}
Ölmeden Evvel Ölmek 16.01.2003
Mp4 Mp3 Link

Sohbet Kodu: 105423


SOHBETİN ADI: ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK
TARİHİ: 16.01.2003


Esselâmualeykûm ve rahmetullâh ve berekâtuhû.

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, bismillâhirrahmânirrahîm.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, nasıl Allahû Tealâ’ya şükretmeyiz, hamdetmeyiz ki? Gene birlikteyiz. Allah bizleri her zaman bir araya getiriyor. Zamanımızın tekniğinde, dünyanın her tarafından bizi izleyebiliyorsunuz, dinleyebiliyorsunuz. Nerede olursanız olun, eğer orada bilgisayar varsa, internet hattı varsa tamam; biz sizin odanızdayız, salonunuzdayız. Kalp kalbe, gönül gönüleyiz.

İşte yeni bir sohbet: Ölmeden evvel ölmek.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) sahâbeye diyor ki: “Ey sahâbe! Ölmeden evvel ölün ki; Allah, size 700 kat ihsanda bulunsun. Ölmeden evvel ölün ki; Allahû Tealâ, size 700 kat ni’met versin.”

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediği her söz, aslında Kur’ân’ın bir hakikatini, bir başka hakikatini mutlaka ifade etmiştir. Ama Kur’ân’ı bilmeyenler, o sözleri tabiatıyla değerlendiremezler. Kur’ân’ı bildiklerini zannedenler de buna dâhil. Çünkü Arapça’yı biliyoruz diye, Kur’ân’ı da biliyoruz zannedenler; Kur’ân’ın sadece zahirîni bilirler. Onlar Kur’ân’ın bâtınından yani ruhundan haberdar değillerdir.

Öyleyse Kur’ân’ın ruhunu kim bilir? Kur’ân’ın ruhunu, Allah’tan vahiy alan kişi bilir. O, Allahû Tealâ tarafından öğretilir. Öyleyse onun bilmediğini düşünelim. Her şeyi bilmesi, tabiatıyla mümkün değil ama Allahû Tealâ’ya sorar, Allahû Tealâ da ona açıklar. Öyleyse Allahû Tealâ’nın ifadesine gelin, dikkatle bakalım: Ne diyordu Yüce Rabbimiz, Enbiyâ Suresinin 7. âyet-i kerimesinde?

21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.



“Senden evvel de sadece kendilerine vahyettiğimiz erkekler gönderdik, (adamlar gönderdik).”

Sonra da diyor ki Allahû Tealâ: “fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne): Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun (ehlez zikre sorun).” diyor.

İşte burada ölmeden evvel ölmek ne demektir’in sualinin, Allah’tan gelen cevabı önemli olan. Konu, 10 tane ni’metle alâkalı. Öyleyse baştan başlayarak çok kısa bir zaman parçasında konumuzun bulunduğu noktaya ulaşalım.

1. basamak: Olayları yaşıyoruz. Herkes yaşar.
2. basamak: Olayları değerlendiriyoruz. Herkes değerlendirir.

Bu değerlendirmede iki tür insan ortaya çıkar:

*Allah’ın seçtikleri.
*Seçmedikleri.

Seçmedikleri kimlerdir? Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar yani tekzip edenler. Allah’ın âyetlerini ketmedenler yani örtenler. Allah’ın âyetlerini küfredenler yani inkâr edenler ve Allah’ın âyetlerini nakzedenler, bozanlar. Öyleyse bu insanlara dikkatle bakın. Bunların müşterek özelliği; sadece kendilerinin Allah’a ulaşmayı dilememeleri, bu sebeple dalâlette, bu sebeple küfürde kalmaları değil. Onun daha ötesinde bir sebep: Bunların başka insanları da Allah’a ulaşmaktan ve Allah’ın Sıratı Mustakîm’inden men etmeleri.

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).

Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).

Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).

Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.



İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler, bu muhtevaya dikkatle bakın. İnsanlar Allah’a ulaşmayı dilemiyorlarsa sadece kendilerinden mesullerdir. Ama eğer insanlar, kendileri Allah’a ulaşmayı dilememekten öte başka insanların da Allah’a ulaşmayı dilemelerine ve ruhlarını Allah’a ulaştırmak için Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına ve ruhlarını Allah’a ulaştırmalarına mâni oluyorsa bir insan, işte onların Allahû Tealâ tarafından seçilmesi mümkün değildir. Seçilmeme sebebi; Allah’ın İradesi’ne açık bir şekilde karşı çıkmaktır.

