini teslim ettiler ve netice de
•    İradelerini de teslim ettiler.

Öyleyse Allahû Tealâ insanları cehennemden kurtaracak olan bir formül veriyor mu? Evet, veriyor. Kim Allah’a mülâki olmayı dilerse; o kişi mutlaka hem cehennemden kurtulur hem de Allah’ın âyetlerinden gâfil olmaktan kurtulur. Yûnus Suresi 7 ve 8. âyetleri bunu söylüyor.
Kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi temel farzdır. O kişi Allah’a mülâki olmayı dilerse, Allahû Tealâ onun günahlarını örter:

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


 Allahû Tealâ diyor ki: “Ey inananlar! Allah’a yönelin, Allah’a ulaşmayı dileyin ki; Allah size furkanlar versin ve sizin günahlarınızı örtsün.” Demek ki; bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onun dilediği anda günahlarını örtüyor. Şimdi Kehf Suresi 105. âyet-i kerimesine bakıyoruz:

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.


Allahû Tealâ: “Kimler Allah’a mülâki olmayı inkâr ederse, Allah’a mülâki olmayı dilemezlerse onların amelleri boşa gider.” diyor. Onun için Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Hiç kimseyi amelleri kurtaramaz.” diyor. Eğer Allah’a mülâki olma talebi yoksa…

Öyleyse zamanımız hidayet çağıdır. Allahû Tealâ bu çağda insanların kurtuluşa ulaşmasını açık bir şekilde emretmiş ve bu emri yerine getirme görevi bize verilmiştir. Öyleyse şu ana kadar hâlâ da dîn âlimlerimiz, üniversitelerimizde öğretim yapanların büyük çoğunluğu, hâlâ İslâm’ın 5 şartıyla kendilerinin de bu 5 şartı yerine getirenlerin de kurtulacağını zannediyorlar. Bu bir ihtardır! Hiç kimse İslâm’ın 5 şartıyla cehennemden kurtulamaz, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, amellerinin boşa gitmesinden kendisini kurtaramaz, amelleri boşa gider. Ama kim Allah’a mülâki olmayı dilerse, onun günahları örtülür. Dünya kadar günah işlemiş olan birisi Allah’a ulaşmayı diliyor, dilediği anda bütün günahları örtülüyor. Demek ki; Allahû Tealâ bir dileği, Allah’a ulaşmayı dilemeyi bu kadar önemli sayıyor.

Ne olur bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse?

•    Dilemezse, o kişi takva sahibi olamaz.
•    Dilemezse, o kişi gizli şirktedir.

İşte Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetleri:
 

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“Allah’a yönel, böylece Allah’a karşı takva sahibi ol ve namaz da kıl ve Allah’a yöneldiğin cihetle, yönelerek müşriklerden olma.”

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.


“O müşriklerden olma ki; onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Herbiri kendi elindekiyle felâha ulaşacağını zannederler.” Burada açık bir şekilde, Allah’a mülâki olmayı dilemeyen kişilerin şirkte olduğunu görüyoruz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişilerin takva sahibi olamadığını görüyoruz. Oysaki Allahû Tealâ: “Benim cennetime sadece takva sahipleri girer.” diyor. İlk takva da Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesindeki takvadır. Allah’a ulaşmayı dilemenin oluşturduğu takvadır. Neden böyle söylüyoruz, bu kadar eminiz? Çünkü bu takva olmazsa, kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse şirktedir. Şirkin ise kişiyi götüreceği yer cehennemdir. Ne gördük bu âyet-i kerime de? Bir tarafta Allah’a ulaşmayı dileyenler var, o Allah’a ulaşmayı dileyenler, diledikleri anda takva sahibi oluyor. İkincide, dilemeyenlerin içinde kaldıkları durum, onlar şirkte olanlar. Allahû Tealâ sadece takva sahiplerinin cennete girebileceğini söylüyor:
    

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.

Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.


“Cennet, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı.” Öyleyse âyet-i kerime açıkça söylüyor ki; Allah’a ulaşmayı dileyen takva sahibidir ama dilemeyenler şirktedir. Şirkte olanların gideceği yer cehennem olduğuna göre sadece takva sahibi olanlar cennete girecektir. Bu Rûm Suresi 31. âyet-i kerimesi, ilk takvayı ifade eder çünkü bu takvaya, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri sürece bu takvaya ulaşamayanlar insanların şirkte kalacakları kesin, gidecekleri yer cehennem. Onları cehennemden kurtarabilecek olan ilk takva, Allah’a mülâki olmayı dileme takvasıdır.

