SOHBETİN ADI: EDEP
TARİHİ: 26.03.1990
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.
Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bizleri bir defa daha Allah’ın zikir sohbetinde Allahû Tealâ bir araya getirdi. Allahû Tealâ’nın izniyle başlarız, O’nun izniyle sizlere hitap ediyoruz.
Allah’ın İndi'nde mutluluk bütün insanlar için geçerlidir. Saadeti yaşamak hepinizin hakkıdır. Öyleyse o mutluluk hepimiz için birdir ve Allahû Tealâ sadece sizin mutlu olmanızı ister. Öyleyse hepiniz için geçerli olan şey cennet ve dünya saadeti, o saadeti yaşamak için hepiniz ehilsiniz. İşte dizayn o dizayn ki; hepinize kapıları Allahû Tealâ açmış ve hepinizin mutlu olmasını istiyor sadece. Sizler için söz konusu olan şey saadeti yaşamak. Siz dilediğiniz takdirde Allahû Tealâ bütün kapıları açar. Her şeyin merkezinde siz varsınız. Sizin talebiniz var, sizin dileğiniz var. Allahû Tealâ siz de dâhil olmak üzere hepimizi mutlu olasınız diye yaratmış. Saadet…, o saadeti yaşamak sizin harekete geçmenizle mümkün. Ne kadar çok zikir yaparsanız, o kadar mutlu olursunuz. Bu zikri yaparken Allah’ı düşünmeye, onu hedef alarak; Allah’ı düşünmeyi hedef alarak gerçekleştireceksiniz. Muhtevayı bu dizayn içerisinde gerçekleştirmek asıldır. Hepiniz için Allah, mutlu olmanız için bütün zeminleri hazırlayandır. Saadetiniz sizin gayretinizle ve ancak Allah’ın nusretiyle gerçekleşir. O ise bütün açılardan size yardım etmeye her zaman hazırdır.
Öyleyse kim Allahû Tealâ'nın yoluna girmişse mutluluğa hazır bir insandır. Bu noktadan itibaren hedefi mutluluğu yaşamak olmalıdır. Öyleyse böyle bir insanın mutluluğundaki en önemli faktör, Allahû Tealâ’yı çok ama çok zikretmektir. Bu zikrinizi yaparken başka şeyler düşünmeyeceksiniz. Allah’ı düşüneceksiniz, huzur namazını düşüneceksiniz. Arkadan, biraz yukardan huzur namazına doğru baktığınızı düşüneceksiniz. Sol tarafta tahtlar var ve huzur namazının imamının başından yukarıya doğru bakıyorsunuz; Allah oradadır. Onu görseniz de oradadır, görmeseniz de oradadır. Orada Allah olduğuna göre O’nu düşünerek namaz kıldığınızda, O’nu düşünerek zikir yaptığınızda; her iki standart içinde de zikrin gereğini ve namazın gereğini gerçekleştirmiş olursunuz. Bunu %100 gerçekleştirmek 4 halifeye bile nasip olmamış. Ama ona çok yakın neticeler elde etmeniz her zaman mümkündür.
Görüyorsunuz ki her şey sizin gayretinize bağımlı. Allah gayret etseniz de size yardım etmeye hazırdır, gayret etmeseniz de yardıma hazırdır ama yardımının ölçüsü sizin gayretinize paraleldir. Merkezde gene siz varsınız. İşte top her zaman sizde, siz hangi istikamette ne yaparsanız sonucu o kadar alabilirsiniz. İşte dizayn bu dizayn. Hepiniz için söz konusu olan işte mutluluk, işte siz, size ait olanı alın; onun adı mutluluk. Hepiniz için geçerli. Hiçbiriniz bunun istisnası değilsiniz. Allahû Tealâ hiçbirinizden mutluluğu kıskanacak değildir. Tam aksine onu size, düşünebileceğinizin çok daha ötesinde vermeye hazırdır. Yeter ki siz ona ehil olun.
Öyleyse çok namaz kılın, az uyuyun, az yemek yiyin ve kendinizi; en güzeli kendinizi başka insanlara adayın. Bizim söylediklerimize kafanızdan bir şeyler ilâve etmeye çalışmayın. Sohbetlerimiz sırasında bir hududun sahibi olmaya dikkat edin. O hudut bizim sizlere aktardıklarımızdır. Onun ötesine geçtiğiniz zaman hatalar yapmanız her zaman mümkündür.
Eğer sohbet yapıyorsanız, 28 tane basamaktan bahsedin. Ama davranış biçimlerine girmeniz normal standartlarda sizi hep hatalara götürür. Alternatifler iki taneden başlar, sonsuza kadar ulaşır. Bir ağaç düşünün: Bu ağacın bir tane gövdesi vardır ama daha gövdenin oluşması sırasında evvela ikiye ayrılır. Sonra o ayrılanların her birisi ikiye ayrılır. Sonra o ayrılanların her birisi ikiye ayrılır. Bu daha ağacın gövdesinin bir bölümünde. Daha yukarıda yeniden ayrılmalar olacaktır. İkiye ayrılmalar, tekrar ikiye ayrılmalar, tekrar ikiye ayrılmalar. Ve eğer bir ağaçtaki, büyük bir ağaçtaki yaprakları sayarsanız binlerce yaprak göreceksiniz.
İşte şeytan insanları Allah’ın yolundan ayırabilmek için, insanları tereddüde sokabilmek için her birini vasıta olarak kullanır. Giderek detaylarda farklı görüşler yer almaya başlayacaktır. Ne kadar çok detaya girerseniz, o kadar çok başkalarına tartışma hakkı tanımış olursunuz. Hepiniz insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırmaya değil, Allah’ın yoluna yaklaştırmaya vazifeli olduğunuzu bilin.
Öyleyse dizaynınızı, öğretim dizaynınızı detaylara girmeye sokarsanız, insanlara davranış biçimlerini öğretmeye kalkarsanız; bu öğrettiğiniz şeylerde öylesine teferruat bunun içine girecektir ki cevap veremeyeceksiniz. Hatta yanlışı söyleyeceksiniz doğru diye. Detayları hikmet sahibi gerçek… Kim daimî zikre ulaşmışsa, hikmetin sahibi olmuşsa o, detaylarla uğraşmak yetkisinin sahibidir.
