SOHBETİN ADI: RUH NEDİR?
TARİH: 01.09.2008
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir Ramazan sohbetinde birlikteyiz. Ramazanın ilk sohbeti: Ruh nedir?
Sevgili kardeşlerim! Ruh, Allah’ın ruhudur. Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
“ve nefeha fîhi min rûhihî”
“ve nefeha: O üfürdü
fîhi: Onun (Âdem (A.S)’ın) içine
min: -den eki
rûhihî: O’nun ruhundan, Kendi ruhundan üfürdü.” diyor.
Allah, insanın içine Kendi ruhundan üfürdüğünü söylüyor. Sevgili kardeşlerim! İşte, ruh (Allah’ın ruhu), hepimizde bir emanettir. Hepimiz, bir emanetin sahibiyiz. Doğar doğmaz, Allahû Tealâ bütün insanların burnundan, insanların içine ruhundan üfürür ve ruh (üfürülen ruh), derhal o insanın bütün vücuduna yayılarak, bütün vücudu kaplayarak, o vücudun tam olarak şeklini alır. Öyleyse, her insana üfürülen ruh, o insanın hüviyetinde yerleşir o vücuda ve o ruhu gören kişi, o kişiyi görmüş olur. Ruh, o kişinin tam bir benzeridir artık.
Nefs için de aynı şey söylenebilir. Nefs de görüntü itibari ile fizik vücudumuzun aynıdır. Ama ruh ile nefs arasında büyük farklılık vardır. Çünkü nefs, bir yaratıktır. Fizik vücut; o da bir yaratıktır. Allahû Tealâ nefsi de fizik vücudu da yaratmıştır. Ama ruh, Allah’ın ruhudur. Allah ile birlikte hep var olmuştur.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Ruh, son derece önemli bir muhteva taşır insanlar için. Çünkü hidayet, Allah’a ait olan ruhun, biz insanlar tarafından Allah'a iade ve teslim edilmesidir.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Allah emanetleri, o emanetlerin sahibine teslim etmenizi emreder.” Öyleyse, sadece ruh emanet değil. Kime, kimden bir şeyi emanet aldıysanız, o emaneti, o emanetin sahibine teslim etmekle mükellefsiniz.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bütün insanlar, doğduktan sonra bir emanetin sahibi olurlar. Allahû Tealâ, doğar doğmaz o kişinin içine ruhundan üfürür.
Öyleyse, “Ruh nedir?” sualinin cevabı: “Sadece ruh, Allah’ın ruhudur.” şeklinde tecelli eder. Öyle bir varlıktır ki; kimin vücuduna girerse, derhal saçının her teline kadar o kişinin şeklini alır, vücudunun her zerresine ulaşır, onu tamamen doldurur. Başka insanlar o kişinin ruhunu gördükleri zaman, tam olarak hangi yaşta ise, o yaşın hüviyetinde tam olarak onu görürler.
Ruh ile fizik vücut arasında görüntü açısından bir farklılık yoktur ama muhteva açısından çok farklılık vardır. Fizik vücudumuz, zahirî âlemin bir parçasıdır. Yani, bu âlemde (içinde bulunduğumuz bu âlemde) bir boyuta sahiptir; yükseklik, genişlik, derinlik, bir ağırlığa sahiptir ve fizik vücudumuz ruh emanetiyle birlikte hayatını devam ettirebilir. Ölünce, ruh vücuttan ayrılarak Azrail (A.S) ve O’nun yardımcıları vasıtasıyla 7 tane gök katını aşar ve Allah’ın katında, Allah’ın Zat’ına ulaşır ve Allah’ın Zat’ın da yok olur. Bu fenâfillâh olmaktır.
İşte, ruhun Allah'a ulaşıp Allah’ın Zat’ında yok olması iki ayrı şekilde tecelli eder. Birisi; ölümle ruhun vücuttan ayrılması ve Allah’ın Zat’ına ulaşmasıdır. Orada vazifeli melek Azrail (A.S)’dır ve O’nun yardımcıları vardır. Hepsi beraber ölüm haline ulaşan kişinin ruhunu (ki o bir emanettir) alarak sahibine (Allah'a) teslim etmek üzere yükselirler. Allah'ın Zat'ına ulaşırlar, Allah'ın Zat'ında ruh yok olur. Allah'ın Zat'ında fâni olmak, yok olmak olayıdır bu.