Öyleyse bu bir uyarıdır! İslâm âlemine bir uyarıdır. Bununla vazifeliyiz. Eğer Allah’a mülâki olmayı dilemezseniz yani İslâm’ın 6. şartını gerçekleştiremezseniz:

•    Gideceğiniz yer cehennemdir. Yeter mi? Yetmez.
•    Aynı zamanda şirktesiniz.
•    Aynı zamanda takva sahibi değilsiniz.
•    Aynı zamanda sevaplarınız heba olacaktır, kazandığınız dereceler heba olacaktır, yok olacaktır. Ama Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin negatif faktörleri burada da bitmiyor.
•    Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse onun aynı zamanda kâfir olduğu da ifade ediliyor Allahû Tealâ tarafından. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).

Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.


“Kıyâmet günü şeytan, insanlara olan hedefini gerçekleştirdi, vaadini gerçekleştirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.” İşte bütün fırkalar! 72 fırkanın hepsi şeytana kul olmuşlar, bir tek fırka kurtulmuş. Bu bir tek fırka, gene 72 fırkanın içinde bulunan, Allah’a ulaşmayı dileyenler; 73. fırka. Allahû Tealâ sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlere, 73. fırkaya “mü’minler” diyor. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka, bir de bütün fırkalar. Rûm-31 ve 32 de ne vardı? Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu bir tek fırka ve yine bütün fırkalar. Rûm-31’de o bir tek fırka “takva sahipleri” olarak vasıflandırılıyor. Burada Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesinde “mü’minler” olarak vasıflandırılıyor. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyenler mü’minler. Dilemeyenler, onlar açık bir şekilde kâfirler olarak geçiyor ve tagutun kulları olarak geçiyor, şeytanın kulları.

Bütün sahâbe şeytana kul olmaktan kurtulmuşlar. Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi bunu söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
           

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.

Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


“Onlar (sahâbe) taguta kul iken Allah’a yöneldiler. Allah’a ulaşmayı dilediler ve taguta kul olmaktan kurtuldular. Kullarımı müjdele!” diyor. Yani taguta kul olmaktan kurtulmuşlar. Kime kul olmuşlar? Allah’a kul olmuşlar ki; Allahû Tealâ: “Kullarımı müjdele!” diyor. Sahâbe de önce aynı durumdaymış, şeytanın kuluymuş ancak Allah’a mülâki olmayı diledikten sonra Allah’ın kulu olmuş.

Sevgili kardeşlerim, sevgili dînlerini seven Türkiye halkı, sizlere sesleniyoruz! İslâm’ın 5 şartıyla kurtuluşa ulaşmanız mümkün değildir. Mutlaka 6. şart olan Allah’a mülâki olmayı dilemek zorundasınız. Bu bir ihtardır! Allah’ın emriyle yapılmaktadır. Hiç kimse bize “Allah’tan bunları öğrendiğin halde vazifeni yapmadın.” diyemez. Sevgili izleyenler, sevgili dinleyenler! Tam 32 yıldır bu hakikatleri sizlere ulaştırmaya çalışıyoruz. Allah’ın bütün resûlleri, bütün devirler boyunca kendi halkları tarafından mutlaka reddedilmişlerdir. Bu ülkede de biz reddedildik. Hakkımızda olmadık iftiralar söylendi ama bunların hepsi artık sona ermiştir. Allah’ın hakikatleri açık bir şekilde su yüzüne çıkmıştır ve bu söylediklerimizi dîn öğreticilerin hepsinin mutlaka incelemesi Allah’ın emridir. Biz bu emrin tebliğcisiyiz. Sorumluluk bizden gitmiştir. Sorumluluk, bunları dinleyen ama tatbik etmeyen insanlarındır. Sorumluluk dîn adamlarımıza da düşüyor. Onlar da söylediklerimizi tahkik etmek, incelemek zorundadırlar ve doğru olduğunu da söylemek zorundadırlar. Çünkü bizden bunları dinleyenler gidiyorlar, Diyanet İşleri Teşkilatı’nın 87 bin kişilik kadrosuna soruyorlar: “Sizin söylediklerinizden farklı şeyler söylüyor. Söyledikleri doğru mu?” Ne yazık ki çoğundan “Yanlış.” cevabını alıyorlar.