Öyleyse dizaynı Allah’ın dizaynı olarak düşünün, yerli yerine oturtun. İşte o dizayn hepiniz için bir güzellikler abidesidir. Size verilen imkânları Allahû Tealâ'nın istediği istikamette kullanın. Aranızda öyle kardeşlerimiz var ki; her an bir sohbet yaptıkları zaman kalpleri küp küp atar: “Acaba istemeden bir yanlışlık yaptım mı?" Tereddüt ettiği her hususu sohbetten sonra mutlaka bize sorar. Eğer bir hata yaptıysa biz mutlaka ona işaret ederiz. İkinci sefer o kardeşimiz artık o hatayı işlemeyecektir.
Öyleyse böyle bir yetki almadan içinizden birtakım sesler geliyor diye, onları Rabbanî sesler zannedip insanlara o seslerin dizaynında anlatmaya kalkarsanız büyük hatalar işleyebilirsiniz. Sakın bu konuda kendinizi yetkili görmeyin. İblis devamlı olarak sizi etkilemeye ve başka insanlara negatif tesirler ulaştırmaya sebebiyet verir.
Dikkat edin sözlerime: Eğer aranızda biz sözcü varsa, o sözcü konuşuyorsa onun sesini ve sözünü kesmeyeceksiniz. O sözcüye söz hakkı vermek bizim görevimizdir. Kim olursanız olun bu sizi, konuşan kişiye; bizim yetki verdiğimiz; konuşma yetkisi verdiğimiz kişiye karışmak hakkının sahibi kılamaz. Eğer ona bir şey sormak istiyorsanız, sohbetini bitirmesini bekleyeceksiniz ve ondan sonra soracaksınız. Notunuzu alın. Kenarda bekleyin. Hiç kimse bizim söz hakkı verdiğimiz bir konuşmacının sözünü kesmek yetkisinin sahibi değildir. Tasavvuf adabına riayet edin. Bildiğiniz bir şey olabilir. Emin olmadıkça konuşmamanızı tavsiye ederim. Çünkü konuştuğunuz zaman zanna göre her zaman hareket edebilirsiniz. İşte tek konuşma yetkisi verdiğimiz kişiler hata yapmaz mı? Yapar ama bize sorarlar. Sordukları anda da hatası düzelir. O hatanın tekerrürü söz konusu değildir. Öyleyse onun söyledikleriyle sizinki arasında bir farklılık var mı, düşünceleriniz arasında? Onun sözünü keserek ikide bir, o yetki verdiğimiz kişiyi ikinci sınıf bir kişi yapamazsınız. Yaptığınız zaman buna herkesten evvel biz manî oluruz.
Öyleyse adap müessesesi tasavvufun temelidir ve asıldır. Bana nasıl sözümü kesmeden dinleyerek saygı gösteriyorsanız yetki verdiğimiz her kardeşimize o saygıyı göstermekle mükellefsiniz. Böyle yaparsanız aranızda birliği, muhabbeti en üst seviyede sağlayabilirsiniz. Hepiniz Allah için kıymetlisiniz. Yapmanız lâzım gelen şeyleri ait olduğu yere oturtmak mecburiyetindesiniz. Hepimiz bu mutlu, bu yüz binlerle ölçülebilen cemaatin bir üyesiyiz. En güzele ulaşmakla hepimiz vazifeliyiz. İnsanlar öyle biliyorlar diye, koyduğumuz kaideleri bozmak yetkisinin sahipleri değildir. O kaidelere dikkatle bakın. İnsanları aslında şunu söylemek istiyorum ki; biz seçmeyiz. Aranızda kimler sohbet yapıyorsa, yetki verilmişse onu biz seçmedik. Vekilleri Allah seçti. Bizden aldıkları yetki, Allah’tan aldıkları yetkidir. Hiç kimseyi Allah’a sormadan vazifeli kılmadık bugüne kadar. Eğer söz konusu olan bizim dışımızda birinin sohbeti ise, o sohbet bizim tarafımızdan yetki verilen birinin sohbeti ise kesilmemesi lâzım gelen bir sohbettir. Sualiniz varsa biraz sabredin, sonunda yine sorun sualinizi. Ama sohbet makamını aynı seviyede tutmayın. Siz sohbet yaptığınız zaman, siz yetkili oluyorsunuz. Kim sohbet yaparsa o yetkili oluyor. Tasavvufun adabına riayet edin. Ve bu riayeti hiçbir şeyle değişmeyin.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında da birçok kişi dış ülkelere gönderiliyordu. Başka insanları Allah’ın yoluna davet etmeleri için başka şehirlere gönderiliyordu. Onlar için de aynı kaideler geçerliydi, aynı güzellikler geçerliydi. Ve zamanımızda da Allah’ın kanunları tatbik edilecektir. Bu güzellikleri beraberce yaşayacağız. Beraberce Allah’ın her güzelliğini yaşamak hakkının hepimiz sahibiyiz.
Evvela Allahû Tealâ’yı ait olduğu yere oturtun. Allah sizden ne istiyor? Tek bir şey; sizin mutlu olmanızı. Siz de mutlu olmak istemiyor musunuz? Allah yolunda Allah’ın dizaynını gerçekleştirin. O sizin mutluluğunuz için bağımlı olduğu müessesenin zikir olduğunu söylüyor. Çok zikredin. Ve Allah’ı...
Düşünce standartlarınız her zaman resimlere dayalıdır. Biz de sizin kafanızda o resmi yerleştirmeye çalışıyoruz ki; o resim huzur namazının resmidir. Huzur namazına arkadan bakıyorsunuz, imamın başının üzerinden yukarıya doğru gözlerinizi kaldırdığını düşünün. Yukarda yokluğa bakıyorsunuz, Allahû Tealâ görmeseniz de oradadır. O zaman Allah’ı düşünerek namaz kılmış oluyorsunuz, Allah’ı düşünerek zikir yapmış oluyorsunuz.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hırkasını çıkartıyor, diyor ki (Hz. Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Osman orda, Hz. Ömer orda): “Bu hırkayı hanginiz kazanmak ister?” diyor.
Hepsi birden atılıyor: “Ben, ya Allah’ın Resûl’ü.”
“Öyleyse” diyor, “bunu almaya hak kazanmanız lâzım.”