Allah’ın İradesi: “Allah’a ulaşmayı dileyin.” diyor. "Bu bir farzdır." diyor Allahû Tealâ, "Dilerseniz size mutlaka cennetimi veririm," diyor, "sizi evliya yaparım.” diyor. Kişi dilemiyor? Olabilir, dilemek mecburiyetinde değil. Dilerse diler, dilemezse dilemez ama sadece kendisi mesul olur. Cehenneme gidecekse, yalnız kendisi cehenneme gider. Ama kim kendisi Allah’a ulaşmayı dilemediği gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına, Allah’a ulaşmayı dilemesine, tabiî bu sebeple de Allah’a ulaşmasına mâni oluyorsa, onları Sıratı Mustakîm’den men ediyorsa (mâni olan kişi, men eden kişidir); işte onlar başka insanların da veballerini omuzlarına yüklenecek olanlardır. Onlar seçilmezler. Seçilenlerin arasından bir kısmı Allah’a ulaşmayı dilerler.

Öyleyse 1. ve 2. basamaktakilerin, 3. basamağa geçemiyorlarsa hepsinin gideceği yer, ne yazık ki cehennemdir.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).



Kim Allah’a ulaşmayı dilerse onlar, 3. basamaktadırlar ve bu dilek Allahû Tealâ tarafından anında işitilir, bilinir ve görülür.

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).

Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.



Allah hep kalbe bakmaktadır. Bunun üzerine Allahû Tealâ, Rahîm esmasıyla o kişinin üzerinde tecelliye başlar. Sonra bu tecellinin o kişi üzerinde vücuda getireceği (Rahîm esmasıyla tecellinin) fonksiyonlar var. O kişinin Allahû Tealâ gözlerindeki hicab-ı mestureyi, irşad makamını irşad makamı olarak görmeyi engelleyen bir engeli, bir perdeyi kaldırır kişinin gözünden. O noktadan itibaren kişi irşad makamını irşad makamı olarak görür. Kişinin kulaklarındaki vakrayı alır.

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).

O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.



4. basamakta: Allah Rahîm esmasıyla tecelliye başlamıştır.
5. basamakta: Gözlerdeki hicab-ı mestureyi almıştır.
6. basamakta: Kişinin kulaklarındaki vakrayı almıştır.

Aldıktan sonra ancak kişi, irşad makamının söylediklerinin mânâsına varmaya başlayacaktır. Mânâya varış burada şekillenir. Öyleyse kişinin irşad makamının söylediklerini mânâlandırmaya başlaması, onların mânâsına varması; kulaklarındaki vakranın açılmasıyla mümkün, alınmasıyla mümkün. Ondan sonra bu kişi işittiklerini, duyduklarını kalbine indirecek ve idrak etmeye çalışacaktır.

Kişinin kalbindeki bir engel -adı; ekinnet- idrake mâni olacaktır. Kişi hiçbir zaman idrak edemeyecektir, kalbindeki o ekinnet varsa. Kim Allah’a ulaşmayı dilemişse Allah, o kişinin kalbindeki ekinneti mutlaka alacak, onun yerine ihbat koyacaktır; idraki sağlayan ve kişinin Sıratı Mustakîm’e ulaşmasını sağlayan bir müessese.

22/HACC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtûl ilme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.



Ve Allahû Tealâ ihbat koyduğu sürece bu işlemleri yaparken, devamlı kişinin günahlarından devamlı kişiye dereceler vermekte. Öyle ki buraya ulaştığı zaman birkaç dakika içinde Allahû Tealâ buraya kadar ulaşır. İlk 7 basamak burada tamamlanır. Bu süre içinde o kişinin günahlarının tamamını kaplayacak kadar ve onu aşacak kadar derecat verir Allahû Tealâ kişiye. Ve böylece kişinin sevapları günahlarını aşar. Allah’ın sevap tarafına (hasenat tarafına) yaptığı ilâvelerle hasenat tarafı seyyiat tarafını geçer.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.



Öyleyse bu kişinin sevapları günahlarından daha fazla olmuştur. Böylece Allahû Tealâ, bu kişiye bir hedef tayini için müsait ortam oluşturmuştur. Kişi Allah’a ulaşmayı dileyen birisidir. Allahû Tealâ’dan aldığı ihsanlarla Rahîm esması tecelli etmeye başlamıştır kişide.

*Gözlerindeki hicab-ı mesture alınmıştır; 2.
*Kulaklarındaki vakra alınmıştır; 3.
*Kalbindeki ekinnet alınmıştır; 4.
*Yerine ihbat konulmuştur; 5.

Ve bu kişi sevapları günahlarından fazla olan bir hüviyete konulmuştur.