Peki, dîn adamlarımız böyle söylemekte haklı mıdırlar? Eğer bizi işitmemiş olsaydılar, onlara ulaşmamış olsaydık haklı olacaklardı. Ama herbirine tek tek bilgisayardan ulaşarak, onlara ihtarlar bıraktık. Artık dünyanın aydınlanma zamanı gelmiştir. Hidayet çağı birinci devresini, giriş devresini bitirmiştir. Gelişme devresindedir. Bu, Kur’ân’ın şeytan tarafından insanlara unutturulan gerçek insanları kurtuluşa ulaştıracak hükümleri, artık insanlar tarafından bilinmelidir. Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesi “Allah’a mülâki olmayı dilemeyen kişi hidayette değildir.” diyor:

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).

Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).


“Allah’a mülâki olmayı dilemeyenler hüsrandadır ve hidayette değildir.” Bunların hidayette olmamakta, Allah’a ulaşmayı dilemekle hidayet başladığı için bu dileğin mevcut olmadığını gösteren bir faktördür ve o kişiyi sadece mutlaka cehenneme götürür, tek başına. Öyleyse bu söylediklerimizin ışığı altında olayları değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Hiç kimse bize görevimizi yapmadığımızı söyleyemez. 32 yıldan beri Allah’ın bize sizlere ulaştırmak üzere verdiği bütün emirleri, ulaştırmak için herşeyi yaptık. Ama bunların hiçbirisi sizlere tesir etmedi. Şimdi yavaş yavaş ortalık aydınlanıyor.

Dîn adamlarımız eğer sorumluluk hissine sahiplerse, bu söylediklerimizi incelemek zorundadırlar. En azından vicdani açıdan kendilerini rahat hissedebilmeleri için mutlaka bunu gerçekleştirmek zorundadırlar. Onlar bu görevlerini yapsalar da yapmasalar da yakın gelecekte hakikatler onlar tarafından da bütün dünya tarafından da öğrenilecektir. Biz sadece kendi ülkemiz için görevli değiliz, bütün dünya için görevliyiz. Onun için yakın gelecekte dînlerin mevcut olmadığını, sadece bir tek dînin; Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin mevcut olduğunu bütün dünya öğrenecektir. Öyleyse bu kutsal görev biline ki; bizim omuzlarımızdadır ve de yaptığımız açıklamaları dikkatle incelemeyen bütün dîn adamları ağır bir sorumluluğun içindedirler. Bizim görevimiz sizi uyarmaktır. Dilerseniz uyarıya gerekli önemi verirsiniz, hem kendinizi hem de size soru soran insanları kurtarırsınız. Önemli olan ikincisi.

Öyleyse dînimize insanları cehenneme götürecek olan birçok yanlış girmiştir ve bugüne kadar tatbik edilmiştir, edilmektedir. İslâm’ın 5 şartı, bir eksiklik olarak sadece bunlardan biridir. İslâm’ın 5 şartı yaşanarak hiç kimsenin cenneti elde edebilmesi mümkün değildir. İşte bütün insanların öğrendikleri eksik ilim sebebiyle, gidecekleri yer cehennemdir ve biz bütün insanları oradan kurtarmakla vazifeli kılınan kişiyiz. Hidayetin müjdecisiyiz! Hidayet çağı gelmiştir ve başlamıştır. Sizlere hidayet çağını müjdeliyoruz ve Allah’ın omuzlarımıza verdiği vazifenin gereği olarak sizlere ihtar ediyoruz! Bu noktada sorumluluğunuzu dîn adamları olarak yerli yerine mutlaka oturtmak zorundasınız.

En çok üzüldüğümüz şey, önümüzdeki yıllar boyunca eğer sizler aynı hüviyette devam ederseniz, ölenlerin tamamına yakını sizin sebebinizle cehenneme girecektir. Çünkü bizim söylediklerimizin doğru olduğuna ihtimal veremiyorlar, öğrendikleri yanlış ilim sebebiyle. Sizlere soruyorlar ey dîn adamları! Eğer sizler onlara, öğrendiğiniz ilim sebebiyle “Onun söyledikleri yanlıştır.” demeye devam ederseniz, o zaman önümüzdeki yıllar boyunca sadece siz öyle söylediğiniz için cehenneme gidecek milyonlarca insanın vebali omuzlarınızda olacaktır. Onun için ihtarımızı dikkatle yerli yerine oturtmaya çalışın. Bu ihtar hepinizedir! Sorumluluğunuzu idrak etmek zorundasınız. Onca milyon insanın vebali omuzlarınızdadır. Allahû Tealâ’nın bize verdiği açıklama emri burada, birinci açıklama olarak tamamlanıyor.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali  M İ H R