}
Bakara Suresi 6. Âyet-i Kerime (Âyetlerin Sırları) 03.10.2008
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 112566





SOHBETİN ADI: ÂYETLERİN SIRLARI (Bakara - 6 ve 7)
TARİHİ: 03.10.2008

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz; âyetlerin sırları. Sizlere Bakara Suresinin 6. ve 7. âyetlerinden bahsetmek istiyoruz.

Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).

Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.


Allahû Tealâ Bakara Suresinin 6. âyet-i kerimesinde diyor ki:

inne: Muhakkak.
ellezîne: O kimseler ki, onlar.
keferû: İnkâr ettiler.
sevâun: Eşittir, birdir.
aleyhim: Onlara, onlar için.
e: Mı.
enzerte-hum: Onları uyardın.
em: Yoksa, veya.
lem tunzir-hum: Onları uyarmadın.
lâ yu'minûne: Âmenû olmazlar (Allah'a ulaşmayı dilemezler).

Bakara Suresinin bir sonraki âyet-i kerimesi (7. âyet-i kerimesi):

hateme: Mühürledi.
allâhu: Allah.
(hatemallâhu: Allah, mühürledi.)

Hatem; hem “hitam bulmak” hem de “mühürlemek” anlamına geliyor. “hitam” kelimesi de “hatem” kelimesi de 3 ana harften oluşuyor. Birisinde ‘i’ var, birisinde ‘e’ var. ‘T’ ile ‘m’ aynı harf.

hatemallâhu: Allah mühürledi.
alâ: Üzerine.
kulûbi-him: Onların kalpleri.

“Onların kalpleri üzerine Allah mühürlemiştir; kalplerinin üzerine mühür vurmuştur.”

ve: Ve.
alâ: Üzerine.
sem'ı-him: Onların işitme hassası.
(ve alâ sem’ıhim: Ve onların sem'î hassası; işitme hassası üzerine.)

ve: Ve.
alâ: Üzerine.
ebsâri-him: Onların görme hassası.
(ve alâ ebsâri-him: Ve onların basar etme (görme) hassası üzerine.)
gışâvetun: Perde.

“Onların basar hassalarının üzerine gışavet isimli bir perde çekti.”

ve: Ve.
lehum: Onlarındır, onlar için vardır.
azâbun: Bir azap.
azîmun: Azîm, büyük.
(ve lehum azâbun azîm: Ve onlar için, azîm bir azap vardır.)

Öyleyse ne demek istiyor Allahû Tealâ? “Onlar muhakkak ki kâfirdirler.” Kâfir olmak, Allah’a inanmamak istikametinde bir mânâ taşıyor. Ama burada söz konusu olan, onların mü’min olmak konusunu işitmemeleridir. Kendilerine tebliğ yapıldığı halde; “Allah’a ulaşmayı dile ve böylece Allah’a ulaşmayı dileyen yani kurtuluşa ulaşacak olan bir mü’min ol!” davetine uymayan insanlar söz konusu.

Ne demek istiyoruz? Bir insan Allah’a inanırsa o, mü’mindir. Allah’a inanan herkes mü’mindir. Birçok Allah’ın hakikatlerini bilmeyen insanlar zannederler ki: “İnsan, Allah’a inanmışsa, mü’min olmuşsa bir süre cehennemde kavrulduktan sonra oradan çıkacak, mutlaka cennete girecektir.”

Sevgili kardeşlerim! Evvelâ cehenneme giren bir insanın; cehennemde yanmak üzere cehennemi hak eden bir insanın, cehennemden çıkıp da cennete girmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerim’de 53 tane âyet-i kerime, cehenneme giren bir kişinin bir daha cehennemden çıkmasının mümkün olmadığını söylüyor ve Kur’ân-ı Kerim boyunca cehenneme giren bir insanın oradan çıkıp da cennete gireceğine dair hiçbir âyet-i kerime mevcut değil. Bugüne kadar hiç kimse böyle bir âyet-i kerimeyi bize gösteremedi. Çünkü yok.

