1. | eyne mâ | : nerede |
2. | tekûnû | : olursunuz |
3. | yudrik-kum | : size yetişir, erişir |
4. | el mevtu | : ölüm |
5. | ve lev | : ve eğer ... olsa |
6. | kuntum | : siz oldunuz |
7. | fî burûcin | : kalelerde, burçlarda |
8. | muşeyyedetin | : sağlam, muhkem, yüksek |
9. | ve in | : ve eğer, olsa |
10. | tusıb-hum | : onlara isabet etti |
11. | hasenetun | : hayır, iyilik |
12. | yekûlû | : derler |
13. | hâzihî | : bu |
14. | min indi | : katından |
15. | allâhi | : Allah |
16. | ve in | : ve eğer, olsa |
17. | tusıb-hum | : onlara isabet etti |
18. | seyyietun | : kötülük |
19. | yekûlû | : derler |
20. | hâzihî | : bu |
21. | min indi-ke | : senin katından, senin tarafından, senden |
22. | kul | : de, söyle |
23. | kullun | : hepsi |
24. | min indi | : katından |
25. | allâhi | : Allah |
26. | fe | : artık |
27. | mâ li hâulâi | : bunlara ne oluyor |
28. | el kavmi | : kavim, topluluk |
29. | lâ yekâdûne | : neredeyse olmayacak, olmuyor |
30. | yefkahûne | : fıkıh ediyorlar, anlıyorlar |
31. | hadîsen | : söz, konuşulan kelâm |
AÇIKLAMA Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada, Kur’ân-ı Kerim’de son derece önemli bir kavramın ilk açıklamasına rastlıyoruz. Îmânın şartlarının 6. faktöründe, “Hayır da şerr de Allah’tandır.” demişler. Bu yanlış. Bunun yanlış olduğunu Allahû Tealâ bu âyetle ve bundan sonraki âyetle ifade ediyor. Bundan sonraki âyette Allahû Tealâ diyor ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Habibim sana hangi güzellik isabet ederse bu Allah’tandır. Ne zaman sen derecat kaybedersen bu da senin nefsindendir.” Daha o zaman Peygamber Efendimiz (S.A.V), henüz nefsinin kalbindeki afetleri tamamlanmamış, daimî zikre ulaşmamış bir durumda. Allah’tan emirleri alıyor, emirleri tebliğ ediyor. Onunla beraber bütün sahâbe daimî zikre doğru adım adım ilerliyorlar.
Demek ki hayır Allah’tan ama şerr bizim nefsimizden. Şimdi burada Allahû Tealâ bizlere bir açıklamada bulunuyor: “Senin sebebinle bir kötülük isabet ederse onlar derler ki; bu sendendir. Senin sebebinle bir iyilik isabet ederse derler ki; bu Allah’tandır.” Onları sevindiren ve üzen olaylar söz konusu.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) neyi yapmışsa hepsini ona Allah yaptırmıştır. Şimdi o münafıkların telâkkileri ne olursa olsun, Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından gelen bir olay onları üzüyor. Şerr olarak değerlendiriyorlar onu. “Bu sendendir.” diyorlar. Bir başka olay onları sevindiriyor, “Bu Allah’tandır.” diyorlar. Oysaki Peygamber Efendimiz (S.A.V) sadece bir vasıta. Allah’ın iradesinin kendisine tecelli ettiği, sadece Allah’ın yaptırdıklarını yapabilen bir Peygamber, bir Nebî.
Bir misal verelim; bir hırsız bir şey çalıyor birisinden. Hırsız seviniyor ama aslında şerr işlemiştir. Çalmıştır; derecat kaybetmiştir. Derecat kaybettiği için bu onun açısından mutlaka şerrdir. Öyleyse şerre seviniyor. Öbür taraftan malı çalınan kişi “Bu malı ben helâl olarak kazandım ve benden bunu çaldılar.” diye üzülüyor. Hakkının yenildiği kanısında, bir açıdan durum öyle. Ama aslında hırsız malı çaldığı anda kul hakkı doğmuştur. Hırsız bu malı çalmakla ne kadar derecat kaybetmişse o derecat, sahibine mutlaka teslim edilmiştir. Hesap kesin olarak görülmüştür. Hesap kapanmıştır. Kul hakkı sona ermiştir.
Kader hiç kimseye derecat kaybettirmez. Sadece kendi irademizle yaptığımız fiiller dolayısıyla derecat kaybederiz ve şerre ulaşırız. İster İlâhi irade ister sünnetullah yani küllî irade ister başka bir insanın cüz’i iradesi bizim üzerimizde bir zarar vücuda getirsin, hiçbirisi bize derecat kaybettirmez. Ancak bizi üzen bir olay başka birisi tarafından vücuda getirilirse, biz sadece derecat kazanırız. Ama derecat kaybetmemiz Allah’ın vücuda getirdiği bir olayla hiçbir zaman mümkün değildir. Allah’ın üzerimizde vücuda getireceği olay ne olursa olsun, kader sebebiyle vücuda gelen olay ne olursa olsun, bir insanın bu olay sebebiyle derecat kaybetmesi ve şerre ulaşması hiçbir şekilde mümkün değildir. Öyleyse hayır bizdendir, ama şerr -bir sonraki âyet-i kerimede Allahû Tealâ’nın söyleyeceği gibi- nefsimizdendir.