TARİHİ: 01.02.2013
Eûzubillahimineşşeytânirracîm Bismillahirrahmanirrahîm
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha, bir cuma günü Allahû Tealâ bizleri bir araya getirdi. Her cuma mü’minlerin bayramıdır. İşte bir bayram günü daha birlikteyiz. Her şeyden evvel, hepinizi çok ama çok sevdiğimizi belirtmek istiyoruz.
-Biz de sizi çok ama çok seviyoruz Efendimiz!
Ne diyordu Allahû Tealâ? “Seviniz!” diyordu. “Sevdiriniz!” diyordu. “Nefret etmeyiniz!” diyordu. “Nefret ettirmeyiniz!” diyordu. Öyleyse Allah’ın bu kanunlarını her zaman gerçekleştirmeye çalışacağız. Biz, kardeşlerimiz hep birbirlerini çok seven insanlar olmalı. Şu anda dünya üzerinde Allah’a en yakın kişi Biziz. Sizler de bizim etrafımızdaki birinci daireyi teşkil ettiğinize göre üstün bir pozisyondasınız. Bu güzelliği bir ömür boyu devam ettirin sevgili kardeşlerim! Bunun en güzel yolu sevmektir.
1. Severseniz sevilirsiniz.
2. Severseniz sevdiğinizi mutlu edersiniz.
Önemli mi? Çok önemli sevgili kardeşlerim! Hepinizin görevi, etrafınızdaki herkesi mutlu etmektir. “Mutlu et, mutlu ol.” kanunu burada en üstün seviyede geçerli olmalıdır. Çünkü bu devrin imamı Biziz.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, seveceksiniz. Sadece bizim kardeşlerinizi değil, bizim dışımızda olan insanları da seveceksiniz. Bu sevgi halesi içinde yaşayacaksınız. Bütün insanlar için hepinizin yapması lâzımgelen şey bu sevgiyi devam ettirmektir. Birbirinize olan derin bağlılığınız, birbirinize olan derin sevginiz, başka insanlara her zaman örnek olmalı. Onları sevmelisiniz ve sevdiğinizi her an onlara ispat etmelisiniz. Kendi aranızda da bu sevgi bütün boyutlarıyla kendini göstermeli.
Sevenler hep kazanır sevgili kardeşlerim! Her seven, sevdiğine en güzel davranışlarla davranacağı cihetle hep derecat kazanacaktır. Nefret edenlerse başkalarına, etrafındaki insanlara ya da nefret ettiklerine (diyelim) kötü davranışlarla davranacakları için derecat kaybederler. Siz sadece kazananlardan olun sevgili kardeşlerim! “Seviniz!” Yeter mi? Hayır ikincisini de söylüyor Allahû Tealâ; “Sevdiriniz!” diyor. Yani etrafınızdaki insanlardan da birbirini sevmeyenler, birbirini kırmakta olanlar, birbirine yanlış davrananlar, ters davrananlar söz konusuysa onlarla konuşmalısınız. İkisinin arasını bulmalısınız mutlaka. Dost olmalarını temin etmelisiniz. Bütün bunlar, hepiniz için Allahû Tealâ’nın vazife kabul ettiği standartlar.
Bütün insanlar için Allah’ın istediği şey sevmektir. Severseniz dünya sulh ve sukûn haline gelir. Herkes birbirini sevseydi, dünyada harpler falan olmazdı. Ama sevgili kardeşlerim, her zaman nefslerin afetleri devrededir. Hep insanları kışkırtmaya çalışır, insanları huzursuz etmeye çalışır.
Öyleyse hepiniz için Allahû Tealâ’nın hedefinin ne olduğunu yerli yerine oturtalım sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ istiyor ki; hepiniz birbirinizi candan sevesiniz. Sevdiğinizi de ona belli etmek suretiyle, bunu Allah’ın istediği noktaya ulaştırmalısınız. Karşılığı ne olur? Karşılığı sizin de etrafınızdaki insanlar tarafından sevilmeniz olur.
İşte Allahû Tealâ’nın istediği bu kadar basit, bu kadar kolay. Severseniz, sizler hepiniz etrafınızdaki herkesi mutlu etmeye çalışan birileri olursunuz. Bunun arkasında sevgi var sevgili kardeşlerim! Nefretse insanları birbirinden soğutan, şeytanın en çok yapmanızı istediği şeydir. Nefrete asla yer vermeyeceksiniz. İnsanları seveceksiniz sevgili kardeşlerim! Bu sevgi halesi içinde var olacaksınız. Allahû Tealâ’nın dizaynı her zaman budur. Sizlerin etrafınızdaki insanları sevmenizi istiyor Allahû Tealâ. Sevdiğinizi de belli etmenizi istiyor. Bu standart içinde yaşamak hepiniz için Allahû Tealâ’nın en büyük emri.
Sevgili kardeşlerim! İnsanlara, Devrin İmamı’nın etrafındaki birinci daire olmanız hasebiyle örnek olmak mecburiyetindesiniz. Davranış biçimlerinizi ona göre ayarlamanızı dileriz. Allahû Tealâ istiyor ki; seviniz, sevdiriniz. Etrafınızdaki insanları sevdikten başka, onların da birbirini sevmeleri konusunda yardımcı olmalısınız, onları teşvik etmelisiniz ‘birbirlerini sevsinler’ diye. Sonra sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın hepinize en çok önem vererek emrettiği şey nefret etmemektir. Nefret etmeyiniz sevgili kardeşlerim! Hiç kimseden nefret etmeyiniz. İnsanlar size karşı kötü davranabilirler mi? Evet, davranabilirler. Ama onlar kötü davranıyorlar diye, bu kötü davranışı nefrete dönüştürmeyiniz. Onların kötü davranışına karşı siz onlardan nefret etmeyiniz. Eğer onların kötü davranışlarına her zaman en güzel davranışlarla cevap vermeyi başarırsanız, bir süre sonra onların artık o kötü davranışlarına devam etmeyeceklerini siz de yakalayacaksınız. Bu, Allahû Tealâ’nın hepinize emridir. Mademki Devrin İmamı’nın etrafındaki birinci daireyi teşkil ediyorsunuz, o zaman örnek olan insanlar olmak mecburiyetindesiniz. O, hepinizi çok seviyor sevgili kardeşlerim! Çok seviyor ve istiyor ki; hepiniz Allahû Tealâ’nın dizaynı içerisinde mutlu olasınız.