Bundan sonra Allahû Tealâ o kişiye, kişinin;

*Kalbine ulaşacak.
*Kalbinin nur kapısını Allah’a çevirecek.
*Göğsünden kalbine nur yolunu açacak.
*Kişi zikre başlayınca kalbine ulaşan rahmet nurları, kalp mühürlü olduğu için içeriye giremeyecek ama kalbe sızmaya başlayacak. Bu sızmanın neticesinde %2 rahmet birikimi kişinin kalbinde oluşacak, böylece kişi huşû sahibi olacak.
*Huşû sahibi olunca da Allahû Tealâ ona mürşidini gösterecek. Ve kişi Allah’ın kendisine gösterdiği mürşide ulaşacak ve tâbiiyetini gerçekleştirecek.

Böyle bir dizaynda kişinin mürşidine ulaşması ve tâbiiyet gerçekleştirmesi, ölmeden evvel ölme olayının başlangıç noktasıdır. Konumuz: Ölmeden evvel ölmek.

Ne olacaktır? Allahû Tealâ’dan aldığı bu 10 tane ihsanla mürşidine ulaşan kişi, 10 tane ni’met alacaktır Allahû Tealâ’dan:

1. ni’met: O kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu gelip yerleşecektir.
2. ni’met: O kişinin kalbinin mührünü açacaktır Allahû Tealâ.
3. ni’met: Kalbin içindeki küfür kelimesini alacaktır.
4. ni’met: Kalbin içine îmânı yazacaktır Allahû Tealâ.
5. ni’met: O kişinin bütün günahlarını sevaba çevirecektir.
6. ni’met: Kişinin ruhu vücudundan ayrılacak, Allah’a doğru yola çıkmak üzere Sıratı Mustakîm’e ulaşacaktır.
7. ni’met: Kişinin nefsi, nefs tezkiyesine başlayacaktır.

Zikir yapan bu kişinin kalbine Allah’ın rahmeti ve fazlı, rahmeti ve salâvâtı gelecektir. Kalbin mührü açılmıştır. Hareketli hâle gelmiştir ve o mührün üzerine baskı yapan rahmet ve fazl, rahmetle salâvât nurları bunu (mührü) zülmanî kapıya kadar indirecek ve mühür, zülmanî kapıyı mühürleyecektir. Zikir boyunca karanlıkların o kişinin kalbine girmesi artık mümkün değildir.

Allahû Tealâ’nın katından zikirle yola çıkan rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki grup nur o kişinin göğsüne gelir, göğsünden kalbine ulaşır. Ve kalbin içine gelen rahmetle fazl, rahmetle salâvât nurları kalbin içinde fonksiyonel olan îmân kelimesinin etrafına ulaşırlar. Îmân kelimesi bir manyetik alan sahibidir. Fazıllar da îmân kelimesinin aksi manyetik alanın sahibidirler. Bu sebeple fazıllar îmân kelimesi tarafından çekilecektir. Çekilen fazıllar, îmân kelimesinin etrafında toparlanmaya başlarlar. Bu toparlanma nefs tezkiyesi dediğimiz bir olayı gösterir.

Nefs tezkiyesi, rahmetin %2 kalbe girmesiyle bir uvertür, açış olarak devreye girmiştir. Asıl nefs tezkiyesi, fazılların nefsin kalbine yerleşmesiyle söz konusu olacaktır. Rahmet nurlarının kalbe girmesi, Rahîm esmasının tecellisinin kalbe damgayı vurması hâlidir. Kalp, Rahîm esmasının tecellisiyle damgalanmıştır. %2 Rahîm esması kalbe gelmiştir. Yani artık bu kalp, tezkiye olmaya hazırdır. Rahîm esması tecellisini göstermiştir. Bundan sonra nefs tezkiyesinin esas standartları başlayacaktır. Yani nefsin kalbinde îmân kelimesinin etrafında fazılların toplanması. Ve kişinin zikri giderek artar. Artan zikre paralel olarak o kişinin kalbinde, îmân kelimesinin etrafında fazıllar %1, %2, %3… Ve nihayet %7’ye kadar toplanır. Burası Nefs-i Emmare’yi ifade eder.

Sevgili kardeşlerim, kişinin nefsinin kalbinde fazl birikimi, nefsin kalbindeki afetlerin o kadarının yok olmasına, kalbe girememesine sebebiyet verir. Afetler vardır ama dışarıda kalacaklardır, kalbe giremeyeceklerdir ve tesir sahası oluşturamayacaklardır. Buradaki muhtevaya dikkatle bakalım: Nefsin kalbi %100 afetlerle doluydu. Sadece %2’si rahmet nurlarının kalbe sızmasıyla yok oldu. Peki, sonra? Sonra bu %2’nin ötesinde fazıllar kalbe girmeye başladı. İlk %7 fazl birikimi gerçekleştiğinde, nefsin kalbindeki şeytanın hâkim olamadığı saha %9’a yükselmiştir.