Bildiğiniz gibi 19 ciltlik bir Kur’ân tefsirimiz var; 8500 küsur sayfa. Her âyeti, A’dan Z’ye kadar, ciciği ciciğine kadar inceledik ve hepsinin hangi anlamlara geldiğini, lâfzının ötesindeki ruhunu hep Allah’tan sorarak yürüdük o Kur’ân-ı Kerim tefsirinde.

Öyleyse böyle bir dizaynda ne gördük? Kur’ân-ı Kerim’de 2 tür mü’min var:

Allah’a ulaşmayı dilemeyen ama Allah’a inananlar: Onların Allah’a inanmaları, onları kurtarmıyor. Allahû Tealâ: “O kâfirlere kıyâmet günü îmânları (Allah’a inanmaları) fayda vermedi.” diyor.

32/SECDE-29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).

De ki: "Fetih günü, kâfir olanlara (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları bir fayda vermez ve onlara süre verilmez."


Allah’a inanmışlar adamlar ama Allahû Tealâ onlara “mü’min” demiyor, “kâfir” diyor. “O kâfirlere kıyâmet günü îmânları fayda vermedi.” Lugât mânâsına baktığımız zaman mü’min; “îmân eden” demektir. Îmân etmişler, Allah’a inanıyorlar ama Allahû Tealâ onlar için “mü’min” kelimesini kullanmıyor. Allah’a inanıyorlar ama “kâfir” diyor.

Sevgili kardeşlerim! Allah’a kuru kuruya îmân etmek, “Allah vardır.” demek, bir insanı cehennemden kurtarmaz. İnsanların çok büyük bir kısmı Allah’a inanıyor. Ama bu, onların cehennemden kurtulması için bir sebep teşkil edemez. Allah’a inanmak, kimseyi cehennemden kurtaramaz. Bir insanın cehennemden kurtulabilmesi bir dileğine bağlıdır. Allah’a inanan bir kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir. Kim, Allah’a ulaşmayı dilerse, sadece o Allah’a ulaşmayı dileyenler, onlar cehennemden kurtulurlar ve 1. kat cennetin sahibi olurlar. Bu insanlar, mutlaka Allah tarafından mürşidlerine ulaştırılacaklar, tâbiiyetlerini gerçekleştireceklerdir. O zaman bu insanlar 2. kat cennetin sahibi olurlar. Sonra da Allahû Tealâ onların ruhlarını 7 tane gök katından aşırıp, 7. katta 7 tane âlemden geçirip Sidretül Münteha’ya ulaştırır. Sidretül Münteha’dan dikey bir yolculukla ruhların, Allah’ın Zat’ına ulaşmaları, Allah’ın Zat’ında yok olmaları söz konusudur. Nereden gelmişlerdi? Allah’tan gelmişlerdi. Ne diyordu Allahû Tealâ? Bir defa daha söyleyelim Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesini.

“ve nefeha fîhi min rûhihî: Onun (insanın) içine ruhumdan üfürdüm.” diyor Allahû Tealâ.

Sevgili kardeşlerim! Burada, Allahû Tealâ’nın “Kâfirdirler, onlar mü’min olmazlar.” dediği kişiler, Allah’a inanmayan değil, Allah’a inanan fakat Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlardır. İşte Allahû Tealâ’nın “kâfirdirler” dediği insanlar, bunlardan bir kısmı. Allah’a inanıyorlar ama yine kâfirdirler. Mü’min olabilmeleri için aslî ifadesi ile “hak mü’min” olabilmeleri için mutlaka Allah’a ruhlarını hayattayken ulaştırmayı dilemeleri gerekiyor. Kim, ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemezse o, hak mü’min olamaz. Allah’a inanabilir, Allah’a inanıyor diye Allah’a ulaşmayı dilemeden cennete girmesi mümkün değildir. Takva sahibi olanlar, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. İfade gayet açık.

Allahû Tealâ Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).

O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


“Allah’a yönel (Allah’a ulaşmayı dile)!”

Allah’a yönelmek, münîb olmak, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allahû Tealâ: “Münîb olanları, Bana ulaşmayı dileyenleri Kendime ulaştırırım.” diyor. İşte Allah’a ruhlarını ulaştırabilenler, O’na ulaşmayı dileyen yani münîb olanlardır. Onların dışındakilere “Hayır!” diyor, Allahû Tealâ.

Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesi:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).

Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


“Allah, dalâlette olanları bırakır.”

Başlangıçta herkes dalâlettedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) için Allahû Tealâ diyor ki: “Seni, dalâlette bulup da hidayete erdirmedik mi?”

93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.

Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.


Gayet normal. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insan, bunu bilmediği sürece dileyemez, dilemediği sürece de dalâlettedir. Hz. Musa için de aynı şey söz konusu. “Sen bir cinayet işledin.” dedikleri zaman, “Evet, ben o cinayeti işledim ama o zaman ben dalâletteydim.” diyor.

Sevgili kardeşlerim! Öyleyse kâfir olmanın standartlarına baktığımız zaman kişi Allah’a inanır ama Allah’a ulaşmayı dilemez. Dilemezse o, cehenneme gidecek olan bir mü’mindir. Onun bir kâfirden farkı yoktur. Allahû Tealâ: “O kâfirlere kıyâmet günü Allah’a olan îmânları fayda vermedi.” diyor. Onlar Allah’a îmân ediyorlar ama îmânları onlara fayda sağlamıyor, onları cehennemden kurtarmıyor. Allahû Tealâ Bakara-6’da işte böyle olan kâfirlerden bahsediyor.

innellezîne: Muhakkak ki onlar.
keferû: Kâfirdirler.

İşte bu kâfirler, Allah’a ulaşmayı dilemeyen kâfirlerdir. Allahû Tealâ, böyle bir dilek olsa onları küfürden nura ulaştıracak. Ama bunlar Allah’a ulaşmayı dilemeyen kâfirlerdir. Bakara-6’da; “Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir.” diyor.

Dikkat edin! “Allah’a ulaşmayı dile! Eğer dilemezsen senin gideceğin yer cehennemdir. Cehenneme gitmek istemiyorsan, mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemen lâzım, dilemelisin.” diyenlere, bu insanlar negatif istikamette bakıyorlar, onların söylediklerini dikkate almıyorlar, Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. O zaman kıyâmet günü onlar “kâfirler” olarak geçiyorlar. Allahû Tealâ Secde-29’da “O kâfirlere kıyâmet günü îmânları fayda vermedi.” diyor. Îmân etmiş, îmân ettiğine göre mü’min ama bu mü’min hak mü’min değil.

Bir Allah’a inanan kişi var; ama Allah’a ulaşmayı dilememiş, o da mü’mindir. Bir Allah’a inanan mü’min var; ama Allah’a ulaşmayı dilemiş, o da mü’mindir. Ama ikincisi yani Allah’a ulaşmayı dilemiş olan kişi hak mü’mindir. Çünkü Hakk’a ulaşmanın üzerine farz olduğunun idrakinde olan birisidir o ve bu sebeple Allah’a ulaşmayı dilemiş birisidir.

Peki, o kâfir olan, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin durumu ne? Allahû Tealâ: “Onları ikaz etsen de…” diyor. Neyle ikaz etsen de? “Allah’a ulaşmayı dile! Yoksa Allah’a olan îmânın seni kurtaramaz. Gideceğin yer cehennemdir.” tarzında ikaz edilmiş onlar. Ama buna rağmen hiç değişmemişler, Allah’a ulaşmayı dilememişler. Yine “Biz Allah’a inanıyoruz, öyleyse mü’miniz. Cehennemde biraz yandıktan sonra cennete gideceğiz.” inancının sahibi olarak görünüyor insanlar. Allahû Tealâ: “Onlar, mü’min olmazlar.” diyor. Buradaki “mü’min olmazlar” sözü, Allah’a ulaşmayı dileyen bir mü’min olmadıklarını ifade ediyor.

Allahû Tealâ Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde diyor ki:

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Ey âmenû olanlar (Allah’a inananlar)! Allah’a ulaşmayı dileyin ki; Allah size furkanlar versin ve günahlarınızı örtsün.”

Bir kişi Allah’a inanır; mü’min’dir. Ama Allah’a ulaşmayı dilemeden (ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemeden) hak mü’min olamaz. O kişi sadece mü’mindir. Onun hak mü’min olabilmesi, mutlak olarak Allah’a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Kendisine, Allahû Tealâ’nın bir ruh verdiğini, o ruhu Allah’a geri döndürmesinin üzerine defaatle farz kılındığını biliyor kişi. İşte Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesi bunu söylüyor.

munîbîne ileyhi: O’na yönel (O’na ulaşmayı dile).
vettekûhu: ve böylece (Allah’a ulaşmayı dile) O’na karşı takva sahibi ol. Yani sen takva sahibi değilsin.