Bütün insanlar için Allahû Tealâ’nın emri her noktada budur: Sevmek; sevmeyi usûl haline getirmek, insanlara bunu aşılamaya çalışmak, küs gördüğünüz zaman onları birleştirmeye, barıştırmaya çalışmak, sevdiğinizi her vesileyle herkese ispat etmek. Allahû Tealâ’nın istediği şey, açık ve kesin standartlarda bu sevgili kardeşlerim! Öyle olmasını istiyor. Hepiniz için Allahû Tealâ bir hedef koymuş. Bu hedef sevmek.
Allahû Tealâ’nın dizaynı sizin gayretlerinize bağlıdır. Siz Allah’ın emirlerini yerine getirdikçe, bunun mükâfatlarını adım adım yaşarsınız. Ama yerine getirmeyenler için tam aksine bir dünya hayatı söz konusu olacaktır. O kişi mutlu olamaz. Birbirinden nefret insanların bulunduğu bir ortam herkesi rahatsız eder. İki taraf da birbirinden nefret etmektedir. Nefret, mutsuzluğun ta kendisidir. Allahû Tealâ onun için bunu son derece önemli görüyor. “Seviniz, sevdiriniz. Nefret etmeyiniz, nefret ettirmeyiniz!” diyor. Yani bir siz varsınız, bir de etrafınızdaki insanlar var. Hepiniz etrafınızdaki insanlara örnek olmak mecburiyetindesiniz. Yetmez, onları hep teşvik etmelisiniz sevmeye. Ve bunun tabiî neticesi olarak da onların aldığı, karşıdan geriye dönen sevgi sebebiyle sevilmelerini temin etmiş olacaksınız.
Öyleyse seven ve sevilen insanlar mutludurlar. Nefret eden ve nefret edilen insanların mutlu olması söz konusu değil, mümkün değil. Nefret eden insanlar her zaman huzursuzdur. Yetmez. Nefretlerini etrafa saçtıkları için etraftan da kendilerine dönen şey, onları daha çok mutsuz edecek olan davranışlar olduğu için bir başka açıdan daha mutsuz ve huzursuzdurlar. Bütün insanlar için sevgili kardeşlerim, sevmek asıldır. Allahû Tealâ’nın hepinizden istediği şey bu olduğuna göre hepiniz bu istikamette kendinize düşenleri yaptığı takdirde hepiniz, birbirinizin çok sevdiği kişiler olacaksınız. Sevginizi nasıl belli edeceksiniz? Böyle gülümseyerek mi? Söyleyin bakalım hadi, dinliyorum. Kim sevgisini, nasıl belli ediyor?
- Efendimiz! Her zaman sizin buyurduğunuz ve emrettiğiniz gibi sevdiğimizi insanlara söylememiz gerekiyor. Sadece onları sevmemiz ve bunu belli etmeden yaşamamız yetmiyor Efendimiz! Bunu mutlaka bir şekilde belli etmemiz gerekiyor. Ve bunun ötesinde, o emri her zaman söylediğiniz gibi sevmek fedakârlığı gerektiriyor inşaallah. Sevdiğimiz insanlara karşı mutlaka fedakârlık yapmamız gerekiyor. Eğer nefsimizin etkilerinde kalıp da fedakârlık yapmaktan çekiniyorsak, onları ne kadar seviyoruz desek de sevmediğimizi ispat etmiş oluyoruz. Yani sevdiğimizi hem hareketlerimizle hem sözlerimizle ispat etmemiz gerekiyor Efendimiz!
Güzel. Davranış biçimlerimiz de sözlerimiz de onları sevdiğimizi ispat edecek bir hüviyet taşımalı. Bu konuda neler söylüyorsunuz?
- Muhterem Efendimiz! Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Sen onlara yumuşak söz söyle. Eğer sen onlara kötü söz söylemiş olsaydın ya da kaba, sert davransaydın onlar etrafından dağılır, giderlerdi.” diyor inşaallah Efendimiz! Dolayısıyla biz sizden her zaman için yumuşak sözü görüyoruz. Mutlaka siz, her zaman Allahû Tealâ size tasarruf ettiği için herkesin kalbine ulaşacak o en güzel sözleri, Allahû Tealâ sizden ulaştırıyor bize. Ama biz de kendi aramızdaki birbirimize uyarılarımızda veya davranış biçimlerimizde mutlaka bu ahsen örneğe göre yumuşak sözle kardeşlerimizi uyarmamız, onlarla birlikte olurken onların bir hatalarını yüzüne vurmak değil, onlara güzeli gösterecek olan davranış biçimlerini göstermemiz gerekiyor. Ahsen olan neyse onları uygulayarak göstermemiz gerekiyor. Bunu yaptığımız zaman da bizim etrafımızdaki insanların bize yaklaştığını ve uzaklaşmadıklarını, etrafımızdan kaçmadıklarını görüyoruz. Nasıl Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in etrafından, eğer o kötü söz söylemiş olsaydı, kötü davranmış olsaydı insanlar dağılacaksa, bizim etrafımızdan da dağılmaları söz konusu olabilir. Dolayısıyla ufak da olsa kırgınlıkların oluşmaması için mutlaka ama mutlaka her türlü uyarılarımızın yerine yumuşak sözler, güzel davranışlar olması gerekiyor, diye düşünüyorum inşaallah Efendimiz!
Öyle arkadaşlarınız oluyor ki; siz onlara ne kadar yumuşak davranışlarla davranırsanız davranın, onlar davranış biçimlerini değiştirmiyorlar. Ne yapacaksınız o zaman? Yandınız. Söyleyin bakalım şimdi.