%2 rahmet birikimini bir kenara koyarak fazılların birikimleri üzerinde beraberce duralım. Fazıllar, 7 tane gök katının temsilcisidir. Her %7 fazl, bir gök katını ifade eder. Rahmet nurları neticede sadece, Rahîm esmasının tecellisinin var olduğunu gösteren bir ispat belgesidir; bir uvertürdür, açıştır, başlangıçtır. Sonucu sağlayan, neticede %98’i oluşturacak olan fazıllardır. Her %7'de ruhun bir gök katı yükselmesini ifade ederler.

Nefsin tezkiyesine yani %7, %7 aklanmasına, fazl birikimine karşılık nefsin afetleri aynı oranda yok olur. Çünkü fazıllar îmân kelimesine sağlam bir şekilde yapışırlar. Manyetik alanlar birbirinin zıddı olduğu için nasıl bir mıknatıs, karşıt kutuplu bir mıknatısı kendisine çekerse ve kolay kolay da bırakmazsa, fazıllarla îmân kelimesi arasında böyle bir ilişki vardır. Îmân kelimesine yapışan fazıllar, orada karanlıkların artık gelip de onları yerinden kovmasına imkân vermeyen sağlam bir saha oluştururlar. Fazılların kapladığı alan hiçbir şekilde artık karanlıklar tarafından işgal edilemez. Bunun mânâsı; o kişinin nefsinin kalbinde şeytan, %7 hükmünü kaybetmiştir.

Şeytan nefsimizin kalbinde hüküm sahibi midir? Evet, başlangıçta öyledir. Neden? Çünkü nefsimiz afetlerle doludur. Öfke, kin, kıskançlık, haset, iptilâlar, isyan, düşmanlık, nefret, pintilik ve cehalet... Ve bunun gibi bu minval üzere19 tane afet (19 grup afet), nefsimizin afetleridir. Nefsimizin kalbini, başlangıçta bütün insanlarda nefsin kalbi %100 afetlerle doludur.

İşte böyle bir dizaynda sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Nefsin kalbi %100 afetlerle dolu, ruhun kalbi %100 hasletlerle dolu. Bütün kötülüklerin karşısında bütün iyilikler; denge. Aydınlıkla karanlık, %100 aydınlık bir tarafta, %100 karanlık bir tarafta. Aydınlıkla karanlık dengede. %100 kötülüğe yönelik bir kesim, %100 iyiliğe yönelik bir başka kesim; gene denge. Bu dengenin değişmesi lâzım çünkü Allahû Tealâ buyuruyor ki:

95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).

Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.

95/TÎN-5: Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).

Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).



“Biz, nefsi bir ahsen-i takvim içinde yarattık. Sonra onu esfel-isâfilîne reddettik.”

Yani nefs, afetler itibarıyla %100 dolu ve ahsene ulaşmak üzere yaratılmış. Ama belli bir takvim içerisinde, belli bir zaman parçası içerisinde gerçekleşecek.

Öyleyse nefsin afetlerine şeytan neden tesir edebilir? Bunun için neden şeytan zorlanmaz; talep ettiği zaman talebi derhal yerine getirilir nefs tarafından? Çünkü nefsin afetleri, şeytanın taleplerine yeşil ışık yakacak vasıflarla donatılmıştır. Kısaca nefsin afetleri, Allah neyi emretmişse onu asla işlemek istemezler. Ve gene kısaca nefsin afetleri, Allah neyi yasak etmişse onu mutlaka işlemek isterler. Bu özelliklerle yaratılmışlardır.

Şeytanın da istediği ne? Bize derecat kaybettirip, bizi kendisiyle beraber cehenneme ulaştırmak için neyi yapmamız lâzım bizim? Devamlı derecat kaybeden olayları işlememiz lâzım. Nefsimizin afetleri de zaten tam o istikamette. Şeytan da nefsimizin afetlerinden Allah’ın yasak ettiği bir fiilin işlenmesini istiyor. Onlar zaten bunu yapmak üzere yaratılmışlar. Derhal gereğini yapıyorlar. Allah’ın emrettiği bir şeyin yapılmamasını istiyor şeytan, nefsin afetlerinden. Nefsin afetleri buna da canı gönülden koşuyorlar. İstedikleri şey bu zaten. Bu sebeple şeytan, nefsimizin afetlerine tesir etmekte hiçbir zaman zorlanmaz. Söylediği zaman zaten nefsin afetleri onu yapmak üzere programlanmışlar. Derhal gereğini ifa ederler. Ama dikkat edin! Konunun özelliği şu ki; şeytan söylediğim sebepler gereğince sadece nefsimizin afetlerine tesir edebilir. Sadece nefsimizin afetlerine tesir edebilir. Bu tesir otomatik bir tesirdir adeta; çünkü şeytanın talepleriyle nefsimizin afetlerinin talepleri aynıdır: Allah’ın emirlerine isyan etmek, yasak ettiği fiilleri işlemek. Şimdi nefsimizin afetlerinde evvelâ rahmetle %2 azalma olduğunu düşünün ve %7 nur birikimiyle, %7 karanlığın devre dışı kaldığını düşünün. Nefsimizin kalbinde şeytanın emirlerine itaat etmekte olan %50’den %9’u artık yoktur. %2'yi bu hesabı kolay yapmamız için; rahmeti devre dışı tutalım. Hesaplamayı ona göre yapalım. İlk %7 fazl birikiminde ruhumuz zemin kattan 1. kata kadar yükselir.

