TARİHİ: 05.03.2008
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde Yüce Rabbimiz bizi birlikte kıldı.
Âyetlerin sırları konusu: Zumer Suresinin 53. ve 54. âyetleri. Zumer-53’te Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen)."
kul: de, söyle.
(Kur’ân-ı Kerim’de “Kul: De ki” ifadesi yalnız Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hitaben kullanılıyor.)
yâ: ey
ıbâdiye: kullarım
ellezîne: onlar
esrefû: İsraf ettiler, haddi aştılar
İsraf; haddinden fazla para harcamaya verilen isimdir. Allahû Tealâ bu istikamette A’râf Suresinin 31. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
7/A'RÂF-31: Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbul musrifîn(musrifîne).
Ey Âdemoğulları! Bütün mescidlerde ziynetlerinizi alınız. Yeyiniz ve içiniz. Ve israf etmeyiniz. Muhakkak ki O, müsrifleri sevmez.
“Ey kullarım! Yiyin için ama israf etmeyin.”
İsraf haramdır. İsraf, bir paranın boşa harcanmasının ifadesidir. Hiç kimseye, hiçbir faydası olmayan bir alana sarf edilen para, israf edilmiş bir paradır. Allahû Tealâ: “İsraf haramdır.” diyor.
Şimdi Zumer-53’e geri dönelim. Allahû Tealâ buyuruyordu ki:
kul: de, söyle.
yâ: ey
ıbâdiye: ey kullarım
ellezîne: onlar
esrefû: İsraf ettiler, haddi aştılar
alâ: karşı, üzerine.
enfusi-him: kendi nefsleri
“Ey Benim kullarım ki nefisleri üzerine israf ederler.” Yani: “Nefsanî davranışlarla israf eden kullarım.”
İsraf etmek; haddin ötesine geçmek, Allah’ın tayin ettiğinden çok daha ötesini negatif istikamette gerçekleştirmektir.
Bir insanın nefsanî olarak haddi aşması nedir? Allah’a ulaşmayı dilememek, bu konunun başlangıç noktasıdır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin gideceği yer cehennemdir. Bu kişinin hayatı boyunca devamlı negatif istikamette bir artışı olacaktır. İnsanlara kötü davranacaktır. Eşine, çocuklarına, ailesine kötü davranacaktır. Allah ile olan ilişkilerinde Allah’ın emirlerini yerine getirmeyecektir. Yani herşeyden evvel ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemeyecektir. Dilemeyecek ve kötü davranışların sahibi olacaktır.
Bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse ne olur? Bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah o kişiyi mutlaka Kendisine ulaştırır.
Kişi kim olursa olsun, eğer ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilerse Allah onu mutlaka Kendisine ulaştırır. Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu: Allah dilediğini Kendisine seçer.
ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu): O’na (Allah’a) yönelen, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi Kendisine ulaştırır.”
Allahû Tealâ: “Allah dilediğini Kendisine seçer, o seçtiklerinden her kim Allah’a ulaşmayı dilerse onları Allah Kendisine ulaştırır.” diyor.
Öyleyse bir tek dilek insanı haddi aşmaktan kesin olarak kurtarıyor. Oradaki haddi aşmak negatif istikamette haddi aşmaktır. Eğer bir kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse, o kişinin gideceği yer cehennemdir. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemedikçe takva sahibi olamaz ve şirkte kalır.
Allah ile olan ilişkilerimize baktığımız zaman şunu görüyoruz ki; o kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse onun gideceği yer cehennemdir.
Allahû Tealâ Rûm Suresinde şöyle buyuruyor:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“Allah’a ulaşmayı dile ve takva sahibi ol ve namaz kıl ve böylece takva sahibi olduğun için müşriklerden olma. O müşriklerden olma ki; onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”
1. Allah’a ulaşmayı dileyip takva sahibi olan kişi var; Allah’ın cennetine girecek.
2. Allah’a ulaşmayı dilemeyip gizli şirkte kalanlar var.
Allahû Tealâ Sebe-20’de buyuruyor ki:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Bir tek fırka, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul olanlar. Allahû Tealâ açık bir şekilde bunu ifade ediyor. Geri kalan bütün fırkaların kâfirleri oluşturduğunu, onların gidecekleri yerin cehennem olduğunu söylemiş oluyor.
Allahû Tealâ: "Kıyâmet günü şeytan insanlara olan vaadini yerine getirdi (hedefini gerçekleştirdi). Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular (tâbî oldular)."diyor.