“Ne yapacağız?”
“4 rekât namaz kılacaksınız sadece. Ama öyle bir namaz kılacaksınız ki namazın başından sonuna kadar hep Allah’ı düşüneceksiniz.”
“Oo,” diyorlar, “kolay ey Allah’ın Resûl’ü, biz bunu yaparız.”
Ne yazık ki Hz. Ebubekir’de dâhil olmak üzere hiçbirisi namazın başından sonuna kadar Allah’ı düşünmeyi başaramamışlar. Ve hepsi de itiraf etmişler ki: “Zannettiğimiz kadar kolay değilmiş. Biz hep Allah’ı düşünerek namaz kıldığımızı zannediyoruz ama şimdi bunu ölçüye vurduğumuz zaman gördük ki olmuyor.”
Sonra o hırkanın başka birine verildiğini görüyoruz. Bunu yapabilen başka birisine, kahve seven birisine. Hatırladınız kim olduğunu; Üveys-el Karani. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e mânâda tâbî oldu, el öptü. Birbirlerini dünya gözüyle hiç görmediler ama ahiret gözüyle hep beraberlerdi. Dünya gözüyle görmek için Uveys-el Karani Hazretleri bir defacık gitmek imkânını buldu ama şartlar müsaade etmedi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i göremeden geri döndü. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) rahmetli olurken hırkayı Hz. Ali’ye verdi: “Şimdi bunu götür, ona ver. O buna lâyıktır.”
İşte Allah’ın güzelliklerini yaşamak mı istiyorsunuz? O zaman sahâbe gibi olacaksınız. “Sahâbe, sahâbe, sahâbe! Ne olacakmış yani?” diye mi düşünüyorsunuz? Onların her birisi hayatını başkalarının mutluluğuna adamış birer pırlantaydı.
Adamın biri öyle bir namaz kılmış ki, demişler: “Aşk olsun be kardeşim, senden daha iyi namaz kılan başka kimse görmedik hayatımızda. Bu nasıl namaz yahu?” Demiş ki: “Ah! Sen bir de abdestli olduğum zaman gör.”
Şimdi böyle bir dizaynda herkes için geçerli. Mutluluk mu? Herkesin hakkı. Bilin ki hepiniz o mutluluğa lâyıksınız. Allah sizi mutlu görmek istiyor. Ben mi? Ben sizi ara sıra fırçalarım ama …sizin mutluluğunuzdur. Onu niçin yaptığımı da biliyorsunuz, gene sizin mutluluğunuz için her şey. Bütün muhtevada sadece sizlerin saadeti, sizlerin mutluluğuna dönük bir gayretimiz olur. Hepsi bu kadar. Dikkat edin ki biz Allah’ın azat kabul etmez, Allah’a en çok köle olan kişiyiz. Köleliğin ne olduğunu en iyi biz biliriz, bunu en üst seviyede yaşarız. Ve Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerimizde de bu O’nun bize verdiği emirler muvacehesinde bize ait olan her şeyi size adamamızla noktalanır. O noktaya dikkatle bakın. Allah’ın bize verdiği bu hayat, bu yaşama imkânı, aldığımız nefes hep sizler için ve böyle devam edecek; hayatımız devam ettiği sürece.
O’nun muradı sizin mutluluğunuzdur. Bizim de muradımız O’nunla beraber gene sizin mutluluğunuz. Her şey sizler için. Güzellikleri yaşamak her zaman elinizde. Çok zikredin Allahû Tealâ’yı, O’nu çok sevin ve başkalarını da kendinizden daha fazla sevmeye çalışın. İşte ne zaman başkaları için olursanız o zaman geçerlidir. İnsanlar ne zaman kendilerini ikinci plana bırakmayı becerebilirlerse, başarabilirlerse yaşayanlar sadece onlardır. Bunu bilmenizi istiyorum, daimî zikre ulaşmasalar da onlardır. Hayatınızın en önemli felsefesi, baş tacı etmeniz gereken temel duygu bu olmalıdır: Başkaları için yaşamak.
Öyleyse dizaynı en güzel şekilde tahakkuk ettirmek mecburiyetindesiniz. Saadetimiz, saadetiniz sizin için. Ne zaman siz başkalarını kendinizden ön planda tutarsanız, başkaları için ne zaman yaşamaya başlarsanız, mutluluğun ne olduğunu o zaman öğreneceksiniz. Yoksa yapmadığınız sürece, daimî zikrin sahibi olmadığınız sürece ki daimî zikrin sahibi olduğunuz zaman zaten yapabileceğiniz sadece odur. Allah’ın… o muhteşem saadeti yaşayamazsınız. Bölümlerini yaşayabilirsiniz sadece. Öyleyse ama yaşayabilirsiniz. Bize Allahû Tealâ tarafından öğretildi. Biz onun sadece bu hedefleri gerçekleştirmek üzere tayin ettiği vekiliyiz; dünya üzerindeki O’nun vekili.
Öyleyse O, Allah’tır. O öyle bir Allah’tır ki; bütün insanlardan, hepinizden -tek tek hitap ediyorum hepinize- hepiniz kendinizi şu anda benim muhatap olduğum kişi olarak kabul edin tek tek. Hepiniz O’nun gözündeki en kıymetlilersiniz. Hepinizden O’nun istediği şey sadece ve sadece sizin mutlu olmanız. O sadece sizin saadetiniz, mutluluğunuz O’nunla kaimdir. O’nun koyduğu kaideler, O’nun temel faktörleri hepsi sizin mutluluğunuza dönüktür. Eğer mutsuzsanız, o dönük olan, size dönük olan şeyleri kullanmadığınızdan veya saptığınızdan kaynaklanıyor.