Ruhumuz ne olmuştur? Tâbî olmuştur. İrşad makamını Allahû Teâlâ ona göstermiştir. Kime tâbî olacaksa ona gidip tâbî olmuştur. Öyleyse tâbiiyet tamamlandığı andan itibaren bu söylediğim 10 tane ni’met art arda verilir kişiye.

7.  ni’met:  Nefsimizin tezkiyeye başlaması.

8. ni’met: Fizik vücudumuzun nefsimizde yok olan afetler kadar şeytanın hâkimiyetinden kurtulması, şeytana kul olmaktan o ölçüde kurtulması ve Allah’a kul olmaya başlaması.

Bu noktadaki bir fizik vücut, şeytana kul olmaktan %9 oranında kurtulmuş, Allah’a %9 oranında kul olmuştur, nefsinin afetleri açısından. Ve kulluğu (Allah’a olan kulluğu) giderek artacaktır. Allahû Tealâ Yâsîn Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde diyor ki:

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).

Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.



"e lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun), ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).”

“Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden ahd almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye? Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. İşte bu, Bana kul olmanız Sıratı Mustakîm’dir.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse Allah’ın 8. ni’meti; fizik vücudumuzun afet azalması sebebiyle şeytana kul olmaktan devamlı, daha çok kurtularak Allah’a daha çok kul olmasıdır.

Allah’ın 9. ni’meti: İrademizin nefsin afetleri azaldıkça güçlenmesi ve Allah’a teslime doğru yaklaşmasıdır.

Peki, 10. ni’meti nedir? 10. ni’meti bu akşamki konumuzla alâkalı, sevgili kardeşlerim. Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbetin, vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.



“Kim Allah’ın yolunda ise  ‘fî sebîlillâhi’ ise ve Allah’ın verdiği rızkı infâk ediyorsa, Biz onlara bir başağında yüz tane olan yedi başaklı bir nebat kadar ni’met veririz.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse bu durumda Allahû Tealâ: “Biz ona yedi başaklı, her başağında yüz tane bulunan bir nesneden veririz.” demekle 700’ü kastetmiyor. Her seferinde 100’er 100’er, basamak basamak yükselecek olan bir işaret veriyor, âyeti okuyanlara. Burada fizik vücut ahsen rızıkla rızıklanıyor. Bu rızık aslında nefse aittir.

Kişi zikir yapıyor: “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah,” diye. Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât kişinin kalbine ulaşıyor. Zikri yapan kimdir? Zikri yapan fizik vücuttur. Zikir, Allah’ın katından ahsen rızkı indirir. Ahsen rızık rahmetle fazl ve rahmetle salâvâttır. Kalbe gelen bu nurlar -demin söylediğimiz gibi- fazıllar îmân kelimesinin etrafında toplanarak orasını işgal ederler ve böylece fizik vücut, nefsi infâk etmiş olur.

Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesindeki infâk, bu hüviyette bir infâktır. Ve bu hüviyette bir infâkın muhtevasının ne olduğunu Allahû Tealâ açıklığa çıkartıyor. “Her başağında yüz tane bulunan, yedi başaklı bir nebat.” İşte nefsin kalbinde her %7 nur birikiminde bir muhteva değişimi olur. Evvelâ şunu görüyoruz ki; her başağında yüz tane olacak ve yedi safhada gerçekleşecek bu iş. İşte birinci yüz tane hemen tatbikata girer. Allah’ın 10. i̇hsanı.

Allahû Tealâ’nın bize verdiği bir sevabımıza karşılık derecat, 1’e karşı 10 idi.  Allah’ın genel kanunu bu.

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).

Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.



“Kim günah işlerse, derecat kaybederse" diyor Allahû Tealâ, "onun hesabı misliyle görülür.”

Yani bir derecat kaybeden kişinin amel defterine (hayat filmine) bir negatif derecat yazılır.