İşte her iki âyette de bir tek fırka var. O tek fırka, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin fırkası. Geri kalanlar kâfirleri oluşturuyor. Rûm Suresinin 31 ve 32. âyet-i kerimesinde de bir tek fırka var: Allah’a ulaşmayı dileyenler.
Sonuç: Allah’a ulaşmayı dileyenler mü’minlerdir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, onlar da kâfirlerdir ve şeytanın boyunduruğu altındalar. Allahû Tealâ işte burada (Zumer-53’te) haddi aşmış olup da Allah’ın rahmetinden ümidini kesen insanlara sesleniyor:
kul: de, söyle.
yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim: ey nefsleri üzerine, nefsleri sebebiyle, nefslerine uyup israf eden, haddi aşan kullarım. (O kullarım ki; nefslerinin negatif davranışları sebebiyle haddi aşmışlardır.)
lâ taknetû : ümit kesmeyin
min: den
rahmeti allâhi: Allah’ın rahmeti
Ne demek istiyor acaba Allahû Tealâ? Biliyoruz ki kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştıracaktır. İşte bir insan ne kadar haddi aşmış olursa olsun, ne kadar yanlışlıklar yaparsa yapsın böyle bir insan eğer Allah’a mülâki olmayı dilerse, ellerini açıp Allahû Tealâ’ya derse ki: “Yarabbi! Ben Senin o kadar günahlar işlemiş kulunum. Ben Sana ulaşmayı diliyorum. Ruhumu hayattayken Sana ulaştırmayı diliyorum. Ne olur, bugüne kadar yaptığım bütün bu büyük yanlışlardan, hepsinden çok pişmanlık duyuyorum. Allah’ım! Pişmanlık duyup duymadığımı Sen benden daha iyi bilirsin. Çok pişmanım. Ne olur Yüce Allah’ım, beni bağışla! Diyorsun ki; Sana ulaşmayı dileyenler kim olursa olsun takva sahibi olur. İşte ben de yüreğimden Sana ulaşmayı diliyorum. Ve Sen diyorsun ki: ‘Cennet takva sahipleri için hazırlanmıştır.’ Ben de o cennete girmek istiyorum Yarabbi! Ne olur günahlarımı bağışla. Beni de rahmetine gark et.”
Allahû Tealâ burada büyük günahlar işlemiş olan insanlara bir ümit veriyor. Bir insan büyük günahlar işlemiş olsun, o günahları bir tarafta dağ gibi yığılmış olsun, öbür tarafta da bu kişi Allah’a mülâki olmayı gerçekten, kalbinden dilesin. Ne olur? Bu kişi Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’ın yapacağı ilk şey, onun günahlarını örtmektir. Allahû Tealâ onun günahlarını örter ve daha ötesi, günahlarını sevaba çevirir. Bir kişi eğer Allah’a mülâki olmayı dilerse Allah onun günahlarını örter. Eğer bu kişi Allah’tan mürşidini sormuş da, Allahû Tealâ ona mürşidini göstermişse, kişinin mürşidine ulaşıp, tâbiiyetini gerçekleştirmesi halinde o günahları Allahû Tealâ sevaba çevirir.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyip, mürşidin önünde tövbe eden, tövbe ettiği için de nefsini tezkiye etmek imkânına kavuşan bir kişinin, nefs tezkiyesine başladığı noktada onun günahlarının Allahû Tealâ tarafından sevaba çevrildiğini söylüyor. Onlar Allah’a ulaşmayı dilemişler, sonra mürşidlerine ulaşmışlar, tâbî olmuşlar.
Nefs tezkiyesi, tâbiiyetten sonra başlayan bir müessesedir. Başlangıçta gelen %2 rahmet nuru bunu gerektirmez. Allahû Tealâ Allah’a mülâki olmayı dileyen bir kişinin göğsünü yarar, göğsünden kalbine bir nur yolu açar. En’âm-125’te; “Onların göğsünü yararız ve göğüslerinden kalplerine bir nur yolu açarız.” diyor.
6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.