“Allah’a ulaşmayı dile ve O’na karşı takva sahibi ol! Böylece (Allah’a ulaşmayı dileyerek) müşriklerden olma, şirkte kalma. Şirkte kalanların hepsi cehenneme gidecektir.”

Şimdi şirkin mahiyetine bakıyoruz. Bir sonraki âyet; Rûm Suresinin 32. âyet-i kerimesi.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).

(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.


“O müşriklerden olma ki; onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”

İşte bunlar, gizli şirkte olanlardır. Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için takva sahibi olamamış ve şirkte kalmışlar. Son derece açık ifade! Sadece Allah’a ulaşmayı dileyebilenler takva sahibi olurlar. Bir kişinin mü’min olması, eğer o kişi takva sahibi değilse onu cehennemden kurtaramaz. Yani Allah’a ulaşmayı dilememişse henüz takva sahibi değildir, o kişi şirktedir.

Herkes, başlangıçta Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insandır. Dilediği güne kadar da o kişi gizli şirktedir. Allah’a inanması, onu cehennemden kurtaramaz. Mü’minler cennete girer ama cennete girenler, iki çeşit mü’min’den hak mü’min olanlardır. Hak mü’min olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyip de bu iki âyet-i kerimeye göre şirkten (gizli şirkten) kurtulanlardır. Kim, Allah’a mülâki olmayı dilemezse onlar şirktedir (gizli şirktedirler). Onun için Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Ben, ümmetim için putlara tapmalarından (açık şirkten) korkmuyorum. Benim korktuğum gizli şirktir.” diyor.

Böylece o kişiler, Allah’a inandıkları halde hak mü’min olmazlar, olamazlar. Mü’min, “Allah’a inanan” demektir. Ama hak mü’min, Allah’a inananlardan Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Burada Bakara Suresinin 6. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Onlar, mümin olmazlar.” demekle, onların hak mü’min olmayacaklarını söylüyor. Allah’a ulaşmayı dilemeden hak mü’min olmayacaklarını söylüyor.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ikazı nasıl olmuş? “Allah’a ulaşmayı dileyin!” diyor. Sizde bir ruh var. O, Allah’ın ruhu. Onu Allah’a ulaştırmayı dilemeniz lâzım. Eğer dilemezseniz, mü’min olamazsınız. Allah’a inanırsanız; bu, lugât mânâsı itibariyle mü’min olmanızdır ama gerçek anlamda mü’min olamazsınız yani cehennemden kurtulan bir mü’min olamazsınız. Bir başka ifade ile hak mü’min olamazsınız.

Bakara Suresinin bir sonraki âyeti (7. âyet-i kerimesi):

hatemallâhu: Allah mühürledi.
alâ: Üzerine.
kulûbi-him: Onların kalpleri.

“Allah onların kalpleri üzerine bir mühür (perde) vurdu.”

ve: Ve.
alâ: Üzerine.
sem'ı-him: Onların işitme hassası.
(ve alâ sem’ıhim: Ve onların sem'î hassası; işitme hassası üzerine.)
ve: Ve.
alâ: Üzerine.
ebsâri-him: Onların görme hassası.
(ve alâ ebsâri-him: Ve onların basar etme (görme) hassası üzerine.)
gışâvetun: Perde.

“Onların görme (basar) hassalarının üzerine gışavet isimli bir perde çekti.”

Gışavet, gözlere Allah’ın çektiği perdenin adıdır. “Basar hassasının (görme hassalarının) üzerine gışavet isimli bir perde çekti.”

ve: Ve.
lehum: Onlarındır, onlar için vardır.
azâbun: Bir azap.
azîmun: Azîm, büyük.

“Azîm bir azap söz konusudur.”