“Ama" diyor, "kim bir salih amel işlerse, bir derecat kazandıran bir amel işlerse o derecat kazandıran amelin 10 katı verilir kendisine.” diyor. Öyleyse Allah’ın kanunu 1’e 10’dur.

Peki, bir kişi Allah’a ulaşmayı dilemiş, dilemeden evvel de 1’e 10 alıyordu. Allah’a ulaşmayı dilemiş, 1’e 10 almaya devam edecek. Nereye kadar 1’e 10 almaya devam edecek? Mürşidine ulaştığı güne kadar 1’e 10 almaya devam edecek. Ulaştığı gün nefsin tezkiye kabiliyeti başlıyor. Bu noktada Allahû Tealâ verdiği ihsanı ni’mete çeviriyor. Başımızın üzerine devrin imamı geldiği andan itibaren Allah’ın bütün ihsanları ni’met hüviyeti kazanır. Bu noktadan itibaren artık Allahû Tealâ’dan ni’met almaya başlıyoruz. Ni’metin özelliği ise 1’e 10’dur.

Öyleyse 1’e 10’dur diyoruz, 1’e 100’den bahsediyoruz. Neye göre 1’e 10? O güne kadar Allahû Tealâ bize 1’e 10 veriyor. Ni’met almaya başladığımız zaman bu 1’e 10; 10’a katlanıyor, yani 1’e 100 oluyor. Ve Allahû Tealâ Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesi gereğince bunu 1’e 100’de bırakmıyor. Birinci başak, ilk %7 fazl birikiminde ruhun Allah’a doğru zemin kattan 1. kata kadar yükselmesiyle neticeleniyor.  Nefs-i Emmare, Yûsuf Suresi 53. âyet-i kerime:

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).



“ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî: Ya Rabbi! Ben nefsimi beraat ettiremem; çünkü nefsim bana şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç."

O zaman nefsin şerri emretmesi adım adım azalacaktır. İşte ilk %7 azaldığı yerde, kişinin ruhu vücudundan ayrılmıştır. İlk %7 fazl birikiminde 1. gök katına ulaşmıştır. Vücudundan ayrılan ruh nereye ulaşır? Kişinin vücudundan ayrılan ruh, evvelâ kime tâbî olduysa onun dergâhındadır. Nefsin kalbinde %7 nur birikimi gerçekleşince, o dergâhtan devrin imamının dergâhına ulaşır. Ve 1. kata kadar çıkacak olan ruhlarla beraber 1. kata çıkıp orada kalır. Diğer katlara çıkacak olan ruhlar da onlarla beraber devrin imamının dergâhındaki altın kapıdan çıkarak evvelâ 1. gök katına kadar hep beraber saf hâlinde yükselirler. 1. gök katında hepsi birden secde ederler. Bu secde açıkta bir secdedir. Bir çatı altında, bir binanın içinde değil. Ve 1. katta kalan ruhlar, orada kalırlar. 6. kata kadar çıkıp da tekrar geri dönecek olan kardeşlerini orada beklerler.

Sevgili kardeşlerim, söylediğimiz standartlarda Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, Allah’ın bize verdiği ihsanlarla irşad makamına ulaşıp tâbî olduğumuz an, ruhumuz vücudumuzu terk eder. Hangi sebeple terk eder? Devrin imamının ruhu, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince başımızın üzerine gelir, yerleşir.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?



Diyor ki Allahû Tealâ: “Onların başlarının üzerine Allah’ın katından ve emrinden ruh gönderilir. Ve onların kalplerinin içine îmân yazılır.” diyor Allahû Tealâ.

Gerek kişinin kalbinin içine îmânın yazılması, gerek kişinin başının üzerine devrin imamının ruhunun gönderilmesi iki ayrı hüviyeti ifade eder. Birisi, devrin imamının ruhunun gelmesi üzerine kişinin kalbine îmân yazılması. Nefsin kalbine yazılan bu îmân sebebiyle, nefsin demin anlattığımız statü içerisinde tezkiye edilmesini sağlar.

Gene devrin imamı kişinin başının üzerine gelerek ruhun Allah’a doğru vücuttan ayrılarak yola çıkmasını sağlar. 12 defa üzerimize farz olan bir olayı gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Ruhumuzu Allah’a doğru yola çıkarmak ve Allah’a ulaştırmak.


Mu'min Suresi 15. âyet-i kerime:

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.



“Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından lâyık olanların üzerine (başlarının üzerine) emrinden ruh gönderir.” Bu emrinden gönderdiği ruh, devrin imamının ruhudur.  Ve şöyle söylüyor Allahû Tealâ: “O, o kişiye yevm’et telâkının geldiğini söyleyerek onu uyarmak üzere.” diyor Allahû Tealâ. Yani ruha diyor ki: “Allah’tan aldığım emri tebliğ ediyorum sana. Senin Allah’a mülâki olma günün, yevm’et telâkın geldi. Allah’a geri dön! Yevm’et telâkın geldi.”