İşte bunun için söz konusu olan şey, sadece Allah’a göre bir tek dilektir: O kişinin Allah’a mülâki olmayı dilemesi. Böyle bir dileğin sahibi olan kişi, bu dileğin sahibi olduğu anda; Allah’a ulaşmayı dilediği anda onun günahları örtülür. Mürşidine tâbî olduğu anda günahları sevaba çevrilir. Kişi Allah’a ulaşmayı diledi ve mürşidine tâbî oldu, kalbinin içine Allah îmânı yazar. Başının üzerine devrin imamının ruhunu gönderir. Ne zaman? Bu kişi mürşidine tâbî olduğu an, devrin imamının ruhu onun başının üzerine gelir yerleşir.
Kişinin kalbine yazılan îmân kelimesi önemli midir? Çok önemlidir. Çünkü bu kelime; o kişinin kalbine Allah’ın yazdığı îmân kelimesi bir manyetik alan oluşturur. Bu kişi mürşidine tâbî olduğu zamandan itibaren Allah’ın katından gelen salâvat nurlarının getirdiği rahmet ve fazıldan, fazıllar nefsin kalbine girip îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlarlar. Ama başlangıçta, kalbe îmân kelimesi yazılmadan evvel kalbe giren sadece %2 oranında rahmettir. Allahû Tealâ bunu gerçekleştirmek üzere o kişinin göğsünü yarıyor, göğsünden kalbine nur yolunu açıyor. Allahû Tealâ’nın açtığı bu nur yolu o kişi için bir başlangıç noktası teşkil ediyor. Daha kişi mürşidine ulaşmamıştır. Kalbine îmân yazılmamıştır. Bu noktaya kadar o kişinin kalbine rahmet nuru sadece %2 olarak girer. Bu bir açılıştır. Mağfiret oluşmamıştır.
Günahların sevaba çevrilmesi olayı ne zaman gerçekleşir? Ne zaman bir insan hak yola girmiştir? Allah’a ulaşmayı dilemiştir, dilediği anda hak yoldadır. Allah’tan mürşidini istemiştir. Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidini gösterir. Ama bunun için o kişinin kalbine bu %2 oranında rahmetin girmesi lâzımdır. Bunun için Hadîd Suresinin 16. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, o kişinin kalbine Allah’ın nurunun yani %2 rahmet nurunun girmesiyle ancak o kişinin kalbinde huşû oluşacağını ifade ediyor.
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
Sadece kalplerinde bu huşû oluşabilen insanlar hacet namazını kıldıkları zaman, Allahû Tealâ bu kişilere mürşidlerini gösterir. Allahû Tealâ bunun ancak huşû ile mümkün olduğunu söylüyor.
Allahû Tealâ: “O kişinin kalbinde Hakk’tan gelen nurla, -nurlarla demiyor, rahmet ve fazl nuruyla demiyor- sadece %2 rahmetle huşû oluşması zamanı daha gelmedi mi?” diyor. İşte bu kalpteki huşûyu oluşturan şey %2 rahmet nurudur. Kişinin kalbine ulaşır ve bu noktadan itibaren kişi ancak o zaman Allah’tan mürşidini sormak yetkisinin sahibidir. Onun için Allahû Tealâ Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesinde diyor ki:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
“Allah’tan sabırla ve hacet namazıyla mürşidinizi isteyin. Bu zor bir iştir. Ama huşû sahipleri için zor değildir.”
Bu %2 nur kalbe girdikten sonra kişi Allah’tan mürşidini sorabilir. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesinde ondan sonraki safhayı anlatıyor.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
“Onlar ruhunu hayattayken Allah’a ulaştıracaklarından emindirler. Ona kesin şekilde inanırlar.”
ennehum: muhakkak ki onlar.
mulâkû: mülâki olacaklardır, ruhlarını ilka edeceklerdir.
rabbihim: Rabblerine.
“Muhakkak ki onlar Rab’lerine mülâki olacaklardır. Ruhlarını ilka edeceklerdir.”
İşte o insanlar, onlar bu hedefe ulaşacak olanlardır. Ne yapacak o zaman kişi? Bunu gerçekleştirdiği zaman, mürşidine ulaştığı zaman, önünde diz çökecek, tövbe edecek ve tövbe ettiği anda ruhu vücudundan ayrılacak. İşte aynı anda Allahû Tealâ Furkân-70’te onun günahlarını sevaba çevireceğini söylüyor. Kim mürşidin önünde tövbe eder de, o tövbenin neticesinde îmânı artmış bir mü’min olursa nefs tezkiyesine başlar. Ancak nefs tezkiyesi bir insanın Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşidine ulaşmasıyla başlayan bir olaydır. Tâbiiyet yoksa nefs tezkiyesi yoktur. Tâbiiyet olması için de kişinin mürşidini mutlaka Allah’tan sorması ve ona ulaşması gerekir.