Öyleyse 3 tane unsur: Görme, işitme ve idrak etme. Görme hassasının uzvu gözdür. İşitme hassasının uzvu kulaktır. İdrak etme hassasının uzvu kalptir. İşte Allahû Tealâ Bakara Suresinin 7. âyet-i kerimesinde: “Kalplerinin üzerini mühürledi.” diyor. “Kalp” geçiyor. Buradaki kalp, uzuv olan kalp değil. Buradaki “kalp” kelimesi, kalbin idrak etme hassasını ifade ediyor. Çünkü ondan sonra gelen: “ve alâ sem’ıhim: onların sem’î isimli işitme hassası…” Allahû Tealâ kalbi, uzuv olarak kullandığı zaman “kalp” kelimesini kullanıyor. Kalbin idrak etme hassasını kullandığı zaman yine “kalp” kelimesini “idrak etme” kelimesi istikâmetinde kullanıyor. İşitme hassası, idrak etme hassası ve görme hassası; Görme, işitme, idrak etme. “ve alâ ebsârihim gışâvetun: onların basar hassalarının (görme hassalarının) üzerine gışavet isimli bir perde çekti.” Basar etmek; görmek demektir. Öyleyse kalpleri mühürlüyor. Kulakları değil, işitme hassasını mühürlüyor ve gözlerin görme hassasının üzerine perde çekiyor, Allahû Tealâ.

Kim bu insanlar? Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Dilemediği sürece, böyle bir dileğin sahibi olmadığı sürece o kişinin görme hassalarının üzerinde, işitme hassalarının üzerinde ve idrak etme hassalarının üzerinde engeller vardır. Burada, Allahû Tealâ “hatem” kelimesini, “mühür” kelimesini kullanıyor. Onların idrak etme hassalarının ve işitme hassalarının üzerine Allahû Tealâ mühür vurduğunu söylüyor. Hem işitme hassasının üzerine mühür vuruyor hem de idrak etme hassasının üzerine mühür vuruyor. İkisi de hassa. Gözlerin görme hassasının üzerine de Allahû Tealâ perde çekiyor. Ne tür bir perde, ne tür bir engel? Bu perdeler ve engeller, irşad makamı ile o kişinin arasına Allah’ın koyduğu engellerdir. O kişi, irşad makamını gördüğü zaman onu herhangi bir insandan ayırt edemez. İrşad makamı, onun için herhangi bir insandır.

Sevgili kardeşlerim! Böyle bir istikamette, insanların bu muhteva içerisinde varabildikleri yer, onların hidayete eremediği bir noktadır. Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede, onların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini değil; görme, işitme ve idrak etme hassalarını engellediğini ifade ediyor. Ama eğer bu kişi Allah’ın Resûl'ü ile kavga etmiş olsaydı, onunla anlaşmazlığı oluşturan bir yanlışın içine girseydi, o zaman Allahû Tealâ’nın cephesinden, onların doğrudan doğruya görme uzvunun üzerine engel konacaktı. Gözlerine engel konacaktı, kulaklarına engel konacaktı ve kalbine engel konacaktı. Resûlün söylediklerini reddeden, onu açıkça gerçekleştirirken resûlle kavga edecek seviyeye gelen, tartışan, karşı çıkan insanlar için uzuvların örtülmesi söz konusudur. Allahû Tealâ onların gözleri üzerine engel koyuyor. Orada görme, işitme ve idrak etme hassalarının değil; gözlerin, kulakların ve kalbin üzerine Allahû Tealâ engel koyuyor. O uzuvlar üzerine engel koymasının arkasında, âyet-i kerimelere baktığımız zaman resûlle bir tartışmanın mevcut olduğunu, direkt olarak kişinin resûle karşı çıktığını, belki onu yaralayıcı sözler söylediğini oradan idrak ediyoruz. Böyle bir durumda Allahû Tealâ o kişinin gözlerine engel koyuyor, kulaklarına engel koyuyor ve kalbine de engel koyuyor.

Bir vakra var, bir ekinnet var, bir de bu engellerin muhtevası var. Bir insanın uzvu gözdür. Gözün görmesi, gözün görme hassasıdır. İnsanların işitme uzvu kulaktır. İşitme, kulağın hassasıdır. Kalp, idrak etme merkezidir. Kalp de bir uzuvdur, göz de uzuvdur, kulak da uzuvdur. Ama görme (basar), gözlerin hassasıdır, işitme (sem’î), kulakların hassasıdır, idrak, kalplerin hassasıdır. Allahû Tealâ Bakara Suresinin bu 6 ve 7. âyet-i kerimelerinde hassalardan bahsediyor. İsrâ Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimelerinde ise uzuvlardan bahsediyor.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).