İşte Allah’a mülâki olma gününün geldiğini Allah’tan aldığı emri tebliğ ederek söyleyen, devrin imamının ruhudur.

“Dereceleri yükselten Allah.” demekle Allahû Tealâ, Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre o kişinin günahlarının sevaba çevrileceğini ifade ediyor.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).



“Ve arşın sahibi olan Allah.” demekle de gelenin arşı tutan meleklerle beraber olan devrin imamı olduğunun bir işareti. Yetmez, oradaki “Allah’ın emrinden bir ruh gönderilir.” ifadesi de bunu kesinleştiriyor. Gelenin, gelen ruhun devrin imamının ruhu olduğu gerçeğini kesinleştiriyor. Öyleyse devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine geliyor ve Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesiyle kişinin kalbinin içine îmân yazılıyor.

Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesi gereğince tebligat yapılıyor ruha devrin imamı tarafından: Vücudu terk etmesi. İşte bu, o ruhun Sıratı Mustakîm’e ulaşmasını ifade eder. Ve biz hayattayken, canlıyken ruhumuz vücudumuzu terk edip Sıratı Mustakîm’e ulaşıyor. Sıratı Mustakîm’den 1. gök katına, sonra 2., 3., 4., 5., 6., 7. katlara ulaşacak, neticede Allah’a ulaşacak. Ne oldu? Devrin imamından bahseden âyet-i kerimeye bakalım. Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesi:

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.



“ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ: Onlardan imamlar kıldık; emrimizle hidayete erdirsinler diye.”

"Emrimizle hidayete erdirsinler diye.” diyor.

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.



Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesinde de: “Allah’ın emrinden bir ruh gönderilir." diyor, "Allah’ın emrini tebliğ etmek üzere.” Ve bu ruh, bizim ruhumuzun vücudumuzdan ayrılıp, Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a doğru yola çıkmasına sebebiyet verir.

Peki, ölseydik ne olacaktı? Ölseydik aynı şey olacaktı. Ruhumuz vücudumuzdan ayrılacaktı. Ölüm melekleri gelecekler, kontağı kapatacaklar ve fizik vücudumuz ölecek. Elektrik enerjisi mitokondrilerde üretilmeyeceği için elektrik alanlar bitecek, elektrik enerjisi olmadığı için elektromanyetik alanlar da yok olacak. Fizik vücudumuzun bir kutbuyla nefsimizi, bir kutbuyla ruhumuzu tutan çekim gücü sona erecek ve böylece nefsimiz de ruhumuz da bir sigara dumanı gibi vücudumuzu terk edecekler. Öldüğümüz zaman da eğer ruhumuz vücudumuzdaysa bir sigara dumanı gibi vücudumuzu terk eder. Nefsimiz mutlaka vücudumuzdadır. O da bir sigara dumanı gibi terk eder. Ama Allah’a ulaşmışsa ruhumuz, oradan gelip vücudumuzdan ayrılmış da olsa, Allah’ın katından da gelse, başımızın üzerinde sağ tarafımızda gelir ve yerleşir.

İşte böyle bir dizaynda öldüğümüz zamanki fizik vücudumuzdan çıkan veya Allah’ın katından gelen ruhumuz, nasıl vücudumuzun sağ tarafında, yerden bir metre yukarıda üzerimizde oluşuyorsa 14. basamakta tâbî olduğumuz an devrin imamının ruhunun vücudumuzda bulunan ruha, Allah’a ulaşma gününün geldiğini söylemesi üzerine, ruhumuz vücudumuzu terk ediyor ve Sıratı Mustakîm’e ulaşıyor. Her ikisinde de ruhun bizi terk etmesi ve Allah’a doğru bir yolculuğa çıkması söz konusu. Ama biz Allah’a ulaşmayı dilemişsek bu Allah’a ulaşma, ruhumuzun Allah’a ulaşması bizi Allah’ın evliyası kılar, 3. kat cennetin sahibi kılar. Dünya saadetinin %50’den fazlasına sahip kılar.

1. gök katına ruhumuz, %7 fazl birikimiyle ulaşır.

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).

Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).



İkinci defa %7 fazl birikimiyle ruhumuz, 2. gök katına ulaşır: Nefs-i Levvame. Kıyâme Suresi 2. âyet-i kerime:

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.

Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.



“ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti: Hayır, kasem ederim ki, o levvâme nefse kasem ederim.”