Sonra ne olur? O kişi bu hedefe iki şekilde ulaşabileceğinden, iki şekilde farklı sonuçlar yer alır. Bir tanesinde; kişinin hayatı sona ermiştir, kişi ölmüştür. Öldüyse, ruhu Allah'a ulaşacak, Allah'ın Zat'ında yok olacaktır.
Bir ruhun, Allah’ın katına o kişi hayattayken yükselmesi, Allah'ın Zat'ına ulaşması, Allah'ın Zat'ında yok olması; tekrar çıkmasına, Allah'ın Zat'ından ayrılmasına ve kendisine verilen bir tahta yerleşmesine zemin hazırlar. Orada, İndi İlâhi’de yerden yüksekte bulunan, arşı tutan meleklerin taşıdığı tahtlar söz konusudur. Onların da herbirine Allah’ın bir velîsi, evliyası yerleşir.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’ın ruhu sonsuzdur. Dünya üzerinde, diyelim ki on milyar insan var. Herbirinin içinde, doğarken Allah’ın herbirine üfürdüğü ruh var. Öyleyse, Allah’ın ruhu bir sonsuz seyir takip eder, tükenmez. İnsanların sayısı milyar değil trilyon olsa, trilyar olsa, sonsuz sayıda trilyon olsa; Allah için netice hiç değişmez. Allah için son yoktur! Sonsuzluk vardır.
Sevgili kardeşlerim! Hepiniz vazifelisiniz, ruhunuzu hayatta iken Allah'a ulaştırmaya. Çünkü Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Üzerine azap gelmeden önce.” Azap ne zaman gelir bir insan üzerine? Kıyâmetten sonra. Kıyâmet koptuktan sonra kişinin cehenneme girmesi söz konusuysa yani günahları sevaplarından fazlaysa, o kişi cehenneme girer. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
“Kimin kıyâmet günü yapılan tartıda günahları ağır basarsa, o kişinin gideceği yer ateştir ve orada ebediyyen kalır. Kimin de sevap tartıları ağır basarsa, onun gideceği yer cennettir; o da orada ebediyyen kalır.” buyuruyor Allahû Tealâ. Şu da bir vaka ki; hiçbir zaman, cehenneme giren bir insanın cehennemden çıkması, günahlarının kefaretini cehennemde kalarak ödedikten sonra cehennemden çıkması ve cennete girmesi, hiçbir şekilde Kur'ân-ı Kerim'de yer almamaktadır.
Biliyorsunuz ki; İslâm’ın içine sokulan hurafeleri, Kur'ân’a ters düşen bütün yanlışlıkları, bu güne kadar tek tek açıkladık. 49 tane âyet-i kerime Kur'ân-ı Kerim'de, cehenneme giren bir kişinin, cehennemden çıkmasının mümkün olmadığını söylüyor. Ve Kur'ân-ı Kerim’de hiçbir âyet-i kerime, cehenneme giren bir insanın, cehennemden çıkarak cennete gireceğine dair hiçbir işaret taşımıyor.
O zaman sırat köprüsü ne oluyor? Hani bir sırat köprüsü varmış, üzerinden insanlar ya yürüyerek ya koşarak ya da uçarak geçermiş. Köprüyü geçebilen cennete gidermiş, geçemeyen düşermiş. Aşağıda da cehennem varmış, onlar cehenneme gidermişmiş.
Sevgili kardeşlerim! İnsanların zihinlerini öylesine safsatalar doldurmuş ki; hakikatlere yer kalmamış. Bir defa, Allah ile olan ilişkilerinizde şunu bileceksiniz ki; bir insan eğer cehenneme girmişse, oradan çıkıp da cennete girmesi mümkün değildir. Bir insan eğer cennete girmişse, oradan çıkıp da cehenneme girmesi, o da mümkün değildir.
Herşeyden evvel, cehennem fizik vücutlar için maddedir; cennet bu bapta farklılık taşır. Bir başka ifadeyle; cennete girecek insanların fizik vücutları için, cehennem bir görüntüden ibarettir. Cehenneme gireceklerin fizik vücutları için, cennet bir görüntüden ibarettir ama cehenneme girenler hiçbir zaman cenneti göremezler. Cehenneme girerler ve orada kalırlar ama cennettekiler cehenneme uğrayıp; oradaki insanların korkunç akıbetlerini, nasıl cezalandırıldıklarını, nasıl ateşler içinde yakıldıklarını, onlara nasıl işkence edildiğini bir bir görürler. Ama cehennemin, o yaklaşık 12 metre yüksekliğindeki şeffaf duvarlarından içeriye uçarak giren bütün cennetlikler için onlar sadece birer görüntüdür.