Kişi Allah’a ulaşmayı dileyecek, mürşidine tâbî olmadan evvel kalbine %2 rahmeti Allah gönderecek. Kişinin niyeti halisse, işte bu halis niyet üzerine Allahû Tealâ onun kalbine, o kişi zikir yaptığı zaman %2 rahmet nurunu gönderir. Bu, o kişinin mürşide ulaşmak için hazır olduğunu gösterir. O kişi hacet namazı kıldığında Allahû Tealâ ona mutlaka mürşidini gösterecektir. Tâbî olduğu zaman ne olacağı ise Furkân-70’te açıklanmıştır. Âyet-i kerimede o kişinin nefs tezkiyesine başlayacağı ifade ediliyor. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş, mürşidine tâbî olmuş ve nefs tezkiyesine başlamış. Allahû Tealâ diyor ki: “Allah o zaman o kişinin günahlarını sevaba çevirir.”
Zumer Suresinin 53. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
inne: muhakkak
allâhe: Allah
yagfiru: mağfiret eder, günahları sevaba çevirir
ez zunûbe: günahlar
cemîan: hepsi, tümü
yagfiruz zunûbe cemîâ: günahları mağfiret eder.
“Bütün günahları, hepsini sevaba çevirir. Günahların hepsini mağfiret eder yani sevaba çevirir.”
innehu: muhakkak ki o
huve: işte o
el gafûru: mağfiret eden, günahları sevaba çeviren
er rahîmu: Rahîm esmasıyla tecelli eden, rahmet nuru gönderen
Allahû Tealâ bir sonraki âyet-i kerimede de buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
ve enîbû: ve yönelin (ve ulaşmayı dileyin)
ilâ rabbi-kum: (sizin) Rabbinize
enîbû ilâ rabbikum: Rabbinize münîb olun. Yani Rabbinize yönelin. Yani Allah’a ulaşmayı dileyin.
“Munîbîne ileyhi” kelimesindeki “munîbîne” kelimesiyle Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesindeki “enîbû” kelimesi, “munîb” kelimesi, “yunîb” kelimesi, “enîbû” kelimesi hepsi aynı kökten geliyor. Dilemek, Allah’a ulaşmayı dilemek, ulaşmayı dilemek.
ve enîbû ilâ rabbikum: Rabbinize yönelin (münîb olun, ulaşmayı dileyin).
ve eslimû: ve teslim olun
lehu: ona
min kabli: önceden
en ye'tiye-kum: size gelmesi
el azâbu: azap
“Azabın size gelmesinden evvel, Allah’a münîb olun ve Allah’a ulaşmayı dileyin ve O’na teslim olun. Ruhunuzu Allah’a teslim edin.”
summe: sonra
lâ tunsarûne: yardım olunmazsınız
Allahû Tealâ: “Summe lâ tunsarûn: Yoksa sonra kurtulamazsınız ha!” diyor.
“Tunsarûn” kelimesi nasara kökünden geliyor. Kurtulmak, yardım olunmak.
Summe lâ tunsarûn: Yardım olunmazsınız.
Nâsır, yardımcı demek. Sahâbeye, Mekke’den Medine’ye göç ettikleri zaman yardım edenlere “ensar” deniyor. Ensar, yardımcılar demek. Ensar ve nasara kelimesi aynı kökten geliyor. Buradaki “tunsarûn” kelimesi de aynı kökten geliyor. Yani 3 harf; nun harfi, se harfi, ra harfi; nasara.
Öyleyse ne görüyoruz? Bir insan Allah’a ulaşmayı diliyor, hacet namazını kılıp mürşidini Allahû Tealâ’dan soruyor. Allah ona mürşidini gösteriyor. Ne zaman Allahû Tealâ o kişiye mürşidini gösterirse kişinin o zaman o mürşide ulaşıp tâbî olması gerekir. Bu tâbiiyet gerçekleştiği takdirde kişinin ruhu vücudunu terk edecektir, devrin imamının dergâhına gelecektir. O kişinin başının üzerine tâbiiyet sırasında Allah devrin imamının ruhunu ulaştıracaktır ve o kişinin kalbinin içine îmânı yazacaktır. Gene bu tâbiiyetle o kişinin günahlarının sevaba çevrilmesi söz konusudur. Öyleyse hepsi o noktada; tâbiiyet noktasında gerçekleşir.