- Efendimiz! Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki: “Sen onların üzerinde bir cabbar, zorlayıcı değilsin. Sana düşen apaçık tebliğ etmektir.” buyuruyor. Dolayısıyla öyle olan birisi varsa, aramızdaysa da veya dışarıdan olan her hangi birisine tebliğ yaptığımızda, o hep bu şekilde bir davranış gösteriyorsa bize düşen sadece pozitif olan şeyi, en doğru olan şeyi, ona en güzel şekilde açıklamaya devam etmek. O da kırmadan, gücendirmeden özellikle inşaallah Efendimiz! Eğer onu kırarak bu işi yapıyorsak, uyarıyorsak ve o kişinin kırgınlık sebebiyle daha da uzaklaşmasına sebep oluyorsak, o zaman biz büyük bir yanlış yapıyoruz. Çünkü o kişinin serbest iradesi var. Allahû Tealâ ona serbest iradeyi vermiş. İster yapar, ister yapmaz. Yapmadığı zaman cezasını mutlaka Allahû Tealâ verecek ona. Derecat kaybedecek o kişi. Yaptığı zaman da mutlaka kendisi derecat kazanacak. Ama bize düşen, aynı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’de olduğu gibi onların üzerinde bir zorlayıcı değil; onlara güzel, müjdeleyici, buyurduğunuz gibi sevdiren, nefret ettirmeyen, müjdeleyen, seven ve sevdiren, müjdeleyen ve nefret ettirmeyen birisi olmamız inşaallah Efendimiz! O şekilde, o ne yaparsa yapsın, ne kadar negatif davranırsa davransın, bizim o davranışlarımızı yumuşak huylulukla ve güzel davranmak suretiyle devamlı göstermemiz gerekiyor inşaallah.
Güzel. Başka kim, ne söylüyor?
- Efendimiz! Eğer bu konular bizimle ilgili olan konularsa ebette bizim en ahsen şekilde davranıp, hiç kimsenin kalbini kırmamamız gerekiyor inşaallah Efendimiz! Bu insanların yaptığı hareketler ve söyledikleri sözler Allah’a, Resûl’üne ve Anadergah’a eğer zarar verecek şeylerse onların uyarılması gerekir, diye düşünüyorum Efendimiz! Çünkü Allah’ın Resûl’ünün söylediği, Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de: “Resûl’de sizin için ahsen örnek vardır.” diye emrediyor. Eğer Allah’ın Resûl’ünün yaptığı şeyleri yapamayan bazı kardeşlerimiz varsa ve bunlar da birinci daire içindelerse, onların yakînen uyarılmaları gerekir, diye düşünüyorum inşaallah. Kalpleri kırılmadan, genel olarak onları Allah’ın Resûl’ünün söylediğine çağırmakta fayda var, diye düşünüyorum. Yoksa şeytan onların ayağını daha da kaydırabilir, diye düşünüyorum Efendimiz!
Peki, bunu yaparken onların kalbini kırıyorsan?
- Eğer onların kalbini kırıyorsak, onlardan özür dilememiz gerekiyor Efendimiz! Ama onlar yıllarca hep aynı hataları yapan insanlarsa, o zaman onların biraz düşünüp, kendilerine çeki düzen vermeleri gerekir, diye düşünüyorum Efendimiz!
Başka kim, ne söylüyor? Güzel. Sevgili kardeşlerim! Hepiniz bu toplumun bir parçasısınız. Bu toplum, Devrin İmamı’nın etrafındaki birinci daire. Öyleyse hepiniz vazifelisiniz. “Ama etrafımdaki insanlar bu konuyu vazife edinmiyorlar!” Bu sizi ilgilendirmez. Herkes kendi bacağından asılır. Her koyun kendi bacağından asılır. Sevgili kardeşlerim! Siz etrafındaki insanlardan örnek alacaklar değilsiniz. Siz, her biriniz etrafınızdaki insanlara örnek olacak davranışlarda bulunmalısınız. Hepiniz böyle bir yarışın içine girerseniz, dünyadaki en üst seviye toplumu sizler oluşturursunuz. Allahû Tealâ emirlerini vermiş: “Seviniz, sevdiriniz!” diyor, “Nefret etmeyiniz, nefret ettirmeyiniz!” diyor.
O zaman göreviniz tehlike! Seveceksiniz. Ama sevmeyi içinizde taşırsanız, bunu dışarıya vurmazsanız, etrafınızdaki herkese onları sevdiğinizi ispat etmezseniz, edemezseniz o zaman görevinizi Allah’ın emrettiği biçim ve boyutta gerçekleştirmemiş olursunuz. “Ama ben onu denedim. Ona güzel davranışlarda bulundum. O gene bir karış suratla beni hep fırçaladı.” Güzel. Ama sen iki kat derecat kazandın. O hep kaybetti. Hele bunun üzerine sen gene onu en güzele davet etmeye devam edersen çok daha fazla derecat kazanırsın. Çünkü aranız bir miktar açılmış durumda. O aranın açılmasına rağmen, siz o güzel davranışınızı değiştirmeden, onu rahatsız etmeden, onu en güzel şekilde ne yapması lâzımgeldiğini anlatabilirseniz… İhtar etmek yok; anlatmak var, ona yapması lâzımgelen şeyi sevdirmeye çalışmak var. ‘Allahû Tealâ’nın emrinin bu olduğunu’ açık bir şekilde söylemek var.
İşte İslâm âleminin koskoca hatası, hepinizin gözlerinin önünde. Ne diyorlar? “İslâm’ın 5 şartı vardır.” diyorlar: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Adamlara sorduğunuz zaman: “Sahiden namaz kılan, oruç tutan, zekât veren, hacca giden, kelime-i şahadet getiren insanlar İslâm’ın gerçek standartlarına sahip olur mu?” Size cevap vereceklerdir: “Olur.” O zaman ne cevap vereceksiniz onlara, söyleyin bakayım şimdi bana. “Olur.” dedi adam. Siz de “Olmaz.” mı diyeceksiniz? Söyle bakayım.