Cehennemdekiler de cennetlikleri görürler; oraya gelip de kendilerini seyrettiklerini. Ama onlar için de, cennetlikler birer görüntüdürler. Ayrı fizik vücut statüsündedirler. Cehenneme girenler de cennetlikler gibi 10-12 metre yüksekliğindeki şeffaf duvarlardan uçarak (o aslında bir duvar ama bir kapı hüviyetini taşıyor cennetlikler için) giremezler. Neden? Çünkü sadece bir görüntüdür. Ama cehennemlikler de oradan uçarak içeri girmek istedikleri zaman; bir defa, uçamadıklarını görürler. İkincisi; duvara girip de oradan geçmek istedikleri zaman, sadece kafalarını duvara vururlar.
Öyleyse, cehennemlikler için durum ne? Cehennemin kapısına ulaşmak. O kapı, bu fizik dünyadaki normal kapılar gibi, yalnız yerden biraz yüksek. Neden yüksek? Çünkü cehennemlikler, cehennemin kapısından içeri girerken mutlaka burunlarının yere sürülmesi gerekir. “Burnu sürtülsün diye… İşte böyle insanın burnu sürtülür.” diye laflar dolaşır ya; işte o, oradaki olayı anlatır.
Cehenneme girecek olan kişi, -cehennemde ebediyyen kalmak üzere- cehennemde ceza çekecek olan kişi için cehennemin kapısı fiziktir. Yani yerden bir miktar kaldırılır (herkesin başının durumuna göre), o kişi başı yere sürtünerek geçer kapının altından.
Sevgili kardeşlerim! “Burnu sürtülmek” buradan gelir. Kapı, o kişinin mutlaka burunları yere sürtecek kadar yükseltilir, daha fazla yükseltilmez. Kişi, burnu yere sürtülerek, sürünerek girer cehenneme ve orada her türlü işkenceyi yaşayacaktır.
Allahû Tealâ’nın işkenceleri tarif etmesi, Kur'ân-ı Kerim'de ayrı bir hüviyet taşır. Allahû Tealâ bukağılardan, o insanların alevlerin içine atılmasından ve orada yandıktan sonra, tekrar vücuda getirildiğinden ve tekrar tekrar yanmasından bahsediyor. Cehennem ateşinde yanmak, hiç bitmeyen, sonsuza kadar uzanan bir çiledir.
Öbür taraftan, Allah’ın dostlarına, cennette olanlara bakıyoruz; onlar her türlü meyveyi yiyebilecek olan, Allah’ın kendilerine nasip kıldığı en güzel içkileri, her türlü meyve sularını içebilecek olan, birbirleriyle devamlı sohbette olan, gölgeliklerde kendilerine kurulan tahtlar üzerinde oturan mutlu insanlar oluyor ve yaşantıları sonsuza kadar sürüyor.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; Allahû Tealâ bize bunları öğretti. Hepinize, doğar doğmaz Allah’ın ruhu üfürüldü. “Bu ruh, insana hayat verir.” diye bir iddia ortaya çıkmış. Ruh vücuttan ayrılırsa, insanlar ölür zannedilmiş ve de uzun süreler buna inanmış insanlar. İslâm âleminden bahsediyoruz. Sonuç ne olmuş? İnsan ruhunun, vücuttan ayrılarak Allah'a ulaşması bir ölüm işareti sayıldığı için, böyle bir şeye teşebbüs edenlerin sayısı adım adım azalmış ve de insanlar samimiyetle ruhun vücuttan ayrılması halinde insanın öleceğine inandırılmış.
Sevgili kardeşlerim! Bir İslâm yaşayışı, yaşantısı düşünün ki; herşey yanlış. İşte, İslâm’ın 5 şartıyla insanların cehenneme gireceğini, cehennemde bir süre kalacağını ve de cehennemden çıkıp cennete gireceğini zannediyor insanlar. İslam’ın 5 şartı; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek.
Demişler ki: “Bir orta yol vardır, bir ifrat vardır. Bu orta yolun ötesi ifrattır. Sen sadece namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, zekât vereceksin, hacca gideceksin, kelime-i şahadet getireceksin. Bunları yaptın mı? Bu İslâm’ın 5 şartını yerine getiren kişi mutlaka cennete gider.”
Hiç kimse İslâm’ın 5 şartı ile cennete giremez. Allahû Tealâ, cennete sadece takva sahiplerinin girdiklerini söylüyor.