Kim kendine bir şeyler istiyorsa o, sahâbenin yaşadığı hayatı kendi elleriyle engelleyen biridir. Kim Allah’ın kendisine verdiklerini başkasına vermek istiyorsa paradan bahsetmiyorum, o en sonda gelen bir faktördür. Her şey var; iradeniz var, konuşma kabiliyetiniz var, sağlığınız var, hizmet edebilecek gücünüz var. Bunların hepsi başkalarının mutluluğunda son derece önemli faktörler. Bazılarınızın sohbetlere gitmediğini biliyorum. Sohbetler sizin için Allah’ın güzelliklerini size yansıtan birer akımdır, cereyandır. Sohbet yapan kardeşlerimizin konuşmasında mutlaka biz de bulunuruz. Ona bir şeyler söyletiriz. Öyleyse bizi dinlemiş gibi hissettiğiniz zamanlar olacaktır kardeşlerimizin konuşmalarında. O zaman biz ordayız. Dikkat edin ki her biriniz hepinizin mutluluğuna medar olmak konusunda bir gayretin sahibi olmadıkça saadeti yaşamazsınız. Saadet, kendinizden yana olduğunuz sürece geçerlilik kazanmaz. Kardeşlerimiz var, bize telefon ederler, derler ki: “Ben mutlu olmak istiyorum.” “Peki şunu yapıyor musun?” “Hayır.” “Bunu yapıyor musun?” “Hayır.”
E peki kardeşim, sen nasıl mutlu olacaksın? Allah’ın bütün güzellikleri senin için olduğu halde sen onların hiçbirini yapmamakta ayak diretiyorsun. Ve sonra gelip benden yardım istiyorsun ki mutlu olacağım diye.
Öyle bir sistemde kardeşimizin yaptığı şey suları yukarıya doğru akıtmak arzusu değil mi? Sular yukarıya doğru akmaz. Kendinize düşeni yapmadıkça biz dua ediyoruz diye mutlu olamazsınız. Çünkü bizim bütün dualarımızı yaptığınız davranışlarla yok ediyorsunuz.
Öyleyse Allahû Tealâ sizin mutluluğuz için şartlar koymuş. Bu şartların en başında gelen, daimî zikre ulaşmasanız da sizi muhteşem bir saadetin içine sokacak olan şey başkalarını kendinizden önde görmenizdir. Başkalarına hizmeti kendinize amaç edinmenizdir. Eğer hedefiniz oysa o zaman, mutluluğu yaşamayan o zaman gelsin bana söylesin bakalım: “Ben mutlu değilim ama böyle böyle de yapıyorum.” Öyle bir insan hiç yaşamadı. Bütün sahâbe sonsuz bir saadetin sahibiydi. Soruyorum size: Sahâbe zengin miydi? Hayır, hiç değildi. Çok fakirdiler. Ama hepsi mutluydu. Saadet onların saadetiydi.
Öyleyse hepiniz için mutluluk müessesesi vardır, geçerlidir. Yeter ki ait olduğu yeri bilin; Allah, siz, başkaları. Sizi devreden çıkardığınız zaman geriye kim kalıyor? Allah’la bizler kalıyor. O geriye kalanlar var ya o insanlar, onlara sizden gidecek olan her türlü davranış Allah’ın kendisine yapılmış sayacağı bir davranıştır. Allah öyle kabul ediyor. Ve bunu bütün boyutlarıyla açıklıyor hepinize. “…,” diyor, “Siz başkaları için ne yaparsanız hani… var ya daha… içinde, rabbena hep bana diyen insanlardan olmayın. Rabbena, ben de dâhil olmak üzere, her şey onlara deyin, başkalarına deyin, size kötülük yapanlara deyin.”
Bana soruyorlar: “Biz eşimle geçinemiyoruz. Bana kötü davranıyor.” Acaba onun kötü davranmasında sizin de rolünüz yok mu?” diyorum. Öyleyse eğer tasavvuftansanız sizin göreviniz elinizden gelen her şeyi yapmak. Vaktiyle kardeşlerimiz ve eşleri arasında anlaşmazlıklar oldu. Ve kardeşlerimiz eşlerine şunu ulaştırdılar: “Sen bize ya Allah’ı seç ya da beni seç diyorsun, biz de Allah’ı seçiyoruz. Seni seçmiyoruz.” Bu bir saçmalık. Allah’ı seçenler, davranışlarımızla Allah’ı seçtiğimizi onlara ispat edemezsek… Eğer ispat edebilsek…- bizi sevecekler.
Öyleyse muhtevaya dikkatle bakın ki biz kardeşlerimize bunu anlattığım zaman: “Bu yaptığınız şey yanlış. Siz onlara tasavvufta olan insanların davranışını sergileyeceksiniz. Tasavvufta olmadığınız zamanla, tasavvufta olduğunuz zaman arasındaki farklı davranışınız, onlardan yana oluşunuz onları size yaklaştıracaktır.” Öyle olmadı mı? Yüzlerce kardeşimiz bu olayı yaşadı. Hepsi de en güzel mutlu aile bağlarını oluşturdular. Arkasında sadece bu vardı: Onların fedakârlıkları.
Sevmek müessesesine dikkatle bakın. Herkesi seveceksiniz. Eğer kendiniz hariç herkesi severseniz, en çok sevildiğinizi yaşayacak olan sizsiniz. Sözüme dikkatle bakın. “Eğer,” diyorum, “kendiniz hariç herkesi severseniz, Allah tarafından en çok sevilecek olan… sizsiniz; birinci etap. İkinci etap da o sevdikleriniz tarafından da en çok sevilecek olan siz olursunuz.
Ne diyor Allahû Tealâ? “En çok seni seveniz, seni en çok seveniz.”
“En çok seni seveniz, seni en çok seveniz.”
Hadi bakalım seni en çok seveniz’den başlayalım. Demek ki Allah’ın birçok sevdikleri var. O sevdiklerinin içinde… Yanlış söyledim gördünüz mü ben de yanılıyormuşum. “Seni en çok seveniz.” dediği zaman bizi sevenlerin sayısı çok, onların arasında Rabbimiz de var ama o sevenlerin arasında en çok O seviyor. “Seni en çok seven biziz” diyor Allahû Tealâ. Sonra da diyor ki: "Seni en çok seveniz." Öyleyse Allah’ın sevdikleri var, birçok sevdikleri var. O sevdiklerini seviyor ama onların arasında en çok bizi seviyor. Gördünüz mü bir tek “n” harfi. İkisinde de “n” harfi değil, severiz değil, seveniz’le ifade ediyor. Ama bir tanesinde bizi sevenler çok, onların arasında en çok seven Allah. İkincisinde Allah’ın sevdikleri çok. O sevdiklerinin içinde en çok bizi seviyor. İşte böyle bir cümleyi ben kırk yıl düşünsem söyleyemezdim ama O söylüyor.