- Muhterem Efendimiz! Bunu söyleyen dîn adamları tabiîki Kur’ân’dan ilim almamış ve emaniyye bilgilerle donatılmış, okullarda da onlara aynı ilim öğretilmiş. Ama bizim, onlara Kur’ân âyetleriyle onların söylediklerinin olmadığını ispat etmemiz lâzım. Çünkü Kur’ân-ı Kerim ispat vasıtası olmalı aramızda ve Kur’ân’da 7 safha 4 teslimi ve sahâbenin bu 7 safha 4 teslimi hangi âyetlerle yaşadığını, bizim de üzerimize hangi âyetlerle farz olduğunu göstermemiz lâzım Muhterem Efendimiz! O zaman eğer gerçekten iyi niyetlilerse görecekler ki; bu hakikatler Kur’ân’dan. Allah’ın âyetine de karşı çıkmaları mümkün değil Muhterem Efendimiz!
Allah’ın âyetleri olduğu cihetle…
- İnşaallah.
Sevgili kardeşlerim! İnsanlar yaşıyorlar. Ama Allah’tan uzak bir yaşantı onları sadece cehenneme götürebilir. Aldanma, bütün bir toplumda oluşmuş durumda. İşte İslâm’ın 5 şartı bunlardan bir tanesi. Hepsi de farz gerçekten; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Bu 5 şart, o insanı nereye götürür sevgili kardeşlerim? Kim cevap verecek? Söyle bakayım. Sen söyle.
- Muhterem Efendimiz! Bunun beraberinde Allah’a ulaşmayı dilemek ve teslimler yok ise o kişiyi sadece ve sadece cehenneme götürebilir inşaallah. Çünkü Allahû Tealâ bunun kaidesini Kur’ân-ı Kerim’de Yûnus Suresinin 7-8 ve Kehf Suresinin 105. âyetlerinde vermiş inşaallah Efendimiz!
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Yûnus 7-8’de Rabbimiz: “Muhakkak ki onlar bize ulaşmayı dilemezler. Dünya hayatından razıdırlar. Onunla tatmin olurlar. Onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. Kazandıkları dereceler itibariyle varacakları yer ateştir.” buyuruyor inşaallah Efendimiz! Buradan gayet açık bir şekilde anlaşılıyor ki; bir insanın İslâm dairesine girebilmesi, İslâm kapısından girebilmesi ve cenneti hak edenlerden olabilmesi, ancak ve ancak Allah’a ulaşmayı dilemesiyle mümkün olabilir inşaallah Efendimiz!
O zaman neyle karşı karşıyayız sevgili kardeşlerim? İslâm âlemi korkunç bir tuzağa itilmiş durumda. Dîn adamları onları hala İslâm’ın 5 şartını öğretiyorlar. “Namaz kılacaksın,” diyorlar, “oruç tutacaksın, zekât vereceksin, hacca gideceksin, kelime-i şahadet getireceksin.” Onlar da onlara soruyor: “Yani şimdi biz bunları yaptığımız zaman cennete girer miyiz?” Bizim hocalar rahat rahat; “Girersin.” diyorlar. “Ey hoca!” dediğiniz zaman arkasından ne söyleyeceksiniz? “Benim sevgili hocam!” diye başladınız.
- Efendimiz! Kardeşimizin söylediklerinin bir tekrarı olacak ama… “Sevgili hocam! Buyurduğunuz bütün hususlar yani İslâm’ın 5 şartının her biri Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ’nın farz kıldığı hükümlerdir. Bunları yapmak mutlaka insana derecat kazandırır. Ama Allahû Tealâ öyle bir şeyden bahsediyor ki; Allah’a ulaşmayı dilemek, ölmeden önce ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı dilemek… Eğer bunu gerçekleştirmezsek, bu dileği gerçekleştirmezsek hani ruhu demiyorum sadece dileği bile gerçekleştirmesek bütün amellerimizin Allahû Tealâ boşa gittiğini söylüyor Kehf Suresi 103, 104, 105.
18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Ne diyor?
- Diyor ki Allahû Tealâ: “Size amelleri en çok hasara uğrayanları haber vereyim mi? Onlar yeryüzünde en güzel amelleri yaptıklarını zannediyorlardı. Onlar Allah’ın âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (Ölmeden önce O’na ulaşmayı) inkâr ettiler. Onların amelleri heba oldu.” buyuruyor Allahû Tealâ. Yani yeryüzünde en güzel amellerini yaptıklarını zannettikleri amel ibadetler.
İslâm’ın 5 şartı onlara göre…
- Evet Efendimiz! Onlara göre İslâm’ın 5 şartı… Dolayısıyla en güzel amellerini yaptıklarını düşünen kişilerin, amellerinin en çok hasara uğrayan kişiler olduğunu, sebep olarak da Allah’ın âyetlerini ve onların mülâki olmayı inkâr ettiklerini söylüyor. Gene Yûnus Suresi 7 ve 8. âyet-i kerimede de:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
- Allah’ın âyetlerinden gâfil olanların, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler olduklarını söylüyor. Ve gidecekleri yerin cehennem olduğunu söylüyor inşaallah Efendimiz! Dolayısıyla “Hoca efendi! Bu iki âyet-i kerime bile bizim için çok büyük bir ibret olması lâzım. Allahû Tealâ’nın “Allah’a mülâki olmak” dediği bir olay var. Bunu gerçekleştirmediğimiz zaman hem amellerimiz heba oluyor, bu sebeple de gideceğimiz yer mutlaka cehennem oluyor. Dolayısıyla amellerin heba olması, kişinin yapmış olduğu bütün derecelerin, amelleriyle kazanmış olduğu bütün derecelerin kaybolması demek; hepsinin silinmesi demek. Dolayısıyla sadece negatif dereceler kalıyor. Ve o kişinin mutlaka cehenneme gitmesi gerekiyor Mu’minûn Suresi 102, 103. âyet-i kerimeye göre:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
- “Dolayısıyla sayın hocam, bu iki unsurun da İslâm’ın şartları arasında olması gerekmiyor mu? Çünkü bunları yapanların hepsi isterlerse en ufak yaştan başlasınlar, 10 yaşından başlasınlar 80 yaşına kadar namaz kılsınlar, oruç tutsunlar, zekât versinler, hacca gitsinler, kelime-i şahadet getirsinler. Ama Allah’a ulaşmayı dilemezse bunların hepsinin heba olacağını Allahû Tealâ söylüyor. Bu konuyu da düşünmemiz, yerine getirmemiz, bu Allah’ın emrini yerine getirmemiz gerekmiyor mu?” diye ona sormamız gerekir inşaallah Efendimiz!