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
“Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin: Cennet, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı.” Sevgili kardeşlerim! Cennetin takva sahiplerine yaklaştırılması söz konusu ve şöyle devam ediyor:
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
Hâzâ: işte, işte bu
mâ: şey
tûadûne: vaad edildiğiniz şey, işte bu.
li kulli evvâbin hafîz: bütün evvâb olanlar ve bütün hafîz olanlar için.
Kimdir hafîz? Başının üzerinde, mürşide tâbî olduğu cihetle devrin imamının ruhu gelerek, önden arkaya uzanır bir şekilde yer aldığı herkes, muhafaza altına alınmıştır, hafîzdir. Mahfuz haldedir, korunmuş haldedir.
Evvâb ise; meaba sığınmış demek. Meab; Allah’ın Zat’ıdır. Kimin ruhu vücudundan ayrılmışsa, 7 tane gök katını aşmışsa, 7. katta 7 tane âlem geçmişse;
1. âlem: Kader hücreleri
2. âlem: Ümmülkitap
3. âlem: Kudret denizi
Herkes kendi hayatının o gününden 7. gök katına çıkar ve kendi hayat filminin bir sonraki günü, önündeki altıgen kader hücresindedir. Ondan sonraki günü de orada vardır, daha sonraki günü de vardır. Kıyâmete kadar yaşayacak olan bütün insanlar için, hepsinin yaşadıkları bütün günler orada hazırdır. Allahû Tealâ bazılarına müsaade eder; onlar bir sonraki güne, daha sonraki güne, daha sonraki güne ve Allah’ın uygun gördüğü gelecekteki bütün günlere girebilirler. O gün orada neler olduğunu görebilirler. Ve de Allahû Tealâ başkalarına söylemesi için emir verirse ancak, başkalarına da söylerler. O zaman da söyledikleri mutlaka gerçekleşir. Allah'tan müsaade alınmadıkça, hiçbir zaman gelecekte olanların bildirilmesi söz konusu olmaz.
Sevgili kardeşlerim! Öyleyse ölüm neyi ifade eder? Ölüm, Azrail (A.S)’ın ve O’nun yardımcılarının gelmesi ve o kişiyi öldürmesi olayıdır. O kişinin hayatı orada sona erer. Sona ererse ne olur? Sona ererse, o kişi için bir yeni dizayn oluşur. O kişinin ruhunu Azrail (A.S) aldığında, fizik vücut bir ölüdür ve bu ölü fizik vücut, nefs için bir sığınak değildir artık, nefs için de bir görüntüdür. Ruh ise Azrail (A.S)’a ulaşmış, Azrail (A.S) onu, Allah’ın Zat’ına ulaştırmak üzere yukarı çıkarmıştır.
Bu ölüm olayında, çok farklı bir hüviyet yaşanır. O kişinin ruhu, fizik vücuduna ve nefsine örtüdür o kişi hayatta iken ve ruh, fizik vücut ve nefs birarada gayet güzel bir üçlü oluştururlar. Her gece nefs, gerçek uykuya kişi yattığı zaman (gerçek uykuya ulaştığı zaman yani), fizik vücut artık nefsin yaptıklarını, bir dizayn içerisinde nefse bıraktığı zaman, fizik vücudun devir sayısı ve nefsin devir sayısı birbirine yaklaşır, eşit olduğu anda nefs fizik vücudu terk eder. Tekrar döndüğünde aynı olay olur. Fizik vücudun devir sayısı düşer, nefsin devir sayısı artar ve aynı noktada gene bir beraberlik olur. Beraberliğin oluştuğu anda, nefs tekrar fizik vücudun içine girer.
Nefs, kendi âleminde yani berzah âleminde fiziktir. Ne zaman kendinizi, rüyanızda başka insanlarla konuşurken, onları kucaklarken, fizik olduklarını hissederek bir rüya yaşıyorsanız, o sizin nefsinizdir ve nefsinizin fizik âlemi olan berzah âlemindesinizdir. Ama ne zaman insanlar göreceksiniz, onlar kendi aralarında konuşacaklar, bir âlemde yaşayacaksınız; evler, kahveler… Herşey, o insanların standartlarında var ama kimse sizi görmüyor, kimse sizi bağırsanız da sesinizi işitmiyor. Ve evlerin bir duvarından girebiliyorsunuz, öbür tarafından çıkabiliyorsunuz, hem de uçarak. İşte, o zaman siz zahirî âlemdesiniz. Berzah âleminde olsaydınız, herşey sizin için fizik olacaktı. Bir duvarın içinden geçmeniz mümkün olmayacaktı, insanlar ile konuşabilecektiniz. Görecektiniz ki; sizden evvel ölmüş olanların hepsi yaşamaya devam ediyor.