Neyi anlatmak istiyorum size? Sevgiyi anlatmak istiyorum. O bana öğretti ki ben hayatımı başkalarına hasredebilirsem Allah beni sever. O öğretti. Onu nasıl yapabileceğimi öğretti bana. Neden siz de öyle yapmıyorsunuz? Onu yaptığınız zaman mutluluğun en üst seviyesini yaşayacaksınız. İşte şu anda dünya üzerinde Allah’a en çok köle olan benim. Bu kölelik sonsuz hüviyeti temsil eder. Ama ona köle olan ben, hayatımı sizlere vakfettiğim için Allah’ın kölesiyim.
Öyleyse her şeyi ait olduğu yere oturtun. Siz, hepinize sesleniyorum! Neden… Sizlere ait olan güzellikleri başkalarına izhar etmekte neden tereddüt ediyorsunuz? Neden başkalarının mutluluğu için çalışmıyorsunuz da ben mutlu olacağım diye çalışıyorsunuz? Bir düşünün söylediklerimi. Eğer ben Allah’a en çok köleysem, sizlere en çok köle olduğum için Allah’ın kölesiyim. Kendimden yaptığım her fedakârlık Allah’ın beni daha çok, daha çok, daha çok sevmesine sebebiyet verir. Hem fedakârlık etmeyeceksiniz, başkası hayatınızda ikinci plandaki insanlar olarak kalacak, hep önde siz olacaksınız ama sonra diyeceksiniz ki: “Allah bizi sevsin.” Hayır, sevmez. Sevmez deyince, hiç sevmez anlamını hiçbir zaman çıkartamazsınız, az sever. Daha çok sevmesi sizin başkalarını daha çok sevmenize, onlara Allah’ın size verdiklerini vakfetmenize bağlıdır. Allahû Tealâ hepinizi kendiniz için değil, kendiniz için değil, başkaları için yarattı. Tekrar ediyorum: Allahû Tealâ hepinizi başkaları için yarattı, bunun arkasında sizin mutluluğunuz olduğu için. Ne demek istiyorum? Çünkü o başkaları için yaratılan siz, başkalarına mutluluğu ulaştırdığınız anda her mutluluk ulaştırdığınız kişinin iki katı mutluluğu kendiniz yaşarsınız.
Bunun mânâsı ne biliyor musunuz? Allah yolunda geçen bir devre içerisinde 10 kişiyi bir nebzecik mutlu edebilecek olan bir davranış biçimi sergilemişseniz o, 10 kişinin yaşadığı mutluluğun her birinin yaşadığı mutluluğun iki katını 10 gün boyunca siz yaşarsınız. İşte Hz. Ömer’in Allahû Tealâ’ya: “Ya Rabbi, ben bugün Allah için ne yaptım? Bunları düşünüyorum.” dediği zaman. “Ben bugün başkalarını mutlu etmek için ne yaptım?” sözü var. Onun karşılığında da Hz. Ömer’in sonsuz mutluluğu.
Öyleyse dizaynı ait olduğu yere oturtalım. Hz. Ömer evinde ve bir zat geliyor sahâbeden. Ve hanımını şikâyet ediyor. Kapının önünde beklerken birden içerden sesler geliyor ki; aman Allah’ım. Hanımı Hz. Ömer’i yerin dibine sokuyor, çıkartıyor. Aklına gelen, ağzına gelen her şeyi devamlı konuşuyor, bağırıyor, çağırıyor. Adam beş dakika beklemiş, on dakika beklemiş, bakmış ki bu işin biteceği yok, arkasını dönüp tam giderken Hz. Ömer kapıyı açmış. “Hop hop,” demiş, “nereye?” Demiş: “Valla ben sana gelmiştim de.” Demiş: “Yahu, neden vazgeçtin?” “E” demiş, “kardeşim, ben hanımımı sana şikâyet edecektim…
Hz. Ömer ona demiş ki: “Ben," demiş, “eğer her gün, her akşam Allahû Tealâ’ya hesap veriyorsam: ‘Başkalarının mutluluğu için ne yaptım?’ diye, Onun başında bizim hanım var.” demiş. “O bana her aklına geleni söyler ama benden cevap alamaz. Duydun mu?” demiş, “benden ona karşılık hiç bir şey?” “Allah için,” demiş, “duymadım.”“İşte,” demiş, “sende böyle olduğun gün benim gibi mutluluğu bütün boyutlarıyla yaşayan birisi olacaksın.”
Allahû Tealâ’nın bir evliyasını her sene hem bulunduğu şehirde hem de hacda görüyorlar. “Ya,” diyorlar, “Allah, Allah! Adam orada, Konya’da ama biz onu hacda gördük kesin.” Bir kısım diyor: “Konya’da olduğuna yemin ederiz.” Bir kısmı diyor: “Hacda olduğuna yemin ederiz.” Her sene o zat görülüyor. Bir sene de görülmemiş. “Allah, Allah!” Herkeste bir merak. “Yahu” diyorlar, “ne oldu? Sana bir şeyler olmuş olması lâzım.” demiş ki: “Bana olmadı da benim hanım öldü.” demiş. "Hanım öldü." Anladınız mı ne demek istediğimi? …onun için… Allahû Tealâ bu istikamette hazır.
Hz. Ömer’le O’nun karısı arasındaki ilişkiyi yerli yerine oturtun. Her şey merkezinde. Ne demek istiyorum? Yapmanız lâzım gelen şey, aslında o kadar kolay, o kadar güzel ve meyvelerin toplanmasında o kadar az zamana alıcı ki ya da hiç zaman almayıcı ki anında Allahû Tealâ size bu kâinattaki en güzel meyveleri teslim etmeye hazır. Siz hazır mısınız? Hani çocuk telgraf çekiyor ablasına: “Abla sınıfta kaldım, babamı hazırla.” Ablası da hemen telgraf çekiyor: “Babam hazır.” diyor.
Olaya dikkatle bakın, Allahû Tealâ diyor ki: “allahû serîul hısâb: Allah hesabı çabuk görendir (hemen görendir, seri görendir).”
2/BAKARA-202: Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû vallâhu serîul hısâb(hısâbi).