O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Uzuvlardan da bahsetse, hassalarından da bahsetse insan için görebilmesi, işitebilmesi ve idrak edebilmesi söz konusudur. Elbette gözlere görebilmek için, kulaklara işitmek için ve kalbe idrak etmek için kişinin her zaman ihtiyacı vardır. Öyleyse böyle bir dizayn içerisindeki muhtevaya baktığımızda, o kişi için ister uzuvlar üzerine Allahû Tealâ engel koysun ister hassalar üzerine engel koysun, o kişi göremez, işitemez ve idrak edemez.

Bir insan normal şartlarda kendisine yapılan tebliğe karşılık vermeden onu kabul etmeyebilir. O zaman, onun hassaları üzerine engel konulur. Ama eğer bu kişi itiraz ederse, onun uzuvları üzerine engel konulur. Bu itiraz, bir kavgaya ulaşırsa, resûle kişi resmen karşı çıkarsa o zaman onun hem uzuvlarına hem de hassalarına engel konulur. Bu dizayn, insanlık tarihi boyunca böyle devam etmiştir, kıyâmete kadar da böyle devam edecektir. Allah’ın resûlleri her zaman Allah’tan aldıkları ilmi, bütün insanları uyarmak istikametinde kullanacaklardır. O ilme dayalı olarak konuşacaklardır. Bu devrede de bu ilmi Allah’tan alan biz konuşuyoruz.

Sevgili kardeşlerim! Bizi dinledikten sonra dîn âlimlerini dinlediğiniz zaman aradaki farkı anlamanız için bu söylediklerimizi idrak etmeniz lâzım. Onlar bilmiyorlar. Çünkü ilmi Kur’ân’dan almadılar. İlmi onlara Allah öğretmedi. Onlar kendi öğretmenlerinden aldılar, profesörlerinden, doçentlerinden aldılar. Onlar da, âlimlerin bugüne kadar yazdığı kitaplardan aldılar. O ilim, hiç kimseyi cehennemden kurtaramaz. İşte gözleri, kulakları ve kalpleri kapalı!

Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi hiçbir zaman cehennemden kurtulamaz. Sadece bir tek dilek, Allah’a ulaşmayı dilemek, o kişiyi mutlaka mürşidine ulaştırır, tâbiiyetini gerçekleştirir. Sonra da ruhunu mutlaka Allah’a ulaştırır. Bu neyi ifade eder?

Bu, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği zaman 1. kat cennetin sahibi olmasını ifade eder.

Bu kişi mutlaka hacet namazını kılıp mürşidini sorduktan sonra 14. basamakta mürşide ulaşacak ve tâbî olacaktır; tâbîyet 2. kat cenneti ifade eder.

Vücudundan ayrılan ruhu, kendisi ile beraber yola çıkanlarla birlikte Allah’a doğru seyri sülûk isimli yolculuğunu tamamlayacak, devrin imamının nezaretinde ruhu Allah’a ulaştığı zaman Allah’ın Zat’ında yok olacak, kişi 3. kat cennetin de sahibi olacaktır.

Bir dilek, Allah’a ulaşmayı dilemek ve 3 cennet… 3. katı da dahil olmak üzere cennet ve o kişinin nefsinin kalbi %51 nurla dolacağı için dünya mutluluğunun %51’i… Dünya mutluluğunun %51’i, cennet saadetinin 3. kat cenneti, Allah’a ulaşmayı dileyen herkese 7-8 aylık bir ömürleri varsa, Allahû Tealâ tarafından mutlaka onların ereceği bir ni’met olarak takdim edilir. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, mutlaka ruhunu Allah’ın Kendisine ulaştırdığını görecek, 3. kat cennettin sahibi olacak, nefsinin kalbi %51 nurlarla dolduğu için dünya mutluluğunun da %51’ini yaşayacaktır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.

İmam İskender Ali M İ H R