Nefsimizi levm ediyoruz kınıyoruz. Sonra? Üçüncü defa %7 nur birikimi, ruhumuz 3. gök katına ulaşıyor: Nefs-i Mülhime. Allah’tan ilham alıyoruz.

Şems Suresi 8. âyet-i kerime:

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.

Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.



"fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: O nefse Allah’ın takvası da şeytanın fücuru da ilham edilir.” diyor Allahû Tealâ.

Ve dördüncü defa %7 nur birikimi, Nefs-i Mutmainne. Kişi doyuma ulaşıyor. Yani Allah’ın bütün verdiklerini kendisi için yeterli olarak kesinlikle kabul ediyor.

Fecr Suresi 27. âyet-i kerime:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.

Ey mutmain olan nefs!



"yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu."
diyor, "Ey mutmain olan nefs."

Ra'd Suresi 28. âyet-i kerime:

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).

Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?



"Bilin ki; kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur.’’ diyor Allahû Tealâ.

Mutmain olan bir kalp, 4. gök katında ruhumuz.

Sonra?

Allah’tan razı oluyoruz; ruhumuz 5. katta. Allah da bizden razı oluyor; ruhumuz 6. katta.
Radiye, bizim razı oluşumuz. Mardiyye, Allah’ın bizden razı oluşu.

6. ve 7. katlar, Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesi:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.

Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!



“râdıyeten mardıyyeten: Allah'tan razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak.”

Ve nihayet 7. gök katı ve Allah’a ruhumuzun ulaşması: Nefs-i Tezkiye.

Allahû Tealâ diyor ki Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde:

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).

Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).



“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru): Kim nefsini tezkiye ederse o, bunu kendisi için yapmış olur (çünkü nefsi Allah’a yemin vermiştir ezelde, tezkiye yapması sadedinde). Ve ruhu Allah’a ulaşır.” diyor Allahû Tealâ. “Ruhu Allah’a döner, Allah’a ulaşır.”

 Böylece kişinin ruhunun Allah’a ulaştığı bir noktaya vasıl oluyoruz. Allah’a ulaşan bir dizayn. Ne oldu? Ruhumuz Allah’a ulaştı. Allah’ın bize verdiği nurlar, zikrimize paralel olarak verdiği nurlar; Nefs-i Emmare’deyken %7 nur birikimi. Allah’ın bizim her yaptığımız derecat kazandıran işleme karşı (kazandığımız her dereceye karşı) ondan evvel 1’e 10 veriyorken, o günden itibaren 1’e 100 vermeye başlıyor. Nefs-i Levvame’de 2. gök katı; 1’e 200’e çıkıyor. Nefs-i Mülhime’de 3. gök katı; 1’e 300’e çıkıyor. Nefs-i Mutmainne’de 4. gök katı; 1’e 400’e çıkıyor. Nefs-i Radiye’de 5. gök katı; 1’e 500’e çıkıyor. Nefs-i Mardiyye’de 6. gök katı; 1’e 600’e çıkıyor. Nefs-i Tezkiye’de ruhumuz 7. gök katında; 1’e 700’e çıkıyor Allah’ın verdiği ni’metler.

İşte böyle bir dizaynda ruhumuz Allah’a ulaşıyor. Ruhumuz vücudumuzdan Allah’a ulaşmak üzere mürşidimize tâbî olduğu an ayrıldığı noktada biz, ölmeden evvel ölmüş oluyoruz.

Ölmeden evvel ölmek de ruhumuzun Allah’a doğru yola çıkmasını, gerçek ölümle ölmek de ruhumuzun Allah’a doğru yola çıkmasını ifade eder. Ruh açısından ölümün dizaynı, tatbikatı ve sonuçları bu minval üzere Kur’ân-ı Kerim'de şekillendirilmiştir Allahû Tealâ tarafından. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsi de: “Ey sahâbe! Ölmeden evvel ölün ki; Allah size 1’e 700 versin.” ifadesi bu söylediğimiz standartlarda gerçekleşir.

Öyleyse henüz tasavvufa girmemiş olanlar, henüz Allah’ın ne söylediğinden haberdar olmayan kardeşlerimiz, sizlere sesleniyorum: Ölmeden evvel ölün! Allah’ın yoluna girin ki; ruhunuz vücudunuzdan ayrılsın. Allah’ın üzerinize 12 defa farz kıldığı bir vetireyi gerçekleştirin. Ve Allahû Tealâ da size, Allah’a ulaştığınız ana kadar verdiği ni’metleri çoğaltarak bir tek derecenize; kazandığınız her bir tek dereceye 700 katını vermeye başlasın.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir sohbette daha bizleri beraber kıldı. Hepinizin hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaşmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz.

Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, Allah hepinizden razı olsun.


İmam İskender Ali M İ H R