İşte onlar ki, onların, kazandıklarından (kazandıkları derecelerden dolayı) nasibi vardır. Ve Allah, hesabı çabuk görendir.
Yarın yola çıktınız. Yataktan kalktık oradan başlayalım. Evvela evdekilere onları mutlu edebilecek olan bir, iki kelime söyleyemez misiniz, zor mu? Çocuklarınıza, annenize, babanıza, kardeşinize onları mutlu edecek şeylerin neler olduğunu bilirsiniz. Ne olur böyle bir şey söyleseniz? Onun, o sabah etrafınızda bulunan herkesin gönlünü alın evin içinde olan. Sonra da "Ben bugün, bütün gün başkalarına hizmet etmek istiyorum." diye yola çıkın. Tanıdığınız insanlar olacak, tanımadığınız insanlar olacak. Tanımadığınız biri de olsa ona, Allah'a yardım etmek istikametinde bir adım atın. Siz yardımı yapın.
Atalarımız demişler ki: “İyilik yap, denize at. Balık bilmezse Hâlık bilir.” Hıı! Yanlış. “İyilik yapın denize atın. Balık bilmese de Hâlık hem onu bilir hem de mükâfatını aynı anda size geri öder.” Öyleyse Hâlık’ın bilmesinin de ötesinde olay. O Allahû Tealâ, yaptığınız o güzel davranışın, iyiliğin o kişi tarafından size geri döndürülüp de sizi mutlu etmesini falan beklemez. Aynı andadır, mükâfatı aynı anda alırsınız. Deneyin, kime bir nebzecik mutluluk vermişseniz onun gözlerinden ışıldayan o güzel pırıltısını, onun gözlerinden ışıldayan o mutluluk pırıltısını gördüğünüz o an, Allahû Tealâ size ödemiştir. İç dünyanızda bir ferahlık hissedeceksiniz, dünyanız büyüyecek. Neden büyüyecek? Artık siz yoksunuz, hayatınızda başkaları var. Artık siz hayatını o gün olsun, bir tek gün olsun başkalarına adayan birisisiniz. Düşünüyorsunuz: “Tamam, bunu bu noktada bir güzelliği vücuda getirdim. Hamdolsun Allahû Tealâ'ya bu kardeşimize bir mutluluk vermeyi başardım, Allah’a şükürler olsun. Tamam, şimdi hemen hareket ediyorum buradan. İkinci bir yerde gene tanımadığım birine rastlıyorum. ‘Onun mutlu olması için ne yapabilirim?’ diye düşünüyorum. Hemen harekete geçiyorum. Ona da bu güzellikleri oluşturacak olan bir şeyler buluyorum.”
Herkesin mutlu olmasını sağlayacak bütün anahtarlar elinizde, kullanmıyorsunuz. Ne olur böyle yapsanız? Hastayı ziyaret etseniz, hatta arkadaşlarınızdan birkaçını da alıp ziyaret etseniz ne kaybedersiniz ki? Ona küçücük bir hizmette bulunsanız; evini temizleseniz o gün ne kadar mutlu olabileceğini biliyor musunuz? Aranızda yaşlılar var; o yaşlılara hizmeti amaç edinmelisiniz. Hatta her gün bunu değişik gruplar yapmanız, o imkânı başkalarına da vermeniz anlamına gelir. Herkesi mutlu etmeye çalışın.
Öyleyse bütün güzellikleri yaşamak görüyorsunuz ki sizin elinizde. İnsanlar var hayal kurarlar: “Ah! Ben milyarder olsaydım, trilyoner olsaydım. Elimdeki paraları insanlara verirdim. Oh! Onları mutlu ederdim.” Buna ihtiyacınız yok. Sahip olduğunuz şeyler var ya, şu mütevazı halinizle siz bütün insanları mutluluğa ulaştırabilirsiniz. Onlara söyleyeceğiniz bir güzel söz, bir güler yüz, bir küçücük yardım, bir hizmet, bir ziyaret onları mutlu etmeye yeterlidir. Ve onlara yaşattığınız o mutluluğun iki katını her seferinde aynı anda siz yaşarsınız. Allahû Tealâ, onlardan size bir güzellik geri dönsün de siz mutlu olasınız diye yaratmadı sizi. “Siz başkalarına verin, mükâfatını aynı anda Ben size ödeyeceğim.” diyor. “…” diyor. “O onların problemi,” diyor, “size iyi davranmak veya davranmamak.” “Ama siz onları bir güzelliğe ulaştırdığınız an, Ben sizden yanayım.” diyor. “Ona mutluluk ulaştırdığınız an evvela Ben sizi mutlu ederim. Arkasından da ruhunuz nefsinize inşirah verir (ferahlık verir), bir defa daha mutluluğu yaşarsınız. Onlara bir mutluluk, size… Allahû Tealâ tarafından hazır. Hazır, deneyin. Kime… bir mutluluk vermişseniz iki kat.
Nasrettin Hoca yabancı âlimle karşılaştırılıyor. Adam gelmiş, böyle yapmış. Nasrettin Hoca da böyle yapmış. Adam demiş ki: “Ben,” demiş, ama ayrı ayrı yerlerde konuşuyorlar. “Ben,” demiş, “Allah birdir, dedim. O da O’nun Resûl’ü de var diye bana, ‘İkidir.’ diye cevap verdi. “O…” demişler, “harika. Yahu” demişler, “hocam, sen neymişsin be? Ne dedin adama, …sordu?” “Senin,” dedi, “bir gözünü çıkaracağım. Ben de ona dedim ki: İki gözünü çıkarırım.”
Anladınız mı farklılığı? Sizinle Allah arasındaki ilişkilerin tümü sizin mutluluğunuza dönüktür. Her birinizi şu anda tek tek muhatap kabul ediyorum. Her birinize ayrı ayrı hitap ediyorum. Çevrenizden soyutlanmış olarak yalnız size hitap ediyorum. Her biriniz için ayrı. Siz bu grubun üyesisiniz. Kime ne ulaştırırsanız, sizden çevrenizdeki kim olursa olsun en büyük düşmanınız olsun, ulaştırdığınız onlara bir damlacık mutluluk veren en ufak bir hareketin karşılığını, anında Allahû Tealâ tarafından iki kat olarak alırsınız. Artık… Her şeyin iki katını Allahû Tealâ’dan alabilecek olan imkânların sahibisiniz. Öyleyse neden, neden vaktinizi faydalı alanlarda kullanmıyorsunuz?