Valla makineli tüfek gibi söylersin onlara ha bunu. Allah razı olsun. Söyle bakalım.
- Sevgili Efendimiz! Sizden öğrendiğimiz çok çok önemli bir nokta daha var. Onlara soracağız: “Dînimizin adı ne?” Tabiî ki diyecek ki: “Teslim.” “Neyinizi teslim ettiniz?” diye soracağız Efendimiz! Herhalde ondan sonra söyleyecek bir şeyleri kalmıyor.
Ne diyorsun? “Dînimizin adı ne?” mi diyorsun?
- Evet Efendimiz!
“İslâm dîni.” diyor. Yani “teslim dîni” diyorsun sen de ve soruyorsun: “Neyini teslim ettin benim sevgili ve de azîz kardeşim?” diye. Ne diyor o zaman sana?
- “Teslim” demekten başka çaresi yok. Biliyor Efendimiz, onu bizden iyi biliyor. Ama hiç bir şey teslim etmediği için de herhalde abimizin anlattığı olaylar oluyor arkasından. Ya kaçıyor ve görüşmüyor.
Sevgili kardeşlerim! Eğer biz, sevgili hocalarımız gibi dînimizi başka hocaların bize öğrettiği gibi bir dizayndan almış olsaydık, o zaman bunlar eksik olacaktı. İslâm, “teslim olan” demektir; kelime mânâsı bu. Onlara sorduğunuz zaman: “İslâm, ‘teslim olan’ olduğuna göre sevgili kardeşim, acaba sen neyini Allah’a teslim ettin?” dediğinizde onlardan doğru dürüst bir cevap almanız mümkün değil. Belki onları bu, çok düşündürecektir. Hiç kimseyi zorlamaya hakkımız yok bildiğiniz gibi. Ama içimizden geçen şey, zorla da olsa onları kurtarmak. Sevgili kardeşlerim! Bu, ancak onları ikna etmemizle gerçekleşebilir. Onların da Allah’a ulaşmayı dilemeleri, onları hedefe götüreceği için bunu ispat eden o vasıtayı kullanarak söylemelisiniz. Ne diyordu Allahû Tealâ?
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım.” diyor. O kişinin ruhunu Allah’a ulaştırması…
1. Allah’a ulaşmayı dilemek 1. kat cenneti,
2. Mürşide tâbiiyet 2. kat cenneti,
3. Ruhun Allah’a ulaşması 3. kat cenneti muhtevasına aldığı cihetle, o kişiyi 3. kat cennete ulaştıracak olan bir hüviyet taşımaktaydı.
O zaman sevgili kardeşlerim, çok güçlü bir koz var elinizde. Onlar sadece namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, hacca gidiyorlar, kelime-i şahadet getiriyorlar ve bunu yeterli görüyorlar. Ama cennet standartlarını incelediğimiz zaman 7 kat cennetin sahipleri var.
1. Allah’a ulaşmayı dileyen 1. kat cennete girerken,
2. Mürşidine tâbî olan 2. kat cennete giriyor.
3. Ruhunu Allah’a ulaştıran 3. kat cennete giriyor.
4. Fizik bedenini teslim eden; 4,
5. Nefsini teslim eden; 5,
6. Muhlis olan; 6,
7. İradesini Allah’a teslim eden 7. kat cennete giriyor.
Ve şeytan bunun hepsini devre dışı bırakıp, koskoca bir İslâm âlemine yutturmuş. “İslâm’ın 5 şartı vardır.” diyor. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek ve cehenneme gitmek…
Öyle mi diyorsunuz yoksa? Onlar da cennete girerler herhalde canım. “Gitmezler mi?” Ne diyorsunuz?
- Onlara sorarsak cehennemde bir süre kaldıktan sonra cennete gireceklerini düşünüyorlar Efendimiz!
Doğru.
- Onların düşünceleri böyle. “Çünkü günahlarımız var. O günahlarımız kadar ceza çekeceğiz, çünkü cehennemde kalacağız. O günahların karşılığını ödedikten sonra da cennete geçeceğiz.” diye bir düşünceleri var. Ama Kur’ân-ı Kerim’de sizin buyurduğunuz âyet-i kerimeler var. 50’den fazla âyet-i kerime söylüyor ki; ‘cehenneme giren kişinin bir daha oradan çıkması mümkün değildir’ inşaallah. Cehennemden cennete geçiş gibi bir husus, Allahû Tealâ’nın; “Hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” dediği Kur’ân-ı Kerim’de mevcut değil inşaallah Efendimiz! Dolayısıyla onlar bu zanlarla şu anda bu dîni yaşıyorlar. Ama öldükten sonra anlayacaklar ki; cehenneme girdikten sonra bir daha çıkmak girmek yok, inşaallah Efendimiz!
- Muhterem Efendimiz! Dîn adamları zaten cehenneme gireceğini hiç düşünmüyorlar.
“Ben dîn adamıyım.” diyor adam ha?
- Ve cennet katlarından da kat beğenemiyorlar Muhterem Efendimiz! Bir defa en üst seviyeye gideceklerini düşünüyorlar. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’i tecvidli bir şekilde okuyabiliyorlar. Arapça’ları var. Dîn öğretiyorlar. Kur’ân-ı öğrenmiş ve “Kur’ân öğretenlerin, en hayırlısı” olduğunu düşünüyorlar kendilerinin. Ama bunun Kur’ân’ın ruhu olduğunu, teslimler olduğunu bilmiyorlar Muhterem Efendimiz! Sadece tecvidli bir şekilde Kur’ân okuyan ve onlara öğreten kişiler olduğunu düşünerek, kendilerinin en üst kat cennetlere gideceklerini, insanların da İslâm’ın 5 şartını yerine getirdiklerinde kurtulabileceklerini ama tam yerine getiremese bile onların da cehennemde belli bir süre kaldıktan sonra oradan çıkacaklarını insanlara anlatarak Muhterem Efendimiz, toplumu da kendilerinin ardından akın akın cehenneme sürüklüyorlar. Ama siz her konferansınızda İslâm’ın 5 şartıyla kimsenin kurtulamayacağını açık açık 35-36 yıldır anlatıyorsunuz. Ama ne yazık ki dîn adamlarının yine çok büyük bir bölümü aynı şeyleri söylemeye devam ediyor.