Nefs tezkiyesinin başlaması, tâbiiyet noktasında.
Kişinin kalbine îmân yazılması, tâbiiyet noktasında.
Kişinin başının üzerine devrin imamının ruhunun gelip yerleşmesi, tâbiiyet noktasında.
O kişinin günahlarının sevaba çevrilmesi, tâbiiyet noktasında.
Bir taşla kaç tane kuş birden vuruluyor. Allahû Tealâ neden tâbiiyete bu kadar önem veriyor? Çünkü bütün insanlar Allah’ın kendilerine verdiği bir emanetin mirasçısıdırlar, sahibidirler. Bu emanet ruhtur. Ruh Allah’ın ruhudur.
Allahû Tealâ Secde Suresinde diyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
ve nefeha fîhi min rûhihî: Onun (insanın) içine ruhumdan üfürdüm.
İşte o Allah’ın üfürdüğü ruh bütün insanlar için bir emanettir ve Allahû Tealâ bütün insanlardan emanetini geri istiyor. Zumer Suresinin 53 ve 54. âyetleri de o noktadaki bir hüviyeti sergiliyor. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş, hacet namazını kılmış, mürşidini görmüş ve Allah’tan mürşidini istemiş, Allahû Tealâ ona mürşidini göstermiş, kişi de ulaşıp tâbiiyetini gerçekleştirmiş. Gerçekleştiği an o kişinin bütün günahları sevaba çevrilir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Günahları sevaba çevrilen bir kişinin ise gideceği yer mutlak olarak cennettir.
Bir insan Allah’a ulaşmayı dilediği an 1. kat cennetin sahibidir. Mürşidine tâbî oldu, bu olay gerçekleştiği zaman 2. kat cennetin sahibidir. Allahû Tealâ onun bütün günahlarını sevaba çevirmiştir. Eğer bundan sonra kişi 7-8 aylık bir ömrün sahibi ise, o kişinin ruhunu Allah mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Sözümüze dikkat buyurun. “O kişi ruhunu Allah’a ulaştıracaktır.” demiyoruz. Onun ruhunu, bizâtihi Allah Kendisine ulaştıracaktır. O kişi ruhu Allah’a ulaştığı zaman 3. kat cennetin sahibi olacaktır.
Bütün bunların ötesinde bu olayın gerçekleşmesi sırasında, o kişinin nefsinin kalbinde %100 karanlıklar hâkimken, baştan aşağı sadece afetlerden oluşan bir nefs kalbi varken, bu noktada o nefsin kalbinin %51’i, yarıdan fazlası nurlarla kaplanmış olacaktır. Bu da o kişiye dünya mutluluğunun yarısını sağlar.
Kişi mürşidine tâbî olup da Allah onun ruhunu Kendisine (Allah’a) ulaştırdığı zaman, bu kişi 3. defa mutluluğu yaşayacaktır. Onun bu muhtevasında 7 tane gök katını aşması, ruhunun Allah’a ulaşması söz konusudur. Bu ulaşma ise o kişinin 3. kat cennete ulaşmasını ifade eder.
• Allah’a ulaşmayı dileyen kişi 1. kat cennetin sahibidir.
• Mürşidine ulaşıp tâbiiyetini 14. basamakta sağlayan kişi 2. kat cennetin sahibidir.
• Ruhunu hayattayken Allah’ın ulaştırdığı kişi -kendi ulaştırmamıştır, Allah ulaştırmıştır ama ona rağmen- 3. kat cennetin sahibidir.
Niçin? Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Bu dileğin sahibi olmak Allah için yeterlidir. Kuluna 3. kat cenneti nasip kılar. Nefsinin kalbi %51 nurlarla dolduğu için de dünya mutluluğunun yarısı o kişiye Allahû Tealâ tarafından hediye olarak verilmiştir. Bu kişi bir ömür boyu hüviyetini muhafaza etse yani yaklaşık 37 bin zikir -diyelim ki 3 saatte bu işi geçekleştiriyor- 3 saat zikrini bir ömür boyu devam ettirse hep dünya mutluluğunun yarısını yaşar ve gideceği yer de kıyâmetten sonra mutlaka 3. kat cennet olur. Allahû Tealâ bunu bütün insanlara bedavadan sağlıyor. Sadece bir dilekle! O kişi Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Dilemişse bunları Allahû Tealâ burada söylediği gibi bir bir gerçekleştiriyor.
Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R