Şimdi düşünün: Uyandığınız andan itibaren kafanızı hep insanlara, “Acaba ben kime, nasıl, nerede bir saadet sağlayabilirim? Onları nasıl mutlu edebilirim, memnun edebilirim?” diye düşünce sisteminizi tamamen insanların hayrına harcıyorsunuz. Kötülük düşünemezsiniz o süreç içerisinde. Siz, o süreç içerisinde Allah’ın bir sevgilisisiniz. Çünkü düşünceleriniz başkalarına tuzak kurmak, onların parasını nasıl elde edebilirim, onlardan kendime nasıl menfaat sağlayabilirim, onları nasıl kendim için kullanabilirim?” diye değil; “Ben kendimi onlar için nasıl kullanabilirim?” diye düşünüyorsunuz. Bunun mânâsı ne biliyor musunuz? Zaman adı verilen Allah’ın en kıymetli hazinesini faydalı alanlarda kullanmak.
Ne zaman başkaları için bu şekilde düşünüyorsanız, kendiniz için bir istifade yolu düşünüyorsanız ve başkalarını ister aldatın ister aldatmayın, bunu yaparken kendiniz varsanız, zamanı faydasız alanlarda kullandınız bile. Ama ne zaman, “Ben şimdi evden çıkacağım, Allah kimi karşıma çıkartırsa ona bir mutluluk vermek üzere harekete geçmeliyim. Yaşasın.” Böyle diyerek yola çıkarsanız, daha yola çıktığınız andan itibaren kazandınız. İçinizdeki mutluluğu o zaman yaşamaya hemen başlarsınız. Ve sokağa çıktınız, ilk gördüğünüz arkadaşınızla karşılaştınız, ona başörtüsünün ne kadar yakıştığını söyleyin. Olamaz mı yani? Başörtüsüyle elbisesi arasındaki ahengin çok uyumlu olduğunu söyleyin.
Biliyor musunuz ne kadar geniş bir saha içerisinde… Yani aradaki farklılığı görmenizi istiyorum. Zamanın israf edilmesi, başkalarına zarar vermek üzere kullanılması; zamanın faydalı alanlarda kullanılıp başkalarına hayır sağlayacak, başkalarına fayda sağlayacak, onları mutlu edecek olan bir dizayn içerisinde kullanılması. İkisi birbirinden taban tabana zıt iki tane durum. Birisinde siz, diyelim yola çıkılacak düşünüyorsunuz: “Acaba nasıl bir fayda sağlayabilirim, onu nasıl mutlu ederim, bunu nasıl memnun edici bir davranışta bulunurum?” Bunları tatbik edemediğinizi düşünelim. Edememenize rağmen siz bunları düşünürken mutlusunuz.
Anlıyor musunuz, farklılığı anlatabiliyor muyum? Hedefinize ulaşamasanız bile mutlusunuz. Böyle düşündüğünüz için mutlusunuz. Böyle düşündüğünüz sürece de siz hep Allah’ın en çok …içerisinde. Çünkü kendinizi o hedefe ulaşamasanız bile ona adamışsınız.
Hani karınca yola çıkıyor. Diyorlar ki: “Nereye?”
“Hacca.”
“Yahu!” diyorlar, “Sen bu adımlarla hacca macca gidemezsin.”
“Ama” diyor, “yolunda ölürüm. Hac yolunda ölürüm. Uğurunda ölürüm.” diyor.
Siz hep zamanınızı faydalı alanlarda harcamayı uhaline getirin. Göreceksiniz ki düşüncesi bile insanı mutlu eden bir şey.
Düşünün: “Falanca yere gideceğim. Oraya gittiğim zaman orada arkadaşım var.” Ona mutlaka güzel bir şeyler söylemeyi düşünüyorsunuz. “Nerden hareket ederim de ne yapabilirim de onu mutlu edebilirim?” Bunu düşünmeniz bile sizin mutluluğunuz için yeterli sebeptir Allah’ın yolunda. O anda mükâfatları almaya başladınız. O anda devamlı derecat kazanıyorsunuz. O anda Allahû Tealâ devamlı size huzur veriyor. Çünkü siz başkalarını huzursuz etmek üzere değil, başkalarına huzur vermek üzere, başkalarını mutlu etmek üzere yola çıkıyorsunuz. Düşüncenizde sadece bu var. O temiz düşünceleri kalbinizde kurduğunuz andan itibaren zamanı israf etmiyorsunuz.
Allahû Tealâ diyor ki:
7/A'RÂF-31: Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbul musrifîn(musrifîne).
Ey Âdemoğulları! Bütün mescidlerde ziynetlerinizi alınız. Yeyiniz ve içiniz. Ve israf etmeyiniz. Muhakkak ki O, müsrifleri sevmez.
“allahû lâ yuhıbbul musrifîn (musrifîne): Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.”
İnsanlar da diyorlar ki: “Tabiî Allah, insanlar paralarını israf edince onları sevmez.” Yalnız para değil, zaman Allah’ın paradan çok daha kıymetli bir hazinesidir. Ve o hepinize eşit derecede verilir. Her 24 saat herkes için doğar.
Öyleyse o 24 saatlik zamanı başkalarının hayrına, onları mutlu edecek davranışlara adayabilirseniz mutlusunuz. Ve bunu yapabilecek olan imkânlarla hepiniz mücehhezsiniz. Şu anda elinizde olan neyse daha fazlasına ihtiyacınız yok. “Benim katrilyonlarım olsun da başkasına versem,” demenize lüzum yok. Elinizdeki her şey; konuşmanız, insanlar hakkındaki güzel hisleriniz, onları mutlu etmek konusundaki gayretleriniz, hepsi sizin mutluluğunuzun mutlak birer vasıtasıdır.