Ne yapacağız sevgili kardeşlerim, biz bu dîn adamlarını kurtarmak için, onları kurtarmak için hem de? Bu bizi çok sevenleri yani…
- Efendimiz! Aslında onlara her fırsatta inandıkları bilgilerin doğru olmadığını ve Kur’ân’a aykırı olduğunu açıklamaya çalışıyoruz inşaallah ve esas yapmamız gereken de orada o kişilerin Kur’ân ile yanlış bildikleri şeylerin yanlış olduğunu onlara ispat etmek diye düşünüyorum inşaallah Efendimiz! Çünkü bu insanlar gerçekten emaniyye adı verilen bir ilme inanıyorlar. Kendileri için faydasız olan bir ilimleri söz konusu ve bu ilmin dâhilinde ama hadislerle olsun, ama farklı yorumlanmış Kur’ân âyetleriyle olsun söyledikleri her şeyde kendi akıllarınca ispat edebildiklerini düşünüyorlar. Ve konuya buradan bakıldığında bu insanların inandığı bir kurtuluş reçetesi söz konusu olduğu için bu reçetenin aslında şeytanın bir uydurması olduğunu idrâk edebilmeleri lâzım, diye düşünüyorum. Çünkü kurtulduğunu düşünen bir insanın, yeniden bir kurtuluş içerisine girmesi söz konusu olamaz. Kalplerinde aslında bu eksikliği, bu yanlışlığı Allahû Tealâ’nın her fırsatta hissettirdiğini ama idrâk edemediklerini düşünüyorum ve o yüzden de o insanların asıl doğru zannettikleri yanlışları, tek tek Kur’ân âyetleriyle her fırsatta usanmadan açıklamamız gerektiğini düşünüyorum inşaallah.
Başka kim, ne düşünüyor? Söyle.
- Efendimiz! Yanlış yapan hiçbir insanın yanlış yaptığının idrâkine varması kolay değil inşaallah. O yüzden sizin bize her zaman emrettiğiniz gibi bizim her zaman Hakk’ın tarafında olmamız ve Allah’ın Resûl’ünden, Allah’tan direk öğrendiği bilgiyi, bize verdiği bilgiyi insanlar, onlar hoşlanmasalar da duymaktan hoşlanmasalar da bizim onlara söylememiz gerekiyor Efendimiz inşaallah. Çünkü bizim görevimiz tebliğ etmek. Onlara bir yaptırımımız olmasa da bizim insanlara en iyi, en ahsen şekilde Allah’ın bilgisini aktarmamız ve onların da bunu öğrenmesini beklememiz gerekiyor inşaallah Efendimiz! Yani bizim her zaman Hakk’ın tarafında olup, Hakk’ın tarafından söylememiz gerek.
Bıkmadan usanmadan onları güzele davet edeceğiz ha…
- Onlar hoşlanmasalar da Efendimiz! Onlar büyük ihtimalle bizi sevmeyecekler. Hatta nefret bile edebilirler, biz bunu söylediğimiz için. Ama bize düşen tebliği yapmak inşaallah Efendimiz!
Nasıl yapacağız bu tebliği söyleyin bakalım şimdi?
- Muhterem Efendimiz! Müslümanlara Kur’ân âyetleriyle babamız İbrâhîm’in dînini, 7 safha 4 teslimi âyetlerle anlatacağız, hristiyanlara İncil âyetleriyle, musevilere de Tevrat âyetleriyle.
Güzel.
- Kendi Kitaplar’ından, kendi Kitaplar’ındaki âyetlerle görecekler ki; “dînler yok” Muhterem Efendimiz! Eğer bunu başardığımız zaman ki; zaten başaracağız. Çünkü Kur’ân-ı Kerim bunu teyit ediyor:
9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.
9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen O'dur.
“Resûl’ünü hak dîn ile ve hidayetle diğer dînlerin üzerine izhar etmek üzere, açıklamak üzere gönderen Allah’tır.” diyor Muhterem Efendimiz ve bu kesin olarak gerçekleşecek. Ama zamanı, Allah’ın tayin ettiği zamanda mutlaka gerçekleşecek. Ama bizim de görevimiz, görevimizi yapmak Muhterem Efendimiz! Onlara gidip bunu anlatmak inşaallah.
Hepimiz için demek ki söz konusu olan şey bu görevi gerçekleştirmek. Sevgili kardeşlerim! Hristiyan olabilir, musevi olabilir, İslâm olabilir. Ama Kur’ân-ı Kerim’e, İncil’e ve Tevrat’a baktığımız zaman, 7 safha ve 4 teslimin 3’ünde de yer aldığını görüyoruz. Aynı şekilde, aynı şeyler söyleniyor. 7 safha ve 4 teslim, Tevrat’ın da İncil’in de Kur’ân-ı Kerim’in de esasını teşkil ediyor.
O zaman çok sağlam bir zemin üzerindesiniz sevgili kardeşlerim! Bir müslüman olarak oraya gidip de hristiyanlara İncil’den bu âyetleri söylediğiniz zaman itiraz edebilecekleri bir şey yok. Musevilere Tevrat’tan bu 7 safha 4 teslimi anlattığınız zaman itiraz edebilecekleri bir şey yok. İslâm’a da Kur’ân-ı Kerim’den anlattığınız zaman gene yok. Ama sevgili hocalarımız kırk yerden, kırk dereden su getirip, hep sizi bir şeylerle aldatmaya çalışıyorlar. Yani hatalarının farkına varmalarına rağmen, onu birazcık olsun gizleyebilmek ya da nasıl bir ifade kullanalım, sizin karşınızda küçük düşmemek için bu arada hafif numaralar yapacaklardır. Bu da eşyanın tabiatına uygun. Sakın üzerlerine gitmeyin. Onları mahcup edecek şeyler söylemeyin sevgili kardeşlerim! Siz biliyorsunuz. Ama onlar dîn adamı olmalarına rağmen bilmiyorlar. O zaman âyetlerle ispat ettiğinizde onları da kurtarmış olacaksınız. Neden bunun bir de bedelini ödetelim onlara?