Ölüm, bu dünyaya ait geçici bir olaydır sevgili kardeşlerim! Bu dünya fizik vücutla yaşanır. Allahû Tealâ bu dünyada yaşayabilmek için, fizik vücutla bizi (ruhumuzu) vücutlandırmış. Ruhumuzun hüviyetinde bir fizik vücut Allahû Tealâ bize nasip kılmış. Ve fizik vücudumuz zahirî âlemin bir parçasıdır. Berzah âlemi nefsimizin bir parçası, emr âlemi ise ruhumuzun bir parçasıdır. Daha doğru bir ifadeyle; ruhumuz emr âleminin, nefsimiz berzah âleminin, fizik vücudumuz zahirî âlemin bir parçasıdır.
Öyleyse, ruh dediğimiz zaman bileceğiz ki; ruh Allahû Tealâ’nın ruhudur. İnsan, kâinatın en büyük şerefinin sahibidir ki; Allah’ın ruhu sadece insan adı verilen bu mahlûka üfürülmüştür; Âdem (A.S)’a. Âdem (A.S)’dan da, Âdem (A.S)’a ve Havva anamıza.
Sevgili kardeşlerim! İnsan için, şu dünya hayatını yaşarken bütün güzelliklere sahip olmak var. İnsan için, Allah’ın mutluluk adını verdiği dizaynı yaşamak var. Hiç kimse, Allah'a mülâki olmayı dilemeden manevî güzelliklerini yaşayamaz. Nefs tezkiyesi yapmak, nefsin kalbinin %51’nin (7 defa %7 %49 eder, 2 de daha ilâve ederseniz; %2 rahmet nuru, %49 fazl nuru olarak) mürşide tâbiiyetten sonra nurla yarı yarıya dolmadıkça, nefsinizi tezkiye edemezsiniz. Nefsinizin kalbi tamamen nurla dolmadıkça, nefsinizi tasfiye edemezsiniz.
Öyleyse, nefsin tezkiyesi ve tasfiyesi neyi sağlar? Nefsin tezkiyesi, ruhunuzun hayatta iken Allah'a ulaşmasını sağlar; bu, ruhun teslimidir. Fizik vücudunuzun teslimi için; günün %80’den fazlasını zikirle geçirmeniz lâzım. Kim, her günün %80’den fazlasını zikretmekle geçirmeyi başarırsa; o kişi için, fizik vücudun Allah'a teslimi söz konusu olur. Bu dik yokuştur.
Çünkü bir insan, ruhunu Allah'a ulaştırmak konusunda sadece bir tek şey yapar; Allah'a ulaşmayı diler, geri kalanını da Allah yapar. Allah, o kişinin ruhunu 1. kata, 2. kata, 3., 4., 5., 6., 7. katlara çıkarır. 7. katta zikir hücrelerinde zikrini tamamladıktan sonra, Sidretül Münteha’ya ulaştırır, oradan dikey bir yolculukla Kendi Zat'ına ulaşmasını sağlar ve ruh Allah’ın Zat’ında yok olur; fenâfillah olur. Sonra da vücuttan tekrar çıkar; bekâbillah makamıdır. Allah ile birlikte baki olur. Ruh, artık Allah’ın katında bir taht sahibidir. Orada çok sayıda taht göreceksiniz. Bir gün, Allahû Tealâ size İndi İlâhi’yi gösterirse, devrin imamını göreceksiniz, arkasındakileri göreceksiniz. Ve sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Mutluluğu yaşayacaksınız!
Bir insanın nefsinin kalbinde 7 defa %7 fazl birikimi, başlangıçtaki gibi %2 rahmet birikimiyle beraber %51 eder; bu noktadaki kişi, herbir %7 fazl birikiminde ruhu bir gök katını aşmış olabilen bir insandır, 7. kata çıkmıştır. 7 tane âlem geçecektir. Kader hücrelerini, ümmülkitabı, kudret denizini, Makam-ı Mahmud’u, Divan-ı Salihîn’i birer birer geçecektir, zikir hücrelerine ulaşacaktır. Zikir hücrelerinde, bu ruh zikrini tamamlayacaktır. Ancak ondan sonra Sidretül Münteha’ya ulaşacaktır. O ağacın, altından yukarıya doğru dikey bir yükselmeyle Allah'ın Zat'ına ulaşacaktır. Allah’ın Zat’ında fâni olacaktır.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
İmam İskender Ali M İ H R