Tekrar ediyorum: Kuvveden fiile ulaşamasanız bile onlara bir mutluluk vermeyi düşünüyorsunuz ya, düşündüğünüz zaman parçası içinde de mutlusunuz. Onu gerçekleştirdiğiniz an mutluluğunuz iki kat oluyor. Hem ona verdiğiniz mutluluğun karşılığını yaşıyorsunuz hem de içinizde başkalarına mutluluk vermek üzere yola çıkan sizin, ilk hedefi gerçekleştirdiğiniz kanaati oluşuyor. Allah’ın size karşı olan sevgisi, o yaptığınız olayla biraz daha artıyor. Ve hayatınızı Hz. Ömer gibi buna adadığınızı düşünelim. Sonuç: Düşünceleriniz başkalarını mutlu etmekse onları kuvveden fiile yani düşünce platformundan tatbikat platformuna, uygulama platformuna çıkardığınız anda kuvveden fiile çıkarmış oluyorsunuz. O noktada mutluluğunuz daha da artıyor. Çünkü artık siz, sadece düşünen birisi değilsiniz başkalarını mutlu etmeyi; bunu başardınız. Bu, onun yaşadığı mutluluğun iki katını Allahû Tealâ’nın size orada vermesiyle noktalanır. Dikkat edin, daha başından itibaren onu düşünce platformunda tahakkuk safhasına koyduğunuz an, düşündüğünüz andan itibaren mutlusunuz. Çünkü başkalarını mutlu etmek için düşünüyorsunuz. Kendinizi kendi menfaatiniz için, nefsinizin kör olası afetlerini tatmin etmek için değil; onları da kendinizi de Allah’ın yolunda kullanarak başkalarını mutlu etmek için yaşıyorsunuz.
Öyleyse bu mutluluk olayını nasıl gerçekleştireceğinizi düşünmeye başladığınız andan itibaren mutlusunuz. Her zaman bu kapılar hepinize açık. …kapılardan girin; Allah’ın bu dünyadaki cennetlerine. Her başkalarının güzelliğini düşündüğünüz an Allah’ın cennetindesiniz. Asla cehennemde olamazsınız. Yeter ki hayatınızı başkalarına adamayı usul haline getirin.
Toplantıdasınız; nerede bir kenarda düşünen bir kardeşimizi görürseniz ona hemen ulaşın. “Senin neyin var?” deyin. “Neden hüzünlüsün bugün?” deyin. “Sana nasıl yardım edebilirim?” deyin. Sizin yardımınız yetmezse arkadaşlarınızı da yardıma davet edin. Ama onu mutlu etmeye çalışın. Ona bir defa şu havayı vermelisiniz ki; yalnız değil o kardeşiniz, sizlerle beraber, Mihr Vakfı’yla beraber. İşte onu mutlu etmek, böyle hüzünlü gördüğünüz bir kardeşimizi mutlu etmek hepiniz için temel hedef olmalı. Herkese ayrı ayrı mutluluk vermek. Her birisinde onu mutlu edebilecek olan bir taraf mutlaka yakalarsınız. Gerçekleştirdiğiniz zaman, o kardeşinizi mutlu etmenin mutluluğunu yaşayacaksınız. Allahû Tealâ hesabı çabuk gören, anında ödeyendir. Sizlerin mutlaka hesabınızı Allahû Tealâ öder.
Öyleyse daha güzel ne var ki? Eğer mutluysanız, mutluluğun ötesinde ne var ki? Ve nasıl mutlu olacağınızın anahtarları başka birinin cebinde değil. Allahû Tealâ anahtarları sizin elinize teslim etmiş. “Al,” demiş, "anahtarlar sende. Sen başkalarını değil mutlu etmek, mutlu etmeyi düşünsen bile, kendini değil başkalarını mutlu etmeyi düşünsen bile, bunun yollarını araştırsan bile, Ben seni sadece bunu yaptığım için bile…”
Öyleyse zamanı faydasız zaman olarak kullanırsınız; kendinize bir menfaat temin etmek üzere başka insanları kullandığınız sürece, bunu düşündüğünüz sürece de. Zamanı faydalı alan olarak kullanırsınız; başkalarına bir güzelliği götürmek, bir mutluluğu götürmek hedefinizse. "Bunu nasıl gerçekleştiririm?" diye, düşüncenin başlangıç noktasından itibaren mutlu bir insansınız. Onu tatbik mevkiine koyabilmenizle mutlusunuz. Koyamasanız da mutlusunuz. Çünkü hedefiniz o. Allahû Tealâ niçin acaba sizin hayat filminizi meleklerine, kiramen kâtibin meleklerine aldırırken düşüncelerinizi de oraya aldırıyor? Bunun için. Düşünceleriniz için de size mükâfat vermeye hazır.
Öyleyse başkalarına yardım etmeyi, onları mutlu etmeyi, onları bir nebzecik bile olsa memnun etmeyi düşündüğünüz süreç içinde de mutlusunuz. Zamanı israf etmiyorsunuz. Başkalarının hayrına kullanmak için planlar kuruyorsunuz. Yürüyorsunuz; yürürken de düşünüyorsunuz: “Ben ne yapabilirim? Etrafımda binlerce insan var. Acaba kime hangi şekilde bir yardımım dokunabilir?” Yüzlerce insan göreceksiniz. Sizden yardım için… Herkes sizin mutluluğunuzun bir vasıtası olacak, düşünce platformunda kalsanız bile. Ama ben kalmamanızı tavsiye ederim. Düşünün başkalarını nasıl mutlu edebileceğinizi ve harekete geçin. Allah’ın sizden beklediği şey bu mutluluğu yaşamanız, başkalarına yaşatmanızdan evvel bunu düşünmenizle, düşünce platformlarında ve sahalarında bunu oluşturmanızla mümkün. Sonradan kuvveden fiile çıkması, tatbikat sahasına girmesi söz konusu. O zaman da o kişiye mutluluk vereceksiniz. Onun iki katını da gene siz mutluluk olarak yaşayacaksınız.
Öyleyse her şey sizin için. Her güzelliği Allahû Tealâ sizin için koymuş. Ama eğer mutsuzsanız kendi kendinize itiraf edin ki; bunu kullanmadığınız için mutsuzsunuz. Ama kullanabilirsiniz. Söylediğim gibi bunun için hazinelere falan ihtiyacınız yok. Hepinize söylüyorum. Şu anda siz neyin sahibiyseniz, o şu anda yüzlerce binlerce kişiyi memnun edecek olan davranışlarda bulunmanız için sizi ehil kılar. Hepiniz buna ehilsiniz. Öyleyse arayın.
İmam İskender Ali M İ H R