Sevgili kardeşlerim! Hep “Seviniz!” diyor Allahû Tealâ. “Seviniz!” diyor. “Nefret etmeyiniz!” diyor. “Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz!” Arkasında hep bunlar var. İnsanları biz cennete çağırırken, onlara ukalâca davranmak suretiyle, hatta onları belki de farkına bile varmadan söylediklerimizle rencide ederek hedefe varmayı eğer ortaya koymuşsak, bunun farkına bile varmamamıza rağmen, bu yanlış bir davranıştır. Ve onu, sadece sizden soğutur. Yapmamız lâzımgelen şey, onlara hep en sıcak davranışlarla davranmak sevgili kardeşlerim! Onları sevdiğimizi her vesileyle ispat etmek… Bu dizayn içerisinde ulaşacağımız yer onların sevgisini kazanmaktır. Kazandığımız zaman da daha bir dikkatle anlattığınız hedeflere doğru yönleneceklerdir sevgili kardeşlerim! O zaman ne olur? İşte o zaman hedefimize varırız. Onlara, onlardan üstün olduğumuzu ispat etmek, en azından buna çalışmak çok yanlış bir felsefe sevgili kardeşlerim! Tamam, onlar bilmiyorlar. Tamam, siz biliyorsunuz. Ama bu bilginizi o kadar güzel bir şekilde anlatmalısınız ki; onlar bundan memnuniyet duymalı. Böyle bir dizayn olduğu takdirde, onu kurtarmış olursunuz sevgili kardeşlerim!
Bütün insanlar için sizin hedefiniz sevgili kardeşlerim, her şeyden evvel onları mutlu etmek. Hedef buysa onları mutsuz edecek olan sözleri söylemekten, tavırlar takınmaktan hep kaçınmalısınız. Göreviniz tehlike! Göreviniz onlara doğruyu (laf aramızda, ukalâlık etmeden) öğretmek mecburiyetindeyiz. Bunu hepiniz yapabilecek güçtesiniz sevgili kardeşlerim! Herşeyi öğrendiniz. Siz 7 safha ve 4 teslimi biliyorsunuz. Ama onlar bilmiyorlar. Öyleyse hepinizin bir görevi var. Hani hoca ne demiş? “Bilenler bilmeyenlere öğretsin.” Siz bilenlersiniz; bilmeyenlere öğretmekle vazifelisiniz. Neden sevgili kardeşlerim, onlar da Allah’ın cennetine girmesinler, doğrusunu öğrenip de girmek varken? Neden İslâm’ın 5 şartına kalsınlar da onları kurtaracak olan aslî unsurları devre dışı bıraksınlar?
7 kat cennetin standartlarını veriyor Allahû Tealâ:
1. Allah’a ulaşmayı dilemek
2. Mürşide tâbiiyet; 2. kat cennet
3. Ruhu Allah’a ulaştırmak
4. Fizik bedeni teslim etmek
5. Nefsi teslim etmek
6. Muhlis olmak
7. İradeyi de Allah’a teslim etmek
7 tane safha… 7 safhanın her birisi, bir cenneti ifade ediyor, o cennetin sahibi olmayı ifade ediyor. Daha “Yarabbi! Ben de ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur, benim de ruhumu Sana ulaştır.” dediğimiz anda, bir talebin sahibiyiz. Allahû Tealâ sadece “Biz bunu kalpten söylüyor muyuz?” diye bakar. Kalpten söylüyorsak, 1. kat cenneti hak ettik.
- Peki, başka şekilde anlayamaz mıyız kalpten olup olmadığını? Kalpten olursak, mürşidimize tâbî olmak Allahû Tealâ tarafından içimize verilen bir his olarak bizde tesir sahası yaratacaktır. O zaman hacet namazını kılıp, mürşidimizi Allah’tan sormak içimizden gelecektir. Gösterdiği zaman da eğer gerçekten böyleysek mutlaka nerede olursa olsun, ona gidip veya onun bir bulunduğumuz yerde bir vekili varsa ona ulaşıp, tâbî olmaktır. İşte:
1. Allah’a ulaşmak
2. Mürşide tâbiiyet
* Ve ruhumuz vücudumuzdan mutlak olarak ayrılacaktır. 7-8 aylık bir devrede de mutlak olarak Allah’a ulaşması söz konusudur.
Neye dayalı olarak mutlak olarak diyorum? Çünkü diyor ki:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Kim Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım.” diyor Allahû Tealâ.
Sözünü tutmaması hiçbir şekilde mümkün değildir. O zaman çok açık ve kesin bir olayla karşı karşıyayız. Demek ki biz Allah’a ulaşmayı dilersek, kalbi bir talep gerçekten varsa Allahû Tealâ bizim ruhumuzu mutlaka 7-8 aylık bir devre içinde Kendisine ulaştıracaktır, mürşidimize tâbiiyetten sonra. Mürşid sevgisi de zaten bu noktada elde edilir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan, mürşidini de aramak mecburiyetini hissetmez. “Bana ne?” der. İşte birçok dîn adamı tanıyorsunuz. Adamların hedefleri hiç öyle değil. Neler söylüyorlar, söyle bakalım konferanslarda?
- Muhterem Efendimiz! Dîn adamlarımız özellikle mürşid konusunda çok karşılar. Aslında Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra asla bir mürşidin gelmeyeceğini söylüyorlar ve Kur’ân’ın bizim için mürşid olduğunu. Oysaki Kur’ân’ın emirlerine baktığımız zaman ayetlerle Allahû Tealâ birçok âyet-i kerimede mürşidi farz kılmış. Ne yazık ki bunları görmezlikten geliyorlar Muhterem Efendimiz!
Âyeti söylediğin zaman ne yapıyorlar peki?
- O zaman da donup kalıyorlar Muhterem Efendimiz! Profesörlerle bazen program yaptığımız televizyon programlarında, mürşidin farziyetini bilmiyorlar ve âyetlerle tek tek Arapça’sını söylediğimizde program bitiminde itiraf ettiler. Âyetlerden haberleri yok Muhterem Efendimiz!
Onlar da haklı mı? Haklı. Çünkü onlara onu öğretiyorlar. Neden? Onlara öğretenler de bilmiyor. Tasavvufu yaşamayanlar bu istikamette bir ilmin sahibi değiller. Onlara göre İslâm’ın 5 tane şartı var:
1. Namaz kılmak
2. Oruç tutmak
3. Zekât vermek
4. Hacca gitmek
5. Kelime-i şahadet getirmek
Peki, onlara sorduğunuz zaman: “Bak sen İslâm’ın 5 tane şartını söylüyorsun. Bunları yaptığın zaman cennete girersin değil mi?” dediğiniz zaman ne diyorlar ya da “Girer misin?” diye sorduğunda?
- Muhterem Efendimiz! Onlar her zamanki iddialarında, onlara gerçeği anlatana kadar iddialarının sahibi oluyorlar. Ama gerçekleri de âyetlerle kelime kelime söylediğimiz zaman, ne yazık ki onun üzerinde ısrarcı olamıyorlar. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’e ters bir şey söylüyorlar. Size televizyon programında, o kanal 6’daki programda size “yalancı, öğretilmiş deli” diyen Hatemi ile bir program yaptık Muhterem Efendimiz; Hüseyin Hatemi’yle. Orada Kehf Suresinin 17. ve Maide 35. âyet-i kerimeleriyle, âyetin Arapçasını da okuyarak mürşidin farziyetini ve Allah’a ulaşmanın Rad Suresinin 21. âyetindeki farziyetini anlattığımızda “Mürşid de farzdır, Allah’a ulaşmak da farzdır.” diye programda itiraf etti Muhterem Efendimiz! Ama size bu kişi karşı çıkmıştı Muhterem Efendimiz!
18/KEHF-17: Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâhi, men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Bana hafif tertip kızıyor da ondan. Olur, böyle bu kadarcık şeyler.
- Bizim tv’de program yapmıştık. Orada itiraf etti bunu Muhterem Efendimiz! Karşı çıkamadı.
Benden de mi bahsetti yoksa?
- Biliyor zaten sizin televizyonun olduğunu.
Bizim adamımız olduğunu biliyor mu?
- İnşaallah
Duman etmişsin adamı be.
- Cabbar Boran da vardı o programda Muhterem Efendimiz!
Harika.
- Güzeldi hamdolsun. Karşı çıkamadılar Muhterem Efendimiz, hiçbir şekilde.
Burada çok güzel bir şey var ama. Yani sen ona, ona çatmadan, onunla kavga etmeden hakikatin onun bildiği hakikat olmadığını, Kur’ân hakikatlerinin farklı bir hüviyet taşıdığını ve bunu bizden öğrenmiş olduğunu söylüyorsun. O zaman o da pişman olacaktır tabiî ki yaptıklarına. Çünkü başka türlü kurtulması mümkün değil.
“İslam’ın 5 şartıyla herkes kurtulur mu?” dediği zaman ne diyorsunuz onlara? Hepsi de farz ama haklı adamlar yani. Söyle.
- Kurtulamayacağını ama uygun bir şekilde söylüyoruz. Çünkü bunu iddia eden bir kişi zaten konuşmaya açık değil Muhterem Efendimiz! Zaten onlar hepsini söylüyorlar. Ama onlara İslâm’ın 5 şartıyla kurtulamayacağımızı ve sahâbenin nasıl kurtulduğunu ve nasıl o birbirleri için yaşayan bir topluluk olduğunu, âyetlerle 7 safha ve 4 teslimle âyetlerle gösterdiğimiz zaman, bizim üzerimize de yine Allahû Tealâ’nın farz kıldığını yine âyetlerle gösterdiğimiz zaman, o zaman da en azından itiraz edemiyorlar Muhterem Efendimiz! Kabul edemeseler bile o anda itirazları bitiyor.
İtiraz edemiyorlar.
- Evet.
Peki, bu insanlar itiraz edememelerine karşın, senin söylediklerini sen yokken de başkalarına söylerler mi ne diyorsun? Söyle.
- Muhterem Efendimiz! Bir Konya İlâhiyat Fakültesi dekanını ziyaret ettiğimizde (daha önceleri o dekan bey televizyon programlarında dînlerin olduğunu söyleyen) biz ona, kendisine sizin öğrenciniz olarak gittik. Muhterem Efendimiz! Resûl ve Nebî kavramlarını, vahiy konusunu, Allah’ın görülebileceği ve dînlerin olmadığı konularında konuşmalarımız oldu. O konuşmalardan sonraki televizyon programında dînlerin olmadığını söylemeye başlamıştı. Konyalı kardeşlerimizden bu haberi almıştık Muhterem Efendimiz!
Bu çok güzel bir havadis.
- Ziyaretlerimizde, üniversitede ilk önce gittiğimizde sizin hakkınızda peygamberlik iddia ettiğinizi ısrar ederek üzerimize geliyorlardı. Ama onlara anlattıktan sonra, 6-7 ay sonra tekrar konferans verdiğimizde, yine ziyaret ettiğimizde asla bana sizin bir peygamberlik iddia ettiğinizi söylemediler. Öyle bir itirazla gelmediler. Bu sefer Allah’ı görmekle ilgili geldiler. Bu sefer de o âyetleri verdik; Allah’ın görülebileceğini, vahiy konusunu adım adım. Aslında yaklaşımları güzeldi Muhterem Efendimiz!
Ama sen ispat ettikten sonra…
- İnşaallah. Âyetleri yazıcıdan çıkarıp, döküman olarak da onlara verdiklerimiz de oluyordu Muhterem Efendimiz!
Hay Allah razı olsun.
- Allah sizden de razı olsun.
Ne yapacağız şimdi sevgili kardeşlerim, söyleyin bakalım? Namazımızı mı kılalım, ne yapalım?
İmam İskender Ali M İ H R